p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 20 Sayı : 1 Yıl : 2025

Hızlı Arama




Scopus CiteScore SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 20 (1)
Cilt: 20  Sayı: 1 - Ocak 2014
DENEYSEL ÇALIŞMA
1. 
Cerrahi sonrası oluşan batın içi yapışıklıklara karşı ClinOleic'in koruyucu etkinliği
The protective effect of ClinOleic against post-surgical adhesions
Yuksel Altınel, Ersoy Taspinar, Halil Özgüç, Ersin Öztürk, Elif Ülker Akyıldız, Deniz Bagdas
PMID: 24639307  doi: 10.5505/tjtes.2014.12244  Sayfalar 1 - 6
AMAÇ: Karıniçi yapışıklıklar morbiditenin önemli bir sebebi olmaya ve tedavi maliyetinin artmasına neden olmaktadır. Bu çalışmada, abdominal cerrahi sonrasında yapışıklıkları önlemede bir parenteral beslenme ürünü olan ClinOleic’in intraperitoneal kullanımının yapışıklık oluşumuna etkisi araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Rastgele seçilen 40 yetişkin Sprague-Dawley cinsi sıçana anestezi altında laparatomi yapıldı ve karın yan duvarı ve çekumda abrazyon oluşturuldu. Peritoneal boşluğa grup 1’de (kontrol grubu) %0.9 NaCl çözeltisi, grup 2’de soya yağı, grup 3’de zeytin yağı, grup 4’de ClinOleic uygulandı. Daha sonra karın primer kapatıldı. Deneyin 30. gününde sıçanlar öldürüldü. Gruplarda yapışıklık miktarı kör olarak makroskopik değerlendirme Majuzi skalasına göre, histopatolojik değerlendirme ise semikantitatif skorlama sistemlerine (enflamasyon grade skalası, fibrozis grade skalası ve vasküler proliferasyon grade skalası) göre ölçüldü.
BULGULAR: Makroskopik olarak yapışıklık derecesi grup 1 ile karşılaştırıldığında grup 4’de anlamlı olarak düşüktü (p<0.005). Grup 4’de cerrahi sonrası yapışıklık görülmedi. Grup 2, 3 ile grup 4 arasında yapışıklık derecesi açısından istatistiksel fark saptanmadı. Histopatolojik skorlar ise grup1 ile karşılaştırıldığında grup 4’de belirgin olarak düşüktü (p<0.005). Grup 2, 3 ile grup 4 arasında histopatolojik anlamlı fark saptanmadı.
TARTIŞMA: Parenteral beslenme ürünü olan ClinOleic’in intraperitoneal kullanımı deneysel şartlarda karıniçi yapışıklıkları önlemede başarılı bulunmuştur. Klinikte de rahatlıkla uygulanabilecek bu yöntemin daha fazla klinik çalısmaya ihtiyacı vardır.

2. 
Deneysel peritonit modelinde doku plazminojen akivatörlerinin etkisi
Effects of tissue plasminogen activator in experimentally induced peritonitis.
Başak Erginel, Lütfiye Öksüz, Turgay Erginel, Feryal Gün, Fatih Yanar, Nezahat Gürler, Tansu Salman, Alaaddin Celik
PMID: 24639308  doi: 10.5505/tjtes.2014.70594  Sayfalar 7 - 11
AMAÇ: Peritonit, cerrahi girişimler sonrasında sık görülen iltihabi bir reaksiyondur. Tedavide antibiyotikler ve cerrahi yer alır. Hayatı tehdit eden enfeksiyonların başında gelmesi nedeniyle alternatif tedavi yöntemleri araştırılmaktadır. Bu çalışmada, sıçanlarda oluşturulan deneysel peritonit modelinde, doku plazminojen aktivatörlerinin (tPA) mikrobiyolojik ve immünolojik etkilerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Yirmi dört erkek Wistar albino sıçan sekizerli üç gruba ayrıldı. Fekal örnekler steril edildikten sonra, Bacteroides fragilis (104 CFU/ml) ve Escherichia coli (105 CFU/ml) bakteri süspansiyonu eklenerek intraperitoneal olarak sıçanlara uygulandı. Bir saat sonra tüm sıçanlara laparotomi yapıldı, peritoneal kavite debride edildi ve parsiyel omentektomi uygulandı. Kontrol grubuna (K) tedavi uygulanmadı, antibiyotik grubuna (A), günde iki defa intravenöz metronidazol+seftriakson tedavisi uygulandı. Antibiyotik ile birlikte doku plazminojen aktivatörü (A+T) alan üçüncü gruba, cerrahiden sonraki 1., 6. ve 24. saatlerde antibiyotiğin yanı sıra periton içine tPA enjekte edildi. Mikrobiyolojik ve immünolojik analizler için 24. saatte kan ve periton sıvısı, 72. saatte sadece periton sıvısı örneği alındı. Cerrahinin beşinci günü tüm sıçanlar öldürüldü ve peritoneal kavitedeki makroskopik bulgular (apse oluşumu, boyutu ve yerleşimi) kaydedildi.
BULGULAR: Ortalama periton içi apse sayısı kontrol grubunda en yüksek, üçüncü grupta (A+T) en düşük sayıda bulundu. Gruplar arasındaki sitokin seviyelerinde anlamlı farklılık bulunmadı.
TARTIŞMA: Bu deneysel peritonit modelinde, doku plazminojen aktivatörü uygulanmasının enflamatuvar cevabı fazla etkilemeden apse oluşumunu bir miktar azalttığı bulunmuştur.

KLINIK ÇALIŞMA
3. 
Alvarado skoru akut apandisitte ne kadar güvenilir?
How reliable is the Alvarado score in acute appendicitis?
Yücel Yüksel, Bülent Dinç, Deniz Yüksel, Selcan Enver Dinç, Ayhan Mesci
PMID: 24639309  doi: 10.5505/tjtes.2014.60569  Sayfalar 12 - 18
AMAÇ: Bu çalışmada, Alvarado skorunun (AS) akut apandisiti (AA) saptamadaki güvenilirliği ve farklı parametrelerden ne oranda etkilendiği araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Akut apandisit şüphesi olan 18-70 yaş arası 313 hasta çalışmaya alındı. Acil serviste AS’leri hesaplanan hastaların taburcu, izlem ve ameliyat bilgileri kayıt edildi. Hastalar AS ≤4, AS 5-7 ve AS 8-10 olmak üzere üç gruba ayrıldı. Farklı parametrelerde hastaların AA ve apendiks perforasyon oranlarına bakıldı.
BULGULAR: Hastaların (%55 kadın, %45 erkek) yaş ortalaması 30.8±10.8 idi. Ameliyat edilen 211 hastanın sırasıyla akut apendisit (apendiks perforasyon) oranları: AS ≤4; %56.5 (%7.7), AS 5-7; %75.9 (%10), AS 8-10; %89 (%27.8) olarak bulundu. Negatif apendektomi %19.4 saptandı. AS 5-7 arası erkeklerde skorlama daha güvenilir olmakla birlikte tüm gruplarda beden kütle indeksi (BKİ) arttıkça güvenilirlik azaldı.
TARTIŞMA: Alvarado skoru ≤4 olan hastalar izlenmeli, taburcu edilen hastalar akut apandisit olabilecekleri hakkında bilgilendirilmelidir. AS’nin apandisiti saptamadaki etkisi, yaş ve semptomların başlama süresinden etkilenmemektedir.

4. 
Nötrofil/lenfosit oranının akut apandisit tanısındaki belirleyiciliği
Neutrophil-to-lymphocyte ratio as a predictor of acute appendicitis
Şahin Kahramanca, Gülay Özgehan, Duray Şeker, Emre İsmail Gökce, Gaye Şeker, Gündüz Tunç, Tevfik Küçükpınar, Hülagü Kargıcı
PMID: 24639310  doi: 10.5505/tjtes.2014.20688  Sayfalar 19 - 22
AMAÇ: Akut apandisitin tanısı zor olabilmektedir. Bu retrospektif çalışmada, nötrofil/lenfosit oranının (NLR) akut apandisit tanısındaki ve komplike apandisit ile basit apandisit ayrımındaki belirleyiciliği araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Akut apandisit tanısı ile ameliyat edilmiş 1067 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Histopatolojik değerlendirmeye göre hastalar akut apandisit (G1) ve normal appendiks (G2) olarak iki ana gruba ayrıldı. Akut apandisit grubundaki hastalar ise yeniden basit apandisit ve komplike (perfore ve gangrene) olarak alt iki gruba ayrıldı.
BULGULAR: G1 grubunda 897, G2 grubunda 170 hasta vardı. G1a’da 753, G1b’de ise 144 hasta vardı. Akut apandisit tanısı konulmasında NLR için cut-off değeri 4.68 (p<0.001) olarak hesaplandı. Sensitivite %65.3, spesifite ise %54.7 idi. Komplike apandisit ayırımı için NLR cut-off değeri 5.74 olarak hesaplandı. Sensitivitesi %70.8, spesifitesi ise %48.5 idi.
TARTIŞMA: Akut apandisit tanısının konulmasında ve komplike apandisit ayrımında NLR klinik değerlendirmeye ek olarak faydalı bir parametredir.

5. 
Akut malign kalın bağırsak tıkanmalarında kolorektal stent uygulamasının rolü
The role of colorectal stent placement in the management of acute malignant obstruction
Hakan Yanar, Beyza Ozcinar, Fatih Yanar, Emre Sivrikoz, Orhan Agcaoglu, Nergiz Dagoglu, Kayihan Gunay, Recep Guloglu, Cemalettin Ertekin
PMID: 24639311  doi: 10.5505/tjtes.2014.39596  Sayfalar 23 - 27
AMAÇ: Son yıllarda akut malign kalın bağırsak tıkanmalarında gerek palyasyon gerek cerrahi öncesi dekompresyon amaçlı kolorektal stentlerin kullanımı artış göstermektedir. Bu çalışmada, kansere bağlı akut kolorektal tıkanmalarda endoskopik stent uygulamasının teknik ve klinik açıdan etkinliği, güvenilirliği ve klinik sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Mart 2006-Aralık 2012 tarihleri arasında acil cerrahi kliniğimizde akut malign kalın bağırsak tıkanması tanısıyla tedavi edilen 100 hastanın 42’sine stentleme uygulandı. Tüm hastalara kaplı olmayan genişleyen metal stentler endoskopik yöntemle fluoroskopi eşliğinde yerleştirildi. Hasta veritabanı kullanılarak yöntemin etkinliği ve komplikasyonlar geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Stentleme işlemi teknik açıdan 39/42 (%92.8), klinik açıdan 38/42 (%90.4) hastada başarıyla uygulandı. Bunlardan 16 hastaya elektif cerrahi rezeksiyon uygulandı, diğer 26 hastada metastatik tümör veya yandaş hastalıklar nedeniyle işlem palyatif olarak kabul edildi. On (%23.8) hastada komplikasyon gelişti, en sık tenesmus (n=3) izlendi. Stent migrasyonu, kanama ve rekto-sigmoid kolon perforasyonu ikişer hastada izlendi. Bir olguda gaita sıkışmasına bağlı stent tıkanması meydana geldi.
TARTIŞMA: Malignite kaynaklı akut kolorektal tıkanmalarda stentleme efektif ve göreceli olarak güvenli bir işlem olup, hafif dereceli komplikasyolara neden olur. Obstrüktif kolorektal kanser hastalarında elektif rezeksiyona olanak sağlamakta, ayrıca cerrahi tedaviye uygun olmayan olgularda palyasyon amaçlı kullanılabilmektedir.

6. 
Laparoskopik apendektomi sırasında apse oluşumunda mikroorganizmaların rolü
Role of dissemination of microorganisms during laparoscopic appendectomy in abscess formation
Melih Akın, Başak Erginel, Abdullah Yıldız, Banu Bayraktar, Fatih Yanar, Cetin Ali Karadag, Nihat Sever, Ali Ihsan Dokucu
PMID: 24639312  doi: 10.5505/tjtes.2014.40359  Sayfalar 28 - 32
AMAÇ: Bu çalışmada, laparoskopik apandektomi operasyonunun karıniçi enfeksiyon oluşumundaki rolü değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ağustos 2010-Eylül 2011 arasında laparoskopik apandektomi yapılan 48 çocuk hasta çalışmaya alındı. Çalışmamız tek merkezli ve prospektif olarak yapıldı. Her hastadan ameliyat sırasında apandektomi öncesi ve sonrası, aerob ve anaerob olmak üzere dörder adet kültür örneği alındı. Hastaların demografik bilgileri toplandı. Sonuçlar istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 10.9±3.3 idi, 29’u erkek, 19’u kızdı. Apendektomi öncesi alınan 48 aerob kültürün 18’inde üreme oldu (%38), E.coli en sık üreyen mikroorganizma idi. Apendektomi sonrası aerob kültürlerin 7’sinde (%15.9) üreme oldu, bakteri sayısı anlamlı olarak azalmıştı (p<0.05). Anaerobik kültürlerde ise 48 hastanın 12’sinde (25%) apandektomi öncesi, 4’ünde (8.3%) ise apendektomi sonrası üreme oldu. B. fragilis ensık izole edilen organizma idi. Azalma istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0.05).
TARTIŞMA: Bizim sonuçlarımız laparoskopik apendektominin karıniçi enfeksiyon riskini, özelikle de aneorop enfeksiyonların riskini artırmadığı yönünde idi.

7. 
Hem otogreft hem de allogreft 4: 1 oranında meşlendiğinde bile otohomogreftleme başarılı olabilir
Auto-/homografting can work well even if both autograft and allograft are meshed in 4: 1 ratio
İsmail Şahin, Doğan Alhan, Mustafa Nışancı, Fırat Özer, Muhitdin Eski, Selçuk Işık
PMID: 24639313  doi: 10.5505/tjtes.2014.49204  Sayfalar 33 - 38
AMAÇ: Vücut yüzey alanının %50’sinden fazlasının yandığı majör yanıklı hastalarda geniş yanık alanlarının tedavisinde deri grefti donör alanları yetersiz kalır ve bu hastalar genellikle genişçe meşlenmiş otogreftleme ve allogreftlemeye ihtiyaç duyarlar. 3: 1’in üzerindeki meşleme oranları kuvvetle az greft tutması, kötü veya gecikmiş epitelizasyon ve hipertrofik skar ile beraberlik gösterir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada otogreftler ve allogreftler 4: 1 oranında meşlendi. Deri greftlerini daha efektif kullanmayı ve greft alınmasına bağlı morbiditeyi azaltmayı amaçladık. Majör yanıklı 9 hasta bu yöntemle tedavi edildi. Greft kazanç oranları ve gerçek greft genişleme oranının beklenen genişleme oranına olan yüzdesi hesaplandı.
BULGULAR: Ortalama 16. günde ve toplam 10 oto-allogreftleme ameliyatı gerçekleştirildi. Greft tutma oranı %95 idi. Beş hasta yaşamaya devam ederken 4 hasta çalışma esnasında hayatını kaybetti. Yaşayan hastalarda ortalama toplam vücut yanık alan yüzdesi %58.8 iken ölen hastalarda bu oran %77.5 idi. Greft kazanç oranı %74.8 oldu. Gerçek greft genişleme oranı beklenenin %43.7’si olarak bulundu.
TARTIŞMA: Bu çalışmada, otogreftler ve allogreftler 4: 1 oranında meşlendiğinde, donör alan morbiditesinin azaltıldığı ve 8. günde başarılı epitelizasyonun sağlandığı gösterilmiştir.

8. 
Yüksek kinetik enerjili silahlarla yaralanmış ardışık 108 olguya ait ISS değerleri ile transfüzyon gereksinimleri arasındaki ilişki ve ileri merkez son mod mortalite analizi
The relationship between Injury Severity Scores and transfusion requirements of 108 consecutive cases injured with high kinetic energy weapons: a tertiary center end-mode mortality analysis
Mehmet ERYILMAZ, Onur Tezel, Hüseyin Taş, İbrahim Arzıman, Gökhan İbrahim Öğünç, Ümit Kaldırım, Murat Durusu, Orhan Kozak
PMID: 24639314  doi: 10.5505/tjtes.2014.90490  Sayfalar 39 - 44
AMAÇ: Çalışmamızda yüksek kinetik enerjili silahla yaralanmış olgulara ait ISS değerlerinin tıbbi müdahaleleri süresince gereksinim duyulan transfüzyon stratejileri ile ilişkisini ve son mod mortalite analizlerini gerçekleştirmeyi amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Olgulara ait tıbbi veriler çalışmaya dahil edildi. Olguların demografik özellikleri, yüksek kinetik enerjili silah türü, yaralanma şiddet skorları (Injury Severity Score, ISS), transfüzyon strateji seçenekleri, transfüzyon gereksinimi olan ve olmayan olguların ISS değerleri açısından anlamlı bir korelasyon olup olmadığı analiz edildi. Hospitalizasyon sürecinde mortalite ile sonuçlanan olgulara ait nedenler ait değerlendirildi.
BULGULAR: Yüz sekiz ardışık olgu çalışmaya dahil edildi. Yaş ortalaması 25 olan olguların biri dışında tamamı erkek idi. Olguların %64.8’inin uzun namlulu ateşli silahlar, %35.2’sinin patlayıcılar ile yaralandığı tespit edildi. Ortalama ISS değeri 13.9 saptandı. Transfüzyon uygulanan gruptaki olguların ISS değeri: 16 (median 5-48), uygulanmayan gruptaki olguların ISS değeri ise 9 (median 3-36) olarak saptandı. Hospitalizasyon sürecinde mortalite ile sonuçlanan üç olguya ait nedenler; SIRS, MODS ve sepsis açısından irdelendi.
SONUÇ: Yüksek kinetik enerjili silah yaralılarında ISS değeri yükseldikçe olguların transfüzyon gereksinimleri arasında korelasyon bulunduğu, patlayıcılarla yaralananlarda ise bu gereksinimin ISS değerinden bağımsız olduğu tespit edildi.

9. 
Çocuklarda karaciğer yaralanmasında yönetim ve tedavi
Management and treatment of liver injury in children
Serkan Arslan, Mahmut Güzel, Cüneyt Turan, Selim Doğanay, Ahmet Burak Doğan, Ali Aslan
PMID: 24639315  doi: 10.5505/tjtes.2014.58295  Sayfalar 45 - 50
AMAÇ: Karaciğer travması nedeniyle son 7 yılda kliniğimize başvuran çocuklarda travma tiplerini, eşlik eden solid organ yaralanmalarını, tedavilerini ve tedavi sonuçlarını değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimizde Ocak 2005-Ocak 2012 arasında künt karın travmalarına bağlı karaciğer yaralanması nedeniyle tedavi edilen 52 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların yaşları 1-17 (ortalama 8.3±5.4) yaş arasında olup 32’si (%61.6) erkek, 20’si (%38.4) kızdı. Hastalar en sık araç dışı trafik kazası (19, %37), yüksekten düşme (15, %29), araç içi trafik kazası (8, %15), bisiklet kazaları (8, %15) ve üzerine cisim düşme (2, %4) nedeniyle başvurdu. Hastaların 32’sinde (%61.5) izole karaciğer, 20’sinde (%38.5) eşlik eden diğer organ yaralanmaları vardı. Hastaların 6’sında kafa (%11.5), 4’ünde (%7.6) toraks, 4’ünde (% 7.6) ekstremite, 3’ünde (%5.7) çoklu yaralanma vardı. Karıniçi organlardan 8’inde böbrek (%15), 8’inde (%15) dalak, 2’sinde (%4) GİS, 2’sinde (%4) pankreas yaralanması vardı. Altı hasta (%11.5) Evre I, 14 hasta (%27) Evre II, 22 hasta (%42.5) Evre III, 9 hasta (%17) Evre IV, 1 hasta (%2) Evre V idi. Evre I ve II olan tüm hastalar konservatif tedavi yapılırken, cerrahi tedavi yapılan 1 hasta (%4.5) evre III, 5 hasta (%50) evre IV, 1 hasta (%100) ise Evre V idi. Bu çalışmada 52 hastanın 45’i (% 86.5) konservatif takip edilirken, vital bulguları stabil olmayan 6 hasta ameliyat edildi. Bir hasta ameliyat sırasında hayatını kaybetti (%1.9).
TARTIŞMA: Sonuç olarak, karaciğer travmalarında hemodinamik olarak stabil seyreden hastalarda konservatif tedavi tercih edilmelidir. Çocuklarda karaciğer travmalarının çoğu konservatif tedavi edilebilmektedir. Konservatif tedavi daha kısa hastanede kalış süresi, daha az transfüzyon ihtiyacı, morbiditenin ve mortalitenin daha düşük olması gibi avantajlara sahiptir.

10. 
İntraorbital tahta cisim yaralanmaları: Otuz iki olgunun klinik analizi, 10 yıllık deneyim
Intraorbital wooden foreign body: clinical analysis of 32 cases, a 10-year experience
Süleyman Taş, Hüsamettin Top
PMID: 24639316  doi: 10.5505/tjtes.2014.93876  Sayfalar 51 - 55
AMAÇ: Bu yazıda, intraorbital tahta cisim yaralanmalarının klinik özellikleri, tanı ve tedavi rejimlerini tanımlamak amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2002 ile 2012 yılları arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesine başvuran orbital yaralanmalar geriye dönük olarak incelendi. Tespit edilen 32 intraorbital tahta cisim yaralanması değerlendirildi.
BULGULAR: Otuz iki yaralanmanın, 16’sı ağaç kabuğu, 10 tanesi kalem, 5 tanesi çubuk, 1 tanesi ise çalıdan kaynaklanmaktaydı. Ameliyat öncesi görme keskinliği ameliyat sonrası genelikle arttı (%69). Yaralanma zamanı ile başvuru zamanlaması arasındaki süre, yabancı cisimin boyut ile kolere bulundu. Yaralanma lokalizasyonu, yaralanmanın etiyolojisi ile ilişkili olup, %28’i superior, %25’i medial, %22’si lateral, %16’sı inferior, %9’u ise posterior orbita yerleşimliydi. Bilgisayarlı tomografi olguların %72’sinde tanıda tek başına yeterli iken, kalan %28’inde muhtemel yabancı cisim kanısı verdi.
TARTIŞMA: İntraorbital tahta cisim yaralanmalarının tanısı, klinik ve radyolojik olarak fark edilmesi güç olduğundan zordur. Alınan anamnezde eğer bir şüphe varsa, optimal hasta yönetimi gerçekleştirilmelidir. Cerrahi öncesi, görüntüleme yöntemlerinden maksimum faydalanmalıdır. Dikkatli bir ameliyat öncesi değerlendirme ve görüntüleme, yüksek klinik şüphe, titiz cerrahi ve ameliyat sonrası bakım intraorbital tahta cisim yaralanmalarının anahtar noktalarıdır.

OLGU SUNUMU
11. 
Tekrarlayan brakiyal arter embolisinde hibrid yaklaşım: Embolektomi sonrası perkütan doku plazminojen aktivatörü uygulaması
Hybrid approach in patients with recurrent brachial artery embolism: adjunctive tissue plasminogen activator infusion following embolectomy
Mete Gürsoy, Veday Bakuy, Mehmet Atay, Jabir Gulmaliyev, Ahmet Akgül
PMID: 24639317  doi: 10.5505/tjtes.2014.73930  Sayfalar 56 - 58
Akut üst ekstremite iskemisi alt ekstremitenin vasküler hastalıklarına göre daha nadir olup tüm olguların %15-32’sini oluşturur. Embolektomi olguların büyük kısmında hızlı ve etkili tedavi sağlar. Tekrarlayan ve embolektomi ile reperfüzyon sağlanamayan olgularda prognoz kötü olup amputasyonla sonuçlanan olgular bildirilmiştir. Bu hasta grubunda embolektomi ile birlikte ya da sonrasında destekleyici tedaviler önem kazanmaktadır. Bu yazıda küçük hücreli akciğer kanseri hastasında embolektomi sonrası altı kez tekrarlayan brakiyal arter embolisine bağlı kritik üst ekstremite iskemisinde kurtarıcı teknik olarak yavaş perkütan intraarterial doku plazminojen aktivatörü uygulamamızı sunuyoruz.

12. 
Deve ısırığının neden olduğu ana karotis arter yaralanması: Olgu sunumu ve literatürün sistematik biçimde gözden geçirilmesi
Common carotid artery injury caused by a camel bite: case report and systematic review of the literature
Fikri M Abu zidan, Saleh Abdel Kader, Radwan El Husseini
PMID: 24639318  doi: 10.5505/tjtes.2014.69822  Sayfalar 59 - 62
Yirmi beş yaşında bir erkek saldırgan bir deve tarafından boynundan ısırılmış ve boynunda üç küçük delici yara oluşmuştur. Sol karotis nabzı zayıf hissediliyordu. Anjiyografi sol ana karotis arterin distal segmentinde düzensiz kesiler olduğunu gösterdi. Boynun eksplorasyonu bu bulguları doğruladı. Otojen safen ven greft interpozisyonu başarıyla uygulandı. Hasta evine iyi durumda gönderildi. Bu konuya ilişkin literatürü sistematik biçimde gözden geçirdik ve yalnızca dört adet benzer olgu raporuna rastladık. Deve ısırığı yaraları küçük boyutlarda olmalarına rağmen derine penetre olabilerek ana damarlar dahil boyun oluşumlarında ciddi yaralanmalara neden olabilirler. Azgınlık dönemlerinde erkek develere yaklaşırken dikkatli olunmalıdır.

13. 
Morel-Lavallee lezyonu: Seyrek görülen, yaygın, yumuşak dokunun eldiven soyulması gibi yaralanması
Morel-Lavallee lesion: case report of a rare extensive degloving soft tissue injury
Krishna Mohan Gummalla, Mathew George, Rupak Dutta
PMID: 24639319  doi: 10.5505/tjtes.2014.88403  Sayfalar 63 - 65
Morel-Lavallee sendromu (MLS) deri altı dokunun alttaki fasyadan yırtılarak eldiven parmağı gibi (kapalı tip) soyulduğu, ardında hematom ve sıvılaşmış yağla dolu bir kavitenin kaldığı önemli bir posttravmatik yumuşak doku yaralanmasıdır. Genellikle büyük trokanter üzerinde meydana gelmesine rağmen, böğürde, kaba etlerde ve lumbodorsal bölgede de oluşabilmektedir. MLS, nadiren rapor edilen bir olgudur. Erken tanı konservatif tedaviye yol açabildiği ve gecikince cerrahi eksplorasyon gerektiği için travma cerrahları ve radyologlar bu olgunun farkında olmalıdır. Bu yazıda, genç bir erişkinde sol hipokondriyum ve uyluğu ilgilendiren yaygın bir Morel-Lavelle lezyonunu sunuldu, MRG bulguları tartışıldı ve yine MLS’nin ayırıcı tanıları ve tedavi seçeneklerini tanımlandı.

14. 
Travmatik total kafa derisi avülsiyonunun mikrocerrahi replantasyonla acil tedavisi
Emergency management of traumatic total scalp avulsion with microsurgical replantation
Zhaohua Jiang, Shengli Li, Weigang Cao
PMID: 24639320  doi: 10.5505/tjtes.2014.68253  Sayfalar 66 - 70
Total kafa derisi avulsiyonu seyrek görülen, sıklıkla saçlı deride defektlere yol açan, hatta yaşamı tehdit edici olabilen ciddi bir yaralanmadır. Kafa derisi avulsiyonunda mikrocerrahiyle saçlı derinin replantasyonu ilk tedavi seçeneğidir. Bu yazıda, total kafa derisi avulsiyonu olan iki olguda mikrocerrahi replantasyon tekniğini anlattık. Avulsiyona uğramış kafa derisi saçlı kafa derisi, alın, göz kapağı, kulak ve yüzün bir bölümünü içermekteydi. Acil serviste ilk tedavi hızlı bir fiziksel inceleme sonrası erkenden hemorajik şoku düzeltmek için kan transfüzyonu, intravenöz rehidrasyon ile yaranın tamponla bastırılmasından ibarettir. Replantasyondan önce ameliyat öncesi dönemde, eşlik eden yaşamı tehdit edici yaralanmaları ekarte etmek için tam bir travma araştırması yapılmalıdır. İki olguda tam olarak avülsiyona uğramış dokular ve organlar morfoloji ve fonksiyonlarına kavuşmuştur. Başarılı replantasyonlar diğer prosedürlere göre en iyi estetik ve fonksiyonel sonuçları sağlayabilmektedir. Avulsiyone kafa derisinin başarılı onarımında mikrocerrahi tekniğe ilaveten acil serviste ameliyat öncesi değerlendirme ve hazırlığın önemli olduğu düşünülür.

15. 
Transvers sakrum kırıkları ve eşlik eden geç tanı almış kauda ekina sendromu
Transverse sacral fractures and concomitant late-diagnosed cauda equina syndrome
Senol Bekmez, Gokhan Demirkiran, Omur Caglar, Ibrahim Akel, Emre Acaroglu
PMID: 24639321  doi: 10.5505/tjtes.2014.21208  Sayfalar 71 - 74
Yüksek transvers sakrum kırıkları genç hastalarda yüksek enerjili travma sonrası meydana gelmektedir. Sakrumun radyografik değerlendirmesinde ve sakral düzeydeki nörolojik defisitlerin politravmalı hastalarda değerlendirmesindeki zorluklar nedeniyle bu yaralanmalar gözden kaçabilmektedir. Bu yazıda, üç olgudan oluşan, kauda ekina sendromu tanısı çeşitli nedenlerle geç konulan (en az 48 saat), yüksek enerjili ve kanala bası yapan transvers sakrum kırıklarında cerrahi tedavi sonuçları değerlendirildi. Hastalara sakral laminektomi ve dekompresyon uygulanarak iki taraflı lumbopelvik fiksasyon uygulandı. Her ne kadar kauda ekina sendromu tanısı geç konulsa da, cerrahi dekompresyon ve lumbopelvik fiksasyonun nörolojik fonksiyonlar ve ağrıda düzelme, erken desteksiz mobilizasyon üzerindeki olumlu etkilerini gözlemledik.

16. 
Çocuklarda izole tubal torsiyon: Olgu sunumu ve literatür değerlendirilmesi
Isolated salpingeal torsion in children: a case series and review of the literature
Volkan Sarper Erikci, Münevver Hoşgör
PMID: 24639322  doi: 10.5505/tjtes.2014.26918  Sayfalar 75 - 78
İzole tubal torsiyonlu (İTT) pediatrik ve adölesan popülasyondaki hikaye, klinik yansıma, fiziksel inceleme, laboratuvar bulgularının değerlendirilmesi ve belirlenmesi ile bu olguların cerrahi yönetiminin gözden geçirilmesi için çalışma gerçekleştirildi. Hastanemizde Ocak 2000 ile Aralık 2012 tarihleri arasında İTT tanısı ile tedavi edilen tüm olgular geriye dönük olarak incelendi. İTT tanısı fiziksel inceleme, ultrasonografi (USG), renkli Doppler USG ve bilgisayarlı tomografiyi (BT) de içeren radyolojik çalışmalara dayanılarak konuldu ve cerrahi girişim ile doğrulandı. Çalışma döneminde İTT’li üç olgu bulunmaktadır. Olguların ikisi adölesan biri ise yenidoğan dönemindeydi. İki olguda sol taraflı İTT vardı. Yenidoğan olguda prenatal abdominopelvik kitle tanısı vardı. İTT’li diğer iki olgu semptomların başlamasından üç gün sonra başvurdu. Bu çalışmadaki tüm olgular salpenjektomi ile tedavi edildi. İzole tubal torsiyon ameliyat öncesi olarak nadiren tanınır ve en sıklıkla salpenjektomi ile tedavi edilir. Bu nadir durumun daha iyi tanınması tedavide ilerlemelere yardımcı olabilir. Adneksiyal torsiyonlardaki over koruyucu yaklaşım gibi, daha erken tanı ve mümkünse tubanın korunmasını da içeren çabuk cerrah girişim ile bu olguların ileriki dönem üreme potansiyelleri artırabilir.