p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 17 Issue : 4 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 17 (4)
Volume: 17  Issue: 4 - July 2011
REVIEW
1.The experience of military surgeons from a north Afghanistan deployment and lessons for the future
Stavros Gourgiotis, Roland Schmidt
PMID: 21935823  doi: 10.5505/tjtes.2011.57355  Pages 289 - 292
Askeri cerrah, standart bir klinik alanda çalışan ancak aynı zamanda becerilerini olağan dışı durumlara adapte etmeyi öğrenmek zorunda olan ve askeri tıbbi strateji planlamasını etkileyen başlıca faktörlere ve kriz bölgelerinde mevzisine bağlı güçlüklerle baş etmek zorunda bulunan bir doktordur. Tek kesin olan şey, bu özel koşulların temelde anavatanın askeri hastanelerindeki rutin koşullardan farklılık göstermesidir. Personel, ekipman ve teknik kaynaklardaki kısıtlılıklar, mevzi bölgesindeki yalıtım, yerel bir sağlık sisteminin olmaması, hastaların özel durumları ile yaralanma ve hastalıkların doğası, başlıca benzersiz zorluklardır.
A military surgeon is a physician who works in a standard clinical field, but who also has to learn to adapt his skills to exceptional circumstances and must cope with special challenges due to his deployment in crisis regions, a fact that is one of the major factors influencing military medical strategy planning. The only certainty is that these special circumstances differ fundamentally from the routine circumstances at the military hospitals of the mother country. The limitations in personnel, equipment and technical resources, the isolation within the deployment region, the lack of a local healthcare system, the specialized aspects of the patients, and the nature of the injuries and diseases represent the main unique challenges.

EXPERIMENTAL STUDY
2.The effect of N-acetyl cysteine on serum glutathione, TNF-α and tissue malondialdehyde levels in the treatment of sepsis
Mehmet Gül, Murat Ayan, Abdüsselam Seydanoğlu, Başar Cander, Sadık Girişgin, İbrahim Erayman, Sami Erdem
PMID: 21935824  doi: 10.5505/tjtes.2011.66743  Pages 293 - 297
AMAÇ
Bu çalışmada, sepsis tedavisinde antioksidan bir ajan olan N-asetilsistein’in (NAC) serbest oksijen radikalleri düzeylerine olan etkileri araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmada ağırlıkları 180-200 gr arasında değişen 30 adet Sprague-Dawley cinsi dişi sıçan kullanıldı. Sıçanlar rastgele 10’arlı 3 gruba (Grup I: Sham, Grup II: Sepsis ve Grup III: Sepsis + NAC) ayrıldı. Grup I’e yalnızca laparotomi yapıldı. Grup II ve Grup III’de çekal ligasyon perforasyon (ÇLP) yöntemiyle sepsis modeli oluşturuldu. Grup III’e oral yoldan 0., 8. ve 16. saatte 20 mg/kg/gün NAC verildi. 24. saatte eritrosit glutatyon (GSH), serum TNF-α değerlerinin tayini için kan örnekleri ile histopatolojik inceleme ve doku malondialdehid (MDA) tayini için akciğer, karaciğer ve böbrek doku örnekleri alındı.
BULGULAR
Grup III’de TNF-α, eritrosit GSH ve böbrek doku MDA değerleri diğer gruplarla karşılaştırıldığında istatistiksel açıdan farklılık saptandı (p<0,05). Karaciğer doku MDA değerleri ve akciğer, karaciğer ve böbrek dokularının histopatolojik inceleme sonuçları açısından ise gruplar arasında farklılık bulunmadı (p>0,05).
SONUÇ
Sepsis oluşturulan sıçanlara verilen NAC tedavisinin eritrosit GSH, serum TNF-α düzeylerine, akciğer fonksiyonlarına, böbrek doku MDA seviyelerine olumlu etkileri saptandı. Buna karşılık bu olumlu etkinin histopatolojik düzelmeye yansımadığı görüldü. NAC’nin sepsis tedavisinde olası yararlı etkilerini ortaya koymak için yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
BACKGROUND
The aim of this study was to investigate the effects of N-acetyl cysteine (NAC) on the levels of reactive oxygen species in sepsis.
METHODS
In this study, 30 Sprague-Dawley female rats weighing 180-200 g were used. Rats were randomized into three groups, each containing 10 rats, as follows: Group I: Sham, Group II: Sepsis and Group III: Sepsis+NAC. Group I underwent only laparotomy. In Groups II and III, sepsis was induced by cecal ligation and perforation (CLP) technique. NAC (20 mg/kg/day) was administered orally to Group III at 0, 8 and 16 hours. At the 24th hour, tissue and blood samples were taken for erythrocyte glutathione (GSH) and serum tumor necrosis factor (TNF)-α levels, histopathological determination, and lung, liver and kidney tissue malondialdehyde (MDA) analyses.
RESULTS
Group III was significantly different from the other groups with respect to erythrocyte glutathione, serum TNF-α and kidney MDA levels (p<0.05). There was no significant difference between the groups regarding liver MDA levels and histopathological parameters for lung, liver and kidney (p>0.05).
CONCLUSION
NAC treatment had beneficial effects on erythrocyte GSH, serum TNF-α, lung function, and kidney MDA levels in sepsis-induced rats. However, this beneficial effect was not confirmed as histopathological improvement. Further research is needed to prove the effect of NAC in sepsis treatment.

3.Correlation between leptin and pro-inflammatory cytokines in cortical contusion injury model
Alper Karaoğlan, Osman Akdemir, Nilgün Çınar, Mehmet Alpay Çal, Bilal Kelten, Hafize Uzun, Ahmet Çolak
PMID: 21935825  doi: 10.5505/tjtes.2011.69077  Pages 298 - 302
AMAÇ
Bu çalışmada, deneysel travmatik beyin hasarı sonrası beyin dokusundaki zaman bağımlı leptin konsantrasyonlarındaki değişiklik ve sitokinlerle olan ilişki değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Sirküler kranyektomi sonrası 33 adet erkek Wistar-Albino sıçan stereotaksik çembere yerleştirildi ve kortikal kontüzyon hasarı oluşturuldu. Denekler deformasyon derinliğine göre 3 gruba ayrıldı: 0 mm (Kontrol, n=3), 1,5 mm (Orta hasar, n=15), 2,7 mm (Ciddi hasar, n=15). Hayvanlar hasar sonrası birinci, üçüncü ve beşinci günlerde öldürüldü.
BULGULAR
Orta hasar sonrası ilk gün interlökin 1 beta (IL-1β), interlökin 6 (IL-6), tümör nekroz faktör alfa (TNF-α) ve leptin seviyelerinin beyin dokusunda belirgin olarak yükseldiği saptandı. Üçüncü ve beşinci günlerde bu seviyelerin kontrol seviyelerine gerilediği görüldü. Ciddi hasar sonrası birinci gün IL-1β, IL-6, TNF-α seviyeleri korele olarak yükseldi ve sonrasında kontrol seviyelerine döndü. Buna rağmen leptin seviyeleri birinci ve üçüncü gün azaldı, beşinci günde ise kontrol seviyelerine ulaştı.
SONUÇ
Ciddi beyin hasarı sonrası erken dönemde leptin salınımının azalması, leptin replasmanının bu olguların tedavisinde önemli rol oynayabileceğini düşündürmektedir.
BACKGROUND
The present study aimed to investigate time-dependent changes in leptin concentrations in brain tissue following experimental traumatic brain injury and to examine the relationship with cytokines.
METHODS
After circular craniectomy, 33 male Wistar-albino rats were positioned on a stereotaxic frame and subjected to cortical contusion injury and then divided into 3 groups based on the depth of deformation as: 0 mm (sham controls, n=3), 1.5 mm (moderate injury, n=15) and 2.7 mm (severe injury, n=15). Animals were sacrificed on the 1st, 3rd and 5th days post-injury.
RESULTS
One day after moderate injury, interleukin-1 beta (IL-1β), IL-6, tumor necrosis factor-alpha (TNF-α), and leptin levels were found to be markedly increased in the brain tissue. On the 3rd and 5th days, the levels returned to the sham-control levels. Following severe injury, IL-1β, IL-6 and TNF-α levels increased in correlation after the 1st day and reached the sham-control levels on the same days. However, leptin tissue levels decreased on the 1st and 3rd days and normalized to the sham-control levels on the 5th day.
CONCLUSION
Our results showed that the release of leptin is decreased in the early stage of severe injury. Thus, leptin replacement may play an important role in therapy in cases with severe traumatic brain injury.

4.Effects of beta-glucan on hepatic damage caused by obstructive jaundice
Hayri Erkol, Nurettin Kahramansoy, Özgür Kordon, Oktay Büyükaşık, Erdinç Serin, Nilüfer Ulaş
PMID: 21935826  doi: 10.5505/tjtes.2011.88964  Pages 303 - 307
AMAÇ
Beta glukan, güçlü makrofaj stimülatörü olup aynı zamanda antioksidatif etkinliğe de sahiptir. Bu çalışma ile tıkanma sarılığında ortaya çıkan karaciğerin oksidatif hasarına beta glukanın etkisinin araştırılması amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Yedişer Wistar Albino sıçandan oluşan üç grup oluşturuldu: Sham grubunun dışında koledok ligasyonu yapılan kontrol grubu ve ligasyon sonrası gavaj ile beta glukan verilen tedavi grubu. Tüm sıçanlar 11. gün öldürüldü. Karaciğer fonksiyon testlerinden başka serumda süperoksit dismutaz (SDO), miyeloperoksidaz (MPO); karaciğer dokusunda malondialdehit (MDA), lipidperoksit (LPO), glutatyon (GSH) değerlerine bakıldı. Ayrıca karaciğerin histopatolojik incelemesi yapıldı.
BULGULAR
Serumda AST, ALT, GGT, LDH, total ve direkt bilirubin, MPO, LPO değerleri ve karaciğer dokusunda MDA değerleri tedavi grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşük idi. Ayrıca serumda SOD ve karaciğer dokusunda GSH değerlerinin tedavi grubunda belirgin yüksek olduğu tespit edildi. Karaciğerin histopatolojik incelemesinde tedavi grubundaki doku hasarının kontrol grubundakinden belirgin daha az şiddette olduğu bulundu.
SONUÇ
Beta glukanın tıkanma sarılığı olan sıçanlarda karaciğer hasarını ve oksidatif stresi azalttığı, bunun yanında fagositer ve antioksidatif etkiyi artırdığı gösterilmiştir. Beta glukanın tıkanma sarılığında klinik kullanımı ile ilgili ileri çalışmalar gereklidir.
BACKGROUND
Beta-glucans are known as macrophage stimulators and antioxidants. This study aimed to investigate the effects of beta-glucans on oxidative damage to the liver during obstructive jaundice.
METHODS
Sham, control and treatment groups (7 Wistar Albino rats in each) were designed. In the treatment group, beta-glucan was given through gavages for 10 days after bile duct ligation. All groups were sacrificed on the 11th day. Liver function tests, superoxide dismutase (SOD), myeloperoxidase (MPO), malondialdehyde (MDA), lipid peroxide (LPO), glutathione (GSH), and histopathological examination of the liver were investigated.
RESULTS
In the treatment group, the levels of alanine and aspartate aminotransferases (AST, ALT), gamma glutamyl transpeptidase (GGT), lactate dehydrogenase (LDH), total and direct bilirubin, MPO in the serum, and the levels of MDA and LPO in the liver tissue were significantly lower when compared with the control group. Moreover, SOD and GSH levels were relevantly high in the treatment group. Histopathological examination of the liver revealed less damage in the treatment group.
CONCLUSION
These results show that beta-glucan induced the phagocytic and anti-oxidative effects and also reduced the liver damage and oxidative stress in obstructive jaundice. Advanced studies are required for the clinical use of beta-glucan in obstructive jaundice.

5.Comparison of the hemostatic efficiency of Ankaferd Blood Stopper and fibrin glue on a liver laceration model in rats
Cevher Akarsu, Mustafa Uygar Kalaycı, Erkan Yavuz, Selvinaz Özkara, Berk Gökçek, Yaşar Özdenkaya, Orhan Yalçın
PMID: 21935827  doi: 10.5505/tjtes.2011.38455  Pages 308 - 312
AMAÇ
Ankaferd Blood Stopper® (ABS) son yıllarda kullanıma giren, organik kökenli topikal bir hemostatik ajandır. Bu çalışmanın amacı, sıçanlarda karaciğer laserasyon modelinde halen yaygın klinik kullanımda olan fibrin yapıştırıcı (FY) ile ABS’nin etkinliği karşılaştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Wistar Albino cinsi 32 adet sıçan eşit olarak rastgele dört gruba ayrıldı. Sham grubunda (Grup 1) karaciğer sadece eksplore edildi. Çalışma gruplarında (Grup 2, 3, 4) karaciğer sol lob ön yüzünde 1 cm uzunluğunda 2 mm derinliğinde 3 adet laserasyon oluşturuldu. Grup 2 ve 3’de sırasıyla ABS ve FY topikal hemostatik olarak kullanıldı ve kanama kontrol altına alındı. Kontrol grubunda (Grup 4) hiçbir materyal kullanılmadı. Kanama zamanı, hematokrit düzeylerindeki değişiklikler, karın içi yapışıklık düzeyi ve histopatolojik etkileri değerlendirildi.
BULGULAR
ABS ve FY gruplarında topikal hemostaz zamanı arasında anlamlı fark bulunmazken, kontrol grubunda bu süre belirgin olarak daha uzundu, sırasıyla 17 (15-20) sn, 18 (16-20) sn, 70 (64-74) sn (p<0,05). Karın içi yapışıklık değerlendirmesinde çalışma grupları arasında belirgin farklılık görülmedi, Grup 1: 1 (0-1), Grup 2: 2 (1-3), Grup 3: 2 (1-3), Grup 4: 2 (1-3) (p>0,05). Mikroskobik incelemede ABS ve FY’nin karaciğer ve çevre dokulardaki histopatolojik etkilerinin benzer olduğu görüldü (p>0,05).
SONUÇ
ABS sıçanlarda karaciğer laserasyon modelinde FY ile eşit topikal hemostatik etkinliğe sahiptir. Karın içi kullanımda yapışıklık ve histopatolojik etkileri açısından her iki materyal arasında anlamlı fark yoktur.
BACKGROUND
Ankaferd Blood Stopper® (ABS) is an organic topical hemostatic agent that has become available in recent years. The aim of this study was to compare the effectiveness of ABS in a liver laceration model in rats with that of fibrin glue (FG), which is currently being used widely in clinics.
METHODS
Thirty-two Wistar Albino type rats were randomly divided into four groups. In the Sham group (Group 1), only the liver was explored. In the other study groups (Groups 2, 3 and 4), three incisions were performed, each 1 cm long and 2 mm deep, on the front of the left lobe of the livers. In Groups 2 and 3, ABS and FG were used as hemostatic agents, respectively. No materials were used for the injuries in the Control Group (Group 4). Bleeding periods, changes in the hematocrit levels, intraabdominal adhesion levels, and histopathological effects were taken into consideration.
RESULTS
There was no significant difference between the period of hemostasis in Groups 2 and 3, whereas the same period was evidently longer in Group 4 (17 (15-20) sec, 18 (16-20) sec, 70 (64-74) seconds, respectively; p<0.05). No significant difference was detected between the groups regarding intraabdominal adhesion levels (Group 1: 1 (0-1), Group 2: 2 (1-3), Group 3: 2 (1-3), Group 4: 2 (1-3); p>0.05). Microscopic evaluations revealed similar histopathological effects of ABS and FG on the liver and surrounding tissues (p>0.05).
CONCLUSION
The topical hemostatic effectiveness of ABS was shown to be comparable to FG in a liver laceration model in rats. There was no significant difference between these materials regarding adhesion formation in intraabdominal use or histopathological effects.

ORIGINAL ARTICLE
6.Injury evaluation of the Turkish national football team over six consecutive seasons
Bülent Bayraktar, Cengiz Dinç, İlker Yücesir, Abdurrahman Evin
PMID: 21935828  doi: 10.5505/tjtes.2011.86836  Pages 313 - 317
AMAÇ
Altı yıllık bir dönemde A Milli Erkek Futbol Takımı’nda meydana gelen yaralanmaların anatomik bölge, sıklık ve oluş mekanizması değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Sağlık ekibi tarafından Ocak 2000 ile Aralık 2005 tarihleri arasını kapsayan dönemde yapılan tüm resmi ve özel karşılaşmalar, antrenmanlar ve kamplar sırasında kayıt tutuldu. Yaralanmaların anatomik bölgeleri, tipleri, uygulanan tedavilere dair bilgiler içeren bu kayıtların değerlendirilmesi deskriptif istatistik, frekans analizi, çapraz tablolar ve ki-kare testi ile yapıldı.
BULGULAR
Çalışma süresince toplam 208 antrenman, 52 resmi ve hazırlık karşılaşması yapıldı. Bu sürede 108 sakatlık kaydedildi. Bu sakatlıkların maç ve antrenman başına oranı sırasıyla 1,0 ve 0,27 idi. Yaralanmaların %80,6’sı alt ekstremitelerde meydana geldi. En sık yaralanan anatomik bölge uyluk (%25), en sık sakatlık tipi kontüzyon (%32) ve en sık uygulanan tedavi yöntemi fizik tedavi ve rehabilitasyon (%89,8) idi.
SONUÇ
Çalışmamız futbolda gerçekleşen yaralanmaların görülme sıklığı, etkilenen anatomik bölge yaralanmanın tipi ve ciddiyeti hakkında değerli sonuçlar vermektedir. Çalışmanın sonuçları bu alanda daha sonra yapılacak çalışmalar için ve futbol yaralanmalarından korunmak açısından önemlidir.
BACKGROUND
The aim of our study was to evaluate the incidence, mechanisms and anatomic sites of injuries of the Turkish National Men’s Football Team over six years.
METHODS
The affected anatomic site, incidence rate, type of injury, and applied treatment procedures were recorded by the medical staff. Official and friendly games and training sessions over the period January 2000 - December 2005 were documented daily. Cross- tabulation, frequency analysis, descriptive statistics, and chi-square test methods were used in statistical evaluations.
RESULTS
In total, 52 official and friendly games were played and 208 training sessions were conducted. The total number of injuries recorded in this period was 108, and the averages per match and training were 1.0 and 0.27, respectively. The most commonly affected anatomic site was the thigh (25%), the most common injury type was contusion (32%) and the most common applied treatment procedure was physical therapy and rehabilitation (89.8%).
CONCLUSION
Our results provide valuable information about the incidence, affected anatomical site, and type and severity of injuries in football. This study can serve as reference data for future scientific studies in the field, and also provides information regarding the prevention of injuries.

7.Road traffic-related injury among the 0-17 age group in Turkey
Cavit Işık Yavuz, Onur Hamzaoğlu
PMID: 21935829  doi: 10.5505/tjtes.2011.34022  Pages 318 - 322
AMAÇ
Bu çalışma, Türkiye’deki trafik kazası istatistiklerinde 0-17 yaş ölüm ve yaralanmalarının boyutunu incelemeyi amaçlamaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışma trafik kaza istatistik yıllıklarından 2003-2007 yıllarına ilişkin beş yıllık dönemi kapsayan kayıt tabanlı bir incelemedir.
BULGULAR
Çalışma kapsamında incelenen beş yılık periyotta meydana gelen ölümlerin %10,88’ini ve yaralanmaların %20,05’ini 0-17 yaş grubu oluşturmaktadır. Bu ölümlerin %53,54’ü, yaralanmaların %70,65’i yerleşim yerlerinde meydana gelmiştir. Yerleşim yerleri ölümlerinde yaya, yerleşim yeri dışı ölümlerde ise yolcu ölümleri dikkat çekmektedir. Yaralanmalarda da benzerlik vardır.
SONUÇ
İncelenen beş yıllık istatistiklere göre Türkiye’de 0-17 yaş grubuna ilişkin trafik kazalarından kaynaklanan ölüm ve yaralanmalar, koruyucu politika ve programlar geliştirilmesini gerektiren bir halk sağlığı sorunudur.
BACKGROUND
This study aimed to examine the extent of death and injuries among the 0-17 years of age group recorded in the official road traffic injury statistics.
METHODS
This is a record-based study covering a 5-year-period (2003-2007) using the annual records of national road traffic injury statistics in Turkey.
RESULTS
The 0-17 age group accounted for 10.9% of deaths and 20.1% of injuries over the 5-year-period that served as the scope of the study. It was found out that 53.5% of deaths and 70.7% of injuries occurred in residential areas. The occurrence of death among pedestrians in residential areas is notable. Injuries showed a similar tendency.
CONCLUSION
According to the 5-year period statistics examined in this study, road traffic-related deaths and injuries are a public health problem, and necessitate the development of programs and policies aimed at their prevention.

8.A comparison of the morbidity and mortality of tandir burns and non-tandir burns: experience in two centers
Yavuz Albayrak, Cumhur Cakir, Ayse Albayrak, Belkiz Aylu
PMID: 21935830  doi: 10.5505/tjtes.2011.18094  Pages 323 - 328
AMAÇ
İki ayrı yanık tedavi merkezinde tandıra düşme sonucu yanık oluşan hastaların demografik özellikleri, enfeksiyon oranları ve mobidite oranları tedavi yöntemleri ile birlikte incelendi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışmada yanıklı hastaların yaş, cinsiyet, sosyoekonomik durum, toplam vücut yüzey yanık oranları, yanık bölgeleri, yanık yaralarından izole edilen mikroorganizmalar, tedavi yöntemleri, hastanede kalma süreleri, hastalara uygulanan debridman ve greft operasyonları, ekstremite amputasyonları ile yanık hastalarının mortaliteleri araştırıldı.
BULGULAR
Bu iki merkezde tedavi edilen tandır yanıklı hastaların ortalama hastanede kalma süresi 27,6±9,5 gün idi. Buna karşın tandır dışı yanıklı hastaların ortalama hastanede kalma süresi ise 16,5±12,5 gün idi. Bu iki grup arasında hastanede kalma süreleri arasında anlamlı derecede farklılık saptandı (p<0,001). Benzer şekilde tandır yanıklı hastaların toplam yanık yüzey alan ortalaması %17,4±12,3 iken tandır dışı yanıklı hastaların toplam yanık yüzey alan ortalaması %10,6±9,9 idi ve gruplar arasındaki fark anlamlı idi (p<0,001).
SONUÇ
Bu çalışma sırasında tandır yanıklarının diğer yanıklardan daha derin yanık oluşturduğunu ve hastanede kalma süresinin de diğer yanık türlerinden daha uzun olduğu sonucuna ulaştık. Yine cerrahi girişimlerin tandır yanıklı hastalarda diğer yanıklı hastalara göre daha fazla yapıldığını tespit ettik.
BACKGROUND
We examine herein the demographic characteristics, implemented treatment methods, infection rates, and morbidities of patients with tandir burns from two burn centers.
METHODS
In this study, gender, age, socioeconomic status, total body burn ratio, burn area, burn level, microorganisms isolated in burn wounds, implemented treatments, length of hospital stay, debridement and grafting operations, extremity amputations, and mortality among burn patients were investigated.
RESULTS
Tandir burn patients were treated in the hospital for an average of 27.6 ± 9.5 days, while non-tandir burn patients were treated for a period of 16.5 ± 12.5 days. A significant difference was found between the hospitalization periods of the two groups (p<0.001). Similarly, while the total burn surface area average of the tandir burn patients was 17.4% ± 12.3%, the total burn surface area average of the non-tandir burn patients was 10.6% ± 9.9%, and a significant difference was found between the two (p<0.001).
CONCLUSION
In our study, it was determined that tandir burns were deeper than other burns, and that hospitalization durations were longer than for other burn causes. Surgical intervention was also more prevalent among patients with tandir burn than among those with other burn causes.

9.Factors affecting mortality in patients with thorax trauma
Şadiye Emircan, Halil Özgüç, Şule Akköse Aydın, Fatma Özdemir, Özlem Köksal, Mehtap Bulut
PMID: 21935831  doi: 10.5505/tjtes.2011.76158  Pages 329 - 333
AMAÇ
Bu çalışmanın amacı, toraks yaralanması olan hastaların epidemiyolojik özelliklerini belirlemek, fizyolojik ve anatomik risk faktörlerinin mortaliteyle ilişkisini saptamak ve şiddetli travmanın erken tanınmasına olanak sağlamaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmada toraks travmalı 371 olgu geriye dönük olarak incelendi. Olguların acil servise ilk başvuru durumları analiz edildi ve mortalite gelişimi açısından değerlendirildi. Ölen ve yaşayan olgular; yaş, cinsiyet, travma mekanizması, başvuru anındaki sistolik kan basıncı ve solunum karakteri, eşlik eden yaralanmalar, toraks patolojisi, travma skorları, tedavi yaklaşımları açısından karşılaştırıldı. Travma ve Yaralanma Şiddeti Ölçeği (TRISS) yöntemiyle olguların yaşama olasılıkları ve beklenmeyen ölüm oranları saptandı.
BULGULAR
Yaş, hipotansiyon, patolojik solunum, künt ve yandaş yaralanma, karın travması varlığı, yüksek Yaralanma Şiddeti Ölçeği (ISS), düşük Glasgow Koma Skalası (GKS), Revize Travma Skoru (RTS) ve TRISS mortaliteye etkili faktörler olarak bulundu. Künt yaralanma, TRISS <85, ISS >22 ve GKS <13 olması bağımsız prognostik faktörler olarak bulundu. Mortaliteyi göstermede en güçlü faktör TRISS olarak bulundu. TRISS analizinde yaşam olasılığı %50’nin üstünde olan 307 olgudan 34’ü hayatını kaybetti.
SONUÇ
Mortaliteye etkili bulunan faktörlerin varlığında toraks travmalı hastalar yüksek risk grubu olarak değerlendirilip, tanı ve tedavide agresif olunmalıdır. TRISS yöntemine dayalı olarak yapılacak olgu analizleri hasta bakımında yapılacak yanlışları daha iyi ortaya koyacak, bunların düzeltilmesine olanak sağlayacaktır.
BACKGROUND
The purpose of this study was to define the epidemiologic properties and correlation of physiological and anatomical risk factors with the mortality rate among patients with thorax trauma and to ensure early prediction of severe trauma.
METHODS
Files of 371 cases were retrospectively examined. Their initial state in the emergency department was analyzed in terms of mortality development. Age, gender, trauma mechanism, systolic blood pressure and respiration type on admission, accompanying injuries, thorax pathology, trauma scores, and treatment approaches in exitus and surviving cases were compared. Survival probabilities and unexpected mortality rates were computed using the Trauma Revised Score-Injury Severity Score (TRISS).
RESULTS
Age, hypotension, pathologic respiration, blunt injury, accompanying injury, abdominal trauma, high Injury Severity Score (ISS), and low Glasgow Coma Scale (GCS), Revised Trauma Score (RTS), and TRISS were the factors affecting mortality, and presence of blunt injuries, TRISS <85, ISS >22 and GCS <13 were found to be independent prognostic factors. The strongest factor indicating mortality was TRISS. Thirty-four of 307 cases with survival probability of over 50% died.
CONCLUSION
In the presence of factors affecting mortality, patients with thorax trauma should be evaluated as being in a high-risk group and treatment strategies must be aggressive. Case analysis based on the TRISS model would further reveal the mistakes and may improve patient care.

10.Pattern of open eye injuries in northwest Turkey: a retrospective study
Levent Altıntaş, Özgül Altıntaş, Nurşen Yüksel, Dilara Pirhan, Berna Özkan, Yusuf Çağlar
PMID: 21935832  doi: 10.5505/tjtes.2011.78861  Pages 334 - 339
AMAÇ
Türkiye’nin kuzeybatı bölgesinde, açık göz yaralanmaları nedeni ile tedavi edilen hastaların epidemiyolojisi ve görme sonuçları değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
2004 ve 2008 yılları arasında Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalın’da açık göz yaralanması nedeni ile tedavi edilen tüm hastalar retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR
Yaşları 3 ile 79 arasında değişen, 95 hastanın 95 gözüne ait yaralanmalar değerlendirildi. Açık göz yaralanması tipi, 76 gözde (%80), laserasyon, 19 gözde (%20) ise yırtık idi. Sıçrayıcı cisimlerin neden olduğu göz yaralanmaları, tüm yaş gruplarında en sık görülen nedendi. Keskin cisimler 18 yaş ve üzerindeki hastalarda açık göz yaralanmalarının en az görülen nedeni iken (%11), 18 yaştan genç hastalarda, en sık görülen nedendi (%38,1) (p=0,01). On sekiz yaşından genç hastalarda yaralanmaların %68,3’ü evde gerçekleşirken, 18 yaş ve üzerindeki hastalarda yaralanamaların %59,2’sinin işyerinde gerçekleştiği belirlendi (p=0,000). Görme keskinliğindeki düzelmenin, izole zon 1 yaralanmalarında, diğer zon yaralanmalarına göre daha iyi olduğu görüldü (p=0,043).
SONUÇ
Türkiye’nin kuzeybatısında açık göz yaralanmaları, yaş ve cinsiyete göre değişmektedir. Eğitim ve güvenlik önlemleri, açık göz yaralanmalarının önlenmesinde önemlidir.
BACKGROUND
We aimed to review the epidemiology and visual outcome of patients with open globe injuries in the northwest part of Turkey.
METHODS
All patients admitted to the Department of Ophthalmology, Kocaeli University Faculty of Medicine with open globe injuries between 2004-2008 were reviewed retrospectively.
RESULTS
Ninety-five eyes of 95 patients, aged between 3 and 79 years, were reviewed. The type of open eye injury was laceration in 76 eyes (80%) and rupture in 19 eyes (20%). In all age groups, projectile objects were the most common cause of injury. In patients 18 years and older, sharp objects (11.1%) were the least prevalent cause of open globe injuries; however, traumas with sharp objects were common in patients younger than 18 years (38.1%) (p=0.01). In patients younger than 18 years, most injuries occurred at home (68.3%), while in patients 18 years and older, the majority of ocular traumas occurred at work (59.2%) (p=0.000). Isolated Zone I lesions showed more improvement in visual acuity than other zones (p=0.043).
CONCLUSION
Open globe injury in northwest Turkey varied with age and gender. Education and safety precautions are essential to prevent open eye injuries.

11.Evaluation of traumatic findings in decomposed bodies in Aydin
Özlem Erel, Serpil Aydın Demirağ, Musa Dirlik, Gökhan Cingöz
PMID: 21935833  doi: 10.5505/tjtes.2011.44389  Pages 340 - 343
AMAÇ
Bu çalışmada, bozulmuş cesetlerdeki travmatik lezyonların irdelenmesi amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM
2004-2008 yılları arasında Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı çalışanları tarafından yapılan toplam 1390 otopsinin kayıtlarından, 62 adet bozulmuş cesede ait rapor incelendi, bunlardan 19 tanesinde travmatik lezyonlar saptandı. Raporlarda bulunan cinsiyet, yaşam şekli, olay yeri, medeni durum, kimlik tanığı, mevsim, postmortem interval, ölüm nedeni ve orijin, travmatik lezyonların varlığı gibi özellikler araştırıldı.
BULGULAR
Toplam 1390 adli otopsinin %4,5’i bozulmuş ceset idi. Bunların da %91,9’u erkek, %8,1’i kadın ve E/K oranı 11.4/1 idi. Olguların %38,7’si yalnız yaşamakta olup, olay yeri %59,7’inde evdi, %30,6’sının vücudunda travmatik lezyon saptandı. İlk sırayı doğal ölümlerde kalp hastalıkları, intihar orijinli ölümlerde ası, cinayet orijinli ölümlerde kesici delici alet, kaza sonucunda meydana gelen ölümlerde karbonmonoksit zehirlenmesi almaktaydı. Bekar olanların ev içinde cesetlerinin bulunması ve cesetleri ev dışında bulunanlarda travmatik bulguların olması istatistiksel olarak anlamlı idi.
SONUÇ
Bozulmuş cesetlerde travmatik lezyonların ayrımının özenli bir şekilde yapılması gerektiğinden tam inceleme ve otopsi yapılması uygun olacaktır.
BACKGROUND
In this study, we discuss traumatic lesions as assessed in decomposed bodies.
METHODS
From 1390 autopsies, which were performed by Adnan Menderes University, Faculty of Medicine, Department of Forensic Medicine staff during the period 2004-2008, reports of 62 decomposed bodies were searched, and traumatic lesions were found in 19 of them. Features like gender, living conditions, crime scene, identity witness, season, postmortem interval, cause and origin of deaths, and existence of traumatic lesions were investigated.
RESULTS
From the 1390 forensic autopsies, 4.5% were decomposed bodies. Male cases accounted for 91.9%, and the male/female ratio was 11.4/1. From reports, 38.7% lived alone, and the crime scene was the home in 57.9%. Traumatic lesions were found in 30.6%. The leading causes of death were cardiac diseases in natural deaths, hanging in suicide cases, stab wounds in homicide cases, and carbon monoxide poisoning in accidents. It was statistically significant that traumatic lesions were common in outdoor cases and indoor bodies were common among single cases.
CONCLUSION
As it is necessary to distinguish traumatic lesions carefully in decomposed bodies, a full examination and autopsy should be performed.

12.Factors affecting morbidity in urgent repair of abdominal wall hernia with intestinal incarceration in adults
Ali Ezer, Kenan Çalışkan, Tamer Çolakoğlu, Alper Parlakgümüş, Sedat Belli, Akın Tarım
PMID: 21935834  doi: 10.5505/tjtes.2011.28009  Pages 344 - 348
AMAÇ
Bu çalışmanın amacı erişkin hastalarda oluşan intestinal inkarserasyonlu karın duvarı fıtıklarında morbiditeyi etkileyen faktörleri araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Mart 1999-Mart 2008 tarihleri arasında 124 olgu (73 erkek) inkarsere intestinal fıtık tanısı ile acil ameliyat edildi. Olguların yaş ortalaması 61±13,87 idi. Ortanca fıtık süresi 5 yıl (0,1-30) bulundu. Fıtık tipi, fıtık süresi, yandaş hastalıklar, uygulanan cerrahi tedavi ve ameliyat sonrası komplikasyon bilgileri geriye dönük araştırıldı.
BULGULAR
Yirmi beş hastada (%20) komplikasyon gelişti. On iki hastada (%10) cerrahi alan enfeksiyonu, 10 hastada (%8) septik komplikasyonlar oluştu. Dört hasta (%3) ameliyat sonrası dönemde kaybedildi. Strangülasyon gelişmiş 40 olgunun 18’ine bağırsak rezeksiyonu yapıldı. Bağırsak rezeksiyonu yapılmasıyla ilişkili tek bağımsız değişkenin kasık fıtığı dışındaki fıtıklar olduğu görüldü (p=0,039). Fıtık süresi ve inkarserasyon süresi ile komplikasyonlar arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Yandaş hastalığı olanlarda komplikasyon oranları anlamlı derecede yüksek idi (p<0,001). Yaş ile komplikasyon gelişimi arasında da anlamlı ilişki bulundu (p=0,034). Çok değişkenli analizde komplikasyon oluşumunda tek bağımsız değişkenin ASA skoru olduğu saptandı (p<0,001).
SONUÇ
Yandaş hastalığı olan ve ASA skoru yüksek hastalarda komplikasyon oranı yüksek olduğundan fıtık boğulması gelişmeden önce planlı ameliyat yapılması önerilir.
BACKGROUND
The aim of this study was to investigate factors that affect morbidity in adults with incarcerated intestinal hernia of the abdominal wall.
METHODS
124 patients with a mean age of 61±13.87 years (73 males) underwent emergency surgery for incarcerated intestinal hernia between March 1999 and March 2008. The median duration of the hernia was 5 years (0.1-30). Type and duration of hernia, accompanying diseases, surgical procedure, and operation-related complications were retrospectively evaluated.
RESULTS
Twenty-five patients (20%) had complications. Twelve patients (10%) had surgical site infection and 10 patients (8%) had septic complications. Four patients (3%) died in the postoperative period. Out of 40 patients developing strangulation, 18 underwent bowel resection. The only independent variable concerning bowel resection other than inguinal hernia was found to be ventral hernia (p=0.039). There was no statistical significance between duration of hernia and incarceration and complications. The rate of complications was significantly high in the patients with accompanying diseases (p<0.001). The relation between age and complications was also significant (p=0.034). Multivariate analyses showed high ASA scores as the only independent variable for development of complications (p<0.001).
CONCLUSION
Patients with comorbid diseases and high ASA scores should be informed about the elevated risk of complications, and scheduled surgery before the development of incarceration should be recommended.

13.The effects on complications and myopathy of different voltages in electrical injuries
Sevdegül Karadaş, Hayriye Gönüllü, Mehmet Reşit Öncü, Dağhan Işık, Yasin Canbaz
PMID: 21935835  doi: 10.5505/tjtes.2011.15483  Pages 349 - 353
GEREÇ VE YÖNTEM
Ocak 2006-Ocak 2010 tarihleri arasında elektrik çarpması nedeniyle acil servise başvuran olgular geriye dönük olarak incelendi. Olgular yaş, cinsiyet, elektrik kaynağının gücü (düşük-yüksek voltaj), mevsimsel dağılım, EKG değişiklikleri, laboratuvar sonuçları, takip edildiği klinikler, komplikasyon ve ölüm oranları bakımından değerlendirildi.
BULGULAR
Olguların 84’ü (%57,1) düşük voltaj elektriğe (I. Grup), 63’ü (%42,9) yüksek voltaj elektriğe (II. Grup) maruz kalmıştı. Yaralanan olguların çoğunluğunu 26-45 yaş arası grup oluşturmaktaydı. Kadınların %85,7’sinin düşük voltaj, erkeklerin %51,8’inin yüksek voltaj elektrikle yaralandığı saptandı. Alanin aminotransferaz, aspartat aminotransferaz, laktat dehidrogenaz, kreatin kinaz ve kreatin kinaz-miyokardiyal band Grup II’de yüksek, kalsiyum düzeyi ise Grup II’de düşüktü (p<0,005). Komplikasyonlar (yüksekten düşmeye bağlı patolojiler, kardiyak disritmiler, kompartman sendromu) ve ölüm sıklığı grup II’de fazlaydı (p<0,005).
SONUÇ
Yüksek voltajlı elektrik çarpmasında kas harabiyetinin derecesiyle birlikte, kardiyak ve yüksekten düşmeye bağlı komplikasyonların ve ölüm oranının daha fazla olduğu görülmektedir.
BACKGROUND
The purpose of this study was to investigate the demographic and clinical characteristics of electrical injuries, laboratory findings, complications, and mortality and morbidity rates of these injuries.
METHODS
Patients with electrical injuries admitted to the emergency department between January 2006-2010 were retrospectively analyzed. The cases were evaluated by age, gender, source of electrical power (low-high voltage), seasonal distribution, ECG changes, laboratory findings, clinical care units, complications, and mortality rate.
RESULTS
Eighty-four (57.1%) of the cases were exposed to low-voltage electricity (Group I), while 63 (42.9%) of the cases were exposed to high-voltage electricity (Group II). The majority of cases with electrical injuries were aged 26-45 years. Thirty of the women (85.7%) were wounded by low-voltage while 58 of the men (51.8%) were wounded by high-voltage electricity. Alanine aminotransferase, aspartate aminotransferase, lactate dehydrogenase, creatine kinase, and CK-MB levels were higher and the level of calcium was lower in Group II. Complications (pathologies due to fall from high levels, cardiac dysrhythmias, compartment syndrome) and the mortality rate were higher in Group II.
CONCLUSION
In cases with high-voltage electrical injuries, cardiac complications, complications due to fall from high levels and the mortality rate increase in conjunction with the degree of the muscle damage.

CASE REPORTS
14.An innovative abdominal wall repair technique for infected prosthesis: the Eskimo technique
Federico Coccolini, Fausto Catena, Luca Ansaloni, Flavia Neri, Filippo Gazzotti, Daniel Lazzareschi, Antonio Daniele Pinna
PMID: 21935836  doi: 10.5505/tjtes.2011.56767  Pages 354 - 358
İnsizyonel hernilerin tamirinde yama kullanımının nüks oranını azalttığı, ancak cerrahi bölgesi enfeksiyonu riskini arttırabildiği gösterilmiştir. Bu durum, cerrahi olarak karın duvarı tamirinde en çok korkulan ve yıkıcı olan komplikasyonlardan biridir. Bu çalışmanın amacı, kronik protez enfeksiyonlu iki hastada uygulanan yeni bir cerrahi tekniği tanımlamaktır. Ek olarak, bu işlemin sonucu, güvenilirlik, daha sonraki cerrahi bölgesi enfeksiyonu ve nüks önlenmesi bakımından analiz edilmiştir. Burada iki olgu sunuldu. Prosedürün temelini enfekte protez ile çevre dokuların geniş cerrahi eksizyonu + biyolojik protezle karın duvar tamiri oluşturmaktadır. Her iki hasta da ameliyat sonrası problemsiz takip edildi. Prosedürden sonra cerrahi bölgenin enfeksiyonu ortalama 36 aylık bir takipten sonra tamamen iyileşti. İnsizyonel herni nüks etmedi. Bu benzersiz cerrahi teknik, yalnızca güvenilir olduğunu kanıtlamakla birlikte, aynı zamanda radikal eksizyon yoluyla kullanılması ve hiçbir ameliyat sonrası komplikasyon veya nüks oluşmaması ile kronik protez enfeksiyonunu da çözmüştür. Bu teknik, biyolojik protezlerin enfeksiyon bölgelerinde implantasyon ile ilgili olarak güvenle ve etkin bir şekilde kullanılabileceğini doğrulamıştır.
The use of meshes to repair incisional hernias has been shown to reduce the recurrence rate, though it may increase the risk of surgical site infection. This is one of the most feared and devastating complications of surgical abdominal wall repair. The aim of this work is to describe a new surgical technique that was used to treat two patients suffering from chronic prosthesis infection. Additionally, the outcome of this procedure will be analyzed in terms of its safety, subsequent site infection and recurrence prevention. Two case reports are presented. The procedure was based on a wide surgical excision of the infected prosthesis and the surrounding tissues, plus abdominal wall repair with biological prosthesis. Both patients experienced an uneventful postoperative course. Infection of the surgical site resolved following the procedure and, after a mean follow-up of 36 months, no recurrences of the incisional hernia had occurred. This unique surgical technique not only proved to be safe, but it also solved the chronic prosthesis infection through its use of radical excision, without any postoperative complications or recurrence. This technique confirmed that biological prostheses can be used safely and effectively for implantation in sites of infection.

15.Iatrogenic aspiration of a large piece of a wooden spoon in a 14-year-old epilepsy patient
Hilal Sazak, Ülkü Yazıcı, Mahmut Gülgösteren, Güler Topçuoğlu, Serdar Özkan, Eser Şavkılıoğlu
PMID: 21935837  doi: 10.5505/tjtes.2011.04378  Pages 359 - 362
Yabancı cisim aspirasyonu çocukluk döneminde yaygın ve hayatı tehdit eden acil bir durumdur. Mental retardasyon öyküsü olan, 14 yaşında erkek hasta, yabancı cisim aspirasyonu tanısıyla başka bir merkezden hastanemize nakledildi. Öyküsünden birkaç yıldır epilepsisi olduğu öğrenildi. Yaklaşık 10 saat önce, evde, jeneralize tonik-klonik kasılmalar sırasında, olası bir havayolu yaralanmasını önlemek amacıyla ailesi ağzına acilen tahta kaşık yerleştirmiş. Ancak hasta dişleriyle kaşığın sapını kırarak, aniden büyük bir tahta parçasını aspire etmişti. Rijit bronkoskopla yapılan değerlendirme, glottisin 2 cm ilerisinde, dikey olarak yerleşmiş, büyük bir tahta parçasının varlığını gösterdi. Bu büyük tahta kaşık parçasının trakeadan bronkoskopla çıkarılması uzun ve zor olsa da başarılı oldu. Ancak bu girişimi takiben, yoğun bakım ünitesinde hastada subkutan amfizem ve pnömotoraks olduğu görüldü. Yoğun bakım ünitesinde yerleştirilen toraks tüpü ile genel durumu düzelen hasta, rijit bronkoskopiden üç gün sonra taburcu edildi. Erken tanı ve yabancı cismin acilen çıkarılması mortaliteyi önemli ölçüde azaltmaktadır. Ancak yabancı cisme veya bronkoskopiye ait komplikasyonlar gelişebilir. Sonuç olarak, yabancı cismin fiziksel özellikleri, pozisyonu ve yerleşim yeri, tecrübeli ellerde bile, sonucu etkileyebilir.
Foreign body aspiration in childhood is a common and life-threatening emergency. A 14-year-old male with history of mental retardation was transferred from another center to our hospital with diagnosis of foreign body aspiration. According to the anamnesis, he had been diagnosed with epilepsy a few years ago. Approximately 10 hours before admission, while at home, his parents had urgently placed a wooden spoon in the boy’s mouth during a generalized tonic-clonic seizure to avoid possible airway injury. Nevertheless, he had inhaled a large piece of the wood after breaking the handle of the spoon with his teeth. Rigid bronchoscopic evaluation revealed the presence of a large piece of wood sitting vertically 2 cm beyond the glottis. Although bronchoscopic removal of the wooden piece from the trachea was difficult and prolonged, it was successful. Following this process, he presented with subcutaneous emphysema and pneumothorax in the intensive care unit (ICU). After improvement with the aid of chest tube drainage in the ICU, he was discharged from the hospital on the 3rd day of rigid bronchoscopy. Early diagnosis and urgent removal of a foreign body are very important for reducing mortality. However, complications related to the foreign body itself or the bronchoscopy may occur. In conclusion, the physical characteristics, position and location of the foreign body can influence the outcome, even in skilled hands.

16.An uncommon cause of pneumobilia: blunt abdominal trauma
Fahrettin Yildiz, Sacit Coban, Alpaslan Terzi, Hasan Cece, Ali Uzunkoy
PMID: 21935838  doi: 10.5505/tjtes.2011.82957  Pages 363 - 364
Pnömobili safra kesesinde veya safra yollarında hava oluşması olarak tanımlanır. Pnömobilinin birçok nedeni vardır ve bunlar arasında cerrahi olarak oluşturulmuş biliyoenterik fistüller, endoskopik retrograt kolanjiopankreatografide safra yollarına girilmesi, anfizamatöz kolesistit ve piyojenik kolanjit yer almaktadır. Künt karın travması sonrasında da pnömobili gelişebileceği bildirilmiştir. Fakat bu sayı günümüze kadar beş olguyu geçmemektedir. Bu yazıda, motorlu taşıt çarpması sonucu oluşan künt karın travmasına bağlı pnömobili gelişen ve medikal tedavi uygulanan olgu sunuldu.
Pneumobilia is described as occurrence of free air in the gallbladder or biliary tree. There are a number of causes of pneumobilia, including surgically created biliary enteric fistula, instrumentation of the bile duct on endoscopic retrograde cholangiopancreatography, emphysematous cholecystitis, and pyogenic cholangitis. Pneumobilia has also occurred following blunt abdominal trauma, but to date, no more than five cases of such injury have been reported in the literature. In this report, we present a patient struck by a motor vehicle with traumatic pneumobilia following blunt trauma to the abdomen, which was managed conservatively.

17.An atypical bladder diverticulum presented with recurrent peritonitis: case report
Abdulkerim Temiz, Bülent Akçora, Esin Atik
PMID: 21935839  doi: 10.5505/tjtes.2011.81542  Pages 365 - 367
Mesane divertikülleri detrusor kasının doğuştan zayıflığından kaynaklanır. Sıklıkla divertikül içindeki üriner staz sunucu gelişen idrar yolları enfeksiyonu ile kendini gösterir. Mesane çıkım tıkanıklığı, alt ekstremitede siyanoz, intestinal tıkanıklık, üreteral tıkanıklık gibi divertikülün doğrudan basısı sonucu ve divertikülün kendiliğinden rüptüre sonucu gelişen peritonit gibi farklı klinik tablolara neden olabilmektedir. Bu yazıda, perfore apandisiti taklit eden ve perforasyon olmadan tekrarlayan jeneralize peritonite neden olan mesane divertikülü olan bir olgu sunuldu.
Bladder diverticula develop from congenital detrusor muscle defect and frequently present with urinary tract infection, which occurs as a result of urinary stasis in the diverticula. Different clinical presentations, such as bladder outlet obstruction, cyanosis of the lower extremities, intestinal obstruction, ureteral obstruction (which may occur due to direct diverticular compression), and peritonitis due to spontaneous rupture of the diverticula, were reported previously. Here, we report a case with the diagnosis of bladder diverticulum that caused recurrent generalized peritonitis without perforation and mimicked perforated appendicitis.

18.Spontaneous pneumomediastinum: report of two cases
Çağatay Tezel, Pınar Varer, Volkan Baysungur, Erdal Okur, Semih Halezeroğlu
PMID: 21935840  doi: 10.5505/tjtes.2011.22755  Pages 368 - 370
Spontan pnömomediastinum (SPM) nadir, çoğunlukla genç erkeklerde görülen, zemin hazırlayan faktör bulunmayan, ya da altta yatan sebebi bulunmayan selim bir hastalıktır. SPM konservatif tedaviye oldukça iyi yanıt verir ve tekrarlama riski oldukça düşüktür. Çalışmamızda, kliniğimizde yatırılarak takip edilen iki SPM olgusu literatür eşliğinde tartışıldı.
Spontaneous pneumomediastinum (SPM) is an uncommon, benign, self-limited disorder that usually occurs in young adult males without any apparent precipitating factor or disease. SPM responds extremely well to conservative treatment, without recurrence in the great majority of cases. In this report, two patients who were admitted for SPM are discussed together with the associated literature.

19.Traumatic internal carotid artery dissection associated with playing soccer: a case report
Nida Tascilar, Banu Ozen, Mustafa Acikgoz, Sureyya Ekem, Esra Aciman, Sanser Gul
PMID: 21935841  doi: 10.5505/tjtes.2011.60134  Pages 371 - 373
Tüm dünyada genç erkekler arasında en sevilen sporlardan biri olan futbol, pek çok ortopedik yaralanmalara yol açabilir. Diseksiyon gibi vasküler yaralanmalar nadir görülmelerine rağmen, tanı konulmadığında ölüme sebebiyet verebilir. Bu yazıda, başına ve boynuna futbol topu çarptıktan sonra travmatik internal karotid arter diseksiyonu oluşarak geniş orta serebral arter infarktı gelişen 31 yaşındaki erkek hasta sunuldu. Hasta dekompresif cerrahi sonrası hafif nörolojik hasarla düzeldi.
Soccer, one of the most popular sports worldwide among young men, can result in a wide range of orthopedic injuries. Although vascular injuries such as dissection occur rarely, they can cause significant mortality if left undiagnosed. We report herein a 31-year-old male who suffered a large middle cerebral artery infarction due to traumatic internal carotid artery dissection after a ball struck his head and neck. He recovered with mild neurologic deficit after decompressive surgery.

20.Unusual rectal foreign body presenting as intestinal obstruction: a case report
Gaurav Aggarwal, Bhaskar Satsangi, Ramsharan Raikwar, Sumit Shukla, Raj Mathur
PMID: 21935842  doi: 10.5505/tjtes.2011.84758  Pages 374 - 376
Kolorektal yabancı cisimlere seyrek rastlanmakla birlikte çoğunlukla artan eşcinsellik ve anal otoerotizm insidansı ile ilişkilidir. Tanı, düz abdominal grafiler ve rektal inceleme ile doğrulanabilir, ancak bilgisayarlı karın tomografisi tedavide daha belirleyicidir. Elle çıkarma, yalnızca çok aşağı bölgede bulunan nesneler için mümkün olabilir; yukarı bölgede yabancı cisim bulunan hastalar, çoğunlukla ameliyathanede majör bir müdahale gerektirirler. Erken bir laparotomi kararı, nesnenin yerleşimini tam olarak belirlemek, komşu damar yapılara yönelik elde olmayan herhangi bir hasar ile birlikte anal inkontinansı engellemek üzere yalnızca hastanın uygun incelemelere tabi tutulmasından sonra yapılmalıdır. Bu yazıda, acil servise, sıkışmış, büyük ve ihmal edilmiş rektal yabancı cisim (boğa boynuzu) nedenli bağırsak tıkanmasıyla başvuran genç bir erkek olgu sunuldu. Yabancı cismin çıkartılması için acil laparotomi yapıldı.
Colorectal foreign bodies are infrequently encountered, and are mostly associated with increased incidence of homosexuality and anal auto-erotism. The diagnosis may be confirmed by plain abdominal radiographs and rectal examination, but abdominal computerized tomography can be decisive in the further management. Manual extraction is only possible for very low-lying objects; patients with high-lying foreign bodies usually require a major intervention in the operation theater. An early decision of laparotomy should only be made after subjecting the patient to suitable investigations to determine exactly the localization of the object, in order to avoid any inadvertent damage to the adjoining vasculature as well as anal incontinence. We report the case of a young adult male who presented in the emergency department with an incarcerated, large, neglected rectal foreign body, a ‘bull horn’, causing intestinal obstruction. Emergent laparotomy was required for its removal.