DIĞER | |
1. | Ön Sayfalar Front Matters Sayfalar I - IV |
KLINIK ÇALIŞMA | |
2. | Akalazya tedavisinde laparoskopik Heller miyotomi ve endoskopik balon dilatasyonunun karşılaştırılması: Yaşam kalitesi ve hasta memnuniyeti üzerine etkileri Comparison of laparoscopic Heller myotomy and endoscopic balloon dilation in the treatment of achalasia: Effects on quality of life and patient satisfaction Suleyman Atalay, Adem AkçakayaPMID: 39498706 doi: 10.14744/tjtes.2024.27030 Sayfalar 775 - 779 AMAÇ: Akalazya, özofagusun nadir görülen bir nörodejeneratif hastalığıdır. Özofagus peristaltizminin bozulmasına ve alt özofagus sfinkterinin (LES) gevşeyememesine neden olur. Sonuç olarak da disfaji, regürjitasyon, göğüs ağrısı ve kilo kaybı gibi semptomlara yol açar. Tedavi seçenekleri arasında Laparoskopik Heller Miyotomi (LHM), Endoskopik Balon Dilatasyonu (EBD) ve son zamanlarda kullanım sıklığı artan Peroral Endoskopik Miyotomi (POEM) yaygın olarak kullanılan yöntemlerdir. Bu çalışmanın amacı, akalazya tedavisinde LHM ve EBD’nin etkinliğini ve klinik uzun dönem sonuçlarını karşılaştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bezmialem Vakıf Üniversitesi Hastanesi hasta kayıtları incelenerek akalazya tanısı konulan ve LHM ve EBD uygulanan 36 hasta çalışmaya alındı. Hastalar preoperatif dönem değerlendirmesi olarak "İşlem Öncesi Eckardt Skoru (Pre-ES)", postoperatif dönem değerlendirmesi olarak "İşlem Sonrası Eckardt Skoru (Post-ES)", Akalazya Spesifik Yaşam Kalitesi (ASQL) anketi ve Hasta Memnuniyeti Skorlaması (HMS) ile değerlendirildi. BULGULAR: LHM uygulanan 19 hastanın yaş ortalaması 49.37±10.48 idi. EBD uygulanan 17 hastanın yaş ortalaması 59.24±14.39 idi. Perioperatif komplikasyon olarak LHM uygulanan grupta 1 hastada özofagus mukozasında perforasyon, EBD uygulanan grupta 3 hastada kanama (%17.64) ve 1 hastada özofagus perforasyonu (%5.88) görüldü. Ortalama 90 aylık takipte, LHM uygulanan grupta 2 hastada (%10.53) ve EBD uygulanan grupta 8 (%47) hastada gastroözofageal reflü geliştiği görüldü. Her iki grupta Pre-ES benzerdi. Post-ES, LHD uygulanan grupta EBD uygulanan gruba göre anlamlı bir şekilde azaldığı sonucuna ulaşılmıştır. LHM ve EBD grupları arasında ASQL sonuçları ve HMS incelendiğinde, LHM’ nin hastaların yaşam kalitelerini arttırmada ve hasta memnuniyeti sağlamada EBD’ye göre daha etkili olduğu sonucuna varılmıştır (p=0.001). SONUÇ: Bu bulgular ışığında, komplikasyon riskinin düşük olması, yaşam kalitesini artırması ve memnuniyet düzeyin yüksek olması göz önünde bulundurulduğunda LHM, EBD’ye göre daha güvenli ve öncelikli tercih edilmesi gereken bir girişim olduğu sonucuna ulaşılmıştır. |
3. | Akut apandisit hastalarında nöroendokrin tümörlerin tanısında zorluklar ve prediktif radyolojik bulgular Challenges and predictive radiological findings in the diagnosis of neuroendocrine tumors in patients with acute appendicitis Osman Şimşek, Sabri Şirolu, Yağmur Özkan Irmak, Rauf Hamid, Sefa Ergun, Nuray Kepil, Onur TutarPMID: 39498711 doi: 10.14744/tjtes.2024.70392 Sayfalar 780 - 785 AMAÇ: Akut apandisit, en yaygın cerrahi acillerden biridir. Antibiyotiklerle tedavi stratejileri önem kazandıkça, apandisit nedeni olarak veya tesadüfi bir bulgu olarak apendiks tümörü olasılığı, konservatif yaklaşım için bir engel teşkil etmektedir. Apendiks tümörleri içinde en sık görülen ancak küçük boyutu nedeniyle preoperatif tanısı en zor konan tip olan nöroendokrin tümörler bu konuda özellikle zorluk oluşturmaktadır. Bu çalışma, görüntüleme ve klinik özellikleri analiz ederek akut apandisit nedeniyle ameliyat edilen hastalarda nöroendokrin tümörler için öngörücü faktörleri belirlemeyi, böylece preoperatif tanı doğruluğunu artırmayı ve cerrahi müdahaleleri yönlendirmeyi amaçlamaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu retrospektif gözlemsel çalışma, Ocak 2014 ile Mayıs 2024 arasında apendektomi yapılan 1298 hastayı içermektedir. Normal patoloji sonuçları olan 59 hasta, değişken patolojilere sahip 40 hasta ve erişilemeyen BT görüntüleri olan 49 hasta dışlandıktan sonra, 1150 hasta kaldı (1135 akut apandisit ve 15 nöroendokrin tümör). Abdominal BT taramaları, apendiks çapı, duvar kalınlığı, çekum duvar kalınlığı, peria-pendiküler yoğunluk artışı ve effüzyon, lenfadenopati, lümen içi ve serbest periapendiküler hava, mukozal kontrastlanma artışı, apendikolit varlığı, mural kalsifikasyon ve mural nodüller açısından değerlendirildi. BULGULAR: Lümene protrüde olan mural nodül varlığı, nöroendokrin tümörlü hastalarda akut apandisitli hastalara kıyasla anlamlı derecede daha yüksekti. Bu durum, %53.3 duyarlılık, %95.8 özgüllük, %31.9 pozitif öngörü değeri (PPV), %99.4 negatif öngörü değeri (NPV) ve %97.9 doğruluk ile ölçüldü. Lümen içi hava da nöroendokrin tümörlü hastalarda daha sık görüldü ve %53.3 duyarlılık, %76.7 özgüllük, %2.9 PPV, %99.2 NPV ve %76.4 doğruluk ile değerlendirildi. Diğer görüntüleme parametreleri iki grup arasında anlamlı fark göstermedi. SONUÇ: Bu çalışma, akut apandisitli hastalarda nöroendokrin tümörlerin öngörücüleri olarak mural nodüller ve lümen içi havanın önemli belirteçler olduğunu belirlemektedir. Bu bulguların tanı protokollerine dahil edilmesi, nöroendokrin tümörlerin preoperatif tanısını destekleyebilir ve daha uygun cerrahi müdahalelere olanak tanıyabilir. Gelecek araştırmalar, bu bulguları prospektif çalışmalarla doğrulamalı ve apendiks tümörlerinin tespiti için ileri görüntüleme tekniklerini keşfetmelidir, bu da nihayetinde hasta sonuçlarını iyileştirecek ve gözden kaçan maligniteleri azaltacaktır. |
4. | Akut apandisit tanısında bilgisayarlı tomografi ve klinik sonuçlar: Periapendiküler yağ dokusunun önemi Computed tomography and clinical outcomes in the diagnosis of acute appendicitis: Significance of periappendiceal fat tissue Mehmet Eşref Ulutaş, Abdullah Enes Ataş, Abdullah Sami Maden, İsmail Hasırcı, Abdullah Hilmi YılmazPMID: 39498709 doi: 10.14744/tjtes.2024.33971 Sayfalar 786 - 794 AMAÇ: Bu çalışma, akut apandisit (AA) tanısında bilgisayarlı tomografide (BT) periapendiküler yağ dokusu değişikliklerinin tanısal önemini aydınlatmayı amaçladı. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya 1 Ocak 2020 ile 31 Aralık 2020 tarihleri arasında BT ile AA tanısı konularak ameliyat edilen hastalar alındı. Hastalar BT'ye göre 3 sınıfa ayrıldı. Grade 1'de periapendiküler doku hipoekoik yani normaldir. Grade 2'de periapendiküler doku hafif hiperekoiktir ancak bu periapendiküler alanla sınırlıdır. Grade 3'te sadece periapendiküler dokuda değil aynı zamanda çevre organlara ve derin dokulara da uzanan yoğun hiperekoik alanlar mevcuttur. Gruplar klinik, laboratuvar ve patolojik sonuçlar açısından karşılaştırıldı. BULGULAR: Çalışmaya 131'i erkek, 64'ü kadın olmak üzere toplam 195 hasta dahil edildi. Grade ile apendiks çapı, apendiks duvar kalınlığı, lenfadenopati varlığı ve semptomların başlangıç süresi arasında korelasyon olduğu belirlendi (p<0.001). Apandikolit, serbest hava ve karın içi apseler grade III hastalarda grade I ve II hastalara göre daha sık görüldü (p=0.002, p<0.001). Ameliyat süresi ve hastanede kalış süresi grade III hastalarda en yüksekti (p<0.001). Patoloji sonucu normal apendiks olan hastaların oranı grade I'de grade II'ye göre anlamlı derecede yüksekti (p=0.03). SONUÇ: Tanının kesin olmadığı durumlarda BT'de periapendiküler dokuda gözlenen hiperekojenite AA tanısını güçlendirmektedir. Ayrıca periapendiküler dokuda ekojenite arttıkça AA vakaları giderek daha komplike hale gelir. |
5. | Laparoskopik apendektomide güdük kapatmada üç farklı yöntemin karşılaştırılması: Endoloop, hem-o-lok klip ve endostapler Comparison of three different methods for stump closure in laparoscopic appendectomy: Endoloop, Hem-o-lok clip, and endostapler Sefa Ergun, Pırıltı Ozcan, Fatma Ipek Gunaydin, Egemen Ozdemir, Selen Soylu Yalıman, Yasemin Pekmezci, Engin Hatipoglu, Ahmet Bas, Osman Simsek, Salih PekmezciPMID: 39498714 doi: 10.14744/tjtes.2024.76353 Sayfalar 795 - 801 AMAÇ: Akut apandisit, karın ağrısına neden olan ve popülasyonun yaklaşık %7-8'ini yaşamları boyunca etkileyen yaygın bir genel cerrahi acilidir. Laparoskopik apendektomi sırasında apendiks güdüğünün kapatılması, postoperatif fistül, peritonit ve sepsis gibi hayatı tehdit eden ciddi komplikasyonlardan kaçınmak için ameliyatın en kritik adımlarından biridir. Apendiks güdüğünün kapatılması için seçilen malzeme etkili, güvenli ve ekonomik olmalıdır. Güdük kapatmaya yönelik kesin bir teknik üzerinde hâlâ bir fikir birliği yoktur. Bu çalışmada apendiks güdük kapatmada kullanılan bu üç yöntemin avantajlarını ve güvenilirliğini karşılaştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı'nda Ocak 2022 ile Nisan 2024 tarihleri arasında akut apandisit nedeniyle laparoskopik apendektomi yapılan olgular, hastanenin veri sistemi kullanılarak retrospektif olarak analiz edildi. Hastaların demografik verileri, laboratuvar değerleri, patoloji raporları, ameliyat notları, hastanede kalış süreleri, ameliyat süreleri, toplam hastanede kalış süresi içindeki maliyetleri, ameliyat sonrası 30 gün içinde ameliyata bağlı komplikasyonlar ve bu komplikasyonların yönetimi incelendi. BULGULAR: Araştırmaya 83'ü (%55.33) erkek, 67'si (%44.67) kadın olmak üzere toplam 150 kişi alındı. Katılımcıların yaş ortalaması 38.45±14.48 yıldı. Kullanılan malzemelerin dağılımı incelendiğinde 82 (%54.67) olguda Endoloop, 30 (%20.00) olguda hem-o-lok klip, 38 (%25.33) olguda endostapler kullanıldı. Vakaların 144'ünde (%96) Clavien-Dindo (CD) komplikasyonu görülmezken, 6 (%4) vakada komplikasyon görüldü. Bu 6 komplikasyon arasında 2 karın içi apse (CD Derece 3), 2 yara enfeksiyonu (CD Derece 1), 1 kanama (CD Derece 2) ve 1 pulmoner emboli (CD Derece 4) yer almaktadır. SONUÇ: Laparoskopik apendektomi sırasında endoloop, polimerik klipler ve endostapler kullanımı apendektomi için güvenli ve etkilidir. Her üç yöntem de intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlarda artış olmadan başarıyla uygulanabilmektedir. Tedavi maliyetlerindeki artış nedeniyle endostapler kullanımı, apendiks güdüğünün endoloop veya hem-o-lok klip ile kapatılmasının sağlanamadığı durumlarda tercih edilmelidir. |
6. | Çocuklarda sekonder pnömomediastinumun değerlendirilmesi: Bir çocuk cerrahisi kliniğinin deneyimi The evaluation of secondary pneumomediastinum in children: the experience of a pediatric surgery clinic Mehmet Emin Boleken, Osman Hakan kocaman, Abit Demir, Tansel Günendi, Mehmet Çakmak, Osman Dere, Mustafa Erman DörterlerPMID: 39498704 doi: 10.14744/tjtes.2024.82686 Sayfalar 802 - 807 AMAÇ: Mediastinal amfizem olarak da tanımlanan pnömomediastinum, mediastende hava varlığı için kullanılan terimdir. Çocuklarda başta travma olmak üzere farklı etiyolojilere bağlı olarak ortaya çıkabilen ve altta yatan bir yaralanma olmadan da görülebilen nadir bir durumdur. Kliniğimizde tedavi gören çocuklarda sekonder pnömomediastinumun nedenlerini ve tedavi yaklaşımını inceledik. GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimizde 2011-2023 yılları arasında pnömomediastinum tanısı alan 18 yaş altı 26 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Pnömomediastinum tanısı alan hastaların dosyaları değerlendirilerek hastanın öyküsü, fiziksel özellikleri, semptom ve muayene bulguları, görüntüleme çalışmaları, hastanede kalış süresi, tedavi şekli ve komplikasyonlara ilişkin klinik veriler araştırıldı. İleri görüntüleme yöntemleri, bronkoskopi ve cerrahi müdahaleye ihtiyacı belirlendi. BULGULAR: Pnömomediastinum nedeni; hastaların 3'ünde çoklu vücut travması, 4'ünde künt toraks travması, 2'sinde servikal bölgeye künt travma, 3'ünde Crush sendromu, 3'ünde toraks ve servikal bölgeye penetran travma, 1'inde boyundan ası, 1'inde suda boğulma, 1'inde doğum travması, 6'sında yabancı cisim aspirasyonu 1'inde trakeal polip ve 1'inde ise iyatrojenik idi. Yabancı cisim aspirasyonu gelişen hastalar dışında tüm hastalara bilgisayarlı tomografi çekildi, 6 hastaya bronkoskopi yapıldı, 2 hastada trakeal laserasyon tespit edildi. Yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle bronkoskopi yapılan 2 hastada trakeal laserasyon tespit edildi. Yirmi üç hasta konservatif olarak takip edildi ve 6 hasta kaybedildi. Hastalar komplike ve komplikasyonsuz olarak ikiye ayrıldı. Komplike hastaların yoğun bakım ve servis kalış sürelerinin daha uzun olduğu görüldü (p<0.05). Ancak komplike ve komplike olmayan hastalar arasında pnömodiastinumun kaybolma süresinde fark saptanmadı (p>0.05). SONUÇ: Pnömomediastinum kendi kendini sınırlayan bir patoloji olmasına rağmen, pnömomediastinum ve solunum sıkıntısı olan hastalarda özofagus ve trakeal yaralanma şüphesini uyandırmalı ve ileri tetkikler yapılmalıdır. Etiyolojiler çok farklı olduğundan her hasta için ayrı değerlendirme yapılması gerekmektedir. Çoğu hastada pnömodiastinum kendi kendine geriler. Ancak komplike hastalarda hastaların eşlik eden hastalıklar ve yaralanmalar açısından dikkatle değerlendirilmesi gerekir. |
7. | Pediatrik spinal deformite cerrahisinde, farklı anestezi protokollerinde ayak bileği klonus testinin nöral trakt bütünlüğünü izlemedeki güvenilirliği Reliability of ankle clonus evaluation for monitoring neural-tract integrity in pediatric spinal deformity surgery under different anesthetics protocols Nusret Ök, Mehmet Yucens, Seda Kıter, Rıza Hakan Erbay, Yetkin Söyüncü, Ilker Kiraz, Esat KiterPMID: 39498710 doi: 10.14744/tjtes.2024.05663 Sayfalar 808 - 812 AMAÇ: Ayak bileği klonus testi, nörolojik muayenede patolojik bir bulgu olmasına rağmen, anestezi uyanışı sırasında nörolojik olarak sağlam kişilerde geçici olarak ortaya çıkabilir. Pediatrik spinal deformite cerrahisinde bu testin nöral traktın bütünlüğünü gösteren bir işaret olduğunu gösteren yayınlar bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, pediatrik spinal deformite hastalarında farklı anestezi protokollerinde klonus testinin tutarlılığını araştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Adölesan idiopatik skolyoz veya Scheuermann kifoz tanısıyla ameliyat edilen toplam 39 hasta prospektif olarak çalışmaya alındı. Hastalar, anestezi protokolüne göre üç gruba ayrıldı. Grup I ve Grup II'de farklı anestezik ajanlar (pentotal ve propofol) kullanıldı, Grup III'te ise total intravenöz anestezi uygulandı. Tüm hastalar pediküler vidalama ile standart posterior yaklaşımla opere edildi. Hastanın anesteziden uyanması sırasında klonus varlığı kaydedildi. BULGULAR: Grup I'de 10 (%76.9) hastada bilateral ayak bileği klonusu görüldü, Grup II'de 6 (%46.1) hastada, Grup III'te ise 7 (%53.8) hastada ayak bileği klonusu saptandı. Tüm gruplarda toplam 16 (%41) hastada klonus gözlenmedi. Cerrahi süre, enstrümantasyon düzeyi ve kan kaybı gibi değişkenlerle klonus arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Postoperatif dönemde hiçbir hastada nörolojik defisit saptanmadı. SONUÇ: Bu çalışma ayak bileği klonus testinin, omurga cerrahisi sırasında gelişebilecek nörolojik defisiti izlemek için istatistiksel olarak güvenilir bir yöntem olmadığını göstermiştir. Bu tür miyoklonik kontraksiyonların nasıl ortaya çıktığı veya yolaklarının nasıl inhibe veya aktive olduğu tam olarak bilinmemektedir. |
8. | Degeneratif skolyoz ve spinopelvik parametrelerin kalça hemiartroplastisi dislokasyonu üzerindeki etkisi The effect of degenerative scoliosis and spinopelvic parameters on dislocation of hip hemiarthroplasty Sevan Sıvacıoğlu, Mustafa Caglar Kır, Ali Çağrı Tekin, Mehmet Selçuk Saygılı, Mehmet Kurşad Bayraktar, Ali Kafadar, Gülay Kır, Hülya Kurtul Yıldız, Esra Akdas Tekin, Sertac TatarPMID: 39498712 doi: 10.14744/tjtes.2024.83696 Sayfalar 813 - 820 AMAÇ: Dejeneratif omurga pelvik parametreleri ve kalça hareketliliğini etkileyebilir. Bu çalışmanın amacı, dejeneratif skolyoz ve spinopelvik parametrelerin kalça hemiartroplasti çıkığı üzerindeki etkilerini değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Yirmi yıllık dönemde intrakapsüler kalça kırığı nedeniyle hemiartroplasti geçiren hastalar retrospektif olarak tarandı. Demografik veriler, çıkık ve dejeneratif skolyoz (DS) durumu, hemiartroplasti tipi, kalça eklemine cerrahi yaklaşım tipi, femoral baş boyutu, çimento kullanımı, Amerikan Anestezi Cemiyeti (ASA) skoru, vücut kitle indeksi (VKİ) ve hastane mortalitesi değerlendirildi. Cobb açısı (CA), pelvik insidans (PI), sakral eğim (SS), pelvik eğim (PT), lomber lordoz (LL) ve torasik kifoz (TK) açıları da radyolojik olarak değerlendirildi. BULGULAR: Ortalama yaşı 79.07 (±8.21) olan 284 hasta değerlendirildi. Hemiartroplasti çıkık sıklığı %13 idi (n=37). Dejeneratif skolyoz vakaların %25.4'ünde tespit edildi. Çıkık oranı dejeneratif skolyozlu hastalarda anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.001). İleri yaş, yüksek vücut kitle indeksi ve ASA skoru, unipolar ve çimentosuz hemiartriplasti, düşük femoral baş boyutu ve kalçaya posterior yaklaşımın çıkık sıklığını arttırdığı görüldü (sırasıyla, p=0.004, p=0.001, p=0.03, p=0.001, p=0.001, p=0.026). Ortalama pelvik insidans, sakral eğim, pelvik eğim, lomber lordoz ve torasik kifoz açıları çıkık ve dejeneratif skolyozu olan hastalarda anlamlı olarak düşüktü (çıkık: sırasıyla, p=0.001, p=0.001, p=0.001, p=0.003, p=0.048; dejeneratif skolyoz: sırasıyla, p=0.001, p=0.001, p=0.001, p=0.001, p=0.001). SONUÇ: Dejeneratif skolyoz varlığı ve düşük pelvik insidans, sakral eğim, pelvik tilt, torasik kifoz ve lomber lordoz açıları hemiartroplasti çıkık sıklığını artırmaktadır. Yine, kalçaya posterior yaklaşım ve düşük femoral baş boyutu çıkık riskini artırabilir. |
9. | Song tip 4-5 pediatrik lateral kondil kırıklarında açık redüksiyon ve internal fiksasyon ile kapalı redüksiyon ve perkütan pinleme sonuçlarının karşılaştırılması Comparison of outcomes of open reduction and internal fixation versus closed reduction and percutaneous pinning in Song type 4-5 pediatric lateral condyle fractures Muhammed Enes Karatas, Furkan Başak, Ali Şişman, Suat Batar, Serdar Kamil ÇepniPMID: 39498703 doi: 10.14744/tjtes.2024.04561 Sayfalar 821 - 827 AMAÇ: Lateral kondil kırıkları özellikle 6-10 yaş arası çocuklarda suprakondiler kırıklardan sonra en sık görülen dirsek çevresi kırıklardır. Bu kırıkların tedavisinde açık ya da kapalı redüksiyonla tespit yapılabilmektedir. Hangi kırık tipinin nasıl tedavi edileceği henüz tam olarak netlik kazanmamıştır. Ortopedik cerrahlar tarafından Song sınıflaması son yıllarda bu kırıklar için daha sık kullanılmaya başlanmıştır. Literatürü incelediğimizde 2 mm ve üzeri deplasmanı olan LKK'lerde KRPP ve ARİF'i karşılaştıran az sayıda çalışma olduğunu görüyoruz.Buradan yola çıkarak kliniğimizde açık veya kapalı redüksiyon yöntemleriyle ameliyat edilen Song evre 4,5 kırıklarını radyolojik ve klinik açıdan karşılaştırdık. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya 2011-2016 yılları arasında Song tip 4,5 lateral kondil kırığı nedeniyle kliniğimiz tarafından ameliyat edilen hastalar dahil edildi. Etik kurul onayı alındıktan sonra hastaların tıbbi kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi (ID: 00171379117). Hastanemizde 2011-2016 yılları arasında 213 hasta LKK nedeniyle ameliyat edilmiş, 24 hasta takip dışı bırakılmış ve 78 hasta diğer Song tiplerine sahip hastalardan oluşmuştur. Çalışmamız 111 hasta üzerinde değerlendirildi ve hastalar 2 gruba ayrıldı: KRPP ve ARİF grubu. BULGULAR: Çalışmaya toplam 111 hasta alındı, 52 hastaya KRPP ve 59 hastaya ARİF uygulandı. Gruplar arasında yaş, cinsiyet, taraf, travma mekanizması ve takip süresi açısından fark yoktu (sırasıyla, p=0.962, p=0.198, p=0.706, p=0.526, p=1.000, p=0.708). Hastaların deplasman miktarları arasında anlamlı bir fark yoktu (p=0.233). Ameliyat sonrası radyolojik karşılaştırmada, KRPP uygulanan 12 hastada (%23) ve ARİF uygulanan 28 hastada (%47.5) lateral spur gözlendi. Hardacre kriterleri KRPP uygulanan hastaların 46'sında (%88.4) ve ARİF uygulanan hastaların 50'sinde (%84.7) mükemmel olarak değerlendirildi. Her iki grup arasında anlamlı bir sonuç bulunmadı (p=0.769). Gruplar arasında komplikasyon açısından fark yoktu (p=1.000). SONUÇ: Çalışma bize deplasmanı 2 mm ve üzerinde olan çocuk hastalarda açık ya da kapalı redüksiyon yapılmasının orta ve uzun dönemde pek fark olmadığını sunmaktadır. Literatürde bu konuda çok fazla çalışma bulunmaması nedeniyle sonuçlarımızın tedaviyi yönlendirmede etkili olacağı kanaatindeyiz. |
10. | Yaşlılarda distal radius kırıklarının konservatif tedavisinde iki immobilizasyon yönteminin radyolojik karşılaştırılması: Tekli şeker maşası ateli ile uzun kol alçısının etkinliği benzerdir Radiological comparison of two immobilization methods in the non-surgical treatment of distal radius fractures in the elderly: Single sugar-tong splint shows similar efficacy to long-arm cast Ali Engin Daştan, Arman Vahabi, Kadir Yağmuroğlu, Yusuf Kerem Limon, Aytek Hüseyin Çeliksöz, Okan Tezgel, Levent Kucuk, Erhan Coskunol, Kemal AktugluPMID: 39498713 doi: 10.14744/tjtes.2024.87426 Sayfalar 828 - 834 AMAÇ: Bu çalışmada geriatrik popülasyonda distal radius kırıklarının cerrahiolmayan tedavisinde uzun kol alçısı (UKA) ve tekli şeker maşası atelinin (TŞMA) etkinliğini karşılaştırmak amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Acil servis (AS) ortopedi ve travmatoloji bölümünde konsülte edilen hastalar, beş yıllık bir süre boyunca üçüncü basamak bir üniversite hastanesinin elektronik arşivleri kullanılarak incelendi. Çalışmaya, redüksiyon gerektiren, başarılı kapalı redüksiyon geçiren ve en az altı hafta röntgen takibi olan 65 yaş ve üzeri distal radius kırığı olan hastalar dahil edildi. Hastalar immobilizasyon yöntemine göre iki gruba ayrıldı: TŞMA grubu (n=88) ve UKA grubu (n=31). Hastaların AS'de redüksiyondan sonra ve 1., 2., 4. ve 6. haftalarda çekilen radyografileri değerlendirildi. Her ziyarette radyografilerde radyal yükseklik, radyal eğim, volar eğim ve ulnar varyans ölçüldü. Delta değeri, altıncı haftada alınan ölçümden ilk redüksiyon sonrası radyografideki ölçüm çıkarılarak hesaplandı. Elde edilen veriler daha sonra iki grup arasında karşılaştırıldı. BULGULAR: Toplam 119 hasta (93 kadın, 26 erkek; ortalama yaş: 72.9±7.3 yıl; aralık, 65 ila 90 yıl) dahil edildi. Ortalama yaş grup 1'de 74.6∓7.6 ve grup 2'de 72.3∓7.2 idi (p=0.135). Grup 1 26 kadın ve 5 erkekten oluşuyordu; grup 2 ise 67 kadın, 21 erkekti (p=0.52). Redüksiyon sonrası volar tilt (p=0.005), 1. hafta volar tilt (p=0.020), redüksiyon sonrası ulnar varyans (p=0.044), 1. hafta ulnar varyans (p=0.037), 2. hafta ulnar varyans (p=0.027) gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gösterdi. Delta değerleri de dahil olmak üzere diğer radyolojik parametrelerde istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Grup 1'deki iki hastaya ve grup 2'deki 7 hastaya tekrar müdahale gerekmişti (p=1). SONUÇ: Geriatrik distal radius kırıklarının konservatif tedavisinde TŞMA, UKA kadar etkili bir immobilizasyon tekniğidir. |
OLGU SUNUMU | |
11. | Klavikula kırığı sonrası omuz dezartikülasyonu: Olgu sunumu Shoulder disarticulation after clavicle fracture: a case report Bilge Kağan Yılmaz, Mohamed Salah Alı, İbrahim Ethem Bütüner, Gökhan MaralcanPMID: 39498705 doi: 10.14744/tjtes.2024.54829 Sayfalar 835 - 838 Bu olgu sunumunda geç tanı alan klavikula kırıklarının geri dönüşü olmayan sonuçlara neden olabileceğini vurgulamak istedik. Doksan yaşında, eşlik eden hastalıkları olan kadın hasta, kendi seviyesinden düştükten 3 hafta sonra hastanemizin acil servisine başvurdu. Hastanın gelişinde bilinç düzeyi Glasgow Koma Skalası (GCS) 12, kan basıncı 100/60 mmHg, kalp hızı 117 atım/dk, solunum sayısı 24 nefes/dk idi. Sol üst ekstremitede atrofi, cilt rengi değişikliği, duyu ve motor felç mevcuttu. Posteroanterior (PA) akciğer grafisinde sol klavikulanın kırık olduğu ve serbest parçanın toraksa doğru yer değiştirdiği görüldü. Hastaya Arbeitsgemeinschaft für Osteosynthesefragen (AO) tip 15.2B2 klavikula kırığı tanısı konuldu. Doppler ultrasonografide sol subklavian arter (SA) proksimalinde basıya bağlı akım kaybı olduğu görüldü. Aksiller, brakiyal, radial ve ulnar arterlerde akım izlenmedi. Hastanın yandaş hastalıklarının fazla olması ve genel durumunun kötü olması nedeniyle arter tıkanıklığının proksimal bölgesi olan omuz ekleminden dezartikülasyon yapıldı. Üç aylık takipte dolaşım bozukluğuna ilişkin başka bir semptom görülmedi. Bu olgu sunumunda geç tanı almış kırıklarının yıkıcı sonuçlara yol açabileceği vurgulanmaktadır. Travma cerrahları, hastanın durumuna bağlı olarak klavikula kırıklarının cerrahi tedavisini de ön planda düşünmelidir. |
12. | Yanlış kimlik olgusu: Metastazı taklit eden safra taşı kaynaklı karaciğer apsesi A case of mistaken identity: Gallstone-induced hepatic abscess mimicking metastasis Muhammet Burak Kamburoğlu, İlke Aktuğ Buzkan, Ali Muhtaroglu, Yesim Akdeniz, Fatih AltintoprakPMID: 39498707 doi: 10.14744/tjtes.2024.28369 Sayfalar 839 - 841 Özgeçmişinde hipertansiyon ve over malign neoplazisi hikayesi bulunan 70 yaşında kadın hasta bu vakada tarafımızca değerlendirilmiştir. Ameliyat öncesi görüntülemede karaciğer segment 6'da başlangıçta metastaz şüphesi taşıyan 6x6x2.5 cm boyutlarında kitle görüldü. Hasta 11 yıl önce laparoskopik kolesistektomi geçirmişti. Tekrarlanan biyopsilere ve PET-CT'de 9.87'lik anlamlı FDG tutulumuna rağmen kitlenin orjini teşhis edilemedi. Bununla birlikte, total abdominal histerektomi ve iki taraflı salpingo-ooferektomi sırasında, karaciğer lezyonunun eksizyonel biyopsisi, bunun muhtemelen önceki kolesistektomi sırasında dökülen safra taşı çevresinde oluşan bir apse olduğunu gösterdi. Bu vaka, safra kesesi ameliyatı sırasında dökülen safra taşının karaciğerdeki metastatik bir kitleyi taklit ettiği nadir fakat önemli bir tanısal zorluğun altını çizmektedir. Özellikle atipik karın kitleleriyle karşılaşıldığında ayırıcı tanıda önceki cerrahi öykünün dikkate alınmasının önemini vurgulamaktadır. |
13. | Kompresyona bağlı geri dönüşümlü brakiyal pleksopati Compression-induced reversible brachial plexopathy: Urgent neurological approach Handan Uzunçakmak Uyanık, Refah SayınPMID: 39498708 doi: 10.14744/tjtes.2024.26254 Sayfalar 842 - 844 Brakiyal pleksus yaralanmaları ikinci sıklıkta görülen perioperatif periferik sinir yaralanmalarıdır. Malpozisyon, bu yaralanmalarda önemli bir predispozan faktördür. Ayrıca takrolimus gibi bazı ilaçların periferik nöropatiye yatkınlık oluşturduğu bilinmektedir. Bu yazıda, karaciğer nakli nedeniyle beş yıldır takrolimus tedavisi gören ve basıya bağlı geri dönüşümlü brakiyal pleksopati gelişen bir hastanın ilk 48 saatteki elektronöromiyografi (EMG) bulgularını sunuyoruz. Bu olgu aracılığıyla brakiyal pleksus hasarının her zaman aksonal tutuluşla sonuçlanmayabileceğini vurguladık ve erken nörofizyolojik incelemelerde karşılaşılabilecek bulgulara değindik. |