p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 28 Issue : 12 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 28 (12)
Volume: 28  Issue: 12 - December 2022
NONE
1.Frontmatters

Pages I - V

EXPERIMENTAL STUDY
2.Intraductal botulinum toxin injection suppressed the inflammation in experimental acute pancreatitis
Tonguç Utku Yılmaz, Fatma Ceyla Eraldemir, Bora Gürel, Ömer Yavuz, Esra Acar, Tonguç İşken, Hasan Yılmaz, Nihat Zafer Utkan
PMID: 36453789  PMCID: PMC10198305  doi: 10.14744/tjtes.2021.90140  Pages 1659 - 1666
AMAÇ: Akut pankreatit, pankreas enzim aktivitesinin arttığı pankreas enflamasyonudur. Pankreasın parasempatik uyarımı, pankreasın çeşitli fonksiyonlarında önemli rol oynar. Bu çalışmanın amacı, botulinum toksin’in (BTx), akut pankreatit’de pankreas aktivitesinin baskılayabileceğini göstermektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Sıçanlarda deneysel ön çalışmada 15 (u/kg) BTx, sıçan pankreasına direkt veya intraduktal uygulandı. Kan amilaz, lipaz, tripsinojen, insülin ve glukagon seviyeleri 10 gün sonra ölçüldü ve anlamlı fark saptanmadı. Çalışmaya klinik uygulanabilirlik açısından akut pankreatit modelinde intraduktal BTx uygulama ile devam edildi. Kontrol, akut pankreatit (AP), intraduktal BTx ve akut pankreatit’de BTX (AP+BTx) grupları sekizer sıçandan oluşturuldu. Akut pankreatiti intraperitoneal cerulein (20µg/kg) ile sağlandı. Sıçanlar 24 saat sonra serum amilaz, lipaz, IL-6, IL-1β, TNF-α, ve IL-10 ölçümü için sakrifiye edildi. Pankreas dokuları enflamasyon ve nekroz incelemesi için alındı.
BULGULAR: AP grubunda ortalama serum amilaz, lipaz, IL-6, IL-1β ve TNF-α değerleri diğer gruplara göre anlamlı yüksek bulundu. Kontrol, BTx, AP+BTx grupları arasında ortalama serum amilaz ve lipaz değerleri açısından anlamlı fark saptanmadı. AP grubunda ortalama serum insulin ve gluka-gon değerleri kontrol ve BTx grubuna göre anlamlı yüksek saptandı. Ortalama serum insülin ve glukagon düzeyleri AP ve AP+BTx grupları arasında anlamlı değildi. Patolojik incemelede AP+BTx grubunda AP’ye göre daha az sentrilobüler nekroz, inflamasyon izlendi.
TARTIŞMA: Intraduktal BTx uygulaması pankreas endojen aktivitesinde belirgin süpresyon yapmadan akut pankreatit’i baskılamıştır.
BACKGROUND: Acute pancreatitis (AP) is inflammation of pancreas in which pancreas enzymatic activity is increased. Parasym-pathetic innervation of pancreas plays an important role in several functions of pancreas. Botulinum toxin (BTx) might be a tool to suppress the pancreas activity in AP.
METHODS: In the preliminary experimental study, BTx (15U/kg) was administered directly and intraductal ways. After 10 days, blood amylase, lipase, trypsinogen, insulin, and glucagon levels were compared and no significant difference was seen between groups. Intraductal BTx administration is preferred for experimental AP model in rats; control, AP, intraductal BTx, and AP with Intraductal BTx (AP+BTx). AP was created by intraperitoneal injection of cerulean 20 µg/kg/injection (5 times). After 24 h, serum amylase, lipase, IL-6, IL-1β, TNF-α, and IL-10 were measured and pancreas tissue was evaluated for inflammation and necrosis.
RESULTS: Mean serum amylase, lipase IL-6, IL-1β, and TNF-α levels of the AP group were significantly higher compared to the other groups (p<0.05). However, there was no significant difference between the amylase and lipase levels of control, BTx, and AP+BTx groups. Serum insulin and glucagon levels in AP group were significantly higher than control and BTx groups (p<0.05). However, there is no significant difference between the insulin and glucagon levels of AP and AP+BTx groups. in pathological evaluation. In AP+ BTx group, there is less amount of centrilobular necrosis and there is mild inflammation and hyperplasia of pancreatic duct epithelium.
CONCLUSION: Administration of intraductal BTx suppressed the AP without making significant suppression in endogenous activity of pancreas.

3.Effect of pheniramine maleate on rat skeletal muscle ischemia-reperfusion injury
Kubilay Erol, Eser Y. Sozmen, Ülkü Küçük, Levent Kucuk
PMID: 36453778  PMCID: PMC10198311  doi: 10.14744/tjtes.2021.00312  Pages 1667 - 1673
AMAÇ: İskelet kası iskemi reperfüzyon hasarı (İRH) turnike uygulamaları ve replantasyon sonrası görülen klinik bir problemdir. Bu çalışmada, klinik pratikte sık kullanılan bir molekül olan feniramin maleatın (Ph) İRH’nı azaltmadaki etkisinin belirlenmesi ve İRH’nı azaltmada etkinliği kanıtlanmış olan N- asetil sisteinle (NAC) karşılaştırılması amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: 28 adet Sprague-Dawley sıçan rastgele yedişerli dört gruba ayrıldı. Gruplar sham, iskemi-reperfüzyon (İR), İR + Ph, İR + NAC olarak belirlendi. Sıçanların sağ alt ekstremitesinde femoral arter klempi ve elastik turnike ile üç saat süreyle iskemi oluşturuldu. Ph ve NAC, iskemi bitiminden 15 dakika önce intraperitoneal uygulandı. Reperfüzyondan 24 saat sonra kas dokusunda, tiobarbiturik asitle reaksiyon veren maddeler (TBARS), katalaz (CAT), süperoksit dismutaz (SOD), miyeloperoksidaz (MPO), poli adenozin di fosfat riboz polimeraz (PARP), nötrofil infiltrasyonu ve bir hafta sonra iNOS monoklonal antikor pozitifliği değerlendirildi.
BULGULAR: Sham grubunda kas dokusundaki MPO, TBARS, PARP, SOD, CAT düzeyleri diğer gruplara oranla belirgin olarak düşük bulundu (p<.001). MPO, PARP, SOD, CAT düzeyleri İR + Ph grubunda ve İR + NAC grubunda İR grubundan belirgin olarak düşük bulundu (p<.001). Nöt-rofil infiltrasyonu İR grubunda İR + NAC ve İR + Ph grubundan belirgin olarak yüksek bulundu (p<0.005). İRH azaltılmasında Ph ve NAC’ın etklili olduğu, ikisi arasında anlamlı fark olmadığı bulundu.
TARTIŞMA: Feniramin maleat sıçan iskelet kasında oluşan İRH’nın azaltılmasında etkin bir moleküldür.
BACKGROUND: Skeletal muscle ischemia-reperfusion injury (IRI) is a common clinical problem encountered after tourniquet ap-plication or replantation. This study investigated the effect of pheniramine maleate (Ph), which is frequently used in clinical practice to reduce IRI, and compared its efficacy in IRI with N-acetylcysteine (NAC), a molecule that has been shown to be effective in IRI.
METHODS: Twenty-eight male Sprague–Dawley rats were randomly divided into four groups (sham, ischemia-reperfusion [IR], IR+Ph, IR+NAC; n=7 rats per group). Ischemia was induced in the lower right extremities of rats for 3 h using a femoral artery clamp and an elastic tourniquet. Ph and NAC were administered intraperitoneally 15 min before ischemia was terminated. At 24 h after reperfusion, levels of thiobarbituric acid reactive substance (TBARS), catalase (CAT), myeloperoxidase (MPO), superoxide dismutase (SOD), polyadenosine diphosphate ribose polymerase (PARP), and neutrophil infiltration were evaluated. Inducible nitric oxide syn-thase (iNOS) density in muscle tissue was evaluated by immunohistochemical methods after 1 week.
RESULTS: SOD, MPO, PARP, CAT, and TBARS levels in muscle tissue were significantly lower in the sham group compared with the other groups (p<0.001). All parameters except TBARS were lower in the NAC and Ph groups than in the IR group (p<0.001). Neu-trophil infiltration in the muscle tissue samples from the IR group was significantly increased compared with the NAC and Ph groups (p<0.05). iNOS staining was not observed in the sham and NAC groups.
CONCLUSION: Ph is effective at reducing experimental rat skeletal muscle IRI.

ORIGINAL ARTICLE
4.What has changed in children’s appendicitis during the COVID-19 pandemic?
Hayriye Nihan Ayyıldız, Semih Mirapoglu, Zeliha Akış Yıldız, Ceyhan Şahin, Fatma Tuğba Güvenç, Mehmet Arpacık, Zekeriya Ilce
PMID: 36453784  PMCID: PMC10198316  doi: 10.14744/tjtes.2021.51000  Pages 1674 - 1681
AMAÇ: COVID-19 salgını sırasında akut apandisitin yönetimi ile ilgili çocuk yaş grubundaki çalışmalar olgu sunumları ve küçük hasta grupları ile sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı, COVID-19 salgını süresince akut apandisit nedeniyle tedavi ettiğimiz olguları salgın öncesi dönemdeki olgularla karşı-laştırarak salgın döneminde akut apandisitin seyrinde ne gibi değişiklikler olduğunu araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: 1 Mayıs 2019–29 Şubat 2020 (Grup I) ve 1 Mart–31 Aralık 2020 (Grup II) tarihleri arasında akut apandisit nedeniyle ameliyat edilen 1–18 yaş arasında toplam 601 çocuk üzerinde gerçekleştirildi. Grup I ve Grup II’de yer alan hastaların demografik ve hastalık özellikleri ile tedavi sürecine ilişkin özellikleri karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya alınan olguların %59.1’i (n=355) Grup I, %40.9’u (n=246) Grup II’de yer almaktadır. Salgın döneminde; ailelerin hem kendileri hem de çocukları için taşıdığı bulaşıcı hastalığa yakalanma endişesi, sağlık profesyonelleri ve hükümet yetkilileri tarafından yapılan acil bir durum olmadığı sürece evlerinden çıkmamaları ve hastaneye gelmemeleri yönündeki uyarılar nedeniyle hastaneye başvuru süreleri uzamıştır. Salgın öncesi hastaların %20.3’ü şikayetlerinin başladığı ilk gün hastaneye başvururken salgın sürecinde hastaların sadece %2’si ilk gün, %15’i ise dört gün ve daha uzun süre sonra hastaneye başvurmuştur. Bu durumun sonucu olarak salgın öncesi %10.4 olan perfore apandisit oranı salgın döneminde %24.8’e yükselmiştir (p<0.01). Salgın döneminde COVID-19 test sonucu pozitif olan dört hastamızı ameliyat ettik. Hastalarımızda COVID-19 ve ameliyata bağlı komplikasyon gelişmedi.
TARTIŞMA: Mevcut küresel salgından duyulan korku çocukların hastaneye başvurma süresinin uzamasına, perfore apandisit sayısının artışına ve hastanede kalış süresinin uzamasına neden olmuştur.
BACKGROUND: The present study aimed to investigate the changes in the course of acute appendicitis during the pandemic period by comparing the cases treated during the coronavirus disease 2019 (COVID-19) pandemic with those in the pre-pandemic period.
METHODS: The study was conducted with 601 children aged 1–18 years who were operated for acute appendicitis between May 1, 2019, and February 29, 2020 (Group I) and between March 1 and December 31, 2020 (Group II). The demographic and disease characteristics as well as the treatment processes were compared between the groups.
RESULTS: It was found that 59.1% (n=355) of the cases included in the study were in Group I and 40.9% (n=246) were in Group II. During the pandemic period; due to the concerns of families about contracting a contagious disease for both themselves and their children, and warnings by health professionals and government officials that they should not leave their homes and not come to the hospital unless there is an emergency, the time to apply to the hospital has been extended. Before the pandemic, 20.3% of the patients presented to the hospital on the 1st day of their complaints, where during the pandemic, only 2% of the patients reported to the hospital on the 1st day, and 15% presented after 4 days or more. As a result, the rate of perforated appendicitis, which was formerly 10.4%, increased to 24.8% during the pandemic period (p<0.01). During the pandemic, we operated on four patients with positive COVID-19 test results. There were no complications related to COVID-19 and surgery in our patients.
CONCLUSION: Concern of the current pandemic resulted in late presentation to the hospital, increase in the number of perforated appendicitis, and prolonged hospital stay.

5.Acute appendicitis during coronavirus disease 2019 in Türkiye: Changes in clinical approach, treatment, and diagnosis modalities: A retrospective and cohort study
Şiyar Ersöz, Mehmet Abdussamet Bozkurt, Cemil Burak Kulle, Atilla Halil Elhan, Baris Gulcu, Ismail Alper Tarım, Osman Bozbiyik, Necdet Fatih Yasar, Wafi Attaallah, Hüseyin Yönder, Orcun Yalav, Ayhan Kuzu, Feza Yarbuğ Karakayalı
PMID: 36453790  PMCID: PMC10198312  doi: 10.14744/tjtes.2022.97892  Pages 1682 - 1689
AMAÇ: COVID-19 pandemisi, sağlık sistemlerinde ve acil cerrahi müdahalelerde önemli değişikliklere neden olmuştur. Bu çalışmada, acil servislere başvuran akut apandisitli hastaları inceleyerek pandemi öncesi ve pandemi döneminde tanı, tedavi ve tedavi sonrası süreçleri karşılaştırılmış ve pandeminin akut apandisit tedavisini nasıl etkilediğini araştırılmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Klinik ve/veya radyolojik olarak akut apandisit tanısı almış 18 yaşından büyük hastalar, pandemi öncesi dönem (1 Ocak–30 Nisan 2019) ve pandemi dönemi (1 Ocak–30 Nisan 2020) olarak iki gruba ayrılmıştır. Çalışmada ameliyat öncesi görüntüleme yöntemleri, plastron apandisit/apse varlığı, konservatif/cerrahi yaklaşım, verilen anestezi türü, laparoskopik/açık cerrahi yaklaşım, bağırsak rezeksiyonu oranları, dren yerleştirme oranları ve ameliyat sonrası komplikasyon varlığı karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: İki çalışma grubu için 69 merkezden 8972 hasta incelenmiştir, 4582 hasta pandemi öncesi dönemde ve 4234 hasta pandemi döne-minde ameliyat edilmiştir. Pandemi döneminde hastaların %63.6’sına açık cerrahi, %34.4’üne ise laparoskopik cerrahi uygulanmıştır. Pandemi öncesi dönemde 60 hasta (%1.3) ameliyatsız takip talebinde bulunurken, pandemi döneminde 94 hasta (%2.2) bunu talep etmiştir. Hastaların durumları kendi istekleri dışında değerlendirildiğinde, pandemi öncesinde 114 hasta (%2.4) ve pandemi sırasında 163 hasta (%3.8) ameliyatsız takip almıştır. TARTIŞMA: Çalışmamız, COVID-19 ile ilgili kısıtlamaların uygulanması ile akut apandisit şiddeti arasında doğrudan bir ilişki göstermemiştir. CO-VID-19 döneminde ameliyatsız tedavi oranları artmış olsa da, COVID-19 kriz döneminde hem komplike hem de komplike olmayan apandisit insi-dansları benzerdir. Bu bilgiler göz önüne alındığında, apandisit teşhisi konan hastalarda ameliyatsız yönetim uygulanabilir.
BACKGROUND: The novel coronavirus disease 2019 (COVID-19) has resulted in major changes in health-care systems and emer-gency surgical interventions. Here, we examined patients with acute appendicitis who presented to emergency departments and com-pared diagnosis, treatment, and post-treatment processes before and during the pandemic period and investigated how the pandemic affected management of acute appendicitis.
METHODS: A national, multicenter, and cohort study model was designed that included patients older than 18 years of age diag-nosed with acute appendicitis clinically and/or radiologically, with patients compared before (pre-pandemic period: January 1–April 30, 2019) and after (pandemic period: January 1–April 30, 2020) the pandemic. Our investigation included comparisons of pre-operative imaging methods, presence of plastron appendicitis/abscess, conservative/surgical approach, type of anesthesia given, laparoscopic/open surgical approach, bowel resection rates, drain insertion rates, and presence of post-operative complications
RESULTS: For the two study groups, 8972 patients from 69 centers were examined, with 4582 patients operated in the pre-pan-demic period and 4234 patients operated in the pandemic period. During the pandemic period, 63.6% of patients underwent open surgery, whereas 34.4% had laparoscopic surgery. Although 60 patients (1.3%) requested non-operative follow-up in the pre-pandemic period, 94 patients (2.2%) requested this in the pandemic period. When conditions of patients were evaluated regardless of their own wishes, 114 patients (2.4%) before and 163 patients (3.8%) during the pandemic received non-operative follow-up.
CONCLUSION: Our study did not show the direct correlation between the application of COVID-19-related restrictions and the severity of acute appendicitis. Although non-operative management rates have been increased during the COVID-19 period, the incidences of both complicated and the uncomplicated appendicitis were similar during the COVID-19 crisis period. Given this infor-mation non-operative management can be employed for patients diagnosed with appendicitis.

6.The characteristics of assaulted victims presented to a university emergency department: Can head trauma in male patients be considered a clue for assaults?
Ayfer Keleş, Gül Bahar Alkaş, Gültekin Kadi, Mehmet Ali Aslaner, Fikret Bildik, Isa Kilicaslan, Ahmet Demircan
PMID: 36453782  PMCID: PMC10198317  doi: 10.14744/tjtes.2021.46383  Pages 1690 - 1695
AMAÇ: Şiddet tüm dünyada kesin olgu sayısı bilinmeyen yaygın bir sorundur. Kişilerarası, eş veya aile içi şiddet şeklinde tipleri vardır. Çalışmamızda şiddet içeren olguların demografik özelliklerini, yaralanma mekanizmalarını ve kafa ve yüz travması ile ilişkisini ortaya koymayı amaçlıyoruz.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2018–Aralık 2020 tarihleri arasında üniversite hastanemiz erişkin acil servisine (AS) darp edilerek başvuran hastaların dosyaları geriye dönük olarak incelendi. Veriler SPSS 20.0 ile analiz edildi. Demografik bulgular, yaralanma mekanizmaları ve etkilenen alanlar kaydedildi. Ki-kare testi gruplar arasındaki farklılıkları test etti ve p<0.05 anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Darp edilerek başvuran 1280 hastanın %71’i erkekti ve medyan yaşı 32 (IQR 25–43) idi. Olguların %84’ünde darp eden bilinmeyen kişiler, %9’unda darp eden eşleri olmuştur. En çok darp edilen alan ev olarak belirtildi (%11). Kullanılan yöntemler, boğuşma (%43) ve yumruk atma (%42) idi. En sık etkilenen bölge baş (%70) ve en sık tanı burun kırığı (%4) idi; iki hastada epidural kanama, bir hastada pnömotoraks saptandı. Erkekler en sık 20–40 yaş grubundaydı (χ2, p=0,003). Kadın mağdurların çoğu eşleri tarafından dövülmüştü (χ2, p<0,001). Kan alkol düzeyi yüksek olan hastaların %83’ünde kafa travması (χ2, p<0.001) ve erkek hastaların %75’inde kafa travması (χ2, p<0.001) bulundu.
TARTIŞMA: Saldırı, ağırlıklı olarak genç erkekler arasında yaygın bir sorundur. En sık etkilenen vücut kısmı baş ve en sık tanı burun kırıklarıydı. Kan alkol seviyeleri yüksek olan hastaların çoğu erkek kurbanlar arasındaydı. Kadın kurbanları darp edenler eşleriydi. Acil servise kafa travması ile başvuran erkek hastalar saldırı mağduru olarak değerlendirildi.
BACKGROUND: Violence is a common issue without an exact number worldwide. The types are interpersonal, spousal, or domestic violence. We aim to reveal the demographic characteristics of cases involving violence, mechanisms of injury, and their relationship with head and face trauma.
METHODS: The files of patients presented to our University Hospital Adult Emergency Department (ED) between January 2018 and December 2020 after an assault were reviewed retrospectively. The data were analyzed with SPSS 20.0. The demographic findings, injury mechanisms, and affected areas were reported. The Chi-square test tested the differences between the groups, and p<0.05 was considered significant.
RESULTS: Among the 1280 patients presented after an assault, 71% were male with a median age of 32 (IQR 25–43). In 84% of the cases, the perpetrators were unknown, while their spouses were the perpetrators in 9% of the cases. The place was most noted as home (11%). The methods used were struggling (43%) and punching (42%). The most common affected area was the head (70%) and diagnosis for nasal fracture (4%); two patients had epidural bleeding, and one had a pneumothorax. Males were more common in the 20–40 age groups (χ2, p=0.003). Most of the female victims were battered by their spouses (χ2, p<0.001). Head injury was found in 83% of patients with high blood alcohol levels (χ2, p<0.001) and 75% of male patients had head injuries (χ2, p<0.001).
CONCLUSION: Assault is a common problem predominantly among young males. The most commonly affected body part was the head, and nasal fractures were the diagnosis. Most of the patients with high blood levels were among the male victims. The perpetrator of the female victims was their spouses. In the ED, male patients who presented with head trauma were considered as assault victims.

7.Factors affecting interval cholecystectomy and mortality in percutaneous cholecystostomy patients
Ahmet Bulent Dogrul, Mustafa Oruç, Turkmen Ciftci, Kadir Mutlu Hayran, Osman Abbasoglu
PMID: 36453787  PMCID: PMC10198308  doi: 10.14744/tjtes.2022.84294  Pages 1696 - 1700
AMAÇ: Perkütan kolesistostomi akut kolesisti olan yüksek riskli hastalar için bir alternatif veya köprü tedavisi görevi görmektedir. Amacımız per-kütan kolesistostomili yüksek riskli hastalarda mortaliteyi tahmin etmek ve elektif kolesistektomi kararını belirleten parametreleri tespit etmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Akut kolesistit nedeniyle, 2010–2018 yılları arasında perkutan kolesistostomi işlemi yapılmış olan 127 hastanın medical bilgileri geriye dönük olarak toplandı. Kolesistektomi oranları ve yüksek riskli hastalarda mortaliteyi belirleyen faktörler analiz edildi. Tanımlayıcı istatistikler yapıldı. Ayrıca mortalite, elektif kolesistektomi ve albumin için ROC analizi kullanıldı.
BULGULAR: Perkütan kolesistostomi yapılan 127 hastadan yüksek riskli olanlarının sadece %43.1’ine elektif kolesistektomi yapıldı. Otuz günlük mortalite %11 ve bir yıllık mortalite %17.3 idi. The American Society of Anesthesiologists (ASA) skoru, Charlson comorbidity index (CCI) skoru, 2018 Tokyo Klavuzu’nda belirlenmiş olan negatif prediktif faktörlerin varlığı, American College of Surgeons (ACS) beklenen mortalite yüzdesi ve albümin değeri; mortaliteyi ve elektif kolesistektomiyi belirlyen anlamlı faktörler olarak bulundu. Albümin değeri 3.16 mg/dL’den büyük olan hiçbir hastada mortalite izlenmedi ve %82 elektif kolesistektomi oranı elde edildi.
TARTIŞMA: Plazma albümin değeri, ASA skoru, CCI ve ACS beklenen mortalite yüzdesi mortaliteyi ve elektif kolesistektomiyi kararını belirlemek için kullanılabilir. Perkütan kolesistostomi enflamasyonu azaltmak için faydalıdır ancak hastaların medikal komorbiditeleri, nihai durumlarını belirlemektedir.
BACKGROUND: Percutaneous cholecystostomy is an alternative or bridge to cholecystectomy (CCY) in high-risk patients with acute calculous cholecystitis. Our primary aim was to determine the parameters that could be used in interval CCY decision-making and to predict mortality in high-risk patients.
METHODS: The medical records of 127 patients who underwent percutaneous cholecystostomy for acute calculous cholecystitis between 2010 and 2018 were retrospectively analyzed. The primary outcomes were the CCY rate and the factors affecting mortality in high-risk patients. Descriptive statistics and receiver operating characteristic analysis were performed using albumin and elective surgery.
RESULTS: Of the 127 patients undergoing percutaneous cholecystostomy, elective CCY was performed only in 43.1% of the high-risk patients. The 30-day and 1 year mortality rates were 11% and 17.3%, respectively. The American Society of Anesthesiologists’ (ASA) score, Charlson comorbidity index (CCI), the negative predictive factors described in the Tokyo Guidelines 2018, the American College of Surgeons’ (ACS) expected mortality rate, and albumin level were found to be significant factors affecting mortality and elective CCY probability. No mortality was observed, and an 82% elective CCY rate was achieved in patients whose albumin levels were higher than 3.16 mg/dL at initial presentation.
CONCLUSION: The plasma albumin level, ASA score, CCI, and ACS expected mortality rate can be used to predict mortality and decide on elective CCY. Percutaneous cholecystostomy is sufficient for resolving inflammation, but medical comorbidities determine the final condition of patients.

8.An idea for bringing the recipient pedicle of cross leg free flap closer: Fasciocutaneous flap above pedicle
Emrah Kağan Yaşar, Can İlker Demir, İsmail Tekfiliz, Murat Sahin Alagoz
PMID: 36453792  PMCID: PMC10198313  doi: 10.14744/tjtes.2022.97970  Pages 1701 - 1707
AMAÇ: Çapraz bacak serbest flepleri, büyük doku defektlerinde alıcı damar yokluğunda, serbest doku transferi için kullanılan ekstremite kurtarma yöntemlerinden birisidir. Posterior tibial arterin üzerindeki fasyokütan flep, pedikülü korumak ve fasiyokütan flep uzunluğuna eşit bir mesafede yaraya yaklaşabilmek için kullanılabilir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya 2010–2020 yılları arasında çapraz bacak serbest flebi ile yaralanmamış taraftan fasiyokütan flep kullanılarak ameliyat edilen hastalar alındı. Yaş, cinsiyet, defektlerin yeri ve boyutu, arteriyel açıklıklar, flep seçenekleri, fasyokütan flep boyutu, ameliyat süresi, flep ayırma zamanlaması, komplikasyonlar ve işe dönüş süresi değerlendirildi.
BULGULAR: Yüksek enerjili elektrik yanığı ve travma etiyolojisi olan altı hasta vardı. Üç hastada sadece bir arterde dolum varken, diğerlerine hiç dolum yoktu. Latissimus dorsi cilt kas flebi, bir hasta dışında tüm hastalarda kullanıldı. Ortalama defekt boyutu 6.6x14.8 cm idi. Fasiyokütan fleplerin ortalama boyutu 4.08x5 cm idi. Ortalama operasyon süresi 360 dakikaydı. Yara bakımı ile iyileşen bir açılma ve bir marjinal nekroz ve enfeksiyon dışında komplikasyon görülmedi. Ortalama işe dönüş süresi dokuz aydı.
TARTIŞMA: Bir arter dolumu olan veya dolumu hiç olmayan alt ekstremiteli benzer olgularda orta büyüklükteki defektler varsa, köprü flep seçeneği adımından hemen öncesinde, alıcı damarlar üzerindeki fasyokütan flebin kullanılması iyi bir seçenektir.
BACKGROUND: Cross leg free flaps are one of the salvage methods used for free tissue transfer in large tissue defects in the absence of recipient vessels. The fasciocutaneous flap above the posterior tibial artery can be harvested to protect the pedicle and to advance a distance to wound, which is equal to the length of fasciocutaneous flap.
METHODS: Patients who were operated with cross leg free flap with the supporting fasciocutaneous flap on unwounded side were included in the study between years 2010 and 2020. Age, sex, location and size of the defects, arterial patencies, flap choices, fascio-cutaneous flap size, duration of operation, cross flap separation timing, complications, and time to return to work were evaluated.
RESULTS: There were six patients with the etiology of high-energy electrical burns and trauma. There was only one arterial refilling for three patients and no refilling for others. Latissimus dorsi skin muscle flap was used in all but one patient. The mean defect size was 6.6×14.8 cm. The mean size of fasciocutaneous flaps was 4.08×5 cm. The mean operation time was 360 min. There was no complication except one dehiscence and one marginal necrosis and infection which were healed with wound care. Average time to return to work was 9 months.
CONCLUSION: In similar cases, as wounded lower extremities with one or no artery refill, harvesting a fasciocutaneous flap with recipient vessels will be useful before considering the option of using a bridge free flap in medium to moderate sized defects.

9.Uncommon causes of acute appendicitis: Retrospective analysis of 6785 histopathological findings in a tertiary center
Gülçin Harman Kamalı, Cemal Ulusoy, Andrej Nikolovski, Seracettin Eğin, Sedat Kamalı
PMID: 36453793  PMCID: PMC10198309  doi: 10.14744/tjtes.2022.84937  Pages 1708 - 1715
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı apendektomi sonrası patolojik incelemesi yapılan spesmenlerde akut apendisitin nadir görülen nedenlerini araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Nadir görülen apendisit sebeplerini belirlemek için üçüncü basamak tek merkezde opere edilmiş 6785 olgunun histopatoloji raporları geriye dönük olarak analiz edilmiştir.
BULGULAR: Doksan sekiz (40 kadın, 58 erkek) olguda (%1.44) sıra dışı akut apendisit nedeni bulunmuştur. Apendiksin nöroendokrin tümörleri en sık izlenen patolojidir. Bunu sırasıyla serrated adenom, low grade apendiküler müsinöz neoplasm, hiperplastik polip ve intestinal parazitler izlemiştir. Dört (%0.05) hastada apendiks adenokarsinomu saptanmış olup mortalitesi %75’tir. Nadir görülen apendektomi sebeplerinde yaş, normal apendektomilere göre anlamlı olarak daha yüksektir. Sıra dışı apendektomilerin sağ kalım analizi, ileri yaşın prognostik öneme sahip olduğunu göstermiştir (Kaplan Meier p<0.0001). Sıra dışı apendisitlerde farklı hastalık grupları arasında sağ kalım farkı saptanmıştır. Ancak Cox multifaktöriyel analizi bu iki faktörün istatistiksel olarak anlamlı olmadığını göstermiştir.
TARTIŞMA: Sıra dışı apendisit nedenleri oldukça nadirdir. İleri yaş grubunda bu tanılar akılda tutulmalı ve apendisit tanısı dikkatle verilmelidir.
BACKGROUND: This study aims to determine the uncommon causes of acute appendicitis in analyzed post appendectomy specimens.
METHODS: Histopathology reports of 6785 removed appendices were analyzed retrospectively in order to confirm the uncommon cause of acute appendicitis in single tertiary institution.
RESULTS: Unusual cause of acute appendicitis was found in 98 (1.44%) samples (40 female and rest 58 male patients). Neuroen-docrine tumor of the appendix was the most common pathology, followed by serrated adenoma, low-grade appendicular mucinous neoplasm, hyperplastic polyp and intestinal parasite. In four patients (0.05%), appendicular adenocarcinoma was confirmed with an overall mortality of 75%. Age was significantly higher in uncommon acute appendectomies than in ordinary appendectomies. Survival analysis of unusual appendectomies showed that advanced age is of prognostic importance (Kaplan Meier p<0.0001). There was also a difference in survival between different disease groups in unusual appendectomies, but Cox multifactorial analysis showed that these two factors were not statistically significant.
CONCLUSION: Although rare, unusual causes are the etiological factor responsible for acute appendicitis. These reasons should be kept in mind in the older age group and the diagnosis of appendicitis should be made carefully.

10.An effective and reliable marker in gradıng the severity of acute cholecystitis: Increased immature granulocyte percentage
Yılmaz Ünal, Salih Tuncal, Berkay Küçük, Aziz Mutlu Barlas, Saygın Altıner, Recep Balık, Seyit Murat Aydın, Abdullah Senlikci, Mevlüt Recep Pekcici
PMID: 36453788  PMCID: PMC10198320  doi: 10.14744/tjtes.2021.86322  Pages 1716 - 1722
AMAÇ: Akut kolesistit (AK) safra kesesinin akut enflamatuvar hastalığıdır ve akut karın ağrısının en yaygın sebeplerinden biridir. Hastaneye kabulde AK şiddetini belirlemek en etkili tedavi yöntemini seçmek ve hayati prognozu tahmin etmek için son derece önemlidir. Bu çalışmanın amacı, immatür granülosit yüzdesinin (IG%) AK şiddetini derecelendirmedeki etkinliğini araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük çalışma AK tanısıyla hastaneye yatırılan 528 hasta üzerinde yapıldı. Hastaların demografik verileri, beyaz küre sayısı (WBC), nötrofil lenfosit oranı (NLR), IG% ve C-reaktif protein (CRP) düzeyleri ve görüntüleme bulguları kaydedildi. Ayrıca hastaların hastanede kalma süreleri tespit edildi. AK şiddetini derecelendirmek için Tokyo Kılavuzları kullanıldı. Bu derecelendirmeye göre hastalar grade 1 (hafif), grade 2 (orta) ve grade 3 (şiddetli) AK olarak üç gruba ayrıldı. Gruplar arasındaki farklar istatistiksel olarak analiz edildi.
BULGULAR: Hafif AK grubunda 386 (%73.1), orta AK grubunda 102 (%19.3) ve şiddetli AK grubunda 40 (%7.6) hasta mevcuttu. Hafif AK’yı orta ve şiddetli AK’dan ayırmada WBC, NLR, CRP ve IG% anlamlı parametreler idi. Ancak orta AK’yı şiddetli AK’dan ayırmada sadece IG% anlamlı parametre idi. Ayrıca IG%’sinin hafif ve orta AK’lı hastaları şiddetli hastalardan ayırma gücü diğer parametrelerden önemli ölçüde daha yüksek idi.
TARTIŞMA: Artmış IG% AK şiddetinin erken tespitinde etkili ve güvenilir bir tahmin edici olarak görülmektedir.
BACKGROUND: Acute cholecystitis (AC) is an acute inflammatory disease of gallbladder and it is one of the most common causes of acute abdominal pain. Determining the severity of AC at hospital admission is extremely important to choose the most effective treatment method and predict vital prognosis. The aim of this study was to investigate the effectiveness of immature granulocyte percentage (IG%) in grading AC severity.
METHODS: This retrospective study was carried out on 528 patients hospitalized due to AC diagnosis. Demographic data, white blood cell (WBC) count, neutrophil lymphocyte ratio (NLR), IG%, C-reactive protein (CRP) levels, and imaging results of patients were recorded. Furthermore, patients’ length of hospital stay was determined. Tokyo Guidelines were used to grade AC severity. According to this grading, patients were classified into three groups as grade 1 (mild), grade 2 (moderate), and grade 3 (severe) AC. Differences among groups were analyzed statistically.
RESULTS: There were 386 patients (73.1%) in the mild AC group, 102 patients (19.3%) in the moderate AC group, and 40 patients (7.6%) in the severe AC group. WBC, NLR, CRP and IG% were significant parameters in discriminating mild AC from moderate and severe AC. However, only IG% was a significant parameter in discriminating moderate AC from severe AC. Moreover, the power of IG% to discriminate between patients with mild and moderate AC and those with severe AC was dramatically higher than the other parameters.
CONCLUSION: Increased IG% is seen as an effective and reliable predictor in the early determination of AC severity.

11.Evaluation of the effect of proximal femur geometry on results of geriatric intertrochanteric fracture surgery
Bahri Bozgeyik, Orhan Büyükbebeci, Savaş Güner, Burçin Karslı, Volkan Kilinçoglu
PMID: 36453780  PMCID: PMC10198318  doi: 10.14744/tjtes.2022.31463  Pages 1723 - 1730
AMAÇ: Bu çalışmada amacımız 60 yaş üstü hastalarda femur intertrokanterik kırık cerrahisi sonrası yaşanan komplikasyonlar ve klinik sonuçlar ile literatürde femur proksimal morfolojisini tanımlayan radyolojik indeksler olan Singh Index (SI), Canal Calcar Ratio (CCR), Cortical Thickness İndex (CTI), Canal Flare İndex (CFI) arasındaki ilişkiyi incelemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2015–2019 yılları arasında ameliyat edilen 350 hastanın çalışma verileri geriye dönük olarak değerlendirildi. Çiftlag vidalı proksimal femoral çivileme yapılan ve intraop redüksiyon kalitesi fogagnolo kriterlerine göre iyi olan hastalar çalışma kapsamına alındı. Travma sonrası çekilen xrayler üzerinden ölçümleri yapılan radyolojik indeksler ile ameliyat sonrası komplikasyonlar, Barthel Aktivite İndeksi ve Harris Kalça Skorlaması arasındaki ilişki istatistiksel olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışma kriterlerine uyan 121 hastanın 63’ü kadın (%52.07) ve 58’i (%47.93) erkekti. Ortalama takip süresi 37.09 ay (36–60) olarak değerlendirildi. Hastaların yaşlarına baktığımızda ise; ortalama yaş 79.78 (60–97) idi. Çalışma grubundan 32 hastada (%26.4) en az bir mekanik komplikasyon gelişti. Radyolojik indeksler ve ameliyat sonrası komplikasyonlar arasında anlamlı ilişki kurulamadı (p>0.05). SI ile Harris kalça skorlaması arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). CCR, CTI VE CFI ile Barthel Aktivite İndeksi ve Harris Kalça Skorlaması arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05).
TARTIŞMA: Radyolojik indeksler ile ameliyat sonrası komplikasyonlar arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki kurulamamıştır. SI’nin klinik sonuçları etkileyen bir parametre olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
BACKGROUND: This study aimed to explore the relationship between the complications and clinical outcomes after intertrochanteric femoral fracture surgery, and the Singh index (SI), canal-calcar ratio (CCR), cortical thickness index (CTI), and canal flare index (CFI) – the radiological indices defining proximal femoral morphology in the literature – among patients over 60 years of age.
METHODS: The data of 350 patients who were operated between 2015 and 2019 were evaluated retrospectively. The study included patients who underwent dual lag screw proximal femoral nailing and had good intraoperative reduction quality according to Fogagnolo’s criteria. The relationships among radiological indices measured on radiographs acquired after trauma, and post-operative complications, Barthel activity index, and Harris hip score (HHS) were assessed statistically.
RESULTS: Among 121 patients who met the study criteria, there were 63 (52.07%) female and 58 (47.93%) male patients. The mean length of follow-up was 37.09 (36–60) months. The patients had a mean age of 79.78 (60–97) years. At least one mechanical complication developed in 32 (26.4%) patients in the study group. No significant relationship could be established between radiological indices and post-operative complications (p>0.05). The relationship between SI and HHS was statistically significant (p<0.05). CCR, CTI, and CFI did not have a statistically significant relationship with and HHS (p>0.05).
CONCLUSION: No statistically significant relationship could be established between radiological indices and post-operative complications. It should be considered that SI may be a parameter that affects clinical outcomes.

12.The Effect of Bone Morphology on Fracture Type and Treatment Result in Patients with Intertrochanteric Femur Fracture Aged over 65 year
Gökhan Polat, Serkan Bayram, Yaşar Samet Gökçeoğlu, Oğuzhan Albayrak, Abdullah Kahraman, Hayati Durmaz
PMID: 36453791  PMCID: PMC10198310  doi: 10.14744/tjtes.2022.57400  Pages 1731 - 1738
AMAÇ: İntramedüller çivileme (IMÇ) ile tedavi edilen 65 yaş üstü intertrokanterik kırıklı hastada kemik morfolojisinin kırık tipine ve tedavi sonucuna etkisini araştırmayı amaçladık. Çalışmanın birincil sonucu, kırık tipi (stabil veya stabil olmayan) ile kemik yoğunluğu arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu, tek travma merkezinde yürütülen, 2010–2021 yılları arasında hasta verilerinin değerlendirildiği, ameliyat sonrası en az üç aylık kontrol, ameliyat sonrası en az üç ay kontrolü olan hastaları içeren, tek bir travma merkezinde yürütülen geriye dönük bir kohort çalışmasıdır. Tüm kırıklar AO sınıflandırma sistemine göre sınıflandırıldı. Kliniğimizde 2010–2016 yılları arasında PFNA, 2016 yılından sonra ise intertan kullanılmıştır. Kemik morfolojisinin değerlendirilmesi için hem kırık tarafının hem de karşı tarafın ön-arka kalça radyografisinde kanal-kalkar oranını (KKO), kortikal kalınlık indeksi (KKİ) ölçüldü ve Dorr morfolojisine göre sınıflandırıldı. Komplikasyonlar da radyolojik olarak değerlendirildi. Başarısızlıklar kaynamama veya fiksasyon yetersizliği olarak tanımlandı. Üçüncü ay kontrol vizitinde kalça grafisi ile aşırı kollaps ve vida belirginliği de değerlendirildi. BULGULAR: Bu çalışmaya 150 kadın ve 59 erkek dahil edildi. Ortalama yaş 81.6±8.8 yıldı. Yüz kırk dört hasta Intertan ile ve 65 hasta bıçak tipi IMÇ (PFNA) ile tedavi edildi. Stabil intertrokanterik (A1 tipi) kırığı olan 78 hasta, stabil olmayan olan 131 hasta (A2 tipi 109 hasta ve A3 AO tipi kırığı olan 22 hasta) vardı. Ortalama KKİ kırık ve etkilenmemiş femurlarda sırasıyla 0.469±0.09 ve 0.510±0.09 (p<0.001), KKO kırık ve etkilenmemiş femurlarda sırasıyla 0.636±0.15 ve 0.568±12 idi (p<0.001) olarak saptandı. Kırık tarafında 36 hasta Dorr tip A, 115 hasta Dorr tip B ve 48 hasta Dorr tip C ve kırık olmayan tarafta is 65 hasta Dorr tip A, 123 hasta Dorr tip B ve 21 hasta Dorr tip C olarak saptandı (p<0.001). Vida (n=14) ve bıçak (n=15) belirginliği olan 29 (%13.9) hasta vardı. Otuz hastada (%14.4) aşırı kollaps görüldü ve 16 hastada (7.7) yetersizlik saptandı. TARTIŞMA: AO sınıflamasına göre stabil olmayan kırık grubunda stabil gruba göre istatistiksel olarak anlamlı olarak daha fazla yetersizlik saptadık. Ortalama KTİ, KKO ve Dorr indeksinin etkilenmeyen tarafa göre kırık tarafta anlamlı olarak düşük saptandı ki bu durum kırık tarafta daha düşük kemik kalitesi olduğunu gösterir.
BACKGROUND: We aimed to investigate the effect of bone morphology on fracture type and treatment result in patient with inter-trochanteric fracture (IFF) treated with intramedullary nailing (IMN) aged over 65 years. Primary outcome of study was to investigate the relationship between fracture type (stable or unstable) and bone density.
METHODS: This was a retrospective cohort study conducted at single trauma center which included patients aged >65 years, minimum 3 months’ control postoperatively, patients with simple fall by evaluating the patient data from 2010 to 2021. All fractures were classified based on the AO classification system. Proximal femoral nail anti-rotation was used between 2010 and 2016, while InterTAN was used after 2016 in our clinic practice. For the evaluation of the bone morphology, we measured the canal-to-calcar ratio (CCR) and cortical thickness index (CTI) and classified with Dorr morphology on anteroposterior (AP) hip radiograph of both the fracture side and contralateral sides. Complications were also evaluated on radiological view. Failures were defined as non-union or failure of fixation. Excessive collapse and screw/blade prominence also evaluated by hip radiograph on the 3rd month control visit.
RESULTS: One hundred and fifty females and 59 males were included in this study. The average age was 81.6±8.8 years. One hundred and forty-four patients were treated with InterTAN and 65 patients with helical blade type IMN (PFN-A®). There were 78 patients with stable IFF type A1 fracture and 131 patients with unstable IFF (109 patients with A2 and 22 patients with A3 AO type fracture). The mean CTI was 0.469±0.09 and 0.510±0.09 in the fracture and unaffected side femurs, respectively (p<0.001), the CCR was 0.636±0.15 and 0.568±12 in the fracture and unaffected side femurs, respectively (p<0.001). There were 36 patients with Dorr type A, 115 patients with Dorr type B, and 48 patients with Dorr type C in fracture side and 65 patients with Dorr type A, 123 patients with Dorr type B, and 21 patients with Dorr type C in non-affected side (p<0.001). There were 29 (13.9%) patients with screw (n=14) and blade (n=15) prominence. Excessive collapse was seen 30 patients (14.4%) and 16 patients (7.7) evaluated as a failure.
CONCLUSION: We found a significant difference in the failure rate between unstable group than stable group which higher in unstable group according to the AO classification. In addition, the mean CTI, CCR, and Dorr index were significant difference in fractured side than unaffected side which indicated lower bone quality at fracture side.

CASE REPORTS
13.Acute abdomen due to strangulated intravesical hernia with incidental finding of kidney tumor: A case report and literature review
Veselin Stanisic, Miodrag Radunovic, Balsa Stanisic
PMID: 36453785  PMCID: PMC10198307  doi: 10.14744/tjtes.2021.67059  Pages 1739 - 1743
İnternal supravezikal herni, genel insidansı tüm internal abdominal hernilerin %4’ünden az olan, nadir görülen bir internal abdominal herni türüdür. Klinik tanısı, hem cerrah hem de radyolog için ameliyat öncesi önemli bir zorluktur. Nadir görülen bir intestinal obstrüksiyon nedenidir, ancak strangülasyon durumunda ölümcül olabilir ve acil cerrahi müdahale gerektirir. Bu olgu çalışmasında, akut intestinal obstrüksiyonu olan 63 yaşındaki erkek hastada internal supravezikal herni olgusu ve insidental renal tümör bulgusu sunulmuştur. Makalede, bu nadir antitenin klinik tablosu, tanısı, risk faktörleri, tedavi stratejisi ve komplikasyonları tartışılmaktadır.
Internal supravesical hernia is a rare type of internal abdominal hernia with overall incidence <4% of all internal abdominal hernias. The clinical diagnosis is a major preoperative diagnostic challenge for both the surgeon and the radiologist. It is a rare cause of small bowel obstruction, but in case of strangulation it can be fatal and it necessitates urgent surgical intervention. In this case study, we report a case of intravesical type of supravesical hernia in a 63-year-old man with acute intestinal obstruction and an accidental finding of a kid-ney tumor. In the article, we discuss the clinical picture, diagnosis, risk factors, treatment strategy and complications of this rare entity.

14.Incarcerated appendix epiploica in a right inguinal hernia sac
Aykhan Abbasov, Hakan Teoman Yanar
PMID: 36453781  PMCID: PMC10198315  doi: 10.14744/tjtes.2021.35724  Pages 1744 - 1746
Fıtık kesesinde tek başına apendiks epiploika nadirendir, bununla birlikte hipertrofisi varsa ve boğulmuş bir fıtık olarak ortaya çıkarsa daha da nadir görülen bir durumdur. Otuz yedi yaşında erkek hastada sağ kasık kanalına herniye olmuş apendiks epiploika olgusunu sunuyoruz. Laparoskopinin fıtık içeriğini görüntülemek için açık tekniğine üstünlüğünü göz önünde bulundurarak laparoskopik Trans-Abdominal Pre-Peritoneal cerrahi planladık. Yapılan incelemede sağ kasıkta indirekt herni görüldü. İçeride boğulmuş apendiks epiploika vardı ve sigmoid kolon duvarından uzanıyordu. Ön duvar inguinal hernioplasti yapıldı. Sonuç olarak kasık fıtıklarında fıtık kesesi içinde apendiks epiploika olabileceği göz ardı edilmemeli ve laparoskopik yaklaşımlar tercih edilecek tedavi yöntemi olmalıdır.
Appendix epiploica without a colon in the hernia sac is a rare condition, which is even rarer if it has hypertrophy and presents as an irreducible hernia. We describe a case of appendix epiploica in a 37-year-old male patient with a strangulated right inguinal hernia that was herniated to the right inguinal canal. Considering the superiority of laparoscopy to open technique for viewing the hernia contents, we planned laparoscopic transabdominal preperitoneal surgery. In the exploration, an indirect hernia was observed in the right groin. Inside was the strangulated appendages epiploica, which extended from the sigmoid colon wall. Anterior wall inguinal hernioplasty was performed. In conclusion, it should not be ignored that there may be appendix epiploica within the hernia sac in inguinal hernias and laparoscopic approaches should be the treatment method of choice.

15.Emergency application of extracorporeal membrane oxygenation in a pediatric case of sudden airway collapse due to anterior mediastinal mass: A case report and review of literature
Muhterem Duyu, Zeynep Karakaya
PMID: 36453783  PMCID: PMC10198319  doi: 10.14744/tjtes.2021.49383  Pages 1747 - 1753
Özellikle anterior yerleşimli olan mediastinal kitleler solunum ya da kardiyovasküler sisteme bası yapabilir. Anestezi prosedürünü takiben kardi-yo-respiratuvar kollaps riski nedeni ile teşhis amaçlı histolojik materyal elde etmek tanısal bir zorluk teşkil etmektedir. Olgumuz, bu tarz bir olay sonrasında venövenöz ektrakorporeyal membran oksijenizasyonu (VV-ECMO) tedavisinin kurtarıcı bir tedavi olarak, kemoterapi süresince uygulanabilirliğini göstermektedir. Dört yaşında erkek çocuk, geçmeyen öksürük nedeni ile çekilen göğüs grafisinde büyük mediastinal kitle saptanması nedeni ile çocuk onkoloji kliniğine sevk edildi. Göğüs bilgisayarlı tomografisinde anterior mediastende 100x85 mm boyutlarında, kalbi saran, trakea, bronş ve damarsal yapılara bası yapan kitle saptandı. Tanısal amaçlı olarak ultrasonografi eşliğinde perkütan iğne biyopsi yapılması planlandı. Operasyon odasında prosedürel sedasyon amacıyla düşük doz ketamin ve midazolam uygulandı. Biyopsi işlemi sonrası, entübasyon gerektiren ani havayolu obstrüksiyonu gelişti. Mekanik ventilatörde %100 oksijen desteğine rağmen, pulse oksimetre satürasyonları %80 altında seyretti. Göğüs grafisinde sol akciğerde total kollaps gözlendi. Selektif bronşiyal entübasyona rağmen hastanın oksijen satürasyonları yükselmedi. Bi-kaval dual lümenli ECMO kanülü internal juguler vene yerleştirildi ve VV-ECMO başlandı. ECMO sonrası hipoksemide belirgin düzelme gözlendi. Kemoterapi ile hastanın ön mediastinal kitlesi hızla küçüldü ve sol akciğer düzeldi. Hasta ECMO desteğinde dokuz gün kaldı ve ECMO sonlandırıldıktan iki gün sonra ekstübe edildi. Çocuk yoğun bakım yatışının 20. gününde çocuk onkoloji kliniğine taburcu edildi. Geniş ön mediastinal kitleli hastaların anestezi prosedüleri sırasında kardiyo-pulmoner kollaps gelişimi için ciddi risk teşkil ettiği iyi bilenmektedir. ECMO dahil tüm hayat kurtarıcı seçenekler, planlanan invaziv prosedürlerden önce hazır olmalıdır.
Mediastinal masses can compress the respiratory or cardiovascular system, especially when anteriorly located. Obtaining histological material for diagnosis poses a challenge due to the major risk of cardiorespiratory collapse following anesthetic procedure. Our case shows the utility of rescue with venovenous extracorporeal membrane oxygenation (VV-ECMO) after occurrence of such an event and demonstrates the feasibility of administering chemotherapy during VV-ECMO. A 4-year-old boy was referred to the pediatric oncology clinic of our hospital after a large mediastinal mass was observed on chest radiography ordered due to persistent cough. Computed tomography of the thorax revealed a 100×85 mm mass in the anterior mediastinum, surrounding the heart, and showed that there was compression to the trachea, bronchiole, and vascular structures. Percutaneous needle biopsy accompanied by ultrasonography was planned for diagnostic purposes. Low-dose ketamine and midazolam were administered for procedural sedation in the operating room. After the biopsy procedure, the patient developed sudden airway obstruction requiring intubation. Despite 100% oxygen support with a mechanical ventilator, pulse oximeter saturation remained below 80%. Chest X-ray revealed total collapse of the left lung, and the patient’s oxygen saturation did not increase with selective left bronchial intubation. Bi-caval dual-lumen ECMO cannula was placed in the internal jugular vein and VV-ECMO was initiated, resulting in swift improvement in hypoxemia. The patients’s anterior mediastinal mass shrank rapidly and left lung improved with chemotherapy. The patient remained on ECMO for a total of 9 days and was extubated 2 days after ECMO termination, followed by discharge to the pediatric oncology ward on the 20th day of pediatric intensive care unit stay. It is well known that large, anteriorly-located mediastinal masses carry a considerable risk of causing cardio-pulmonary collapse during procedures involving anesthesia. All life-saving options, including emergency ECMO, should be available before any planned invasive procedures in these patients.

16.Supracondylar extra-articular femur fracture after cementless unicompartmental knee replacement: A rare complication
Doğaç Karagüven, Tugrul Yildirim, Burak Akan, Mahmut Nedim Doral
PMID: 36453779  PMCID: PMC10198321  doi: 10.14744/tjtes.2021.03435  Pages 1754 - 1757
Bu olgu sunumunda unikondiler diz protezinin seyrek görülen bir komplikasyonu tanımlanmaktadır. Total diz protezi cerrahisi sonrası oluşabilen periprostetik suprakondiler femur kırıkları, ortopedi cerrahları için başedilmesi zor bir komplikasyondur. Bildiğimiz kadarıyla bu olgu sunumu, unikondiler diz protezi sonrası gerçekleşen tek periprostetik suprakondiler femur kırığıdır.
This case report defines an infrequent complication of unicompartmental knee replacement. Periprosthetic supracondylar femoral fracture after total knee replacement is a challenging problem for orthopedic surgeon. To the best of our knowledge, this is the only case describing periprosthetic supracondylar femoral fracture after unicondylar knee replacement.

17.A rare case of pantaloon hernia accompanied by strangulated ileal segment: Inguinal herniation of the bladder
Mehmet Sabri Çiftçi, Mehmet Zeki Buldanlı, Burak Uçaner, Vahit Onur Gül
PMID: 36453794  PMCID: PMC10198306  doi: 10.14744/tjtes.2022.26422  Pages 1758 - 1760
Mesanenin inguinal kanal içine herniasyonu nadir görülen bir klinik antitedir ve tüm inguinal hernilerin yaklaşık %1-4‘ünü oluşturmaktadır. Genellikle yaşlı erkek hastalarda ve sağ tarafta sık görülmektedir. Hastalar çoğunlukla asemptomatik olduğundan, intraoperatif olarak tanı almaktadır. Preoperatif süreçte tanının doğrulanması, olası mesane yaralanmalarının önüne geçebilmek adına önem teşkil etmektedir. Biz de bu çalışmamızda; akut mekanik intestinal obstrüksiyon ve strangülasyon semptomlarıyla acil servise başvuran hastada, mesane herniasyonunun eşlik ettiği nadir bir pantolon herni olgusunu literatür eşliğinde sunmayı amaçladık.
Mesanenin inguinal kanal içine herniasyonu nadir görülen bir klinik antitedir ve tüm inguinal hernilerin yaklaşık %1–4’ünü oluşturmaktadır. Genellikle yaşlı erkek hastalarda ve sağ tarafta sık görülmektedir. Hastalar çoğunlukla asemptomatik olduğundan, intraoperatif olarak tanı almaktadır. Preoperatif süreçte tanının doğrulanması, olası mesane yaralanmalarının önüne geçebilmek adına önem teşkil etmektedir. Biz de bu çalışmamızda; akut mekanik intestinal obstrüksiyon ve strangülasyon semptomlarıyla acil servise başvuran hastada, mesane herniasyonunun eşlik ettiği nadir bir pantolon herni olgusunu literatür eşliğinde sunmayı amaçladık.

LETTER
18.Comment on comparison of four different immobilization methods in the treatment of tendinous mallet finger injury
Erdem Güven
PMID: 36453786  PMCID: PMC10198314  doi: 10.14744/tjtes.2022.73394  Page 1761
Abstract |Full Text PDF

NONE
19.Reviewer List

Page 1762
Abstract |Full Text PDF