p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 13 Issue : 4 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 13 (4)
Volume: 13  Issue: 4 - October 2007
EXPERIMENTAL STUDY
1.pH value and potassium level of diagnostic peritoneal lavage fluid in the early diagnosis of acute mesenteric ischemia secondary to arterial occlusion in rats
Doğan Gönüllü, Yücel Yankol, Ferruh Işıman, Ayşenur Akyıldız İğdem, Osman Yücel, Ferda Nihat Köksoy
PMID: 17978906  Pages 261 - 267
İskeminin yarattığı asidoza eşlik eden pH düşmesi ve potasyum yükselmesi bilgileri, peritoneal lavaj sıvısında test edilerek, deneysel erken tanıya katkı sağlanması amaçlandı.
GEREÇ-YÖNTEM: Sham, 30, 60, 120 ve 180 dk iskemi grupları olmak üzere 5 grup 10’ar Wistar albino cinsi sıçanlar üzerinde yapılan çalışmada, arteriyel oklüzyon ile mezenter iskemi gerçekleştirildi. Peritoneal lavaj sıvılarında pH ve potasyum değerleri ölçülen deneklerin kan pH seviyeleri de kaydedildi. Bağırsaklardan alınan örnekler patolojik olarak incelendi. BULGULAR: 30 ve 60 dk’lık iskemi süresinde, lavaj sıvısında pH düştü, potasyum miktarı arttı. 120 ve 180 dk’lık geç dönemlerde ise, lavaj sıvı pH’sı düşük kalmaya, potasyumu anlamlı düzeyde yükselmeye devam ederken, kan pH’sında anlamlı düşüş ortaya çıktı. Patolojik değerlendirmede, iskemi süresi ile bağırsak duvar hasarının paralel seyrettiği ortaya kondu. SONUÇ: Sham grubuna göre, iskeminin 30 ve 60 dk’lık erken dönemlerinde bile, peritoneal lavaj sıvısı pH değerlerinin düştüğü, potasyum değerlerinin yükseldiği belirlendi. Kan pH düşmesi ise, 120 dk sonrasında ortaya çıktı. Deneysel mezenterik iskemide, henüz kan pH’sının yükselmediği erken dönemde peritoneal lavaj sıvısında pH ve potasyum ölçümleri yapılarak erken tanıya katkı sağlanabileceği kanısına varıldı.
BACKGROUND: In this experimental study we evaluated the pH and potassium changes of the peritoneal irrigation fluid in the early phase of mesenteric ischemia. METHODS: The Wistar albino rats were assigned randomly to 5 equal groups of 10 rats: sham operation, 30, 60, 120 and 180 minutes ischemia by arterial occlusion. We enregistred the ranges of pH and potassium in peritoneal irrigation fluid and serum pH. RESULTS: Lower pH and increased potassium levels in peritoneal irrigation fluid were observed in 30 and 60 min ischemia groups. In 120 and 180 ischemia groups the level of pH continued to be lower and potassium level increased gradually, the serum pH were markedly lower in these groups. Histological analysis showed a positive correlation between the intestinal injury and ischemia time. CONCLUSION: In contrast to sham group, increase in potassium and decrease in in pH levels in peritoneal irrigation fluid were seen in 30 and 60 min ischemia groups. The decrease of serum pH was enregistred after 120 min of ischemia. In early phase the measurement of potassium and pH in peritoneal irrigation fluid may be an early diagnostic tool for mesenteric ischemia.

2.The role of sildenafil citrate in the protection of gastric mucosa from nonsteroidal anti-inflammatory drug-induced damage
Bülent Aydınlı, Mehmet İlhan Yıldırgan, Gürkan Öztürk, Sabri Selçuk Atamanalap, Kamil Yalçın Polat, Mahmut Başoğlu, Cemal Gündoğdu, Halis Süleyman, Ahmet Kızıltunç, Nesrin Gürsan, Durkaya Ören
PMID: 17978907  Pages 268 - 273
AMAÇ: İndometazinle oluşturulan sıçan mide ülseri modelinde sildenafil sitratın (SS) koruyucu etkileri araştırıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Mide ülserleri indometazinin oral yoldan verilmesiyle oluşturuldu. Çalışmada 30 sıçan kullanıldı. Sıçanlar 3 gruba ayrıldı; 50 mg/kg dozunda SS (n=10) veya omeprazol (n=10) verildi ya da hiç tedavi verilmedi (n=10, kontrol grubu). Ülser alanlarının toplamına ilave olarak, mide dokusundaki NO düzeylerini saptamak amacıyla mide dokusunda nitrit (NO2-) ve nitrat (NO3-) düzeyleri değerlendirildi. Tüm ölçümler indometazinin oral uygulamasından 6 saat sonra yapıldı. BULGULAR: Ülser alanlarının ortalaması SS, omeprazol ve kontrol grubunda sırasıyla 4,0±2,31, 3,0±2,00 ve 21,4±8,43 olarak ölçüldü. SS grubunda ortalama ülserasyon alanları kontrol grubuna göre daha düşük değerlerde saptandı. Mide dokusundaki NO içeriği SS, omeprazol ve kontrol grubunda sırasıyla 32,2±3,05, 24,8±3,23 ve 21,0±0,82 (µmol/g protein) şeklindeydi. NO muhtevası SS grubunda kontrol grubuna göre ciddi şekilde yüksekti (p<0,001). SONUÇ: Sildenafil sitratın mide mukozasını indometazine bağlı oluşan hasardan koruyucu rolü olabilir. Bu etki NO’nun mide dokusundaki yükselmiş olan düzeylerine bağlı olabilir.
BACKGROUND: To investigate the protective effects of sildenafil citrate (SC) on indomethacin-induced gastric ulcer in a rat model. METHODS: Gastric ulcers were induced by oral ingestion of indomethacin. Thirty rats were used in the study. The rats were divided into 3 groups, and given either SC (n=10) at a dose of 50 mg/kg or omeprazole (n=10), or no treatment (n=10, the control group). In addition to the measurements of ulceration areas, the sum of gastric tissue nitrite (NO2-) and nitrate (NO3-) were evaluated as an indicator of gastric tissue NO level. All the measurements were done at 6th hour of oral administration of indomethacin. RESULTS: The mean values of ulceration areas were 4.0±2.31, 3.0±2.00, and 21.4±8.43 in the SC, omeprazole and control groups, respectively. The mean values of ulceration areas in the SC-treated group was lower than that of the control group. The contents of NO were 32.2±3.05, 24.8±3.23 and 21.0±0.82 (µmol/g protein) in gastric tissue in indomethacin, SC, omeprazole and control groups, respectively, The content of NO in the SC-treated groups was significantly higher than control group (p<0.001). CONCLUSION: Sildenafil citrate may have a role in protecting gastric mucosa from the damage caused by indomethacin. This effect may be associated with the increased level of NO in gastric tissue.

3.Effects of resveratrol on skeletal muscle in ischemia-reperfusion injury
Nurzat Elmalı, İrfan Esenkaya, Neşe Karadağ, Ferhat Taş, Nevzat Elmalı
PMID: 17978908  Pages 274 - 280
AMAÇ: Üzümde ve kırmızı şarapta bulunan polifenol yapıdaki resveratrol’ün çeşitli dokularda serbest radikal temizleyicisi ve antioksidan özelliklere sahip olduğu önceki çalışmalarda gösterilmiştir. Bu yazıda sıçanların arka ekstremitelerinde oluşturulan iskemi reperfüzyon (I/R) yaralanmasında resveratrol’ün kas dokusundaki etkileri araştırıldı.
GEREÇ-YÖNTEM: Yirmi dört adet Sprague-Dawley cinsi sıçanın sağ arka ekstremitelerine turnikenin uygulanması ile arteryel kan dolaşımı 4 saat süreyle durduruldu. Dördüncü saatin sonunda turnike serbestleştirilerek sıçanlar her biri 6 adetten oluşan 4 gruba ayrıldı. Ekstremitenin grup 1’de 4 saat, grup 2’de 8 saat süreyle yeniden perfüzyonuna izin verildi. Tedavi gruplarına (grup 1 ve grup 2) %0,5 etil alkol içinde 10 mg/kg resveratrol intraperitoneal (i.p.) uygulandı. Aynı sürelerle reperfüzyonuna izin verilen kontrol gruplarına (grup 3 ve grup 4) ise sadece %0,5 etil alkol i.p. uygulandı. Histolojik değerlendirme için gastroknemius kası ve malondialdehit (MDA) seviyelerinin ölçümü için tibialis anterior kası çıkarıldı.
BULGULAR: Resveratrol ile tedavi edilen gruplarda kas dokusunda polimorf çekirdekli lökosit infiltrasyonu, ödem, kas liflerinin boyutlarında değişiklik ve segmental nekroz kontrollerle karşılaştırıldığında belirgin azalmıştı (p<0.05). MDA seviyeleri de aynı şekilde tedavi grubunda düşüktü (p<0.05). SONUÇ: Bu sonuçlar resveratrolün güçlü antioksidan etkisi ile iskelet kasını I/R yaralanmasına karşı koruyabileceğini düşündürmektedir.
BACKGROUND: Resveratrol, a polyphenol found in grape and red wine, was previously shown to have free radical scavenging and antioxidant properties in various tissues. In this study, the effects of resveratrol were investigated in muscle tissue concerning the ischemia reperfusion (I/R) injury of rat hindlimb. METHODS: Arterial circulation of right hindlimbs of 24 Sprague-Dawley rats was ceased by a tourniquet applied for four hours (h). The tourniquet was released at the end of 4th hours and rats were divided into four groups of six rats. Then, extremity was reperfused for 4h in group I and for 8h in group II. Resveratrol in 0.5% ethyl alcohol was administered with a dose of 10 mg/kg in the treatment groups (group I and group II) intraperitoneally. Only 0.5% ethyl alcohol were administered in the control groups (group III and group IV) intraperitoneally. Gastrocnemius muscle was used for histological assessments and the anterior tibial muscle was used for measurement of malondialdehyde (MDA) levels. RESULTS: MN infiltration, edema, changes in diameters of muscle fibers and segmental necrosis were less prominent in rats treated with resveratrol compared with control groups (p<0.05). The MDA levels was significantly lower in treatment groups (p<0.05). CONCLUSION: The results suggest that resveratrol may protect the skeletal muscles against I/R injury with its potent antioxidant properties.

ORIGINAL ARTICLE
4.Cerebrospinal fluid and serum levels of insulin-like growth factor-1 and insulin-like growth factor binding protein-3 in patients with severe head injury
Galip Zihni Sanus, Taner Tanrıverdi, Abdurrahman Coşkun, Hakan Hanımoğlu, Merih Is, Mustafa Uzan
PMID: 17978909  Pages 281 - 287
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, insülin benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-1) ve insülin-benzeri bağlama protein-3 (IGFBP-3) moleküllerinin ciddi kafa travması sonrası serumda ve beyin omurlik sıvısı’ndaki (BOS) seviyelerini ölçmek ve kontrol grubu ile karşılaştırmaktır.
GEREÇ-YÖNTEM: Travma ve kontrol gruplarımızı sırası ile ağır kafa travmalı 11 hasta ile 9 hidrosefalili (bir hasta normal basınçlı diğer sekiz hasta akuaduktus stenozuna bağlı hidrosefali) hasta oluşturdu. Hastalardan alınan serum ve BOS örneklerinde IGF-1 ve IGFBP-3 seviyeleri kafa travması sonrası ölçüldü ve seviyeleri kontrol grubu ile karşılaştırıldı. BULGULAR: Gerek hasta ve gerekse de kontrol grubunda BOS, IGF-1 ve IGFBP-3 seviyeleri ölçülemeyecek derecede düşüktü. Serum seviyelerine bakıldığında ise, hasta grubu kontrol grubuna göre her zaman daha yüksek IGF-1 ve IGFBP-3 değerleri saptandı. SONUÇ: Ağır kafa travmasının akut veya kronik dönemlerde IGF-1 verilmesi yarar sağlayabilir ve insanlarda mortalite ve morbiditeyi azaltabilir.
BACKGROUND: The aim of this study is to present time course of insulin like growth factor-1 (IGF-1) and insulin-like growth factor binding protein-3 (IGFBP-3) levels in both cerebrospinal fluid (CSF) and serum of patients after severe head injury (SHI) and to compare with controls. METHODS: Our trauma and control groups included 11 consecutive patients with isolated SHI and 9 patients with hydrocephalus (one with normotensive and eight with hydrocephalus due to aqueduct stenosis), respectively. Both serum and cerebrospinal fluid levels of IGF-1 and IGFBP-3 were measured during post-traumatic days and we compared the levels with controls. RESULTS: Patients and controls showed undetectable levels of both IGF-1 and IGFBP-3 in their CSF. When considering serum levels, patients with SHI had always lower levels of both molecules than that of controls. CONCLUSION: Administration of IGF-1 during acute, as well as chronic phase of severe head trauma may provide beneficial effects and may decrease both mortality and morbidity in humans with SHI.

5.Ultrasound guided reduction of intussusception with saline and comparison with operative treatment
Burak Tander, Didem Baskın, Mustafa Candan, Muzaffer Başak, Müjdat Bankoğlu
PMID: 17978910  Pages 288 - 293
AMAÇ: Son yıllarda ultrasonografi (USG) eşliğinde invajinasyon redüksiyonu popüler bir yöntem olmuştur. Ancak, ayrıntılar, işlemin süresi, başarısızlık nedenleri irdelenmemiştir. Bu çalışmada, USG eşliğinde serum fizyolojik ile redüksiyon uygulanan invajinasyon olguları değerlendirildi ve operatif yaklaşım ile tedavi edilen önceki dönem olguları ile karşılaştırıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Ciddi peritonit ya da perforasyonu olanlarla, 3 yaşından büyük ve 1 aydan küçük olanlar çalışma dışı bırakıldı. Anal kanala, ısıtılmış serum fizyolojik uygulandı. Başarılı redüksiyonun ana ölçütü olarak USG monitöründe serumun ileuma geçişi değerlendirildi. Bu sırada hastanın kliniğinde belirgin düzelme olması da başarılı redüksiyon açısından bir ölçüt olarak görüldü. İşleme bir zaman sınırlaması getirilmedi. BULGULAR: Elli bir invajinasyonlu hastanın 41’inde işlem başarılı sonuçlandı. Redüksiyonu parsiyel olarak gerçekleşen üç hastada aynı işlem yinelendi ve bunlar da total olarak redükte oldular. Perforasyon ya da başka bir komplikasyon görülmedi. Redüksiyonun başarısız olduğu 10 hastanın birinde ileal lenfoma, birinde de duplikasyon kisti “lead point” nedeni olarak belirlendi. SONUÇ: Çocukluk çağında USG eşliğinde hidrostatik ileokolik invajinasyon redüksiyonu güvenlidir, ağrısızdır ve başarı oranı yüksektir. Hasta ve ekip radyasyon ışınları ile de karşılaşmamaktadır. Başarılı redüksiyonu gösteren başlıca belirteçler arasında radyolojik ve klinik olarak düzelme bulguları vardır. Bazı olgularda, ikinci bir redüksiyon denemesi gerekebilir. İnvajinasyon için daha önce ameliyat öyküsünün bulunması hidrostatik redüksiyon için bir kontrendikasyon oluşturmaz.
BACKGROUND: Reduction of intussusception under ultrasound guidance by saline has become popular in recent years. However, methods, duration of the procedure and causes of failure are not defined. In this study, we reviewed the patients who underwent ultrasound (US) guided saline reduction and compared them with those who were previously managed by operative intervention. METHODS: Patients with severe peritonitis or perforation, those over 3 years or younger than 1 month were excluded. Saline was applied by anus. Entry of saline into the ileum was the main indicator for successful reduction. Dramatic improvement in the clinical findings was considered as an additional sign of successful reduction. No limit was imposed on duration of the procedure.
RESULTS: Hydrostatic reduction was successful in 41 out of 51 patients with intussusception. In three patients with partial resolution, hydrostatic reduction was attempted later and total reduction was achieved. No perforation or other complications were seen. In ten cases withreduction failure, one had an ileal lymphoma and another one had a duplication cyst as lead points. CONCLUSION: US guided hydrostatic reduction for childhood ileocolic intussusception is safe and, painless, has a high success rate and avoids radiation exposure risk. Presence of ultrasonographic and clinical changes is the best indicator of a successful reduction. In some cases, a second attempt may be necessary for reduction.

6.The factors affecting visual outcome in open globe injuries
Vuslat Pelitli Gürlü, Haluk Esgin, Ömer Benian, Sait Erda
PMID: 17978911  Pages 294 - 299
AMAÇ: Açık göz küresi yaralanması nedeniyle cerrahi onarım uygulanan olgularda görme keskinliğini etkileyen faktörler araştırıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Acil cerrahi onarım uygulanan 195 olgunun dosya kayıtları geriye dönük olarak değerlendirildi. Bunlar arasından, kayıtları eksiksiz tutulmuş ve en az 6 ay izlemi bulunan 119 olgunun 119 gözü çalışmaya alındı. Olgular yaş, cinsiyet, travmanın tipi, lokalizasyonu, ameliyat öncesi ve sonrası muayene bulguları ile başka cerrahi girişim yapılmış olması açısından değerlendirildi. İstatistiksel analizde ki-kare testi ve logistik regresyon analizi kullanıldı.
BULGULAR: İlk görme keskinliğinin evre 4 veya evre 5 düzeyinde olması (p=0,042), yara yerinin zon 1 dışındaki alanlara lokalize olması (p=0,001), travmanın penetran tipte olmaması (p=0,003), ameliyat öncesi total ön kamara kaybı (p=0,005), hifema varlığı (p=0,001), vitre prolapsusu varlığı (p=0,000) ve ameliyat sonrası arka segment patolojisi oluşumu (p=0,000) görsel prognozu kötü yönde etkilediği saptandı. Sonuçta görme keskinliğini etkileyebilecek tüm faktörler birlikte değerlendirildiğinde, görme keskinliği evre 4 veya evre 5 olan olgularda “arka segmentte patoloji varlığı” (p=0,000, Odds oranı=16,604) ve ameliyat öncesi “total ön kamara kaybının” (p=0,015, Odds oranı=4,661) istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü. SONUÇ: Açık göz küresi yaralanması olan olgularda arka segmentte saptanan değişiklikler ve ameliyat öncesi muayenede ön kamaranın total kayıp olması sonuç görme keskinliğinde belirleyici faktörlerdir. Bu nedenle, ortamın şeffaf olduğu olgularda periferik retinayı da kapsayan oftalmoskopi, ortam opasitesi olan olgularda da ultrasonografi, izlem sürecinde ihmal edilmemesi gereken muayene yöntemleridir.
BACKGROUND: To evaluate the factors affecting visual acuity in cases subjected to surgical repair due to open globe injury. METHODS: The records of the patients who have been subjected to emergency surgical repair due to open globe injury were examined retrospectively. From a total of 195 cases, 119 eyes of 119 cases who fulfilled the inclusion criteria were included into the study. Cases were examined in terms of age, gender, trauma type, localization, preoperative examination findings, the presence of additional surgical interventions and the findings in the last examination. Chi-square test and logistic regression analysis were used in statistical analysis. RESULTS: Original visual acuity (p=0.042), zone (p=0.001), trauma type (p=0.003), preoperative anterior chamber loss (p=0.005), existence of hyphema (p=0.001), vitreous prolapse (p=0.000) and posterior segment pathology development (p=0.000) influenced the visual outcome. In cases with grade 4 or grade 5 resulting visual acuity, statistically significant factors were determined as “existence of pathology in the posterior segment” (p=0.000, Odds ratio=12.397) and “total anterior chamber loss” (p=0.015, Odds ratio=4.661).
CONCLUSION: Changes occurring at the posterior segment pathology and anterior chamber loss are determinant in terms of resulting visual acuity. For this reason, opthalmoscopy and ultrasonography that should not be omitted in the follow-up period for cases with a transparent media and with media opacity, respectively.

7.Our eight years’ clinical experience in pancreatic injuries
Kasım Çağlayan, Neşet Köksal, Ender Onur, Ediz Altınlı, Atilla Çelik, Aziz Sümer, M. Ali Uzun, Yusuf Günerhan
PMID: 17978912  Pages 300 - 306
AMAÇ: Travmatik pankreas yaralanması nedeniyle ameliyat edilen hastalardaki morbidite ve mortalite ve bunlara etkili faktörler incelendi. GEREÇ-YÖNTEM: 1996-2004 tarihleri arasında travmatik pankreas yaralanması nedeniyle kliniğimizde ameliyat edilen 13 hasta (13 erkek; ort. yaş 35,3; dağılım 20-60) geriye dönük olarak incelendi. BULGULAR: On olguda penetran, üç olguda künt yaralanma mevcuttu. Olgularda yaralanmadan ameliyata kadar geçen süre ortalama 5,8 (1-48) saat idi. Mortalite üç olguda (%23) görüldü. Hayatını kaybeden iki olguda büyük damar yaralanması mevcuttu. Ameliyat sonrası en sık görülen komplikasyon plevral efüzyon idi, iki hastada (%15) görüldü. SONUÇ: Morbidite ve mortalite büyük oranda yaralanmaya eşlik eden yandaş organ yaralanması varlığıyla ilişkili bulundu.
BACKGROUND: We aimed to present the rates and causes of morbidity and mortality of the patients who were operated due to pancreatic trauma. METHODS: We studied retrospectively 13 patients (13 males; mean age 35.3; range 20 to 60 years) with pancreatic trauma who were to our emergency unit between 1996-2004. RESULTS: Ten patients had penetrating and three had blunt trauma. The avarage time between the admission to the emergency unit and the operation was 5.8 hours (1-48 hours). Mortality was 23% (three patients; two of them had major vascular injuries). The most prominent postoperative complication was pleural effusion which was seen in two patients (15%). CONCLUSION: It was recorded that mortality and morbidity were related in great part to the associated organ injury.

8.The management of snake envenomation: evaluation of twenty-one snake bite cases
Rüştü Köse
PMID: 17978913  Pages 307 - 312
AMAÇ: Bu çalışmada, bölgemizde görülen yılan zehirlenmeleri, bunların tedavileri ve alınan sonuçlar değerlendirildi. GEREÇ-YÖNTEM: 2004 ile 2005 yaz aylarında servisimizde 21 yılan ısırması olgusu (10 erkek, 11 kadın; ortalama yaş 36,4; dağılım 10-70) takip edildi. Bunların dört tanesi kuru ısırık olgusuydu. Diğer 17 olguda zehirlenme meydana gelmişti. BULGULAR: Zehirlenme olgularında lokal ve hematolojik bozukluklar görüldü. Bir hastada lokal deri nekrozu meydana geldi. Hastaların beş tanesinde trombositopeni oluştu. Beş hastaya toplam 7 ünite kan transfüzyonu yapıldı. Yılan antiserumu olarak Avrupa yılanları için hazırlanmış olan Zagreb serumu kullanıldığında daha iyi sonuçlar alındı. Zagreb serumu bulunamayan durumlarda hastalara Mısır’dan ithal edilen serum kullanıldı. Daha yüksek dozda antiserum kullanılmasına rağmen klinik tablo daha geç düzeldi. SONUÇ: Bölgemizde görülen zehirli yılan ısırması olgularında hematolojik bozuklukların ve lokal sorunların ön planda olduğu gözlenmektedir. Olabildiğince erken sürede yapılacak antiserum tedavisi ile zehirlenme sonrası gelişebilecek sorunların engellenebileceği görüşündeyiz.
BACKGROUND: Snake envenomation, its treatment and outcomes are presented in this study. METHODS: Twenty-one snake bite cases (10 males, 11 females; mean age 36.4; range 10 to 70 years) were followed up at our clinic during the summers of 2004 and 2005. Four of these patients were “dry bite”. The remaining 17 cases were envenomated.
RESULTS: Local and hematological disorders were detected in envenomated cases. Local skin necrosis developed in a case. Thrombocytopenia was seen in five of the cases. Seven units of whole blood were transfused in three patients. When the Zagreb antiserum which was produced against European snakes was used, better results achieved. The serum which was imported from Egypt was given to the patient in case of lacking of Zagreb serum was lacking. Clinical conditions were improved later with the “Egypt serum” although higher doses had been administered. CONCLUSION: Hematological disorders and local wound problems were more prominent with poisonous snake bite cases in our region. We conclude that these problems can be prevented by using antiserum treatment as early as possible.

CASE REPORTS
9.Spontaneous spleen rupture due to primary splenic angiosarcoma: a case report
Burhan Mayir, Taner Çolak, Ayhan Dinçkan
PMID: 17978914  Pages 313 - 315
Primer dalak anjiyosarkomu nadir görülen ve tanısı zorlukla konabilen bir hastalıktır. Bu yazıda karın ağrısı ile başvuran, takiplerinde şok bulguları meydana geldiğinden laparotomi ile tanı konulan bir olgu tartışıldı. Dalak anjiyosarkomu özellikle açıklanamayan anemi, dalakta kitle ve splenomegalisi olguların ayırıcı tanısında düşünülmelidir. Hızlı seyirli kötü prognozlu bir hastalıktır. Rüptür gelişebileceğinden erken dönemde splenektomi uygulanmalıdır.
Primary spleen angiosarcoma is an infrequent disease and the diagnosis is usually difficult. In this report we discussed a case who presented with abdominal pain. In clinical follow symptoms of shock were observed. Laparotomy was performed and spleen rupture was detected. Spleen angiosarcoma must be considered in the differential diagnosis of patients with unexplained anemia, splenic mass and splenomegaly. It has rapid course and poor prognosis. Splenectomy must be performed because of threat of rupture.

10.Late diagnosis of a lateral abdominal wall hematoma presenting with nonspecific findings: report of a case
Özer İlkgül, Sema Özden, Yücel Özsoy, Levent Yoleri, Yamaç Erhan, Hasan Aydede
PMID: 17978915  Pages 316 - 318
Bu yazıda travma sonrası geç dönemde ortaya çıkan lateral abdominal duvar hematomu olgusu sunuldu. Hasta, künt vücut travması sonrası 30. günde dev hematom, plevral efüzyon ve kilo kaybı bulguları ile hastaneye yatırıldı. Bilgisayarlı tomografi incelemesinde hematomun aksilladan gluteus düzeyine kadar ulaştığı görüldü. İnce iğne aspirasyon biyopsisinde eksüda niteliğinde sıvı kolleksiyonu saptandı ve yaklaşık olarak beş litre sıvı drene edildi. Bu olguda gösterildiği gibi lateral abdominal duvar hematomları nonspesifik bulgularla karşımıza çıkmakta ve bu nedenle geç tanı almaktadırlar.
We report a case with a late diagnosis of posttraumatic lateral abdominal wall hematoma. The patient was admitted with a giant hematoma presenting with pleural effusion, anemia and weight loss on postoperative 30th day after a blunt trauma. Computerized tomography analysis revealed a hematoma extending from axilla to the gluteus. Fine-needle aspiration revealed an exudative fluid and five liters of fluid collection was drained. Misdiagnosed lateral abdominal wall hematomas can be diagnosed with nonspecific findings as in this case.

11.Diffuse cerebrovascular air embolism on CT secondary to cardiopulmonary resuscitation
Mehmet H. Atalar, Bilge Öztoprak, Pınar Erdinç, Ünal Özüm
PMID: 17978916  Pages 319 - 321
Hava embolizminin torasik, kardiyovasküler ve nöroşirürjik ameliyatlar, hemodiyaliz ve santral kateter yerleştirilmesi, delici toraks ve kraniyal travma gibi birçok klinik durum sonrasında ortaya çıktığı bilinmektedir. Bilgisayarlı tomografi (BT), hava embolizminin gösterilmesinde faydalıdır. Bununla birlikte majör serebral arterlerin tümünde masif havanın BT ile gösterilmesi oldukça nadirdir. Bu yazıda, başarısız posttavmatik kardiyopulmoner resüsitasyonu takiben yapılan postmortem BT incelemede saptanan serebrovasküler pnömoanjiyogramlı 45 yaşındaki kadın olguda olası mekanizmalar değerlendirildi.
Air embolism is known to be a complicating factor in several clinical settings, including thoracic, cardiovascular and neurosurgical operations, central line placement, penetrating thoracic and cranial trauma and haemodialysis. Computed tomography (CT) is useful for showing cerebral air embolism. However, CT demonstration of massive air in all of the major cerebral arteries is extremely rare. In this report, we present a 45-year-old woman with cerebrovascular pneumoangiogram on postmortem CT examination after an unsuccessful posttraumatic cardiopulmonary resuscitation and discuss the possible mechanisms of pneumoangiogram.

12.Avulsion fracture of the anterior inferior iliac spine
Hakan Atalar, Esin Kayaoğlu, Osman Y. Yavuz, Hakan Selek, İsmail Uraş
PMID: 17978917  Pages 322 - 325
On dört yaşında erkek hasta sağ kasığında ağrı yakınması ile hastanemize başvurdu. Ağrısının, bir hafta önce futbol oynarken, şut attıktan sonra aniden başladığını belirtti. Aktif ve pasif kalça hareketlerinde kısıtlılık vardı. Ön arka pelvis grafisinde, sağ spinal iliyak anterior inferiordan 1 cm distale doğru deplase kemik fragmanı görüldü. Hasta analjezik ilaçlar ve alt ekstremitesine yük vermesi önerileri ile taburcu edildi. Dört hafta sonra eklem hareket açıklığı normal sınırlarda ve ağrısız iken, 8 hafta sonra kalça fleksiyonu tam olarak elde edildi.
A 14-year-old was admitted with right groin pain which has started after kicking ball in a football game one week before. He had limited active and passive hip extension. A plain AP radiograph of the pelvis revealed a bone fragment displaced inferiorly about 1 cm from the right anterior inferior iliac spine. The patient was treated conservatively with analgesics and limited weight bearing. Four weeks later, range of motion was normal without pain and at eighth week the hip flexors regained full strength.