p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 17 Issue : 2 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 17 (2)
Volume: 17  Issue: 2 - March 2011
EXPERIMENTAL STUDY
1.Evaluation of the effects of losartan on a random pattern skin flap model in rats
Cemile Nurdan Öztürk, Erdem Tezel, Özben Yalçın
PMID: 21644084  doi: 10.5505/tjtes.2011.98958  Pages 97 - 102
AMAÇ: Losartanın enflamasyonu baskılayarak çeşitli organlarda iskemi-reperfüzyon hasarını azalttığı ve enfarkt alanını küçülttüğü ortaya konmuştur. Bu çalışma, losartanın deri fleplerindeki iskemik bölgeye ve flep sürvisine etkisini ortaya koymak amacıyla planlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Sprague-Dawley sıçanlarda (n=24) 3x9 cm boyutlarında kaudal
pediküllü sırt flebi kaldırıldı. Sıçanlar 3 gruba ayrılarak 1. gruba 10 mg/kg, 2. gruba 40 mg/kg losartan ve 3. gruba distile su verildi. Yedi günlük tedavinin sonunda fleplerdeki
canlı doku alanı hesaplanarak gruplar arasında karşılaştırıldı. Ek olarak fleplerin proksimal ve iskemik bölgelerinde nötrofiller, fibroblastlar, mast hücreleri ve kapillerler sayıldı.
BULGULAR: Fleplerdeki canlı doku alanları ortalaması 1., 2. ve 3. gruplarda sırasıyla %61, %56 ve %60 olarak hesaplandı. Gruplar flep sağkalımı açısından arşılaştırıldığında anlamlı fark bulunmadı (p>0,05). Tüm gruplarda fleplerin iskemik bölgesinde nötrofil, fibroblast ve kapillerlerde anlamlı artış saptanırken (p<0,05), mast hücre sayısında fark bulunmadı. 40 mg/kg losartan ile tedavi alan grupta fleplerin yaşayan bölgesinde fibroblast sayısı anlamlı olarak azaldı (p<0,05). Nötrofil, mast hücreleri ve kapiller sayıları ise tedaviden etkilenmedi.
SONUÇ: Losartan sıçan sırt deri flebinin sürvisini arttırmamakta ancak fibroblastlar üzerine anlamlı antiproliferatif etkisi bulunmaktadır.
BACKGROUND: Losartan, a drug with antiinflammatory properties, has been shown to prevent ischemic injury in various organs. The purpose of the present study was to investigate the effects of losartan on ischemic skin flaps and on flap survival.
METHODS: A 3x9 cm dorsal flap was elevated in 24 Sprague-Dawley rats. Rats received the following treatment for seven days: Group I (n=8): 10 mg/kg losartan; Group II (n=8): 40 mg/kg losartan; and Group III (n=8): nonionized water. At the end of the seventh day, the viable flap areas were calculated, and histological analysis was conducted to count cells and capillaries in microscopic fields.
RESULTS: Mean flap survival was 61%, 56% and 60% in Groups I, II and III, respectively. Comparison of flap survival between groups did not yield any significant difference (p>0.05). Ischemic zones of the flaps in all groups demonstrated an increase in number of neutrophils, fibroblasts and capillaries (p<0.05), whereas no difference was seen in mast cells. The cell counts in the viable areas of the flaps showed a significant
decrease in fibroblasts in the group treated with 40 mg/kg losartan (p<0.05). The number of neutrophils, mast cells and capillaries was not influenced by treatment.
CONCLUSION: Losartan does not improve skin flap survival but it has a significant
antiproliferative effect on fibroblasts.

2.Effects of spinal immobilization devices on pulmonary function in healthy volunteer individuals
Didem Ay, Can Aktaş, Sabiha Yeşilyurt, Sezgin Sarıkaya, Aslı Çetin, Emine Sevda Özdoğan
PMID: 21644085  doi: 10.5505/tjtes.2011.53333  Pages 103 - 107
AMAÇ: Spinal immobilizasyon cihazlarının solunum fonksiyonları üzerindeki etkileri araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışma, sağlıklı gönüllü kişilerde yapılan kesitsel bir çalışmadır, 60 gönüllü dahil edildi. Yatar pozisyondayken tam spirometre uygulandı ve tüm deneklerde zorlu vital kapasite (FVC), zorlu birinci saniye ekspiratuvar hacim (FEV1) ve FEV1/FVC kaydedildi. Sonra, Philadelphia tipi boyunluk (Philly) ve travma yeleği (Kendrick extrication device=KED) tüm deneklere uygulandı. Boyunluk ve KED uygulamasından sonra 5. ve 30. dakikada tüm deneklerde FVC, FEV1 ve FEV1/FVC ölçüldü. Bir saat dinlenme zamanından sonra, tüm deneklere Philly ve uzun omurga tahtası tekrar uygulandı. Boyunluk ve uzun omurga tahtası uygulandıktan sonra tüm deneklerde 5. ve 30. dakikada FVC, FEV1 ve FEV1/FVC ölçüldü.
BULGULAR: Bazal değerler KED uygulandıktan sonra ölçülen 5. ve 30. dakika değerleri ile karşılaştırıldı. KED uygulandıktan sonra FEV1 (p=0,000) ve FVC değerlerinde (p=0,000) önemli derecede istatiksel anlamlı düşme bulundu, ama FEV1/FVC değerlerinde belirgin değişiklik yoktu. Uzun omurga tahtası uygulandıktan sonra 5. ve 30. dakikada ölçülen değerleri bazal değerlerle karşılaştırıldı. Uzun omurga tahtası
uygulandıktan sonra FEV1 (p=0,000) ve FVC değerlerinde (p=0,000) önemli derecede istatiksel anlamlı düşme bulundu, fakat FEV1/FVC değerlerinde belirgin değişiklik
yoktu.
SONUÇ: KED ve uzun omurga tahtasının solunum fonksiyonlarını azalttığını belirledik.
BACKGROUND: We aimed to investigate the effects of spinal immobilization devices on pulmonary functions.
METHODS: This study was a cross-over trial in healthy volunteer subjects; 60 volunteers were included. We performed a full spirometry in the supine position, and forced vital capacity (FVC), forced expiratory volume in one second (FEV1) and FEV1/FVC were recorded in all subjects. Then, Philadelphia type cervical collar (Philly) and Kendrick extrication device (KED) were applied to all subjects. We measured FVC, FEV1, FEV1/FVC in all subjects in the supine position at the 5th and 30th minutes after application of cervical collar and KED. After a one-hour relaxation period, Philly
and long spinal backboard with straps were applied to all subjects. FVC, FEV1, FEV1/FVC were measured again in all subjects at the 5th and 30th minutes after application of
cervical collar and long spinal backboard.
RESULTS: After application of KED, baseline levels were compared with levels at the 5th and 30th minutes. Statistically significant decreases were determined in FEV1 (p=0.000) and FVC levels (p=0.000) after application of KED, but there were no significant differences in FEV1/FVC levels. After application of the long spinal backboard, a comparison of baseline levels and levels at the 5th and 30th minutes demonstrated statistically significant decreases in FEV1 (p=0.000) and FVC levels (p=0.000), but no significant difference in FEV1/FVC levels.
CONCLUSION: We determined that both KED and long spinal backboard cause a decrease in pulmonary functions.

3.Evaluation of agar films in the prevention of postoperative peritoneal adhesions in an animal model
Mohsen Mamoudieh, Nooshin Mirkheshti, Sayyed Ali Alavi
PMID: 21644086  doi: 10.5505/tjtes.2011.15689  Pages 108 - 112
AMAÇ: Peritoneal yapışıklıkları uzun sürede önemli postoperatif morbidite nedenidir. Bu çalışma, bir hayvan modelinde karın cerrahisinden sonra yapışıklık oluşumunun azaltılmasında agar plakalarının etkinliğini değerlendirmektedir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Yapışıklıklar bir laparotomi işlem sırasında 20 C57/BL6 farelerde, çekum abrazyonuyla oluşturuldu. Deneysel grup şeklinde 10 farede agar plakaları kullanıldı, 28 gün sonraki ikinci operasyonda, yapışıklıklar iki grupta derecelendirildi.
Veriler, Student t testi kullanılarak analiz edildi.
BULGULAR: Çalışma süresince iki grubun kilosu açısından anlamlı bir fark yoktu. Yapışıklıkların morfolojik görünüm karşılaştırmasında, iki grup arasında belirgin bir fark yoktu. Aynı zamanda, iki grup arasında yapışıklıkların insidans oranı veya cerrahi işlem sonrası adezyon skorları bakımından da hiçbir anlamlı fark yoktu (p>0,05).
SONUÇ: Sahip olduğu hidrojel özelliklerine karşın, agar, uygulamada peritoneal cerrahiden sonraki yapışıklık oluşumunun azaltılmasında başarılı olmamıştır. Biyolojik bir ürün olması nedeniyle, agar, peritondaki doğal immün sistem tarafından uyarılan bir hiperreaktiviteye yol açabilir. Bu yüzden, agar, klinik uygulamada peritoneal cerrahiden sonra yapışıklık oluşumunun azaltılmasına yönelik olarak yararlı gibi görünmemektedir.
BACKGROUND: Peritoneal adhesions cause significant long-term postoperative morbidity. This study evaluates the efficacy of agar plates as the physical barrier in reducing adhesion formation after abdominal surgery in an animal model.
METHODS: Adhesions were induced, by cecum abrasion, in 20 C57/BL6 mice during a laparotomy procedure. Agar plates were used in 10 mice as the experimental group. At a second operation, 28 days later, the adhesions were graded, in two groups. Data were analyzed by using Student t test.
RESULTS: There was no significant difference in weight gain of the two groups during the study period. A comparison of the morphological appearances of the adhesions demonstrated that there was no evident difference between the two groups. There was also no significant difference in the incidence ratio of adhesions or postoperative adhesion scores between the two groups (p value >0.05).
CONCLUSION: Despite the hydrogel properties of agar, it was not successful in practice in the reduction of adhesion formation after peritoneal surgery. Since agar is a biological product, it may cause a hyperreactivity induced by the innate immune system
in peritoneum. Therefore, agar does not appear to be useful in clinical practice for the reduction of adhesion formation after peritoneal surgery.

ORIGINAL ARTICLE
4.Paramedic-performed Focused Assessment with Sonography in Trauma (FAST) in the Emergency Department
Erol Erden Ünlüer, Özcan Yavaşi, Pınar Hanife Kara, Turgay Yılmaz Kılıç, Nergis Vandenberk, Kamil Kayayurt, Sevda Kıyançiçek, Haldun Akoğlu, Cengiz Yılmaz
PMID: 21644087  doi: 10.5505/tjtes.2011.88557  Pages 113 - 116
AMAÇ: Travmayı takiben acil servise başvuran hastalarda paramediklerce uygulanan travmaya odaklanmış ultrasonografi değerlendirmesinin (PFAST) serbest sıvı saptamadaki doğruluğu araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Dört saatlik teorik ve dört saatlik uygulamalı eğitim sonrası,
dört paramedik travma hastalarını ileriye dönük inceledi. Altın standardımız ultrasonografi ve karın bilgisayarlı tomografisinin (KBT) resmi radyolog raporlarıydı.
PFAST’in duyarlılık, seçicilik, pozitif ve negatif olabilirlik oranları ve tanısal odds oranı hesaplandı ve ki-kare testi ile SPSS 15.0 kullanılarak analiz edildi.
BULGULAR: Yüz yirmi yedi hasta paramedikler tarafından değerlendirildi. On dört hastada karında serbest sıvı vardı. Bunlardan 11 tanesi radyoloji raporlarıyla ve KBT ile uyumlu iken (gerçek pozitifler), üç tanesi negatif geldi (yanlış pozitifler). Yüz on üç olguda PFAST serbest sıvı için negatif idi. Bunlardan 111 tanesinde serbest sıvı yokken (gerçek negatifler), iki tanesinde KBT ile tespit edildi (yanlış negatifler). Sırasıyla duyarlılık, seçicilik, pozitif ve negatif olabilirlik oranları ve tanısal odds oranı 84,62, 97,37, 32,15, 0,16 ve 203,50 idi.
SONUÇ: Çalışmamız, hastane acil servislerinde paramediklerin yüksek doğruluk oranıyla FAST uygulayabileceklerini göstermektedir.
BACKGROUND: Our objective was to evaluate the accuracy of paramedicperformed
Focused Assessment with Sonography in Trauma (PFAST) for detection of free fluid in patients admitted to the Emergency Department (ED) following trauma.
METHODS: After four hours of didactic and four hours of hands-on training, four paramedics prospectively evaluated trauma patients. Our gold standard was the official radiologist reports of ultrasonography and computerized abdominal tomography (CAT). The sensitivity, specificity, positive and negative likelihood ratios, and diagnostic odds ratio of PFAST were calculated and analyzed using SPSS 15.0 with χ2 testing.
RESULTS: One hundred and twenty-seven patients were evaluated by the paramedics. Fourteen patients had positive free fluid in the abdomen. Of these, 11 were corroborated by radiology reports and CAT (true positives), and three were found to be negative (false positives). In 113 cases, PFAST was negative for free fluid. Of these, 111 were determined not to have free fluid (true negatives), whereas free fluid was detected by CAT in 2 (false negatives). The sensitivity, specificity, positive and negative likelihood ratios, and diagnostic odds ratio of PFAST were 84.62, 97.37, 32.15, 0.16, and 203.50, respectively.
CONCLUSION: Our study shows that paramedics can perform FAST in hospital EDs with a high degree of accuracy.

5.Should videothorascopic surgery be the first choice in isolated traumatic hemothorax? A prospective randomized controlled study
Ufuk Çobanoğlu, Fuat Sayır, Duygu Mergan
PMID: 21644088  doi: 10.5505/tjtes.2011.96777  Pages 117 - 122
AMAÇ: Bu çalışmada, künt ve penetre toraks travması sonucu hemotoraks gelişen ve tedavilerinde tüp torakostomi uygulanan olgularla, erken dönemde videotorakoskopi cerrahi (VATS) ile tedavi edilen olgular karşılaştırıldı ve hemotoraks tedavisinde VATS’ın ilk seçenek olup olmayacağı tartışıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Künt ve penetre toraks travması ile başvuran ve hemotoraks tespit edilen 60 hasta prospektif olarak incelendi. İzole hemotoraksı tüp torakostomi ile tedavi edilen 30 (%50) olgu Grup I, hemotoraksı VATS ile tedavi edilen 30 (%50) olgu Grup II olarak sınıflandırıldı. Olgular tedaviye verdikleri yanıt, iyileşme süreleri, göğüs tüpü kalma süresi, hastanede kalma süreleri, tedavideki başarı oranı, morbidite ve mortalite yönünden karşılaştırıldı.
BULGULAR: Her iki grup için intraplevral aralıkta göğüs tüpününü kalış süresi ile hastanade kalış süreleri karşılaştırıldığında bu iki parametrenin de Grup I’de daha uzun ve aralarındaki farkın anlamlı (p=0,001) olduğu saptandı. Her iki grupta morbidite
gelişme oranları karşılaştırıldığında aradaki farkın Grup I’de anlamlı (p=0,030) derecede daha yüksek olduğu saptandı.
SONUÇ: Hemotoraksın tedavisinde VATS klasik drenaj yöntemi ile karşılaştırıldığında diyagnostik torakoskopi ile doğrudan tanı koyma ve hemostazı sağlayarak tedaviyi gerçekleştirmiş olması açısından üstün görünmektedir. Pıhtılaşmış kanın boşaltılmasını sağlayarak fibrotoraks ve ampiyem gelişmini önlemektedir. Bu olgular göğüs tüpü kalış süresi ve hastanede kalış süreleri daha kısa olduğundan erkenden taburcu edilebilmektedirler.
BACKGROUND: In this study, patients with hemothorax due to blunt or penetrating
thorax trauma and treated by tube thoracostomy were compared with the patients treated by videothoracoscopic surgery (VATS) in order to determine whether VATS
can be the first choice in treatment.
METHODS: Sixty patients with hemothorax due to trauma were examined prospectively. Thirty patients with isolated hemothorax and treated by tube thoracostomy were classified as Group I (50%), and 30 patients treated by VATS were classified as Group II (50%). Patients were compared according to healing duration, tube thoracostomy duration, hospitalization duration, success rate of treatment, morbidity, and mortality.
RESULTS: When Group I and II were compared according to the duration of tube thoracostomy and hospitalization, Group I was found to have longer duration statistically (p=0.001). When the two groups were compared according to morbidity, statistical morbidity was found higher in Group I (p=0.030).
CONCLUSION: VATS seems to be better in the treatment of hemothorax when compared with traditional drainage method because of its advantage of direct diagnosis and hemostasis by diagnostic thoracoscopy. If clotted blood is evacuated, empyema
and fibrothorax are preventable. In these cases, chest tube duration and hospital length of stay are shorter. Therefore, these patients can be discharged early.

6.Clinical evaluation of a temporary fecal containment device for non-surgical fecal diversion in perineal burns
Metin Kement, Hakan Ahmet Acar, İlhami Soykan Barlas, Nihat Aksakal, Cem Gezen, Uygar Düzci, Mustafa Öncel
PMID: 21644089  doi: 10.5505/tjtes.2011.66563  Pages 123 - 127
AMAÇ: Hastanemizin yanık merkezinde perine yanıklarında kullanılmakta olan geçici fekal diversiyon ve toplama sisteminin (Flexi-Seal® FMS) klinik sonuçları değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Yanık merkezimizde Agustos 2008 ile Agustos 2009 arasında geçici fekal diversiyon ve toplama sistemi uygulanan tüm hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik bilgileri, yanık etyolojileri, yanık yüzdeleri, yoğun bakım ihtiyaçları, erken mortalite ve uygulama sonrası klinik bilgileri prospektif olarak hazırlanan bir veritabanında toplandı. Bunların yanında bu sistemin uygulandığı hastalarda fekal kaçak riskini arttırabilecek çeşitli faktörler de incelendi.
BULGULAR: Çalışmaya 15 hasta (10 erkek, 5 kadın; ortalama yaş 43,1±22,1) dahil edildi. Ortalama yanık yüzdesi 40,7±16,6 idi. Fekal kaçak 6 hastada görüldü. Perinede lokal enfeksiyon gelişen 6 hastanın 4’ü fekal kaçaklı hastalardı. Elektrik yanığı sistemden fekal kaçak için bir risk faktörü olarak bulundu (p<0,05). Çalışmamızda sistemin uygulandığı 5 hasta kaybedildi. Kaybedilen hastaların tümünde yanık yüzdesi ≥50 idi. Otolog split greft uygulanan toplam 8 hastada ciddi komplikasyon görülmedi. Sistemin ortalama uygulama süresi 22,5±5,7 gündü ve 2 hastada yüzeyel rektal mukozal erozyon dışında sisteme bağlı komplikasyon görülmedi. Çalışmamızda sistemin uygulama ihtiyacı 29 günü aşan 1 hastaya kolostomi uygulandı. Hastaların ortalama yatış süresi ise 46,7±12,7 gündü.
SONUÇ: Geçici fekal diversiyon ve toplama sistemlerinin güvenilirliği yapılacak daha güçlü ve prospektif çalışmalarla kanıtlanabilirse perine yanıklarında saptırıcı stoma gereksinimini azaltabilirler.
BACKGROUND: The aim of this study was to evaluate the clinical results of a temporary fecal containment device (Flexi-Seal® FMS) in our burn center.
METHODS: All patients in whom temporary fecal containment devices were applied for perineal burns between August 2008 and August 2009 in our institution were reviewed. Demographics, etiology of burns, total body surface area (TBSA) burned, intensive care unit (ICU) need, early mortality, and post-application data were obtained from a prospectively designed database. In addition, some variables were investigated as potential risks factors for fecal leakage.
RESULTS: The mean age of patients (n=15) was 43.1±22.1 years, and 66.7% of the patients were male. The mean %TBSA burned was 40.7±16.6. Fecal leakage was seen in 6 patients. Local infection in the perineum was observed in 6 patients, including 4 of the 6 patients with fecal leakage. The mortality rate was 33% (5 deaths). All exitus patients had 50% or more TBSA burned. Electrical burn injury was found as a significant risk factor for fecal leakage in surviving patients (p<0.05). Autologous split-thickness grafting was performed in 8 patients without complication. The mean duration of catheterization was 22.5±5.7 days. Except for superficial mucosal erosion in the distal rectum in 2 cases, no complication was observed. The mean hospitalization time was 46.7±12.7 days.
CONCLUSION: If the safety of these devices is proven in further prospective, high-volume studies, they may reduce the necessity of diverting stoma operation in burn patients.

7.The association between cellular morphological changes in peripheral blood smear and complications in pediatric burn cases
Mehmet Bozkurt, Samet Vasfi Kuvat, Emin Kapı, Perçin Karakol, Abdulkadir Özel, Halit Baykan
PMID: 21644090  doi: 10.5505/tjtes.2011.13911  Pages 128 - 132
AMAÇ: Yanık olgularında mortalite ve morbidite erken tanı ile azaltılabilir. Sepsis gibi yanık komplikasyonlarının erken tanısı için çok sayıda belirteç kullanılır. Bu çalışmada, yanık olgularında sayısal/morfolojik granülosit anormallikleri ve komplikasyonlar arasındaki ilişki araştırıldı. Bu sayede, yanık ilintili komplikasyonlar için histopatolojik belirteç/ lerin ortaya konulması amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kasım 2006 ve Kasım 2009 yılları arasında hastanede yatırılan
32 pediatrik yanık olgusu çalışmaya dahil edildi. Toplam 192 tam kan sayımı ve periferal kan yayması sonuçları karşılıklı analiz edildi. Bulgular, beyaz kan hücresi sayımı,
periferal kan yayması değişiklikleri (immatür granüler hücreler, toksik granülasyon, granül ve Döhle cisimciklerinin görünümü) ve bakteriyemi, sepsis, yara enfeksiyonu,
ileri anemi ve greft kaybı gibi k omplikasyonlar arasındaki olası korelasyonun saptanmasında kullanıldı.
BULGULAR: Beyaz kan hücresi sayısındaki değişiklikler ve immatür granüler hücrelerin görülmesinin komplikasyonlar için tanısal belirteç olarak kullanımı uygun değildir. Bununla beraber, toksik granülasyon, granül ve Döhle cisimciği görülmesi ile komplikasyonla karşılaşılması arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon bulunmaktaydı (p: 0,0001<, 0,041, 0,001).
SONUÇ: Toksik granülasyon, granül ve Döhle cisimciğinin, yanık ilintili komplikasyonların tahmininde yardımcı olabileceği görünmektedir. Bundan dolayı, periferik kan yaymaları
gelecek komplikasyonların tahmininde uygun tetkiklerdir.
BACKGROUND: Mortality and morbidity in burn cases can be reduced with early diagnosis. Many markers are used for early diagnosis of burn complications like sepsis. In this current study, the relationship between numerical/morphologic granulocyte abnormalities and complications was investigated in pediatric burns. It was aimed to introduce histopathologic marker(s) for burn-related complications.
METHODS: Thirty-two pediatric burn cases hospitalized between December 2006 and December 2009 were included in the study. A total of 192 complete blood count and peripheral blood smear results were analyzed comparatively. Findings were used to identify any correlation among white blood cell count and peripheral blood smear changes (the appearance of immature granular cells, toxic granulation, purple granules
and Döhle bodies) and complications such as bacteriemia, sepsis, wound infections, severe anemia, and graft failure.
RESULTS: White blood cell count changes and the appearance of immature granular cells were not suitable for use as a diagnostic marker for complications. Nevertheless, there was a statistically significant correlation between the appearance of toxic granulation, purple granules and Döhle bodies and subsequent complications (p: <0.0001, 0.041, 0.001, respectively).
CONCLUSION: Toxic granulation, purple granules and Döhle bodies appear to be helpful in predicting burn-related complications. Therefore, peripheral blood smear is a suitable test for predicting future complications.

8.An evaluation of dog and cat bites over a five-year period: a sample case from Eskişehir
Tarık Gündüz, Ömür Elçioğlu, Yasemin Balcı
PMID: 21644091  doi: 10.5505/tjtes.2011.86846  Pages 133 - 140
AMAÇ: Bu çalışmada, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim, Uygulama ve Araştırma Hastanesi’ne köpek ve kedi ısırıkları nedeniyle başvuran kişilerin demografik, tıbbi ve adli
değerlendirilmesi amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Son beş yıllık dönemde bu hastanede, otomasyon sisteminde yer alan kayıtlar incelenerek ICD-10 kodlarına göre 167 olgu değerlendirmeye alındı. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 13.0 programı kullanıldı, İstatistikî değerlendirmelerde frekans ve ki-kare analizleri yapıldı.
BULGULAR: Hastalardan 116’sı köpek, 46’sı kedi ısırığı nedeniyle hastanemize başvurmuştu. Mağdurların çoğu çocuktu. Isırıkların %51,9’u üst, %29,1’i alt ekstremitede idi. Köpek ve kedi ısırıkları mevsimsel değişim gösterse de çocukların tatilde olduğu yaz ayları önemli bulundu. Yaralanmalarda en çok hiperemi-sıyrık ve laserasyon tanılanmıştı. Hastanede kalış süresi 1-22 gün arası olup ortalama 7,3±5,8 gün olarak hesaplandı.
SONUÇ: Köpek ve kedi ısırıkları ülkemiz için bilinen olaylardır. Hayvanları ve onların ihtiyaçlarını öğrenmek ve saygı duymak, ailelerin beklenmeyen yaralanmalardan sakınmasının önceliğini oluşturmalıdır. Çocuklara köpeklere saygılı davranmaları,
doğrudan göz teması kurmamaları ve hayvanlara sataşmamaları öğretilmelidir.
BACKGROUND: In this study, it was aimed to evaluate the demographic, medical and forensic aspects of patients who were bitten by cats or dogs and admitted to the Eskişehir Osmangazi University, Education, Training and Research Hospital.
METHODS: All the medical records of the last five years inside the automation system of the hospital were investigated. One hundred sixty-seven cases were included according to their ICD-10 diagnostic codes. On statistical evaluation, frequency and chi-square analyses were conducted and SPSS 13.0 program was used.
RESULTS: One hundred sixteen patients were bitten by dogs, whereas 46 patients were bitten by cats. Most of the victims were children. 51.9% of the bites were on an upper extremity, and 29.1% were on a lower extremity. Although cat and dog bites demonstrate seasonal changes, summer months were found important, when children were on holidays. Hyperemia, scratch and laceration were the most frequent diagnoses after injury. The length of hospital stay was between 1-22 days and calculated as a mean 7.3±5.8 days.
CONCLUSION: Dog and cat bites are very well known public health issues in our country. To know animals and their needs and to respect them should be the priority of families to avoid unexpected injury. Families should teach their children to treat dogs and cats with respect, to avoid direct eye contact with the animals and not to annoy them.

9.Effects of short- and long-segment posterior instrumentation on spinal canal remodeling in thoracolumbar vertebra burst fractures
Abdullah Yalçın Tabak, Muhammed Cüneyd Günay, Murat Altay, Hasan Bozkurt Türker
PMID: 21644092  doi: 10.5505/tjtes.2011.77675  Pages 141 - 148
AMAÇ: Torakolomber bileşke patlama kırığı olan hastaların kısa veya uzun segment posterior enstrümantasyon ile tedavisi sonrası kanal içi restorasyon sonuçları Magerl sınıflandırması ve kırık lokalizasyonuna göre değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Seksen hasta iki ana gruba ayrıldı. Kısa seviye posterior enstrümantasyon uygulanan 36 hasta Grup 1’i; [9K, 27E; yaş ortalaması 42,1 (dağılım 19-65)], uzun seviye posterior enstrümantasyon uygulanan 44 hasta Grup 2’yi [18K, 26E;
yaş ortalaması 46,3 (dağılım 18-78)] oluşturdu. Yirmi hastada T12, 41 hastada L1 ve 19 hastada L2 seviyesinde kırık vardı. Magerl sınıflandırmasına göre ise hastaların 44’ü A3.1, 19’u A3.2, 17’si A3.3 idi. Ameliyat sonrası kanal içi düzelme yüzdesi iki grupta da tüm parametrelere göre ayrı ayrı hesaplandı.
BULGULAR: Ortalama takip süresi Grup 1 için 35,7 (dağılım 12-58), Grup 2 için 33,1 aydır (dağılım 12-58). Her iki grupta da kanal içi düzelme anlamlı bulundu, ancak Grup 2’deki düzelme daha belirgindi. Magerl sınıflandırmasına göre A3.3 tip kırıklarda; Grup 2’deki hastalarda daha anlamlı bir düzelme elde edilirken (p=0,005), kırık lokalizasyonuna göre sadece T12 seviyesinde Grup 2’de anlamlı fark saptandı (p=0,018).
SONUÇ: Posterior enstrümantasyon ile kanal içi yeterli düzelme elde edilmektedir, ancak Magerl Tip A3.3 gibi parçalı kırıklarda uzun segment ile daha iyi remodelizasyon sağlanmaktadır.
BACKGROUND: Spinal canal remodeling results according to Magerl classification
and fracture localization after short- and long-segment posterior instrumentation treatment were evaluated in patients with thoracolumbar junction burst fracture.
METHODS: Eighty patients were divided into two groups: Group 1: short-segment posterior instrumentation was applied in 36 patients [9F, 27M; Median age: 42.1 (range: 19-65)] and Group 2: long-segment posterior instrumentation was applied in 44 patients [18F, 26M; Median age: 46.3 (range: 18-78)]. Twenty patients had T12, 41 patients had L1 and 19 patients had L2 fracture. According to Magerl classification, 44 patients were A3.1, 19 were A3.2 and 17 were A3.3. In both groups, spinal canal remodeling effectiveness was evaluated postoperatively with respect to all parameters.
RESULTS: Median follow-up time was 35.7 months for Group 1 (12-58) and 33.1 months for Group 2 (12-58). In both groups, spinal canal remodeling was statistically significant, but a higher recovery ratio was obtained in Group 2 in comparison to Group 1. According to Magerl classification, in type A3.3 fractures, a more significant remodeling was obtained in Group 2 patients (p=0.005). A significant difference was determined in Group
2 at the T12 level according to fracture localization (p=0.018).
CONCLUSION: An adequate spinal canal remodeling is obtained by posterior instrumentation, but in comminuted fractures like Magerl type A3.3, a better remodeling can be obtained by long-segment posterior instrumentation.

10.Pattern of skull fracture in Iran: report of the Iran National Trauma Project
Soheil Saadat, Neda Rashidi-ranjbar, Mohammad R. Rasouli, Vafa Rahimi-movaghar, Vafa Rahimi-movaghar
PMID: 21644093  doi: 10.5505/tjtes.2011.26043  Pages 149 - 151
AMAÇ: Bu yazıda, İran’ın kentsel nüfusundaki kafatası kırık tipi oluş mekanizması tanımlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Genel özellikler, travma mekanizması, kısaltılmış travma skalası, Glasgow koma skalası, hastanede kalış süresi ve 1999 yılından 2004 yılına kadar kaydedilen travma hastalarının sonucunu içeren verilere, İran Ulusal Travma Kayıtları
veritabanından ulaşıldı.
BULGULAR: Kayıtlı 16,321 travma hastası arasında, kafatası kırığı olan 1704 olgu saptandı. En yaygın travma özelliği motorlu araç kazası (MAK) (%62,5) ile düşme (%23,8) idi. Trafik kazası mağdurları çoğunlukta yayalardı (%41,6). Kafatası kırığının
ortalama 27,2±17,7 düzeyinde bir yaşla birlikte erkeklerde (%78,6) görülmesi daha sıktı. MAK’lerde, kafa tabanı kırığı hastaların %51,2’sinde ve kafa tavanı kırığı da hastaların %48,8’inde gözlendi. Kafa tabanı kırığı ve kafa tavanı kırığı arasında, cinsiyet dağılımı bakımından anlamlı bir farklılık vardı (p=0,002). Kafa tabanı kırığı olgularının
%67,4’üne karşı kafa tavanı olgularının %58,1’inde, MAK, travma mekanizması idi (p<0,001).
SONUÇ: İran’da, güvenlik yasaları ve risk-spesifik müdahale programları önemli ölçüde geliştirilmelidir.
BACKGROUND: We characterize in this report the mechanism and type of skull fracture in urban populations of Iran.
METHODS: Data including the general characteristics, mechanism of trauma, abbreviated injury scale, Glasgow coma scale, duration of hospitalization, and outcome of trauma patients registered from 1999 to 2004 were extracted from the Iranian National Trauma Registry database.
RESULTS: Of 16,321 registered trauma patients, 1704 cases with skull fracture were found. The most common mechanism of trauma was motor-vehicle crash (MVC) (62.5%) followed by fall (23.8%). The majority of traffic victims were pedestrians (41.6%). Skull fracture was more likely to be seen in men (78.6%), with a mean age of 27.2 ± 17.7 years. In MVCs, skull base fracture was observed in 51.2% and vault fracture in 48.8% of patients. A significant difference was found in sex distribution between skull base and vault fracture (p=0.002). MVC was the mechanism of injury in 67.4% of skull base fracture cases compared to 58.1% of vault fracture cases (p<0.001).
CONCLUSION: Safety legislations and risk-specific intervention programs should be improved considerably in Iran.

11.Management of community-based shotgun injuries of the extremities: impact of emergent vascular repair without angiography
Hakan Aydın, Okan Okçu, Koray Dural, Ünal Sakıncı
PMID: 21644094  doi: 10.5505/tjtes.2011.34032  Pages 152 - 158
AMAÇ: Av tüfekleri ile meydana gelen damar yaralanmaları cerrahlar için ciddi sorunlar yaratır. Bu yazıda, anjiyografi yapılmadan cerrahi girişim yapılan av tüfeği yaralanmaları
değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM: 1999-2004 yılları arasında av tüfeği ile meydana gelen ve vasküler tamir yapılan 49 hasta geriye dönük olarak ele alındı.
BULGULAR: Av tüfeği yaralanmaları sonucunda meydana gelen damar travmaları tamiri ciddi doku hasarı oluşmasından dolayı diğer ateşli silahlardan farklıdır. Kırk dokuz hastanın 19’unda 1 yıl sonunda ekstremite fonksiyonu tatminkar değildi. Bu hastaların 12’sinde tüm girişimlere rağmen tam fonksiyon geri dönmemiş ve sinir hasarına bağlı olduğu düşünülmüştür, 25 hasta ise kemik, tendon, sinir, cilt girişimleri ile ve katı fizik tedavi programı ile 1 yıl sonunda tam fonksiyon kazanmıştır.
SONUÇ: Bu çalışmada, av tüfeği yaralanmaları ile meydana gelen vasküler hasarların, belli ölçütler kullanılarak ve anjiyografi yapılmadan, kabul edilebilir risklerle tamir edilebileceği gösterilmiştir.
BACKGROUND: Shotgun injuries of the extremities create challenging problems for vascular surgeons. In this study, we retrospectively analyzed surgical results without preoperative angiography.
METHODS: Forty-nine patients with shotgun wounds who underwent vascular reconstruction in the extremities from 1999 to 2004 were retrospectively reviewed.
RESULTS: Vascular reconstruction of the extremities after shotgun injury differs from that following injuries caused by other firearms because of extensive tissue damage. In 19 patients, function of the extremity was unsatisfactory after one year; in 12 of them functional deficit was extreme, which was thought to be the result of nerve injury. After several interventions, 25 of 49 patients are well after one year under a rehabilitation program.
CONCLUSION: Based on these results, we favor immediate operative exploration of the extremities in patients with hard signs of vascular trauma, thereby minimizing the ischemic interval, and we recommend angiography only for elective operations. Early fasciotomy should be done without hesitation in patients with long ischemic periods and in those with combined arterial/venous injury.

12.Comparison of two biological internal fixation techniques in the treatment of adult femur shaft fractures (plate-screws and locked intramedullary nail)
Ertuğrul Köseoğlu, Kemal Durak, Muhammed Sadık Bilgen, Abdullah Küçükalp, Sarp Bayyurt
PMID: 21644095  doi: 10.5505/tjtes.2011.24892  Pages 159 - 165
AMAÇ: Bu çalışmada, erişkin femur cisim kırıklarında biyolojik tespit için kullanılan iki teknik (plak-vida ve kilitli intramedüller çivi) karşılaştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Plak-vida ile biyolojik içten tespit yapılan 28 hasta grup I, kilitli intramedüller çivi kullanılan 31 hasta grup II olarak ayrıldı. Grup I’den 1 hastanın ölmesi ve 3 hastanın da takip sırasında kontrollere gelmemesi nedeni ile 24 hasta çalışmaya
dahil edildi. Grup II’de ise 2 hastanın ölmesi ve 3 hastanın da takipleri sırasında kontrollere gelmemesi nedeni ile 26 hasta çalışmaya dahil edildi.
BULGULAR: Grup I ve grup II’deki olguların yaş ve cinsiyetleri, yaralanma nedenleri, kırık tipleri, ameliyata alınma zamanları ve ameliyat süreleri, kanama miktarları, floroskopi kullanım ve hastanede yatış süreleri, erken ve geç dönem komplikasyonları,
kaynama zamanı ve fonksiyonel sonuçları karşılaştırılmalı olarak değerlendirildi.
SONUÇ: Sonuçta, kullanılan her iki yöntemin, kaynama süreleri, komplikasyon oranları ve fonksiyonel sonuçlar açısından birbirine üstünlükleri olmadığı; plak ile biyolojik tespitin, özellikle çoklu yaralanmalı, pulmoner ve kardiyovasküler sistemi risk altında olan hastalarda ve parçalı, segmenter cisim ya da metafiz kırıklarında kilitli intramedüller çivilere tercih edilebilecek alternatif bir yöntem olduğu görüşüne varıldı.
BACKGROUND: We aimed to compare two (plate-screws and locked intramedullary
nail) biological internal fixation techniques in the treatment of adult femur shaft fractures.
METHODS: Group I included 28 patients operated with biological internal fixation with plate and screws. Group II consisted of 31 patients operated with locked intramedullary nailing technique. During the follow-up period in Group I, 1 patient died and 3 patients dropped out of the study, so the results of 24 patients were evaluated. During the follow-up period in Group II, 2 patients died and 3 patients dropped out of the study, so the results of 26 patients were evaluated in this group.
RESULTS: Age, sex, injury mechanism, fracture type, time to operation, duration of operation, amount of bleeding, fluoroscopy usage time, early and late complications, duration of hospitalization, fracture union time, and functional results of all patients were comparatively evaluated.
CONCLUSION: According to our results, no superiority of either technique was demonstrated with respect to fracture union time, complication rate and functional results. Biological internal fixation with plate and screws is an alternative technique to
locked intramedullary nailing in patients with multi-trauma or compromised pulmonary or cardiac function, or in complex comminuted or segmented diaphyseal or metaphyseal
fractures.

13.Pediatric head injuries, retrospective analysis of 851 patients: an epidemiological study
Hasan Serdar Işık, Ahmet Gökyar, Ömer Yıldız, Uğur Bostancı, Cengiz Özdemir
PMID: 21644096  doi: 10.5505/tjtes.2011.22800  Pages 166 - 172
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, çocukluk çağı kafa travmaları konusunda ülkemizin epidemiyolojik verilerine katkıda bulunmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2003 ile Haziran 2008 tarihleri arasında Samsun Mehmet Aydın Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroşirürji Kliniğinde yatarak tedavi edilen 0-14 yaşları arasında toplam 851 hasta geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: Hastaların 550’si (%65) erkek, 301’i (%35) kadındı. Travma nedenleri arasında düşme (%70) ilk sırada yer alıyordu. Giriş Glasgow Koma Skalasına (GKS) göre %74 hafif (GKS 13-15), %22 orta (GKS 9-12) ve %4 ağır (GKS 3-8) kafa travmalı olgu mevcuttu. Seksen yedi hastaya toplam 92 operasyon uygulandı. Operasyon nedenleri arasında açık depresyon kırıkları ve epidural hematomlar ilk sıradaydı.
Toplam 33 (%3,8) hasta hayatını kaybetti. En sık tespit edilen ölüm nedeni, trafik kazaları ve yüksekten düşmelerdi.
SONUÇ: Bu çalışma ve yapılan diğer çalışmalar, çocukluk çağı kafa travmalarının çoğu önlenebilir nedenlerden kaynaklandığını göstermiştir. Kafa travmaları ile ilgili epidemiyolojik çalışma ve verilerin artması, travmanın oluşmadan engellenebilmesi
açısından önem arz etmektedir.
BACKGROUND: The aim of this study was to contribute to the epidemiological database of our country about pediatric head injuries.
METHODS: We retrospectively analyzed 851 patients younger than 14 years old with head injury, treated in the Neurosurgery Department of Samsun Mehmet Aydın Education and Research Hospital between January 2003 and June 2008.
RESULTS: Five hundred and fifty (65%) patients were male and 301 (35%) were female. Falls (70%) were the most common cause of head injury. According to Glasgow Coma Score (GCS), 74% of patients had mild (13-15), 22% moderate (9-12) and 4% severe (3-8) head injury. Eighty-seven (10.5%) patients were operated. The commonest operations were performed for depressed fractures and epidural hematomas. The mortality rate was 3.8% (33). Common causes of mortality were traffic accidents and falls from heights.
CONCLUSION: Other reported studies and this study show that the majority of pediatric head injuries occur as a result of preventable causes. It is important to have local epidemiological studies and data about head injuries in order to prevent these traumas before their occurrence.

CASE REPORTS
14.A rare cause of chronic rectal bleeding in children; solitary rectal ulcer: case report
Abdulkerim Temiz, Burak Tander, Muhyittin Temiz, Sancar Barış, Ender Arıtürk
PMID: 21644097  doi: 10.5505/tjtes.2011.96658  Pages 173 - 176
Alt gastrointestinal kanamaya neden olan soliter rektal ülser, çocuklarda oldukça nadir görülür. Nadir görülmesi, özgün olmayan bulgularla ortaya çıkması, bu konuda yeterli deneyimin olmaması ve çeşitli rektal hastalıkları taklit etmesi, bazı çocuk hastalarda yanlış veya gecikmiş tanıya neden olabilmektedir. Burada, belirtilerin başlangıcından 2 yıl sonra tanısı konan, yüksek lifli diyet, laksatif, tuvalet eğitimi ve sükralfat lavman tedavisine iyi yanıt veren soliter rektal ülserli 10 yaşındaki bir olgu sunuldu.
Solitary rectal ulcer causing lower gastrointestinal bleeding is extremely rare in children. Rare presentation, non-specific symptoms, insufficient experience, and characteristics mimicking other rectal diseases may cause misdiagnosis or delay of diagnosis in some pediatric patients. Here, we report a 10-year-old boy with solitary rectal ulcer diagnosed
two years after onset of the symptoms who responded well to the conservative therapy, including high-fiber diet, laxatives, defecation training, and sucralfate enema.

15.Replantation of scalp avulsion following a go-kart accident: a case report
Erdem Güven, Karaca Başaran, İbrahim Meyzin, Barış Keklik, Ufuk Emekli
PMID: 21644098  doi: 10.5505/tjtes.2011.48208  Pages 177 - 179
Mikrocerrahinin günümüzde gelişmesiyle birlikte değişik mekanizmalarla oluşan ve başarılı bir şekilde replante edilen skalp avülzyon olgularına rastlamaktayız. Daha önceki yayınlarda tek arter ve ven ile başarılı bir sonuç alınabileceği belirtilmiş olsa da, günümüzde birden çok arter ve ven anastomozunun başarıyı arttırdığı bilinmektedir. Bu görüşten yola çıkarak, mekanizma ve anastomoz sayısı açısından değerlendirdiğimizde go-kart motor kayışına kaptırma sonucu meydana gelmiş ilginç bir olgu örneği sunuldu
With the development of microsurgery, successfully replanted cases of scalp avulsions have been reported. In spite of previous publications of replantations based on a single artery and vein, it is now accepted that multiple anastomoses increase the success rate. We present herein the case of a successfully replanted avulsion in a child who caught her hair in a go-kart motor belt, and we discuss the mechanism of injury and number of anastomoses.

16.Life-threatening abdominal injury during a soccer game: a rare clinical case
Eray Kara, Gökhan İçöz, Sinan Ersin, Ahmet Çoker
PMID: 21644099  doi: 10.5505/tjtes.2011.01709  Pages 180 - 182
Futbol dünyada yaygın bir spordur ve ciddi karın yaralanmalarına yol açabilir. Bununla birlikte, cerrahi girişim gerektirecek karın organı yaralanmaları nadiren bildirilmiştir.
Futbol maçı esnasında yaralanan ve karın cerrahisi uygulanan bir olgu sunuldu. Hastaya distal pankreatektomi, splenektomi, kolesistektomi, kolodoktomi ve T tüp drenaj uygulandı. Hasta ameliyat sonrası yedinci gün komplikasyonsuz olarak taburcu edildi.
Soccer (football) is a popular sport worldwide and can result in severe abdominal injuries. Nevertheless, the necessity of surgical intervention for abdominal organ injuries has been reported rarely. We report a case who was injured during a soccer game who underwent abdominal surgery. Distal subtotal pancreatectomy, splenectomy, cholecystectomy, and choledochotomy + T-tube drainage were performed. He was discharged on the postoperative seventh day without any complication.

17.Delayed retroperitoneal bleeding causing acute abdominal compartment syndrome: case report
Fikri M. Abu-zidan, Ali Jawas, Mustafa Boraie, Misbah U. Ahmed
PMID: 21644100  doi: 10.5505/tjtes.2011.48615  Pages 183 - 185
Retroperitoneal kanamaya bağlı gecikmiş akut abdominal kompartman sendromu (AKS) nadir görülür. Burada, böyle nadir bir olgunun klinik tedavisi sunuldu. 12 metre yükseklikten düşen 46 yaşındaki bir erkek, Al-Ain Hastanesine yatırıldı. Hasta hemodinamik olarak stabildi. Fiziksel incelemesinde, karın yumuşaktı, şişkin değildi. Yatırılma sırasında gerçekleştirilen karın bilgisayarlı tomografisi (BT) bulguları normaldi, 7. günde hasta, enteral beslemeyi tolere etti, 15. günde hasta aniden hipotansif hale geldi. BT’sinde aktif kanamayı gösteren kontrast renkle birlikte inferior vena kavaya bası yapan büyük bir retroperitoneal hematom belirlendi. Karnı, şişkin ve gergindi. Hastada
respiratuvar yetersizlik ve ciddi asidoz gelişmiş, havayolu basıncı artmış ve idrar çıkışı azalmıştı. AKS tanısı konuldu. Laparotomiden hemen sonra, hemodinamik ve respiratuvar
fonksiyonda dramatik düzelme oldu. Retroperitoneal hematoma ilişkin araştırma, aktif olarak kanayan bağlanmış ileokolik bir damar olduğunu gösterdi. Karın, iki katmanlı
Steri-Drape arasına yerleştirilen IV serum fizyolojik torbaları kullanılarak geçici olarak kapatıldı. Karın, 6. günde primer olarak kapatıldı. Hasta, 50. günde evine taburcu
edildi. Yaşamı tehdit edici retroperitoneal kanama, AKS’ye yol açan travmadan iki hafta sonra aniden oluşabilir.
Delayed acute abdominal compartment syndrome (ACS) due to retroperitoneal bleeding is rare. Herein, we report the clinical management of such a rare case. A 46-year-old male who fell from a height of 12 meters was admitted to Al-Ain Hospital. He was hemodynamically stable. His abdomen was soft and not distended. Abdominal computed tomography (CT) was normal on admission. On day 7, the patient tolerated enteral feeding. On day 15, he became suddenly hypotensive. CT of the abdomen showed a large retroperitoneal hematoma compressing the inferior vena cava (IVC) associated
with contrast blush indicating active bleeding. The abdomen became distended and tense. The patient developed respiratory failure and severe acidosis, increased airway
pressure and reduced urine output. A clinical diagnosis of ACS was made. There was dramatic improvement in the hemodynamic and respiratory function directly after laparotomy. Exploration of the retroperitoneal hematoma showed an actively bleeding ligated ileocolic vessel. The abdomen was temporarily closed using saline IV bags sandwiched between two layers of Steri-Drape. The abdomen was closed primarily on day 6. The patient was discharged home on day 50. Life-threatening delayed retroperitoneal bleeding may occur suddenly two weeks after trauma causing ACS.

18.Post-traumatic cerebral infarction: a rare complication in a pediatric patient after mild head injury
Serkan Yılmaz, Murat Pekdemir, Hasan Tahsin Sarısoy, Elif Yaka
PMID: 21644101  doi: 10.5505/tjtes.2011.96658  Pages 186 - 188
Çocukluk çağında travma sonrası görülen serebral iskemi oldukça nadirdir. Bu konuda çok az çalışma yapılmıştır. Burada minör kafa travması sonrası, 14 aylık pediyatrik
bir hastada görülen serebral iskemi olgusu sunuldu. 14 aylık bir çocuk 12 saat önce 70 santimetre yükseklikten düşme sonrası sağ kolunu kullanamama şikayetiyle acil servise
getirildi. Hastanın daha önce gittiği hastanede minör kafa travması olarak izlendiği ve kraniyal görüntülemenin yapılmadığı öğrenildi. Hastanın kolunu kullanamaması mekanik
bir komplikasyon olarak görülmüş ve bu monoparazi olarak değerlendirilmemişti. Hasta başvurduğu sırada yürüyemediği ve oturamadığı da belirlendi. Minör kafa travmalı
hastada başka bir travma izine rastlanmadı. Yapılan nörolojik muayenesinde hafif bir sağ hemiparazi ve sol fasiyal paralizi saptandı. Çekilen beyin tomografisinde sağ bazal
ganglionlar seviyesinde hipodens görüntü tespit edilen hastanın MRG’sinde sağ lentiform ve caudat nukleusları sevisinde enfarktüs saptandı. Bu yazının amacı, acil servis hekimlerine pediyatrik yaş grubunda nadir görülmesine rağmen kalıcı sakatlıklara yol açabilen posttravmatik serebral iskemiyi ve hangi yaş grubunda olursa olsun ve hasta ne
kadar iyi görünürse görünsün sistemik fiziksel incelemenin tüm hastalara uygulanması gerektiğini hatırlatmaktır.
Because the cases of post-traumatic cerebral infarction in children are uncommon, little research has been done on this subject. The case of a 14-month-old child who had cerebral infarction after mild head injury is discussed. He fell from a height of approximately 70 cm 12 hours before. He did not use his left arm after the injury. His parents took him to the public hospital, where he was investigated in terms of mechanical complication and was observed for six hours, but no computed tomography (CT) scan was performed at that time. The patient was then presented to our department by his parents. He was not able to walk and was sitting. His neurological examination revealed right hemihypoesthesia, hemiparesis and mild left facial paresis. CT showed a hypodense region in the right basal ganglia location. The right lateral ventricle seemed mildly compressed due to edematous changes. The magnetic resonance imaging revealed hyperintense signal changes that affected the right lentiform nucleus and the head of the caudate nucleus. The aim of the case is to remind emergency physicians that post-traumatic ischemic stroke is uncommon but may be
the cause of disability in pediatric patients, and a systematic physical examination must be performed in all ages even if the patients appear quite well.

19.Delayed pseudomeningocele as a result of penetrating injury: case report
Mehmet Seçer, Ali Rıza Gezici, Ali Dalgıç, Mehmet Fikret Ergüngör
PMID: 21644102  doi: 10.5505/tjtes.2011.16023  Pages 189 - 191
Psödomeningosel, meninjeal yırtık sonrası ekstradural beyin omurilik sıvısı (BOS) koleksiyonudur. Dura-araknoid defekt boyutu, BOS basıncı, yumuşak doku direnci psödokist
boyutunu belirler. Semptomlar arasında baş ağrısı, boyun ağrısı, miyelopatik bulgular radikuler bulgular görülebilir. Psödomeningosel tanısında miyelografi, bilgisayarlı tomografi, sonografi, manyetik rezonas görüntüleme yararlıdır. Psödomeningosel olgusunda, operasyon sırasında belirlenen sinir köklerinin tuzaklandığı ve onarım sonrası nörodefisiti düzelen bir olgu sunulmuştur.
Pseudomeningocele is cerebrospinal fluid collection in an extradural area after meningeal tear. The size of the defect in the dura-arachnoid, the pressure of spinal fluid, and the
resistance of the soft tissue presumably determine the size of the pseudocyst. The main symptoms are often: headache, neck pain and myelopathic and radicular signs. Pseudomeningocele is diagnosed by myelography, sonography, computed tomography, and magnetic resonance imaging. We present a case of intraoperative identification nerve root
entrapment by pseudomeningocele cyst and postoperative recovery of a patient’s neurologic deficit.

LETTER
20.Letter to the Editor: Should appendicular masses be operated on?
Ashraf F Hefny, Fikri M Abu Zidan
doi: 10.5505/tjtes.2011.99907  Page 192
Abstract |Full Text PDF