p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 15 Sayı : 1 Yıl : 2025

Hızlı Arama




SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 15 (1)
Cilt: 15  Sayı: 1 - Ocak 2009
DENEYSEL ÇALIŞMA
1. 
Ardışık yanık ve peritoneal sepsisle oluşturulan iki darbeli travma modelinde, N-asetilsistein tedavisi doku oksidatif stres düzeyini ve uzak organ hasarını azaltır
Tissue oxidative stress level and remote organ injury in two-hit trauma model of sequential burn injury and peritoneal sepsis are attenuated with N-acetylcysteine treatment in rats
Ahmet Gürer, Mehmet Özdoğan, Ali Kağan Gökakın, İsmail Gömceli, Özlem Gülbahar, Ata Türker Arıkök, Hakan Kulaçoğlu, Raci Aydın
PMID: 19130331  Sayfalar 1 - 6
Travma hastalarında ikinci darbenin oluşması enflamatuvar yanıtın şiddetlenmesine ve çoklu organ gelişmesine neden olmaktadır. Yanık hasarı sonrası oluşan enfeksiyon iki darbeli travma çalışmaları için uygun bir modeldir. Bu çalışmada, ardışık yanık ve sepsisten oluşan iki darbeli travma modelinde N-asetilsistein’in (NAS) etkinliği araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM: Kırk beş sıçanda %30’luk oranda haşlanma yanığı oluşturulduktan 72 saat sonra çekal bağlama ve delme yöntemi ile peritonit oluşturuldu. Grup I’de herhangi bir tedavi uygulanmadı. Grup II’deki sıçanlara peritonit sonrasında 150 mg/kg/gün dozunda intraperitoneal NAS tedavisi verildi. Grup III’e yanık sonrası 6 gün boyunca 150 mg/kg/gün dozunda NAS tedavisi uygulandı. Yedinci gün doku malondialdehit (MDA) ve glutatyon (GHS) düzeylerinin tayini ve histopatolojik hasarın değerlendirilmesi için örnekler toplandı. BULGULAR: Gruplar arasında mortalite farkı yoktu. Tedavi gruplarında karaciğer ve ileum doku MDA düzeylerinde anlamlı azalma (p=0,01, p=0,02) saptandı. Grup II’de akciğer GSH düzeylerinin anlamlı olarak arttığı (p=0,02) ve akciğer dokusunda histopatolojik hasar skorunun azaldığı saptandı (p=0,005). SONUÇ: N-asetilsistein tedavisi çalışılan iki darbeli travma modelinde doku oksidatif stres düzeyini ve uzak organ hasarını hafifletmiştir. Bu konuda daha ileri deneysel ve klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.

2. 
Zeolite kanama durdurucu ajanı, arteriyel yaralanmalarda oluşan kan kaybını azaltmada faydalı mı?
Is the zeolite hemostatic agent beneficial in reducing blood loss during arterial injury?
Mehmet Eryılmaz, Tahir Özer, Öner Menteş, Nurkan Torer, Murat Durusu, Armağan Günal, Ali İhsan Uzar
PMID: 19130332  Sayfalar 7 - 11
AMAÇ: Kontrolsüz kanamalar ölümlerin en sık nedenlerindendir. Çalışmada domuz femoral arteri yaralanması sonucu kan kaybıyla oluşan fizyolojik değişikliklere karşı zeolite mineralin (QC-ACS) etkisi değerlendirildi. GEREÇ VE YÖNTEM: On altı domuz kullanıldı. Oblig bir kasık kesisi sonrasında femoral arter bulunup 5 mm’lik kesi yapıldı. Denekler gruplara ayrıldı; altı domuzdan oluşan kontrol grubu’nda (KG) kanayan bölgeye gaz kompres konularak elle baskı uygulandı. QC uygulanan gruptaki 10 domuzda ise kanayan alana doğrudan QC yerleştirildi ve elle baskı uygulandı. Çalışma sürecinde ortalama arteriyel basınç, kan kaybı ölçümleri gerçekleştirildi. Histolojik inceleme için örnekler alındı. BULGULAR: QC uygulanımı sonrasında kan basıncında düşüşün tedricen azaldığı saptandı. 60. dk’dan sonra serum laktat düzeyinde KG’ye göre anlamlı şekilde yükselme saptandı. Protrombin zamanı KG için 60 dk’da anlamlı uzamış bulundu. QC uygulamasının kan kaybını durduramadığı ancak azalttığı saptandı. Hematokrit değerleri, QC uygulanan grupta KG’ye göre daha anlamlı idi. QC uygulaması sonrasında ortaya çıkan yüksek ısıya bağlı histopatolojik değerlendirme sonucunda özellikle nöral dokuda orta derecede ödem ve vakuolar değişiklikler saptandı. SONUÇ: Çalışmadaki fizyolojik parametreler değerlendirildiğinde; zeolitin kanamaya bağlı kan kaybını azaltma eğilimi gösterdiği ancak tam olarak durduramadığı saptandı. Bu tür deneysel çalışma sonuçlarının rutin kullanıma sokulabilmesi için klinik çalışmalarla desteklenmesi gerektiği kanısındayız.

KLINIK ÇALIŞMA
3. 
Kritik travma hastalarında mikroalbüminüri ile mekanik ventilasyon süresinin ilişkisi
The association of microalbuminuria and duration of mechanical ventilation in critically ill trauma patients
Azim Honarmand, Mohammadreza Safavi, Keivan Baghery, Ali Momayezi
PMID: 19130333  Sayfalar 12 - 18
AMAÇ: Organ yetersizliğini öngören mikroalbüminüri, muhtemelen mekanik ventilasyon gereksinimi ile birlikte mekanik ventilasyon süresini de öngörmektedir. Bu çalışmanın başlıca amacı, travma yoğun bakım ünitesi hastalarında mikroalbüminüri ile mekanik ventilasyon süresi arasındaki bir ilişkinin varlığını ve insidansını belirlemek olmuştur.
GEREÇ-YÖNTEM: Bu gözlemsel çalışmada, 60 kritik travma hastası, mekanik ventilasyon süresine göre grup A (≤7 gün) ve grup B (>7 gün) olarak iki gruba ayrıldı. Yoğun bakım ünitesine kabul edilme sırasında (ACR-1), yatırıldıktan sonraki 24., 72. ve 120. saatler ile mekanik ventilasyonun başladığı ve kesildiği günlerde (sırasıyla, ACR-2 ve ACR-3) seri spot idrar mikroalbümin-kreatinin oranları (ACR) ölçüldü. BULGULAR: Yoğun bakım ünitesine kabul edilme sırasında, hastaların %70’i mikroalbüminüriye ve %63,3’ü de ≥100 mg g-1 seviyesinde bir ACR değerine sahip oldu. Sırasıyla A ve B grubu hastalarda ACR-1 [ortalama (SE)] 30 (6) ve 63 (16) mg g-1 (p=0,0002); ACR-2, 40 (4) ve 52 (8) (p=0.007); ACR-3 de 30 (11) ve 44 (11) (p=0,023) oldu. Bütün hastalar için ortalama (SE) ACR-2, mekanik ventilasyonun kesildiği gün 37 (4) mg g-1 seviyesinden 34 (8) mg g-1 seviyesine düştü (p<0,01). SONUÇ: ACR, kritik travma hastalarının yoğun bakım ünitesine kabul edildiği ilk günde bile uzamış mekanik ventilasyon riskinin tahmin edilmesinde kullanılabilir.

4. 
Acil laparotomi uygulanan hastaların riske dayalı denetimi ile ilgili olarak POSSUM ve P-POSSUM skorlama sisteminin karşılaştırılması
Comparison of POSSUM and P-POSSUM for risk-adjusted audit of patients undergoing emergency laparotomy
Pavan Kumar, Gabriel Sunil Rodrigues
PMID: 19130334  Sayfalar 19 - 22
Heterojen nüfustan elde edilen POSSUM (The Physiological and Operative Severity Score for Enumeration of Mortality and Morbidity) skorlama sistemi, bir denetim gereci olarak başarıyla kullanılmış ancak düşük risk gruplarında, mortaliteyi olduğundan daha fazla öngörür gibi görünmüş ve bu nedenle de bu grup hastalar için alternatif olan P-POSSUM (Portsmouth predictor equation for mortality) skorlama sistemi tasarlanarak başarıyla kullanılmıştır. Bu prospektif çalışmada, üçüncü basamak bir hastanede acil laparotomi uygulanan hastalarda bu iki denklem, ölümü öngörmede karşılaştırıldı ve bunların morbidite ile mortaliteyi öngörme geçerliliği test edildi. GEREÇ-YÖNTEM: Bu çalışmaya acil laparotomi uygulanan 82 hasta kaydedildi. Gerçek morbidite ve mortalite oranları, lineer regresyon ve eksponansiyel analiz yöntemleri yoluyla POSSUM ve P-POSSUM denklemleri kullanılarak, öngörülen mortalite ve morbidite oranları ile karşılaştırıldı.
BULGULAR: POSSUM denklemi lineer regresyon analizi kullanıldığında mortalite ve morbidite oranını anlamlı şekilde olduğundan fazla öngördüyse de eksponansiyel analiz yöntemi kullanıldığında başarılı bir şekilde öngördü. P-POSSUM ile mortalitenin öngörülmesi, lineer regresyon ve eksponansiyel analiz yöntemi kullanıldığında iyi sonuç verdi; bununla beraber eksponansiyel analiz yöntemi lineer regresyon analizinden daha iyi sonuç verdi. SONUÇ: P-POSSUM skorlama sistemi mortaliteyi öngörmede POSSUM skorlama sisteminden daha iyi sonuç vermektedir; eksponansiyel yöntem ise lineer regresyon analizinden daha iyidir. Her iki denklem de acil laparotomi uygulanan hastaların riske dayalı cerrahi denetimi bakımından yararlı gereçlerdir.

5. 
Künt abdominal travmanın neden olduğu böbrek yaralanmalarının saptanmasında sonografinin doğruluğu: Prospektif bir çalışma
Accuracy of sonography in detection of renal injuries caused by blunt abdominal trauma: a prospective study
Reza Jalli, Nazafarin Kamalzadeh, Mehrzad Lotfi, Siamak Farahangiz, Mahdi Salehipour
PMID: 19130335  Sayfalar 23 - 27
AMAÇ: Bu prospektif çalışmada, künt abdominal travmanın neden olduğu böbrek yaralanmalarının saptanmasında sonografinin doğruluğu değerlendirildi. GEREÇ-YÖNTEM: Bu çalışmaya, yakın zamanlarda künt karın travma öyküsü olan, hem sonografi hem de bilgisayarlı tomografi (BT) alacak kadar stabil durumda olan 164 hasta (131 erkek, 33 kadın) dahil edildi. Olguların hepsi renal görüntüleme endikasyonunu kabul etti. Ultrason, bütün hastalarda ilk görüntüleme yöntemi olarak, simültane gri skala B-mod tarama ve renkli Doppler çalışması şeklinde gerçekleştirildi. Travmanın neden olduğu böbrek yaralanmalarının değerlendirilmesinde BT’nin seçkin görüntüleme yöntemi olduğu göz önünde bulundurularak, sonografi bulguları BT sonuçları ile karşılaştırıldı. BULGULAR: Böbrek sonografisi ve BT taraması için gönderilen 164 hastanın 103’ünde (%63), BT görüntüleme ile böbrek yaralanması saptandı; 14 hastada (%13,5), bilateral böbrek yaralanması saptandı. Amerikan Travma Cerrahisi Birliği (AAST) tarafından önerilen grade sınıflaması göz önünde bulundurularak, böbrek yaralanmalarının %57’si, %24’ü, %9,5’i, %6’sı ve %3,5’ine BT tarama ile sırasıyla grade I, II, III, IV ve V olarak tanı konuldu. Yüz altmış dört hastanın 66’sında (%40) ultrason bulguları, böbrek yaralanmalarıyla uyumlu bulundu. Bu hastalarda, internal ekojenite ile birlikte olan parankimal hematom, perinefrik hematom ve pelvokaliektazi en yaygın ultrason bulguları idi. Böbrek yaralanmalarının saptanmasında sonografinin genel duyarlılığı ve özgüllüğü, 0,8’lik bir pozitif öngörme değeri, 0,57’lik bir negatif öngörme değeri ve %79’luk bir genel doğrulukla birlikte sırasıyla %48 ve %96 olarak bulundu. SONUÇ: Travmalı olguların değerlendirilmesinde sonografinin kullanılabilirliği ve uygulanmasının kolay olmasına karşın, bu görüntüleme yöntemi, böbrek yaralanmalarının saptanmasında düşük duyarlılığa sahiptir ve önemli hasarları gözden kaçırır. BT görüntüleme, hemodinamik olarak stabil olan ve böbrek görüntülemesi bakımından açık endikasyonu bulunan böbrek travmalı kişilerde tanı yöntemi olarak göz önünde bulundurulmalıdır.

6. 
Nörotravmaya yönelik erken dekompresif kranyektomi: Bir merkezin deneyimi
Early decompressive craniectomy for neurotrauma, an institutional experience
Andrès Mariano Rubiano, Wilson Villarreal, Enrique Jimenez Hakim, Jorge Aristizabal, Fernando Hakim, Juan Carlos Dìez, Germàn Peña, Juan Carlos Puyana
PMID: 19130336  Sayfalar 28 - 38
AMAÇ: Nörotravma merkezleri, literatür analizi ve kendi deneyimlerinden elde edilen kanıt esasına göre tedavi protokolleri geliştirmiştir. Bu yazıda, Bogota’nın kuzey bölgesindeki kırsal kesime yönelik bir travma merkezi olan Simòn Bolivar Hastanesi’ndeki ciddi travmatik beyin yaralanması (TBY) tedavisi ile ilgili kendi deneyimi gözden geçirildi. GEREÇ-YÖNTEM: Bu çalışma, ciddi TBY’ye yönelik olarak Ocak 2002 ile Temmuz 2004 tarihleri arasında merkezin kendi protokolü gereği erken dekompresif kranyektomi (DK) uygulanan bir grup hastayı (n=16), böyle bir protokol uygulamaya sokulmadan önce tedavi edilen tarihi bir kontrol grubu (n=20) ile karşılaştıran bir olgu kontrol çalışmasıdır. Başlıca sonuç değişkenleri olarak, altıncı aydaki mortalite ve Glasgow Sonuç Skoru (GOS) kullanılmıştır. BULGULAR: Ciddi izole TBY’si olan 16 hastada uygulanan erken bir DK protokolü ile yaralanmadan itibaren 12 saatten daha kısa bir süre içinde III ve IV arasında kalan bir Marshall skoru, tek başına ventrikülostomi ve Yoğun Bakım Ünitesi (YBÜ) tedavisi ile birlikte olan konvansiyonel yaklaşıma göre daha düşük bir mortaliteye neden olmuştur. GOS, kontrol grubuna göre DK grubunda anlamlı şekilde daha iyi olmuştur (p=0,0002). SONUÇ: Kolombiya Simòn Bolivar Hastanesinde, şiddetli TBY hastalarına (Glasgow Koma Skalası <9) yönelik olarak erken bir DK protokolünün kullanılması, klinik sonuçları tek başına ventrikülostomi ve YBÜ tedavisi ile birlikte olan konvansiyonel yaklaşıma göre belirgin şekilde iyileştirmiştir.

7. 
Beyin ölümü hastalarında aminoasit solüsyonlarına metabolik ve termojenik yanıt
Thermogenic and metabolic response to amino acid solution in brain-dead patients
İlkin Çankayalı, Kubilay Demirağ, Seden Kocabaş, Ali Reşat Moral
PMID: 19130337  Sayfalar 39 - 44
AMAÇ: Aminoasit infüzyonu ile enerji tüketimi ve termojenezdeki artış arasında güçlü bir ilinti vardır. Bu çalışmada, yoğun bakımda beyin ölümü tanısı almış hastalarda termojenez ve enerji tüketimindeki artışa aminoasit solüsyonlarının etkisi araştırıldı.
GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmaya 26 beyin ölümü olgusu dahil edildi. Hastalara dört saat boyunca aminoasit solüsyonu verildi. İstirahat enerji tüketimleri endirekt kalorimetrik yöntemle ölçüldü. İstatistiksel analizler için ANOVA ve Bonferroni testleri kullanıldı.
BULGULAR: Yirmi dört hastada, tahmin edilen (hesaplanan) enerji tüketimi değerleri (TET) ölçülen istirahat enerji tüketimi (İET) değerlerinden daha yüksek bulundu. TET ile karşılaştırıldığında, tüm hastaların ortalama İET/TET değerleri, İET’de %29 değerinde bir azalma olduğunu gösterdi. Vücut ısısı ve enerji tüketimi değerleri parenteral aminoasit infüzyonu sırasında artmadı. Çalışma boyunca herhangi bir zamanda, metabolik ölçümler ve başlangıç değerleri arasında istatistiksel herhangi bir fark bulunmadı. SONUÇ: Aminoasit solüsyonlarının enerji tüketimi ve termojeneze olan uyarıcı etkilerinin beyin ölümü olgularında görülmediği (yok olduğu) kanısına varıldı. Bu sonuç, enerji tüketimi ve termojenezdeki artıştan merkezi yolların sorumlu olabileceğini göstermektedir.

8. 
Penetran ince barsak yaralanmalarında ek organ yaralanmasının morbidite ve mortalite üzerine etkisi
Effects of additional intra-abdominal organ injuries in patients with penetrating small bowel trauma on morbidity and mortality
Mehmet Uludağ, Gürkan Yetkin, Bülent Çitgez, Faruk Yener, İsmail Akgün, Arslan Çoban
PMID: 19130330  Sayfalar 45 - 51
AMAÇ: İnce bağırsak yaralanmalarında ek organ yaralanması varlığının komplikasyon ve mortalite üzerine etkileri değerlendirildi. GEREÇ VE YÖNTEM: 2000-2005 yılları arasında kliniğimizde penetran karın yaralanması sonucu ince bağırsak yaralanması olan hastalar iki gruba ayrılarak değerlendirildi. Grup I’de izole ince bağırsak yaralanmaları, grup II’de diğer karın organları ile birlikte ince bağırsak yaralanması olan hastalar toplandı. Bu iki gruptaki hastaların verileri karşılaştırıldı. BULGULAR: Yaş ortalaması 38,1±8,86 (dağılım 17-53) olan 38 hastada (34E, 4K) ince bağırsak yaralanması saptandı; olguların 20’si grup I’de, 18’i grup II’de yer aldı. İki grubun sırası ile PATI (penetrating abdominal trauma index) değerleri 6,2±2,58, 17±6,36 idi, grup II’de anlamlı olarak daha yüksekti (p<0,001). Toplam komplikasyon oranı %23,68 bulundu; grup I’de %5, grup II’de %44,8 olup anlamlı olarak yüksekti (p<0,01). Yatış süresi grup II’de anlamlı olarak yüksekti (grup I: 5,95±4,63 gün, grup II: 9,38±3,8 gün) (p<0,01). Mortalite oranı %2,63 olup, ince bağırsak yaralanmasına bağlı değildi. SONUÇ: İzole ince bağırsak yaralanmaları düşük komplikasyon oranları ile tedavi edilebilir. İnce bağırsak yaralanmalarında ek organ yaralanmasının varlığı komplikasyon gelişimini arttırmaktadır. Yaralanma Şiddeti Ölçeği (ISS) ve PATI skorları komplikasyon gelişimi riskini tahmin etmede kullanılabilir.

9. 
Ağır sekonder peritonitli hastalarda laparostomi
Laparostomy in patients with severe secondary peritonitis
Dogan Gonullu, Ferda Nihat Köksoy, Okan Demiray, Sibel Gurdal Ozkan, Tayfun Yucel, Osman Yucel
PMID: 19130338  Sayfalar 52 - 57
AMAÇ: Bu çalışmada, sekonder peritonitli hastaların tedavisinde, Bogota bag ile geçici karın kapatmanın etkinliği ve sağ kalımdaki risk faktörleri değerlendirildi.
GEREÇ-YÖNTEM: Sekonder peritonit nedeniyle Bogota bag kullanılarak geçici olarak karın kapatılması uygulanan 37 hasta (22 erkek, 15 kadın; ort. yaş 63,5; dağılım 44-83) ele alındı. Hastalığın şiddetinin belirlenmesinde Acute Physiology and Chronic Health Evaluation II (APACHE II) ve Mannheim Peritonit İndeksi (MPI) skorları kullanıldı. APACHE II’nin sonuçları ve etkililiği ve MPI değerleri, geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Mortalite oranı %43,2 olarak belirlendi. Yaşayan ve hayatını kaybeden hastaların, başvuru APACHE II (r=0,81, p=0,001) ve MPI (r=0,39, p=0,02) skorları ve ameliyat sayıları (1,6’ya karşın 4,7 ameliyat) arasında yaşayanların lehine anlamlı fark saptandı. Beş hastada laparostomi primer olarak kapatılırken, yaşayan diğer hastalar sekonder iyileşmeye bırakıldı. SONUÇ: Sekonder peritonitli hastalarda Bogota bag ile geçici karın kapatılması, ucuz ve basit bir yöntem olup, şeffaflığıyla altındaki organların ve enfeksiyonun gözlenmesine olanak sağlar. Yüksek APACHE II ve MPI skorları ve fazla sayıda relaparotomi uygulanması, daha yüksek mortalite oranı ile sonuçlanmaktadır.

10. 
Sünnet derisi, greftlenmesi gereken bütün erkek yanıklı çocuklarda kullanılabilir
Preputial skin can be used in all boys with burns requiring grafting
Ahmet Bülent Dogrul, Özgür Aytaç, Yusuf Alper Kılıç, Ali Konan, Kaya Yorgancı
PMID: 19130339  Sayfalar 58 - 61
AMAÇ: Geniş alanlı yanıkları olan hastalarda, yanık olmayan bütün deri kısımları donör alanı olarak kullanılabilir. Donör saha problemlerini engellemek için, sünnet derisi kullanımı düşük yanık yüzdesi olan hastalarda iyi bir seçenek olabilir. GEREÇ-YÖNTEM: Ocak 1997 ile Ağustos 2007 tarihleri arasında yanık merkezimizde tedavi edilen ve greft uygulanan 12 hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. BULGULAR: Sünnet derisi üç hastada tek başına, dokuz hastada diğer donör alanlardan alınan greftlerle birlikte greft olarak kullanıldı. İki hastada sünnet derisi hiperpigmentasyonla sonuçlanan iyileşmenin tercih edildiği periareolar bölgede, diğer hastalarda vücudun farklı bölgelerinde kullanıldı. Sünnet derisi grefti için başarı oranı %100 idi. Donör alan morbiditesi gözlenmedi. SONUÇ: Sünnet derisi oldukça esnek ve alınması kolay olan tam kat bir grefttir. Greft ihtiyacı olan bütün erkek yanıklı çocuklarda uygulanması düşünülmelidir.

11. 
Akut kolesistit için erken laparoskopik kolesistektomi
Early laparoscopic cholecystectomy for acute cholecystitis
Ahmet Tekin, Tevfik Küçükkartallar, Metin Belviranlı, Celalettin Vatansev, Faruk Aksoy, Şakir Tekin, Adil Kartal
PMID: 19130340  Sayfalar 62 - 66
AMAÇ: Bu çalışmada, erken laparoskopik kolesistektomi (LK) ile tedavi edilen akut kolesistitli (AK) hastaların klinik sonuçları değerlendirildi. GEREÇ VE YÖNTEM: Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi’nde Ocak 1994 ile Aralık 2006 yılları arasında 3876 hastaya LK yapıldı. Bunlardan 182 hastaya (101 kadın, 81 erkek) semptomların başlamasından itibaren ilk üç gün içinde kolesistektomi uygulandı. Hastaların dosyaları klinik, biyokimyasal, radyolojik ve ameliyat bulguları, ameliyat sonrası komplikasyon ve morbiditeye etkisini saptamak için geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Akut kolesistli olgularda açığa geçme oranı 31 (%17,03) idi. Ameliyat sonrası hastanede kalış süresi başarılı LK grubunda 4, açık kolesistektomiye geçilen grupta 7 gün olarak saptandı. Laparoskopik tamamlanan ve açığa geçilen kolesistektomi grupları arasında hastanede yatış süresi ve safra kesesi duvar kalınlığı yönünden istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Çalışmamızda açığa geçme ile ilgili faktörler; erkek cinsiyeti, ultrasonografide perikolesistik sıvı gözlenmesi, gangrenöz tip kolesistit ve safra kesesi duvar kalınlığının 1 cm ve üzerinde olması idi. SONUÇ: LK, seçilmiş AK’li hastalarda güvenli bir yaklaşımdır. Erkek cinsiyeti, ultrasonografide perikolesistik sıvı gözlenmesi, gangrenöz kolesistitler ve safra kesesi duvar kalınlığının 1 cm ve üzerinde olması yüksek açık cerrahiye dönme riski ile beraberdir.

12. 
Klinikte tedavi edilen ürogenital travma hastalarının değerlendirilmesi
Evaluation of patients with urogenital trauma managed in a urology clinic
Cevdet Kaya, Orhan Koca, Senad Kalkan, Metin Öztürk, Abdullah İlktaç, Ihsan M. Karaman
PMID: 19130341  Sayfalar 67 - 70
AMAÇ: Tüm ölümlerin yaklaşık %14’ünden sorumlu olan travmaların %10’u genitoüriner sistemi etkilemektedir. Bu çalışmada, kliniğimizde genitoüriner travma nedeni ile yatırılarak takip edilen hastalar geriye dönük olarak değerlendirildi. GEREÇ VE YÖNTEM: 2003-2007 tarihlerinde kliniğimize yatırılarak takip edilen genitoüriner travmalı olgular geriye dönük olarak incelendi. Toplam 108 hasta (92 erkek, 16 kadın; ort. yaş 35,8±17,5; dağılım 6-87) yaş, cinsiyet, travmanın meydana geliş tipi, etkilenen organ türü, travma evrelemesi, eşlik eden diğer organ yaralanmaları, radyolojik görüntüleme yöntemleri ve uygulanan tedavi yöntemleri değerlendirildi. BULGULAR: Olguların 68’inin (%63) künt, 25’inin (%24) penetran, 12’sinin (%11) iyatrojenik travmaya ve 3’ünün (%3) spontan organ yaralanmasına maruz kaldığı saptandı; 34’ünde (%32) böbrek, 11’inde (%10) üreter, 18’inde (%17) mesane, 27’sinde (%25) üretra, 6’sında (%6) testis ve 12’sinde (%10) penis travması meydana geldiği görüldü. Böbrek travmalı olgular incelendiğinde, 17’sinde (%50) evre 3, 11’inde (%32) evre 4, 6’sında (%18) evre 5 böbrek hasarı saptandı; bu olguların 6’sı (%18) ameliyat edildi. SONUÇ: Travmanın oluş biçimi ve derecesi açısından sonuçlarımız literatür bilgisi ile paralellik göstermektedir. Ülkemizde ürogenital travma oranlarıyla ilgili yeterli bilgi bulunmaması nedeniyle, referans merkezlerinin travma kayıt bilgilerini derleyip yayınlamasında yarar olduğu düşünülmüştür.

13. 
Travmalı hastaların değerlendirilmesinde akılda tutulması gereken tanı: Diyafram yırtığıq
Diagnosis that should be remembered during evaluation of trauma patients: diaphragmatic rupture
Maruf Şanlı, Ahmet Feridun Işık, Bülent Tunçözgür, Fatih Meteroğlu, Levent Elbeyli
PMID: 19130342  Sayfalar 71 - 76
AMAÇ: Travmatik diyafram yırtığı (DY) olguları değerlendirildi; tanı zorluğu ve tanıdaki gecikmenin önemi vurgulandı, tedavi yöntemi ve sonuçları irdelendi. GEREÇ VE YÖNTEM: Cerrahi uygulanan travmatik DY’li 13 hasta (11 erkek, 2 kadın; ort. yaş 34,6; dağılım 7-52 yaş) demografik özellikler, travma şekli ve zamanı, bulgular, tanı yöntemleri, yerleşim, cerrahi tedavi, morbidite ve mortalite yönünden değerlendirildi. BULGULAR: Travma, olguların sekizinde (%61,6) künt, beşinde (%38,4) penetran şekildeydi. Radyolojik olarak 11 olguda karın içi organların toraks içine doğru yer değiştirdiği saptandı. Tanı konma süresi altı olguda (%46,1) 2-20 yıl arasında değişiyordu. Bunların üçü penetran, üçü künt travma grubundaydı. Üç olguda ek organ yaralanmaları nedeniyle başka bir merkezde yapılan torakotomi ve laparotomiye rağmen tanı atlanmıştı. Yırtık yeri 12 olguda sol, bir olguda sağ hemidiyaframdaydı. Tüm olgulara torakotomi ile yaklaşılarak primer onarım yapıldı. Ameliyat sonrası bir olguda morbidite gelişirken, mortalite izlenmedi. SONUÇ: Travmalı hastada akut dönemde kolaylıkla atlanabilmesi nedeniyle DY şüphesi akılda tutulmalı, eşlik eden patolojiler nedeniyle yapılan torakotomi ve laparotomilerde diyafram dikkatli şekilde incelenmelidir. Gecikmiş tanı morbidite ve mortaliteyi arttıracaktır.

14. 
Apandisit tanısında Ohmann ve Eskelinen skorları ile lökosit sayısı ve ultrasonografi bulgularının değerlendirilmesi
Evaluation of Ohmann and Eskelinen scores, leukocyte count and ultrasonography findings for diagnosis of appendicitis
Gülten Kıyak, Birol Korukluoğlu, Yiğit Özgün, Ali Önder Devay, Ahmet Kuşdemir
PMID: 19130343  Sayfalar 77 - 81
AMAÇ: Bu çalışmada, skorlama sistemlerinden Ohmann ve Eskelinen skorları, lökosit sayısı ve ultrasonografinin (USG) akut apandisit tanısındaki yeri saptanmaya çalışıldı. GEREÇ VE YÖNTEM: 01.05.2004-01.09.2005 tarihleri arasında akut apandisit ön tanısı ile ameliyat edilen 186 hasta (105 erkek, 81 kadın; ort. yaş 29,94±12,70; dağılım 6-70), geriye dönük olarak tarandı; Ohmann, Eskelinen skorları, lökosit sayısı ve USG’nin tanıdaki önemi ve cinsiyetler arasında fark olup olmadığı saptanmaya çalışıldı. BULGULAR: Ohmann ve Eskelinen skorları değerlendirildiğinde, genel hasta grubunda ve kadın hastalarda apandisit olan ve olmayanlar arasında anlamlı fark saptandı (tüm gruplar için p=0,01); erkek hastalar için apandisit olan ve olmayanlar arasında fark saptanmadı (sırası ile p=0,341 ve p=0,217). Lökosit sayısında artış ve USG değerlendirilmesine bakıldığında, kadın hastalarda apandisit olan ve olmayanlar arasında lökosit sayısında artış ve pozitif USG bulgusu arasında anlamlı fark saptandı (sırası ile p=0,001 ve p=0,001); erkek hastalarda anlamlı fark saptanmadı (sırası ile p=0,480 ve p=0,732). SONUÇ: Ohmann ve Eskelinen gibi skorlama sistemlerinin apandisit tanısında veya tanıdan uzaklaşmak için kullanılması, özellikle birinci basamak sağlık hizmeti verilen ünitelerde kullanılabilir. Apandisit tanısının güç olduğu özellikle üreme çağındaki kadınlarda ise lökosit sayısındaki artışın tek başına belirleyici olabileceği ve USG’nin de ayırıcı tanıda değerli olduğu düşüncesindeyiz.

OLGU SUNUMU
15. 
Geç dönem saptanan travmatik diyafram yırtığı: İki olgu sunumu
Late-onset traumatic rupture of the diaphragm: two case reports
Muhyittin Temiz, Ahmet Aslan, Güvenç Diner, Elif Canbolant
PMID: 19130344  Sayfalar 82 - 84
Toraks ve karın bölgesinde, künt veya penetran travmalara bağlı olarak diyafram yırtığı meydana gelebilir. Belirgin işaretleri, fiziksel inceleme bulgusu ve radyografik görüntüsü bulunmayan olgularda diyafram yırtığında tanı kolaylıkla atlanabilir. Torako-abdominal bölge travması ile başvuran hastalarda diyafram yırtığı olabileceği akla getirilmelidir. Tanı konulamayan olgularda semptomlar geç dönem ortaya çıkabileceği gibi hiç bulgu vermeyebilir. Travmatik diyafram yırtığının tedavisi cerrahidir. Bu yazıda, travmadan yıllar sonra tanısı konan iki gecikmiş diyafram yırtığı olgusu sunuldu.

16. 
Nadir bir gastrointestinal kanama nedeni: Midenin glomus tümörü
Glomus tumor of the stomach: a rare cause of upper gastrointestinal bleeding
Cengiz Tavusbay, Hüdai Genç, Mehmet Hacıyanlı, Özlem Sayın Gür, Neşe Ekinci
PMID: 19130345  Sayfalar 85 - 87
Glomus tümörleri genellikle ekstremitelerde görülen, selim seyirli yumuşak doku tümörleridir, gastrointestinal sistem (GİS), ürogenital ve solunum sistemi gibi vücudun diğer kısımlarında daha seyrek rastlanılır. GİS’de görülen glomus tümörlerinin çoğu midenin antrum kısmında yerleşim gösterir. Çoğu küçüktür (genellikle <4 cm) ancak bazen daha büyük olabilir. Bu yazıda, 2 aydan beri aralıklı olarak bulantı, kusma, hematemez ve melena yakınmaları ile başvuran 31 yaşındaki kadın hastada saptanan, bir mide glomus tümör olgusu sunuldu. Üst GİS endoskopisinde prepilorik bölgede, üzeri ülsere, submukozal lezyon olarak tanı konuldu. Hastaya, lezyonu içerecek tarzda parsiyel gastrektomi ameliyatı uygulandı. Glomus tümörünün tanısı immünohistokimyasal değerlendirme ile de teyit edildi. Glomus tümörü iyi huyludur ve radikal bir cerrahi prosedür gerektirmediğinden en önemli yanı histolojik tanısının konulması ve midenin sık görülen diğer lezyonlarından özellikle de kötü huylu tümörlerinden ayırt edilmesidir.

17. 
Biliyer askariazisin neden olduğu tıkanma ikteri: Bir akut karın olgusu
Biliary ascaris-induced obstructive jaundice: a case of acute abdomen
Hayrettin Öztürk, Hülya Öztürk, Hatun Duran, Selçuk Otçu
PMID: 19130346  Sayfalar 88 - 90
Ascaris lumbricoides dünyadaki en yaygın helmintik hastalıklardan biri olup birçok komplikasyon oluşturabilir. Helmintin safra yolları içinde varlığının gösterilmesi, özellikle çocuklarda, nadir bir durumdur. Bu yazıda, cerrahi akut karın bulgularına benzer şikayetlerle başvuran ve safra yolları içinde askaris helminti gösterilen bir olgu sunuldu. Ultrasonografik değerlendirme ile tanısı konan hastaya, tedavide mebendazol ve antispazmolitik verilerek tedavi sağlandı. Biliyer askariazis çocuk yaş gurubu hastalar dahil olmak üzere endemik bölgelerden gelen hastalarda görülen akut karın ağrısı tablosunda ayırıcı tanıda düşünülmelidir.

18. 
Kesici ve delici spinal yaralanma: İki olgu sunumu
Penetrating spinal injury: reports of two cases
Nebi Yılmaz, Nejmi Kıymaz, Çiğdem Mumcu
PMID: 19130347  Sayfalar 91 - 94
Delici ve kesici aletle olan penetran spinal kord yaralanmaları seyrek görülür. Bu yaralanmalarda spinal kordun nöral elamanlarının doğrudan hasarı, kord infarktı ve nadiren de intardural veya epidural hematoma olabilir. Bu yazıda, bıçakla spinal kord ve L4 kök yaralanması olan iki olgu sunuldu. Birinci olgu 22 yaşındaki erkek hasta, sırt bölgesinin ortasından bıçakla yaralanma şikayeti ile acil polikliniğimize başvurdu. Nörolojik muayenesinde paraplejik olan hastanın spinal MRG incelemesi ile T7-T8 seviyesinde total spinal kord lezyonu saptandı. Yara primer dikilmesine edilmesine rağmen, takibinde beyin omirilik sıvısı sızıntısının olması nedeniyle ameliyata alındı. Ameliyatta T7-T8 total laminektomi yapılarak yırtılmış olan duramater primer olarak dikildi. İkinci hasta, belinde bıçakla yaralanma sonrası acil polikliniğimize başvurdu. Hastanın L3 seviyesindeki yara yerinde sap kısmı kırılmış bıçak 2-3 cm’lik derinlikte görüldü. Hasta acil olarak ameliyata alınarak kırılan ve metalik kısmı içeride kalmış olan bıçak çıkartıdı.

19. 
Geniş kronik subdural hematomun spontan rezolüsyonu: Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi
Spontaneous resolution of a large chronic subdural hematoma: a case report and review of the literature
Ethem Göksu, Mahmut Akyüz, Tanju Uçar, Saim Kazan
PMID: 19130348  Sayfalar 95 - 98
Kronik subdural hematomun spontan rezolüsyonu literatürde nadir olarak bildirilmektedir. Bu yazıda, otuz beş yaşındaki bir erkek olgunun manyetik rezonans görüntüleme incelemesinde hacmi yaklaşık olarak 76,5 ml ölçülen geniş bir kronik subdural hematomun spontan rezolüsyonu sunuldu. Hastanın nörolojik incelemesinde patolojik bulguya rastlanmadı, serebral anjiyografi ve EEG incelemeleri normal bulundu. Kronik subdural hematomların fizyopatogenezindeki olası mekanizmalar, spontan rezolüsyonu diğer literatür bilgileri eşliğinde tartışıldı.

20. 
Yenidoğanda travmatik distal humerus epifiz ayrılmasının tanı ve tedavisi: Olgu sunumu
Detection and treatment of traumatic separation of the distal humeral epiphysis in a neonate: a case report
Yetkin Söyüncü, Can Çevikol, Seçgin Söyüncü, Aydın Yıldırım, Feyyaz Akyıldız
PMID: 19130349  Sayfalar 99 - 102
Doğum travmasına bağlı meydana gelen distal humerus epifiz ayrılması oldukça seyrek görülen bir durumdur ve sıklıkla dirsek ekleminin arkaya çıkığı ile karıştırılır. Acil tıp ve ortopedi doktorları, yenidoğanlardaki dirsek travmalarını değerlendirirken distal humerus epifiz ayrılması konusunda son derece dikkatli davranmalıdırlar. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ayırıcı tanıda önemli yer tutar. Bu yazıda, yenidoğanda ultrasonografi ve MRG tekniklerinden yararlanarak distal humerus epifiz ayrılmasının tam olarak görüntülenmesi ve orta dönem cerrahi sonucunun verilmesi amaçlandı.