p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 29 Sayı : 2 Yıl : 2025

Hızlı Arama




Scopus CiteScore SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 29 (2)
Cilt: 29  Sayı: 2 - Şubat 2023
DIĞER
1. 
Ön Sayfalar
Frontmatters

Sayfalar I - V

DENEYSEL ÇALIŞMA
2. 
Sıçanlarda sepsisle oluşturulan karaciğer hasarı üzerine sildenafil uygulamasının koruyucu rolünün belirlenmesi
The determination of the protective role of sildenafil administration in rats with sepsis-induced liver injury
Serkan Cerrah, Elif Cadirci, Nihat Okcu, Özcan Deveci
PMID: 36748765  PMCID: PMC10198326  doi: 10.14744/tjtes.2022.45605  Sayfalar 133 - 139
AMAÇ: Sepsis enfeksiyon sonrasında gelişen, enflamasyon ve koagülasyonun birlikte aktive olmasıyla karekterize, morbiditesi ve mortalitesi yüksek, kompleks bir sendromdur. Sildenafil selektif bir fosfodiesteraz Tip 5 (PDE–5) inhibitörü olup, tüm dünyada erektil disfonksiyon tedavisinde etkin olarak kullanılan bir ilaçtır. Biz bu çalışmayla, çekum ligasyonu ve perforasyonu (ÇLP) uygulayarak polimikrobiyal sepsis oluşturduğumuz sıçanlarda, sildenafilin ÇLP’nin indüklediği karaciğer doku hasarında, histopatolojik ve biyokimyasal olarak serbest oksijen radikalleri ve antioksidanlara olan etkisine bakarak, koruyucu etkisi olup olmadığını araştırdık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Sıçanlar dört gruba ayrıldı. 1) 10 mg/kg sildenafil (SLD) verilmiş çekal ligasyon perforasyon (ÇLP) grubu; 2) 20 mg/kg SLD verilmiş ÇLP grubu; 3) ÇLP grubu; 4) SHAM operasyon grubu. Çekal ligasyon perforasyon (ÇLP), polimikrobiyal sepsis modeli sıçanlara uygulandı. Çalışmamızda bütün gruplardaki sıçanlar 16 saat sonra yüksek doz genel anestezi ile öldürüldü (thiopental sodyum, 50 mg/kg). Sıçanların karaciğer spesmenleri alınarak histopatolojik ve biyokimyasal olarak analiz edildi. Çalışmamızda sepsis sürecinde karaciğer dokusunda oluşan antioksidan aktiviteyi göstermek için süperoksit dismutaz (SOD) ve glutatyon (GSH) parametreleri ölçüldü. Oksidan aktivite ise miyeloperoksidaz (MPO) ve lipit peroksidasyonu (LPO) parametreleri karaciğer dokularında ölçülerek değerlendirildi.
BULGULAR: ÇLP polimikrobiyal sepsis grubunda, SHAM grubuna göre SOD ve MPO aktiviteleri, GSH ve LPO seviyeleri yüksek olarak bulundu (p<0.05) Sildenafil uygulanmış bütün gruplarda, ÇLP uygulanmış gruplara göre, yüksek GSH seviyeleri bulundu. 20 mg/kg sildenafil dozu uygulanmış sıçanlarda, SHAM grubuna göre yüksek GSH seviyeleri gözlendi. Bununla birlikte sildenafilin bütün dozları, ÇLP grubuna göre, LPO seviyelerinde anlamlı düşüş (p<0.05), MPO aktivitesinde anlamlı artış gösterdi. 20 mg/kg sildenafil uygulanmış sıçanlarda, biyokimyasal parametrelerde iyileşmeler gözlendi. Çalışmamızda SHAM grubunda düşük olan SOD ve MPO IV aktiviteleri ÇLP ile uygulanan polimikrobiyal sepsis modelinde artmıştır. SLD uygulandığında da MPO aktivitesi hem SHAM grubunda, hem ÇLP grubunda artmıştır. Çalışmamızda septik karaciğer dokularında GSH ve LPO seviyeleri de artmıştır. SLD SHAM grubuna uygulandığında da koruyucu GSH miktarını artırmış ve hasar verici LPO miktarını azaltmıştır. Yapılan histopatolojik incelemede 10 mg/kg sildenafil uygulamasının kısmen karaciğer üzerine iyileştirici etkileri olduğu gözlendi.
TARTIŞMA: Sonuç olarak, bu çalışmada akut sildenafil uygulamasının, septik sıçanlarda oluşan karaciğer hasarını doza bağımlı olarak azalttığı gösterilmiştir. Ayrıca septik sıçanlarda bozulmuş olan oksidan-antioksidan dengesini de düzelttiği gözlenmiştir. Bu da sildenafilin karaciğerdeki koruyucu etkisine aracılık ediyor olabilir. Ancak sildenafilin karaciğer üzerindeki koruyucu etkilerinin daha iyi anlaşılabilmesi için gelecekte yeni deneysel ve klinik çalışmaların yapılması gerektiği inancındayız.

3. 
Deneysel olarak oluşturulmuş diyabetik sıçanlarda kitosanın oral mukozada yara iyileşmesine etkisinin histopatolojik araştırılması
Histopathological investigation of the effect of chitosan on oral mucous wound healing in experimentally established diabetic rats
Reha Gür, Nevin Büyükakyüz, Barış Altuğ Aydil, Mustafa Ayhan
PMID: 36748767  PMCID: PMC10198325  doi: 10.14744/tjtes.2022.55726  Sayfalar 140 - 148
AMAÇ: Çalışmamızda deneysel olarak oluşturulan diyabetes mellitusun jel formu uygulanarak kitosanın oral mukozada yara iyileşmesi üzerine etkilerinin histopatolojik olarak araştırılması amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamızda 14–16 haftalık, 340±20 gram ağırlığında 42 adet Sprague Dawley cinsi erkek sıçan kullanıldı. Otuz iki olguya 55 mg/kg streptozotosin intraperitoneal (i.p.) uygulanarak diyabet indüksiyonu sağlandı. İkinci ve yedinci gün sonunda ölçülen kan şekeri 250 mg/dl’nin üzerinde olanlar diyabetik kabul edildi ve çalışmaya alındı. Daha sonra deney hayvanlarının bukkal mukozasında tek kullanımlık panç biyopsi aleti ile 5 mm çapında ve 1 mm derinliğinde yara oluşturuldu. Cerrahi operasyon sonrası ikinci ve beşinci günlerde yara iyileşmesi değerlendirildi. Örnekler histopatolojik olarak inflamasyon, fibrozis, epitel rejenerasyonu, nekroz ve yabancı cisim reaksiyonu açısından değerlendirildi.
BULGULAR: İstatistiksel analiz sonucunda ikinci ve beşinci gün enflamasyon düzeyleri açısından gruplar arasında anlamlı fark bulundu (p<0.05). Grup içi değerlendirmelerde diyabet+kitosan grubunda ikinci gün şiddetli enflamasyon oranı beşinci güne göre anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.05). İkinci gün fibrozis düzeyleri açısından gruplar arasında anlamlı fark bulunmazken (p>0.05), beşinci gün fibrozis düzeyleri açısından anlamlı fark bulundu (p<0.05).
TARTIŞMA: Kitosanın ikinci ve beşinci günlerde hiçbir grupta yabancı cisim reaksiyonuna neden olmadığı gözlendi.

4. 
Pterygomaksiller bağlantı ile kırık paterni arasındaki ilişkinin radyolojik incelenmesi
Radiological examination of the relationship between the pterygomaxillary junction and fracture pattern
Mustafa Ayhan, Sedef Ayşe Taşyapan, Abdulsamet Kundakçıoğlu, Metin Berk Kasapoğlu, Sabri Cemil İşler, Barış Altuğ Aydil, Ilknur Özcan, Gülce Ecem Doğancalı
PMID: 36748778  PMCID: PMC10198336  doi: 10.14744/tjtes.2022.45995  Sayfalar 149 - 154
AMAÇ: Le Fort 1 osteotomileri, orta yüz deformitelerini düzeltmek için yaygın olarak kullanılmaktadır. Maksillanın kolayca hareket etmesi için pterigomaksiller bileşke ayrılmalıdır. Bu osteotomiyi gerçekleştirirken pterigoid plak sağlam kalmalıdır. Bu çalışmanın amacı, Le Fort 1 osteotomisinde pterigomaksiller bileşkenin anatomik özellikleri ile kırık paternleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Le Fort 1 osteotomi ameliyatı geçirmiş 41 hastanın (82 örnek) ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası konik ışınlı bilgisayarlı tomografi görüntüleri radyolojik olarak değerlendirildi. Pterigomaksiller fissür ve pterigoid plağın morfolojik ölçümleri yapıldı. Pterigomaksiller ayrılma, temiz kesim, maksiller sinüs ve pterigoid plak kırığı şeklinde ayrıldı.
BULGULAR: Temiz kesim tip kırık ve pterigoid plak kırığı gruplarının pterigoid proses kalınlıkları ile pterigomaksiller bölge kalınlıkları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlendi.
TARTIŞMA: Anatomik varyasyonlar pterigomaksiller bileşkenin düzgün ayrılmasını zorlaştırmaktadır. Pterigomaksiller bileşke kalınlığının az olması istenmeyen kırık riskini artırır; ancak tecrübelerimize göre yanlış açı, aşırı kuvvet ve deneyimsiz cerrahlar ile osteotom kullanımı da istenmeyen pterygoid plak kırıklarına neden olabilmektedir.

5. 
Deneysel kafa travma araştırmasında takrolimus’un histopatolojik etkinliği
Histopathological efficacy of tacrolimus in an experimental head trauma study
Ali Atadağ, İbrahim Erkutlu, Ahmet Sarper Bozkurt, Ömer Eronat, Yıldız Büyükdereli Atadağ, Necati Üçler, Abidin Murat Geyik
PMID: 36748776  PMCID: PMC10198338  doi: 10.14744/tjtes.2023.33644  Sayfalar 155 - 162
AMAÇ: Deneysel kafa travması oluşturulan sıçanlarda, bir immunsupresif ajan olan takrolimus’un (FK506) oluşacak sekonder beyin hasarına karşı koruyucu etkisini araştırmak amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kırk adet Sprague-Dawley tipi 250-350 gr ağırlığında 10–12 haftalık sıçanlar cinsiyet seçimi yapılmaksızın kullanıldı. Her grupta sekiz sıçan olacak şekilde beş gruba (Sham kontrol, Negatif kontrol, Pozitif kontrol, Vehicle kontrol, Tedavi) ayrılan denekler, uygun şartlarda kafa travması oluşturulduktan bir ay sonra sakrifiye edilerek beyinleri en blok olarak çıkarıldı ve histopatolojik olarak değerlendirildi. Sekonder beyin hasarı, beyin dokusunda oluşacak gliosizin GFAP boyanması sonrası Immun Reaktivite Skoru (IRS) ile değerlendirildi.
BULGULAR: Tüm grupların histopatolojik IRS değerleri değerlendirildiğinde tüm gruplar arasında anlamlı istatistiki farkların olduğu gözlendi. Daha sonra ikili gruplar şeklinde IRS değerinin en fazla tedavi grubunda arttığı (p<0.05) fakat Negatif Kontrol, Pozitif Kontrol ve Taşıyıcı Kontrol gruplarında artmasına rağmen istatistiki anlam ifade etmediği gözlendi. Sham grubunda ileri derece bir histopatolojik reaksiyon skorunun en az oranda görüldüğü tespit edildi.
TARTIŞMA: FK506 verilen grupta travmatik alandaki gliozisin diğer kontrol gruplarına göre istatistiki olarak belirgin olarak artış gösterdiği görüldü. Bu durum FK506’nın henüz açıklanamayan bir mekanizma ile gliozisi engelleyemediği hatta arttırdığını göstermektedir. Sonuç olarak, FK506 immunosupresif ajanının beklenin aksine beyindeki travma sonrası hasarı azaltmadığı, aksine gliozisi arttırdığı ortadadır.

KLINIK ÇALIŞMA
6. 
COVID-19 hastalarında invaziv ve non-invaziv ventilasyon uygulamalarında önemli prognostik faktörlerin ve BT skorlarının korelasyonu
Correlation of important prognostic factors and CT scores in invasive and non-invasive ventilation of COVID-19 patients
Ayfer Kaya Gök, Aygen Turkmen, Emine Köse, Ferhat Çengel, Serpil Şehirlioglu
PMID: 36748772  PMCID: PMC10198330  doi: 10.14744/tjtes.2022.92770  Sayfalar 163 - 168
AMAÇ: Tüm dünyaya kabus yaşatan COVID-19 pandemisinden en büyük payı yoğun bakımlar aldı. Mortalite oranlarının yüksek olduğu COVID-19 pnömonisi olgularında, klinik şiddetin hızlı ve doğru bir şekilde değerlendirilmesi için pek çok prognostik faktör ve tetkik sınıflandırılmaya çalışıldı. Yoğun bakıma kabul edilen hastalarda başlangıçta öngörülen ventilasyon stratejisi ile başlıca kötü prognostik parametreler ve BT skorları arasında korelasyon olup olmadığını araştırmak amacı ile bu çalışma planladı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamızda, hastanemiz anestezi ve reanimasyon kliniği kohort yoğun bakım ünitelerine 23.03.2020–23.05.2020 tarihleri arasında COVID-19 tanısı ile tedavi edilen ardışık 50 noninvaziv mv ve ardışık 50 invaziv mv tedavisi yapılan hasta üzerinden geriye dönük olarak dosya taraması yapıldı. Klinik ciddiyetine ve P/F oranına göre başlangıç ventilasyon stratejisi olarak iki gruba ayrılmış olan hastalar (NIMV ve IMV yapılanlar) karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Gruplar arsında demografik veriler, kötü prognostik değer olan giriş ve en düşük P/F oranları, giriş ve en yüksek SOFA skorları, komorbidite durumu ve tanıda çekilen BT’deki skorlar, yoğun bakım ve hastane yatış süreleri arasında korelasyon olup olmaması incelendi, mortalite oranlarına bakıldı.
BULGULAR: Gruplar arasında yaş faktörü açısından tüm hastaların %85’inin 46 yaş ve üstünde olduğu saptandı. Hastaların cinsiyetleri ve komordite durumları açısından anlamlı fark saptanmadı. Hasta gruplarının mortalite ile karşılaştırılmasında, IMV grubundaki eksitus oranının NIMV grubundan belirgin bir şekilde yüksek olduğu saptandı. IMV grubunun en düşük P/F oranı ortalama değerinin NIMV grubundan daha düşük olduğu, SOFA giriş ve en yüksek ortalama değerlerinin IMV grubunda daha yüksek olduğu saptandı. BT skorları ve tutulan lob sayısı arasında anlamlı fark saptanmadı.
TARTIŞMA: Çalışmamızda, kötü prognostik değerleri nispeten az olan hastalar noninvaziv ventilasyonla tedavisine başlanan hastalardı ve mortaliteleri invaziv ventilasyon grubuna göre azdı. Ancak tanı aşamasında çekilen BT’nin skorlamasına göre hastaların ciddiyet sınıflamasının yapılamayacağı sonucuna vardık, IMV yapılanlarda toplam BT skorunun daha yüksek olması beklenirken anlamlı fark bulunmadı. BT sonuçları hastanın kliniği, predispozan faktörleri, yapılan tedaviye verdiği cevaba göre bir bütün olarak değerlendirilmelidir.

7. 
Cerrahi müdahale geçiren karaciğer rüptürü olan hastalar için bir nomogram öngörü modelinin oluşturulması
Construction of a nomogram predictive model for patients with liver rupture undergoing surgical intervention
Gen-fei Zhu, Xiao-Qing Wu, Yang Chen, Feng Jiang
PMID: 36748770  PMCID: PMC10198341  doi: 10.14744/tjtes.2022.67669  Sayfalar 169 - 175
AMAÇ: Künt abdominal travma insidansı önemli ölçüde artmıştır ve karaciğer, en sık hasar gören organlardan biridir. Bu çalışmada, cerrahi tedavi gören karaciğer rüptürü olan hastalar için bir nomogram modeli araştırdık ve geliştirdik.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2011 ile Ekim 2018 tarihleri arasında hastanemize karaciğer rüptürü ile başvuran 66 erişkin hasta geriye dönük olarak incelendi. Bu hastalar, cerrahi geçirip geçirmemelerine göre cerrahi uygulanan grup (41 olgu) ve cerrahi uygulanmayan grup (25 olgu) olarak iki gruba ayrıldı. Bu iki hasta grubundan aşağıdaki veriler toplandı: cinsiyet, yaş, yaralanma mekanizması, karaciğer hasarı, laboratuvar test sonuçları ve hastaneye yatış bilgisi. Cerrahi tedavi gerektiren hastaların risk faktörlerini taramak, seçilen göstergelere dayalı bir öngörü modeli oluşturmak ve nomogramı çizmek için çok değişkenli lojistik regresyon analizi yapıldı. Modelin öngörü değerini değerlendirmek için alıcı işletim karakteristiği (ROC) eğrileri ve kalibrasyon eğrisi kullanıldı.
BULGULAR: Cerrahi uygulanmayan gruba göre vücut ısısında düşüş, kalp atış hızında artış, yaralanma ciddiyet skorunda (Injury Severity Score-ISS) yükselme, kan üre nitrojeni, kan ürik asit, kreatinin, arteriyel parsiyel oksijen basıncı, alkali fazlalığı, kan laktik asit ve kreatin kinaz izoenzimlerinde (CK-MB) artış ve HCO3- ve Glasgow Koma Skalası (GCS) skorlarında düşüş saptanmıştır (tümü, p<0.05). Lojistik regresyon analizi, kreatinin, arte-riyel kısmi oksijen basıncı, HCO3-, CK-MB ve GCS’nin karaciğer rüptürüne yönelik cerrahi müdahale için etkili faktörler olduğunu ortaya koymuştur. Bu beş göstergeye dayalı olarak geliştirilen nomogram modeli, iyi derecede diskriminatifti (AUC=0.971, %95 GA: 0.896–0.997) ve iyi derecede doğruluğa sahipti.
TARTIŞMA: Kreatinin, arteriyel kısmi oksijen basıncı, HCO3-, CK-MB, Glascow koma skoru ve diğer parametrelere dayalı olarak oluşturulan bir nomogram modeli, karaciğer rüptürü olan hastaların cerrahi tedavisinin doğru bir şekilde öngörülebilmesini sağlayabilir.

8. 
Akciğerlerde mermi yörüngesinin tespiti: Çocuklarda multidedektör bilgisayarlı tomografinin reformatlanmış görüntüleri
Bullet trajectory detection in the lung: Multiplanar reformatted imaging of multidetector computed tomography in children
Mehmet Emin Boleken, Abdurrahim Dusak, Tansel Günendi, Osman Hakan Kocaman, Veysel Kaya, Mustafa Erman Dörterler
PMID: 36748771  PMCID: PMC10198328  doi: 10.14744/tjtes.2022.72733  Sayfalar 176 - 182
AMAÇ: Travma çocukluk çağı yaralanmaların önde gelen bir sebebidir. Çocuklarda künt travmalar penetran travmalardan daha sık olmasına rağmen gerek sivil yaşamda gerekse çatışma alanlarının yakındaki çocuklar ateşli silah yaralanmalarından sıklıkla etkilenebilmektedirler ve ateşli silah yaralanmaları arasında torasik yaralanmalar önemli bir oran oluşturmaktadır. Çalışmamızda, çocuklarda çok detektörlü bilgisayarlı tomografinin reformatlanmış görüntülerini analiz ederek toraksa nafiz ateşli silah yaralanmalarında mermi yörüngesini tespit ettik.
GEREÇ VE YÖNTEM: Torasik ateşli silah yaralanması olan 19 çocuk hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Bütün hastalar acil service giriş yaptıktan sonra, önce hemodinamileri stabil hale getirildi. Ardından PA-AC grafisi ve toraks bilgisayarlı tomografisi çekildi ve diğer vücut bölgelerinin gerekli görülen görüntüleme çalışmaları yapıldı. Bilgisayarlı tomografi çekimleri multi dedektör bilgisayarlı tomografi ile yapıldı.
BULGULAR: Multidedektör bilgisayarlı tomografinin, reformatlanmış aksiyal, sagittal ve koranal ve oblik görüntülerini kullanarak %74 hastada akciğer parankiminde mermi yörüngesini tespit ettik. Hastaların %26’sında ise çok fazla parankimal hemoraji, hemotoraks, pnömotoraks gibi nedenlerle mermi yörüngesi tespit edilemedi.
TARTIŞMA: Çalışmamızda kullanılan ateşli silah çeşitlerinin bilinmemesi, atış mesafelerinin tespit edilememesi, farklı yaşlar ve farklı mermi giriş çıkış açıları nedeniyle bir standart yapılamamıştır. Ancak, akciğer dokusunda mermi yörüngesini tespit etmek, hekime tedavi planını yapmasında ve hastayı takip etmesinde yardımcı olacaktır. Ayrıca elde edilen verilerin değerlendirilmesi adli tıp hekimlerine ve yara balistiği ile ilgilenen bilim insanlarına faydalı olacaktır.

9. 
Acil karın ön duvarı fıtığı cerrahisinde strangülasyon ve intestinal rezeksiyon prediktörlerinin değerlendirilmesi ve klinik önemi
Evaluation and clinical significance of predictors for strangulation and intestinal resection in emergency anterior abdominal wall hernia surgery
Mehmet Zeki Buldanlı, Sacit Altuğ Kesikli, Şebnem Çimen, Burak Uçaner
PMID: 36748775  PMCID: PMC10198342  doi: 10.14744/tjtes.2022.20093  Sayfalar 183 - 192
AMAÇ: Acil karın ön duvarı fıtığı cerrahisi, acil genel cerrahi pratiğinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışmada, hastalarda strangülasyon ve intestinal rezeksiyonun tanınmasında laboratuvar ve görüntüleme bulgularının yanı sıra demografik bilgilerinin ve komorbiditelerinin prediktif değeri araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük kohort çalışmasına, Ocak 2017 ve Aralık 2019 tarihleri arasında acil karın ön duvarı fıtığı ameliyatı endikasyonu ile üçüncü basamak bir hastanede ameliyat edilen 18 yaş üstü hastalar alındı. Hasta popülasyonu acil karın ön duvarı fıtığı operasyonunda peroperatif bulgulara göre iki gruba ayrıldı. Birinci grup, inkarsere ancak strangüle olmamış olgulardan, ikinci grup ise inkarserasyona ek olarak strangüle olgulardan oluşturuldu. Ayrıca intestinal rezeksiyon gereksiniminin varlığına göre grup (1 veya 2)a ve grup (1 veya 2)b olmak üzere iki alt grup daha oluşturuldu.
BULGULAR: İnkarsere fıtık nedeniyle acil karın ön duvarı onarımı yapılan toplam 106 hasta çalışmaya dahil edildi. Sistemik inflamasyonla ilgili indekslerin değerlendirildiğinde strangüle hastalarda laktat dehidrojenaz/lökosit oranının anlamlı olarak daha düşük olduğu, ancak nötrofil/platelet oranı ve nötrofil/albümin oranlarının anlamlı olarak daha yüksek olduğu gözlendi ve bu sistemik inflamasyon indekslerinin strangülasyonu tespit etmedeki önemini gösterdi (sırasıyla p=0.027, p=0.035 ve p=0.030). Ayrıca intestinal rezeksiyon gereken hastalar analiz edildiğinde intestinal rezeksiyon yapılan hastalarda Nötrofil/Albümin oranının anlamlı olarak daha yüksek olduğunu saptandı (p=0.036).
TARTIŞMA: Laktat dehidrojenaz/lökosit oranı, nötrofil/platelet oranı ve özellikle nötrofil/albümin oranı gibi sistemik inflamasyon indeksleri, acil fıtık cerrahisinde komplikasyonları önlemek ve klinik sonuçları iyileştirmek için faydalı olma potansiyeli taşımaktadır.

10. 
Akut karının nadir nedenleri ve literatür incelemesi: Primer/sekonder omental torsiyon, izole segmental omental nekroz ve epiploik apandisit
Rare causes of acute abdomen and review of literature: Primary/secondary omental torsion, isolated segmental omental necrosis, and epiploic appendagitis
Muharrem Öztaş, Baki Türkoğlu, Bediye Öztas, Ümit Alakuş, Ulvi Mehmet Meral
PMID: 36748764  PMCID: PMC10198327  doi: 10.14744/tjtes.2022.28430  Sayfalar 193 - 202
AMAÇ: Primer/sekonder omental torsiyon (POT/SOT), izole segmental omental nekroz (İSON) ve primer epiploik apandisit (PEA), sıklıkla tanısal yanılgılara neden olan nadir akut karın ağrısı nedenleridir. Bu patolojilerde tutulum yerine ve hastalığın şiddetine bağlı olarak ağrı lokalizasyonu, şiddeti, bulantı-kusma, ateş gibi eşik eden semptomlar ve bunlara bağlı olarak da ayırıcı tanıları değişiklik göstermekle birlikte ağrı karakteri genellikle benzer ve devamlı tarzdadır. Lokalizasyonlarına bağlı olarak akut apandisit, akut divertikülit, ovaryan patolojiler, üriner sistem taşları ve akut kolesistit gibi farklı klinik tabloları taklit edebilir ve sıklıkla cerrahi eksplorasyon sonrası tanı alırlar. Gelişen teknoloji, bu hastalıklara dair farkındalığın artmış olması ve belirgin olarak artan bilgisayarlı tomografi kullanımı ile artık daha fazla hastada preoperatif süreçte tanı konulabilmekte ve gereksiz operasyonlardan kaçınılabilmektedir. Özellikle PEA kendi kendini sınırlayan lokal enflamatuvar bir hastalık olup sıklıkla konservatif olarak yönetilebilir. Cerrahi tedavi seçeneği ise tüm tanılar için ilgili epiploik appendiks veya omental segmentin, tercihen laparoskopik olarak lokal eksizyonudur. En sık cerrahi endikasyon tanısal karışıklık, ikinci en sık neden ise persistan ağrı yakınmasıdır.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2006–2021 yılları arasında kliniğimizde, primer/sekonder omental torsiyon, izole segmental omental nekroz veya primer epiploik apandisit tanısı ile takip ve tedavi ettiğimiz hastaların verileri geriye dönük olarak toplandı. Hastaların demografik verileri, tanı ve tedavileri, hastanede yatış süreleri değerlendirilerek literatür eşliğinde sunuldu.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 42 hastanın 12’sinin yatış ve tedavi nedeni omentumun bir bölümünün nekrozu idi. Bu hastalardan 4’ü POT, 3’ü SOT, 5’i İSON ve 30’u PEA tanısı ile takip ve tedavi edildi. Hastaların 33’ü preoperatif, 9’u intraoperatif tanı aldı. 22 hasta opere edildi ve PEA’lı 20 hasta konservatif olarak tedavi edildi. Cerrahi veya tıbbi tedavi sonrasında tüm hastalar komplikasyonsuz olarak taburcu edildi. Hastalar arasında yapılan karşılaştırmada klinik ve laboratuvar bulguları açısından anlamlı farklılık gözlenmedi.
TARTIŞMA: Akut karın bulguları olan hastaların ayırıcı tanısında POT, SOT, ISON ve PEA düşünülmelidir. Preoperatif dönemde PEA tanısı konan hastalarda öncelikle konservatif yaklaşım düşünülmelidir. POT, SOT ve İSON tanısı alan hastalarda hastanın kliniğine göre cerrahi veya konservatif yaklaşım değerlendirilmelidir.

11. 
Laparoskopik apendektomide cerrahi alan enfeksiyonunu azaltmak için spesimen torbası kullanmak gerekli mi?: Randomize kontrollü bir çalışma
Is it necessary to use specimen retrieval bag for reducing surgical site infection in laparoscopic appendectomy?A randomized controlled trial
Mustafa Sami Bostan, Celil Uğurlu
PMID: 36748777  PMCID: PMC10198332  doi: 10.14744/tjtes.2022.97828  Sayfalar 203 - 211
AMAÇ: Laparoskopik apendektomi yapılan hastalarda spesimen torbası kullanılarak veya doğrudan trokar yoluyla spesimen çıkarılmasının cerrahi alan enfeksiyonu açısından etkilerinin karşılaştırılmasını araştırmak.
GEREÇ VE YÖNTEM: Toplam 165 hasta rastgele iki gruba ayrıldı. Yetmiş yedi hastada (grup 1, %46.7) spesimen torbası kullanılırken 88 hastada (grup 2, %53.3) kullanılmadı. Hastaların demografik özellikleri, eşlik eden hastalıkları, laboratuvar sonuçları, ameliyat öncesi apendiks çapı, ameliyat sırasındaki bulgular, ameliyat sırasında yapılan işlemler, hastanede kalış süreleri, cerrahi alan enfeksiyonları, patoloji sonuçları, kültür sonuçları, komplikasyon gelişen hastaların bulguları ve ameliyat sonrasında gelişen komplikasyonlar nedeniyle hastalara verilen tedaviler kaydedildi.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 33.95 SD 13.25 (min-maks: 18–78) idi. Demografik özellikler, hastanede yatış süreleri, DM insidans oranlarının dağılımı, peroperatif perforasyon, peroperatif sıvı/apse, dren konulması, aspirasyon-irrigasyon, yüzeyel kesi yeri enfeksiyonu, drenaj gereksinimi, güdük kaçağı, pozitif kültür sonuçları, ameliyat sonrası karın içi enfeksiyon (p>0.05) açısından gruplar arasında anlamlı farklılık izlenmedi. Nötrofil ve lökosit değerleri gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gösterdi (sırasıyla, p=0.044, p=0.012). Komplike apandisit açısından iki grup arasında anlamlı fark vardı (p=0.040). Hem komplike hem de komplike olmayan apandisit gruplarında grup 1 ve grup 2’deki hastalar arasında pozitif kültür sonuçları ve postoperatif karın içi enfeksiyon insidansı açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05). Yüzeyel insizyonel SSI açısından grup 1 ve grup 2’deki hastalar arasındaki fark komplike olmayan apandisit grubunda anlamlı iken (p=0.037), komplike apandisit grubunda anlamlı değildi (p=1.000). Çok değişkenli modelde, p<0.05 düzeyinde postoperatif karın içi enfeksiyon üzerinde sadece peroperatif perforasyonun etkili parametre olduğu gözlendi (p=0.045).
TARTIŞMA: Bu çalışmanın sonuçları, laparoskopik apendektomi yapılan hastalarda spesimen torbası kullanımının mikrobiyal ekimi engellemediğini ortaya koydu, bu nedenle laparoskopik apendektomide spesimen torbası kullanımının cerrahi alan enfeksiyonu ile ilişkili olmadığı sonucuna varıldı.

12. 
Yeni bir topografik sınıflandırmanın burun kırığının prognozunu ve tedavi şeklini belirleme üzerindeki etkisi
The effect of a new topographic classification on determining the prognosis of nasal fracture and treatment modality
Seckin Aydin Savas, Ismail Erkan Aydin
PMID: 36748762  PMCID: PMC10198329  doi: 10.14744/tjtes.2022.09406  Sayfalar 212 - 217
AMAÇ: Burun kırığının sınıflandırılması klinik bulgulara veya radyolojik bulgulara göre yapılır. Burun kırığının sınıflandırma sistemleri genellikle burun kırığının tipini belirler. Bir sınıflandırmanın kırığın tipini belirlemekten çok tedavi şekli ve prognozu hakkında bilgi vermesi önemlidir. Bu çalışmanın amacı, yeni topografik sınıflandırmanın burun kırığının prognoz parametrelerini belirleme ve tedavi yöntemine karar verme üzerindeki etkisini göstermektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Aralık 2018 ile Eylül 2020 arasında acil servisten sevk edilen burun kırığı olan hastaları incelendi. Lateral nazal radyografi görüntüleri, bilgisayarlı tomografi (BT) yüz görünümü ve/veya üç boyutlu bilgisayarlı tomografi (3D) görüntüleri BT) burun kemiği kırığı olan 120 hastayı analiz etmek için incelendi. Burun kemiğinin kraniyalden kaudale olan uzunluğu, burun uzunluğuna dik iki çizgi ile eşit üç seviyeye bölündü. Kırık yeri nazal kemiğin kaudal kısmından kraniyal kısmına kadar sırasıyla seviye I, II ve III olarak belirlendi. Hastaların demografik özellikleri, kırığın olduğu taraf, kırığın paterni, eşlik eden kırıklar ve tedavi şekli not edildi.
BULGULAR: Yüz yirmi olguda nazal kırıkların yerleşim sıklığı I. seviye, II. seviye ve III. seviyede sırasıyla %44, %28 ve %27 idi. Kalın kemik kalınlığı olan seviyelerde kırık sıklığının düşük olması beklenen bir sonuçtu. İki taraflı veya tek taraflı olma oranlarına bakıldığında, nazal kemik kalınlığının ince olduğu seviye I grubunda unilateral görülme sıklığının daha yüksek, seviye III grubunda ise daha az olduğu bulundu (p<0.05). Seviye I grubunda depresif olmayan/minimal depresif kırık paterni %92.6 ile en yüksek orana sahipti (p<0.05). Depresif/eleve kırık paterni seviye II grubunda daha yaygındı (p<0.05). Parçalı patern en çok seviye III grubunda gözlendi. Eşlik eden kırık oranı ve uygulanan tedavi şekli kırık seviyesinin anatomik özelliği ile uyumluydu. TARTIŞMA: Sonuç olarak, yeni topografik sınıflamanın, eşlik eden kırık, kırığın tarafı ve kırık paterni gibi klinik prognoz parametrelerini ve ayrıca kapalı veya açık redüksiyon gerekliliğini diğer sınıflamalara göre daha iyi değerlendirdiğini düşünüyoruz.

13. 
Künt toraks travmalı olgularda skapula kırığı varlığının mortalite ve morbidite ile ilişkisi
The relationship between the presence of scapula fracture and mortality and morbidity in cases with blunt thoracic trauma
Fatoş Kozanlı, Özlem Güler
PMID: 36748761  PMCID: PMC10198335  doi: 10.14744/tjtes.2022.02362  Sayfalar 218 - 223
AMAÇ: Skapula kırıkları yüksek enerjili travmalar sonucunda meydana gelir ve hayatı tehdit eden yaralanmalara eşlik etmesi bakımından önemlidir. Künt toraks travmalı hastalarda skapula kırığının mortalite ve morbidite ile ilişkisini ortaya koyan az sayıda çalışma bulunmaktadır. Çalışmamızın amacı künt toraks travmasında skapula kırığının mortalite ve morbidite ile ilişkisini araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniveristesi Hastanesi Acil Servis’ine Ocak 2019–Nisan 2021 tarihleri arasında künt toraks travması ile başvuran erişkin hastalar hastane kayıtlarından geriye dönük olarak tarandı. Hastaların yaşı, cinsiyeti, travma mekanizması, ek organ yaralanmaları, yoğun bakım ihtiyacı, hastanede yatış süresi, morbidite ve mortalite oranları hastane kaydedildi. İstatistiksel sonuçlar frekans, yüzde, ortalama±standart sapma (min-maks) olarak ifade edildi. Gruplar arası karşılaştırmalarda p<0.05 anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Çalışmamıza 238 olgu alındı. Seksen altı olguda (%36.1) skapula kırığı mevcuttu. Skapula kırığı tespit edilen hastaların %43’ü yüksekten düşme idi. Buna eşlik eden toraks içi yaralanmalar sırasıyla kaburga kırığı, akciğer kontüzyonu, pnömotoraks, hemotoraks ve sternum kırığı olarak tespit edildi (%91.9, %80.2, %41.9, %37.2, %15.1). Skapula kırığı ile birliktelik gösteren toraks dışı yaralanmalar ise sırasıyla vertebra kırıkları, intrakranial yaralanmalar, klavikula kırığı, ekstremite kırıkları ve karın içi yaralanmalardı (%18.6, %16.3, %12.8, %10.5, %5.8). Skapula kırığına sahip olan ve olmayan gruplar karşılaştırıldığında, skapula kırığı ile kaburga kırığı sayısı, akciğer kontüzyonu, pnömotoraks ve hemotoraks arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı (p<0.001, p<0.001, p<0.001, p<0.001). Toraks dışı yaralanmalarda ise skapula kırığı ile vertebra kırıkları, intrakranial yaralanmalar ve klavikula kırığı arasında anlamlı ilişki izlendi (p=0.004, p<0.001, p=0.005). Sternum kırığı, ekstremite kırığı ve karın içi organ yaralanmaları açısından gruplar arasında fark izlenmedi (p=0.288, p=0.682, p=0.261). Skapula kırığının eşlik ettiği olgularda hastane yatış süresi, yoğun bakım gereksinimi ve mortalite açısından anlamlı fark mevcuttu (p<0.001, p<0.001, p=0.002).
TARTIŞMA: Skapula kırıklarına eşlik eden en sık toraks içi yaralanmalar kaburga kırıkları ve akciğer kontüzyonu, toraks dışı yaralanmalar vertebra kırığı ve intrakranial yaralanmalar olarak saptandı. Ayrıca skapula kırığının hastanede yatış süresi, yoğun bakım ihtiyacı ve mortalite ile yüksek ilişkisi olduğu tespit edildi. En sık mortalite nedeni ise intrakranial kanama olarak tespit edildi. Skapula kırığı tespit edilen olgularda diğer sistemlerin görüntülemesi önemlidir. Özellikle baş-boyun yaralanmaları açısından dikkatli olunmalıdır.

14. 
Temporomandibular eklem ankilozunun ameliyat sonrası nüksünde nötrofil lenfosit ve trombosit lenfosit oranlarının öngörü etkisi
The predictive effect of neutrophil-lymphocyte and platelet-lymphocyte ratios in the post-operative recurrence of temporomandibular joint ankylosis
Erol Kozanoğlu, Bora Edim Akalın, Ömer Berköz, Hüseyin Can Yücel, Mehmet Yıldıran, Mehmet Solmaz, Ufuk Emekli
PMID: 36748774  PMCID: PMC10198337  doi: 10.14744/tjtes.2023.01801  Sayfalar 224 - 229
AMAÇ: Ankiloz nüksü, travma sonrası gelişen temporomandibular eklem (TME) ankilozuna yönelik ameliyat olan hastalarda sık görülen bir so-rundur. Günümüzde, ankilozan spondilit alevlenmeleri, nötrofil (NLO) ve trombosit (TLO) lenfosit oranlarındaki artışlar ile takip edilmektedir. Bu çalışmada, TME ankiloz nüksü ve bu oranlardaki artış arasında benzer bir ilişinin olup olmadığı değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2010 ile Aralık 2019 arasında tek veya çift taraflı TME ankilozu nedeniyle ameliyat edilen hastalar çalışmaya dahil edildi. Her hastaya aynı ekip tarafından temporomandibular eklem boşluk artroplastisi ve araya silikon blok yerleştirilmesi uygulandı. Her hastaya aynı fizyoterapi uygulandı. Çalışmaya çocuk ve erişkin hastalar dahil edildi ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. Çocuk ve erişkinler arasında tam kan sayımı farkı olduğundan 18 yaş gruplar arasında sınır olarak belirlendi. Yeniden ameliyat gereksinimi ankiloz nüksü olarak kabul edildi. Ankiloz nüksü olan ve olmayan çocukların NLO ve TLO’ları karşılaştırıldı. Ankiloz nüksü olan ve olmayan erişkinlerin NLO ve TLO’ları karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya 29 çocuk ve 38 erişkin dahil edildi. Çocukların ortalama yaşı 10.8 iken erişkinlerin ortalama yaşı 37.2’idi. On bir çocuk ve sekiz erişkinde ankiloz nüksü saptandı. Yaştan bağımsız olarak, ankiloz nüksü olan olguların NLO ve TLO’ları daha yüksekti. Çocuklarda olan nükslerde TLO anlamlı olarak yüksekken erişkinlerde NLO anlamlı olarak yüksekti.
TARTIŞMA: Temporomandibular eklem kırığına bağlı gelişen ankilozların cerrahisi sonrası çocuklarda TLO ve erişkinlerde NLO kullanılarak ankiloz nüksü öngörüsü yapılabilir.

15. 
Erişkinlerde akut orta şaft klavikula kırıklarının tedavisinde yeni kilitli intramedüller çivi: Geriye dönük bir çalışma
New interlocking intramedullary nail for treating acute midshaft clavicular fractures in adults: A retrospective study
Birkan Kibar, Ali Cavit, Abdullah Örs, Oktay Polat, Ridvan Mete Oral, Mert Kahraman Maraslı
PMID: 36748766  PMCID: PMC10198339  doi: 10.14744/tjtes.2022.50517  Sayfalar 230 - 235
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, farklı bir kilitleme seçeneği kullanılarak yeni, kilitli intramedüller çivi ile tedavi edilen orta şaft klavikula kırıklarının radyolojik ve fonksiyonel sonuçlarını geriye dönük olarak incelemekti.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2018 ile Ocak 2020 arasında, 24 deplase orta şaft klavikula kırığı yeni, farklı kilitleme seçeneği bulunan intramedüller çivi ile ameliyat edildi. Kırıklar AO/OTA sınıflamasına göre sınıflandırıldı, buna göre 22 adet 15.2.B (kama), iki adet 15.2.C (parçalı) kırık vardı. Ortalama hasta yaşı 35,5±14,2 (dağılım: 18–63) yıldı. Hastaların 18’i (%75) erkek, altısı (%25) kadındı.
BULGULAR: Takip verileri en az bir yıl (12–36 ay), ortalama 21.5 aydı (SD±8). Yaralanma ile ameliyat arasındaki ortalama süre 4.1 (SS±2.3; aralık: 1–9) gündü. Tüm hastalarda karşı tarafa göre tam omuz hareketleri sağlanmıştı. Ortalama Constant skoru 95.6 (SD±4.2; aralık 90–100) ve ortalama VAS skoru 0.8 (SD±0.8; aralık: 0–3) idi. Tüm hastalarda kaynama sağlandı. Ortalama kaynama süresi, radyografi ile değerlendirildiği üzere 9.5 (SD±1.8; aralık 6–12) hafta idi. Klavikulanın karşı tarafa göre ortalama kısalması %3.4 idi (SD±1.1; aralık 1.1–6.3). Bir hasta implant irritasyonu yaşadı, implantın çıkarılması 14 ay sonra gerçekleştirildi. İmplant migrasyonu, donanım gevşemesi, implant kırılması veya nörovasküler hasar oluşmadı. Bir hipertrofik skar gelişti. Ameliyat sonrası üçüncü haftada bir yara dekolmanı gelişti.
TARTIŞMA: Bu yeni intramedüller çivinin erişkin, akut, deplase, orta şaft klavikula kırıklarında kama tipi kırıklar için iyi bir alternatif olduğunu düşünüyoruz.

16. 
Parmak replantasyonlarında devamlı ve kesintili dikiş teknikleri kullanılarak gerçekleştirilen dijital sinir ve dijital arter onarımlarının karşılaştırması
A comparative study of digital nerve and digital arterial repairs performed using running versus interrupted suture techniques in finger replantations
Bülent Özdemir, Abdullah Kucukalp
PMID: 36748763  PMCID: PMC10198333  doi: 10.14744/tjtes.2022.23012  Sayfalar 236 - 246
AMAÇ: Bu çalışma, replantasyonları geriye dönük olarak analiz etmeyi ve farklı dikiş tekniklerinin başarı oranlarını karşılaştırmayı amaçladı. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2016 ile Nisan 2020 arasında 82 parmak replantasyonu yapılan 54 hastanın verileri geriye dönük olarak incelendi. Travmatik total parmak amputasyonu yapılan hastalar çalışmaya dahil edildi. Arterler basit akan dikiş tekniği ve basit aralıklı dikiş tekniği olmak üzere iki teknikle onarıldı. Demografik hasta verileri, komorbiditeler, ameliyat verileri, ameliyat sonrası bakım, hastanede kalış süresi, yaralanma mekanizması ve yaralanma yeri kaydedildi. Gruplar istatistiksel olarak analiz edildi. Fonksiyonel sonuçlar Quick DASH skoruna göre değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya parmak replantasyonu uygulanan, yaş ortalaması 32.5±18.4 (dağılım 1–75) olan toplam 54 hasta alındı. Ortalama takip süresi 30.9±16.1 aydı. Yaralanma mekanizması 29 (%35.4) parmakta giyotin tarzı yaralanma, 15 parmakta (%18.3) avülsiyon yaralanması ve 38 (%46.3) parmakta ezilme yaralanmasıydı. Kırk altı parmak basit akan dikiş tekniği ile, 36 parmak ise basit aralıklı dikiş tekniği ile onarıldı. Dikiş teknikleri arasında başarısızlık açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p=0.569). Ayrıca basit akan dikiş tekniği grubunda travma tipine göre Quick DASH skorlarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmamasına rağmen (p=0.109), örneklem büyüklüğünün küçük olması nedeniyle basit kesintili dikiş tekniği grubu içinde karşılaştırma yapılamadı. İskemi süresi <6 saat olan olgular ile iskemi süresi 6–12 saat olan olgular arasında başarısızlık oranlarında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.05). Gruplar arasında yaş, VKİ, arteriyel hipertansiyon veya diabetes mellitus (DM) açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Basamak başına ameliyat süresine, sigara içenlere veya damar onarımına göre tek değişkenli analizde istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar bulundu (p<0.05). Toplamda 82 parmak replantasyonundan 65’i (%79.3) başarılı oldu. Venöz onarımı yapılamayan 30 parmaktan toplam 17’si tıbbi sülük tedavisi nedeniyle hayatta kaldı.
TARTIŞMA: Parmak replantasyonu, cerrahi endikasyonların dikkate alınması ve deneyimli bir cerrahi ekibin varlığının gerekli olduğu, uygulanması zor bir cerrahi işlemdir. Parmak amputasyonlarında dikiş tekniği ne olursa olsun, arter anastomozundan sonra venöz anastomoz yapılması dolaşımın yeniden sağlanması için esastır.

17. 
Sakrum kırıklarının 3 boyutlu haritalandırılması
Fracture lines and comminution zones of traumatic sacral fractures
Sinan Oguzkaya, Yasin Semih Güvercin, Turan Bilge Kızkapan, Gokay Eken, Feridun Arat, Abdulhamit Misir
PMID: 36748773  PMCID: PMC10198334  doi: 10.14744/tjtes.2022.15163  Sayfalar 247 - 251
AMAÇ: Sakrum kırıkları nadir görülür ve uygun tedavinin belirlenmesi için 3 boyutlu kırık morfolojisinin detaylı olarak anlaşılması şarttır. Mevcut çalışmanın amacı sakrum kırıklarında tekrarlayan kırık paternlerinin ortaya koyulması, parçalanma alanlarının belirlenmesi ve bilgisayarlı tomografi (BT) bazlı kırık haritalarının oluşturulmasıdır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Travmatik sakrum kırığı tanısı almış 72 hastanın BT görüntüleri incelendi. Her kırık için kırık hatları belirlendi ve dijital ortamda redükte edildi. Tüm kırıklar bir şablonun üzerine süperpoze edilerek kırık haritaları oluşturuldu. Her kırık tipi için ayrıca parçalanma alanları ve ısı haritaları elde edildi.
BULGULAR: Çalışmaya 40 erkek 32 kadın hasta dahil edildi (ort. hasta yaşı 46.5±19.9). Elli üç hastada (%73.6) majör travma, 19 hastada (%26.4) minör travma sonrası kırık oluşmuştu. Zon 1 kırıklarda çoğu kırık hattı vertikal ve ya oblikti (45°’ye kadar). Zone 2 kırıklarda kırıkların S1 ve S2 seviyelerinde yoğunlaştığı gözlendi. Sağ taraflı kırıklarda anterolateral ve posterolateral kısımlar görece daha az etkilenmişti. Zone 3 kırıklarda kırık hatları sakral kanal çevresinde ve S1, S2 ve S3 seviyelerinin etrafında yoğunlaşmıştı. Orta hat ve median sakral krista çoğu zaman korunmuştu.
TARTIŞMA: Sakrum kırıkları her kırık tipi için bir takım tekrarlanabilir özellikler göstermektedir. Mevcut bulgular; tedavi planlaması, fiksasyon materyallerinin yerleştirilmesi, yeni implantlar geliştirilmesi ve mevcut sınıflama sistemlerinin modifikasyonu için faydalı olabilir.

OLGU SUNUMU
18. 
Bir Covid-19 hastasında çift peptik ülser perforasyonu, son derece nadir bir durum
Double peptic ulcer perforation in a Covid-19 patient, extremely rare entity
Kayhan Ozdemir, Baris Mantoglu, Guner Cakmak, Ugurcan Dulger, Zulfu Bayhan, Erhan Eroz
PMID: 36748769  PMCID: PMC10198331  doi: 10.14744/tjtes.2021.56346  Sayfalar 252 - 254
Peptik ülser perforasyonu, akut karın ağrısı ve hasta için şiddetli sıkıntı ile kendini gösteren, akut karının önde gelen nedenlerinden biridir. Hastaların üçte birinde başvuru geç olup tanıda önemli gecikmelere neden olur. Burada Covid-19 pozitif bir hastanın midesinde çift ülser perforasyonu gelişmesi sonucu diffüz pürülan peritonit oluşan ve acil cerrahi tedavi uygulanan çok nadir bir olguyu sunuyoruz.

19. 
Sebebi belirsiz travma nedenli servikal omurga yaralanmasına bağlı hastane dışı kardiyak arrest: İki olgunun incelenmesi
Out-of-hospital cardiac arrest due to cervical spine injury by uncertain trauma: A study of two cases
Hosub Chung, Duk Hee Lee, Keon Kim, Yoon Hee Choi, Sung Jin Bae
PMID: 36748768  PMCID: PMC10198340  doi: 10.14744/tjtes.2021.56055  Sayfalar 255 - 258
Servikal omurilik yaralanması, travma hastalarında iyi bilinen bir kardiyak arrest nedenidir. Travmadan kesin olarak şüphelenilmedikçe, acil sağlık hizmetleri ekipleri hastane öncesi aşamada servikal immobilizasyon olmadan resüsitasyon gerçekleştirir. İleri kardiyovasküler yaşam desteği (Advanced cardiovascular life support-ACLS) sırasında, servikal immobilizasyon ile entübasyon hava yoluna erişimde zorluğa neden olur, bu nedenle hasta açık bir travma vakası olmadıkça immobilizasyon yapılmaz. Açık bir travma olmadan meydana gelen servikal kırıklar nedeniyle hastane dışı kardiyak arrest (Out-of-hospital cardiac arrest-OHCA) olan iki hastayı sunuyoruz. Bu vakalarda, önceden var olan servikal omurga lezyonları ek olarak bilgilendirildi ve servikal omurga kırıklarının tanımlanması gecikti. Acil tıp doktorları, OHCA ile başvuran bir hastada travma olasılığı belirsiz olduğunda servikal omurga yaralanmasını ihmal etme eğilimindedir. Bu vakalar, doktorları minör travma olgularında bile servikal yaralanma olasılığını düşünmeye sevk edebilir. Servikal spinal yaralanma olasılığı varsa görüntüleme geciktirilmemeli ve ardından uygun tedavi uygulanmalıdır.