p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 17 Issue : 5 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 17 (5)
Volume: 17  Issue: 5 - September 2011
EXPERIMENTAL STUDY
1.Prevention of adhesion to prosthetic mesh: comparison of oxidized generated cellulose, polyethylene glycol and hylan G-F 20
Ediz Altinli, Aziz Sümer, Neşet Köksal, Ender Onur, Serkan Senger, Ersan Eroglu, Atilla Çelik, Gulistan Gumrukcu
PMID: 22090320  doi: 10.5505/tjtes.2011.93195  Pages 377 - 382
AMAÇ
Bu çalışmanın amacı, hayvan modelinde karın duvarı defektlerinin polipropilen yama ile tamirinden sonra oluşan adezyon formasyonu, fibrozis ve enflamasyon üzerine okside rejenere selüloz, polietilen glikol ve hylan G-F 20’nin etkilerini araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Kırk sıçan dört gruba ayrıldı ve karın duvarı defekti oluşturuldu. Defektler sırası ile grup I, II, III ve IV olacak şekilde; sadece polipropilen yama (kontrol grubu), polipropilen yama ve adezyon bariyeri olarak hylan G-F 20, polipropilen yama ve adezyon bariyeri olarak okside rejenere selüloz, polipropilen yama ve adezyon bariyeri olarak polietilen glikol kullanılarak onarıldı. Sıçanlar 14. günde öldürüldü.
BULGULAR
Makroskopik adezyon açısından karşılaştırıldıklarında kontrol gurubu ile adezyon bariyeri kullanan gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Kontrol grubunda ileri derecede fibroblast proliferasyonu ve polietilen glikol grubunda hafif fibroblast proliferasyonu görüldü.
SONUÇ
Polietilen glikol etkili bir adezyon bariyeridir. Son dönemde laparoskopik cerrrahi birçok alanda standart metot haline gelmiştir. Polietilen glikol laparoskopik düzeneği sayesinde hasarlı yüzey üzerine uygulama kolaylılığı sağlamaktadır.
BACKGROUND
The aim of this study was to investigate the impact of oxidized generated cellulose, polyethylene glycol and hylan G-F 20 on adhesion formation, fibrosis and inflammation after repair of abdominal wall defect with polypropylene mesh in an animal model.
METHODS
Forty rats were divided into four groups and abdominal wall defect was established. The defect was repaired with polypropylene mesh alone (control group), polypropylene mesh and hylan G-F 20 as adhesion barrier, polypropylene mesh and oxidized generated cellulose as adhesion barrier, or polypropylene mesh and polyethylene glycol as adhesion barrier in Groups I, II, III, and IV, respectively. Rats were sacrificed on the 14th day in all groups.
RESULTS
A comparison of the groups in terms of macroscopic adhesion scores revealed statistically significant differences between the groups using an adhesion barrier and the control group. Severe fibroblast proliferation was seen in the control group and mild fibroblast proliferation was seen in polyethylene glycol group.
CONCLUSION
Polyethylene glycol is an effective adhesion prevention barrier. Laparoscopic surgery has become the standard method in most of the surgical field. With its laparoscopic apparatus, polyethylene glycol allows easy application on the damaged surface.

2.Beneficial effects of alpha lipoic acid on cerulein-induced experimental acute pancreatitis in rats
Nuriye Esen Bulut, Erkan Özkan, Osman Ekinci, Ender Dulundu, Ümit Topaloğlu, Ahmet Özer Şehirli, Feriha Ercan, Göksel Şener
PMID: 22090321  doi: 10.5505/tjtes.2011.99835  Pages 383 - 389
AMAÇ
Bu çalışmada, sıçanlarda seruleinle deneysel olarak oluşturulan akut pankreatit (AP) modelinde alfa lipoik asitin (ALA) kan biyokimyasal parametreleri ve doku düzeyindeki etkileri araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Her biri 8 sıçandan oluşan 3 grup oluşturuldu. Grup 1: Kontrol; Grup 2: Seruleinle pankreatit oluşturulup salin verilen grup; Grup 3: Seruleinle pankreatit oluşturulup ALA verilen grup. AP intraperitoneal olarak 20 µg/kg dozunda seruleinin 1’er saat aralıklarla 4 defa verilmesiyle oluşturuldu. Son serulein dozundan 12 saat sonra hayvanlar dekapite edildi. Kan amilaz, lipaz, interlökin (IL)-1ß, tümör nekroz faktör (TNF)-alfa düzeyleri, pankreas doku glutatyon (GSH), malondialdehid (MDA), miyeloperoksidaz (MPO) ve Na+-K+-ATPase aktivitesi belirlendi. Ayrıca pankreas doku örnekleri histopatolojik olarak mikroskopta değerlendirildi.
BULGULAR
Seruleinle pankreatit oluşturulan grupta kan amilaz, lipaz, IL-1ß, TNF-alfa düzeyleri, doku MDA, MPO düzeyleri anlamlı derecede artarken, doku GSH ve Na+-K+-ATPase aktivitesi anlamlı derecede azaldı. ALA tedavisiyle bu değerlerde ve histopatolojide tersine değişiklikler, düzelme ve iyileşme görüldü.
SONUÇ
Mevcut bulgular ALA tedavisinin, pankreasta oluşabilecek serbest radikallerin neden olduğu organ ve fonksiyon bozukluğunu önleyerek morbidite ve mortaliteyi önemli oranda azaltabileceğini düşündürmektedir.
BACKGROUND
The present study aimed to determine the effects of alpha lipoic acid (ALA) on blood and tissue biochemical parameters, as well as tissue histopathology, in an experimental rat model of cerulein-induced acute pancreatitis (AP).
METHODS
Three groups consisting of eight rats each were used, as follows: Group 1, controls; Group 2, cerulein-induced pancreatitis group treated with saline; and Group 3, cerulein-induced pancreatitis group treated with ALA. AP was induced by intraperitoneal administration of cerulein (20 µg/kg) 4 times at 1-hour intervals. The animals were decapitated 12 hours after the last dose of cerulein. Blood amylase, lipase, interleukin (IL)-1ß, and tumor necrosis factor (TNF)-α levels, pancreas tissue glutathione (GSH) and malondialdehyde (MDA) levels, as well as myeloperoxidase (MPO) and Na+-K+-ATPase activity were measured. Pancreatic tissue samples were also evaluated histopathologically under a light microscope.
RESULTS
While plasma amylase, lipase, IL-1ß, and TNF-α levels, and tissue MDA and MPO levels significantly increased in rats with cerulean-induced AP, tissue GSH and Na+-K+-ATPase activity significantly reduced. These changes were reversed and improved with ALA treatment.
CONCLUSION
Our findings suggest that ALA may significantly reduce morbidity and mortality by preventing organ dysfunction induced by free radicals in the pancreas.

ORIGINAL ARTICLE
3.The value of CRP, IL-6, leptin, cortisol, and peritoneal caspase-3 monitoring in the operative strategy of secondary peritonitis
Faruk Pehlivanli, Fatih Agalar, Canan Agalar, Oral Saygun, Cagatay Daphan, Kuzey Aydınuraz, Unase Buyukkocak, Osman Caglayan, Sedat Dom, Tayfun Sahiner
PMID: 22090322  doi: 10.5505/tjtes.2011.03443  Pages 390 - 395
AMAÇ
Orta ve ciddi sekonder peritonitte planlı abdominal onarımın sonlandırılma kararında C reaktif protein (CRP), interlökin (IL) 6, leptin, kortizol ve kaspaz 3 değerlerinin etkisi araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Orta ve ciddi sekonder peritonitli 15 hasta alındı. Serum CRP, IL-6, leptin ve kortizol düzeyleri ile periton sıvılarında kaspaz 3 ölçüldü.
BULGULAR
Mortalite gelişenlerde yaş ve 48. saat APACHE II skoru, gelişmeyenlere göre anlamlı olarak yüksek olarak bulundu. Tüm gruplarda 0. saat ve 72. saat kaspaz düzeyleri arasında anlamlı fark bulundu. Dörtten az ve fazla yıkama yapılanlar kaspaz açısından karşılaştırıldığında; az yıkama yapılanlarda kaspaz değerlerinde azalma olduğu izlendi. Dört ve daha az yıkama yapılanlarda 0. saat kaspaz ile 72. saat kaspaz değerleri arasında anlamlı farklılık bulundu. Mortalite olan grubun kaspaz 3 değerleri arasında farklılık saptanmazken, mortalite olmayan grupta kaspaz 3 48. ve 72. saat değerlerinde anlamlı bir düşüş izlendi. CRP, IL-6, leptin ve kortizol seviyelerindeki değişiklikler anlamlı bulunmadı.
SONUÇ
CRP, IL-6, leptin, kortizol seviyesinin karın kapatılması kararında etkisinin olmadığı görülmüştür. Kaspaz 3 seviyelerindeki düşüş yıkama sayısını belirlemede yararlı olabilir. Karın kapamada yıkama sayısını belirlemede vekil parametre olarak kaspaz 3 seçilecekse, daha uzun sürelerdeki kaspaz aktivitesini değerlendiren çalışmalara ihtiyaç vardır.
BACKGROUND
We aimed to investigate the impact of C-reactive protein (CRP), interleukin (IL)-6, leptin, cortisol, and caspase-3 on the decision of terminating planned abdominal repair in secondary peritonitis.
METHODS
Fifteen patients with peritonitis were enrolled into the study. Serum CRP, IL-6, leptin, cortisol, and peritoneal caspase-3 activities were measured.
RESULTS
APACHE II scores at 48 hours (h) and age were significantly higher in non-survivors. A significant decrease was observed in caspase-3 activities of patients in whom ≤4 laparotomies were performed when compared with those who underwent >4 laparotomies. For patients who underwent ≤4 laparotomies, there was a significant difference in caspase-3 levels between 0 and 72 h. There was no significant difference in caspase-3 levels in non-survivors; caspase-3 levels were significantly lower in the survivors at 48 and 72 h. Changes in CRP, IL-6, leptin, and cortisol levels were not statistically significant.
CONCLUSION
CRP, IL-6, leptin, cortisol, and caspase-3 are not valuable in discriminating the number of planned operations, even though there is a significant decrease in caspase-3 “within” survivors. The discriminative value of caspase-3 for closure should be evaluated in studies in which caspase-3 is monitored for a longer duration in a large number of patients.

4.Scoring systems in the diagnosis of acute appendicitis in the elderly
Ali Konan, Mutlu Hayran, Yusuf Alper Kılıç, Derya Karakoç, Volkan Kaynaroğlu
PMID: 22090323  doi: 10.5505/tjtes.2011.03780  Pages 396 - 400
AMAÇ
Literatürde, yaşlılarda akut apandisitin özellikleri bazı çalışmalarda tarif edilmiştir, ancak skorlama sistemlerinin uygulanabilirliğini değerlendiren bir çalışma yoktur. Bu çalışmanın amacı 65 yaşından yaşlı hastalarda Alvarado ve Lintula skorlarını karşılaştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Tanısı patolojik inceleme ile kesinleşmiş 65 yaşından yaşlı hastalar, büyük acil polikliniğine başvuruları sonucunda spesifik olmayan karın ağrısı tanısı almış aynı yaş grubundaki hastalarla başvuru yılına göre sınıflandırılarak karşılaştırıldı. Alvarado ve Lintula skorları hasta dosyalarından retrospektif olarak hesaplandı.
BULGULAR
Her iki skorlama metodu da apandisite bağlı karın ağrısı ve spesifik olmayan karın ayrısını ayırt etmede başarılı bulundu. Alvarado skoru, Lintula skoruna göre öngörme özelliği açısından üstündü. Kontrol ve apandisit gruplarında iki parametrenin (tınlayıcı, tiz bağırsak sesleri olması veya bağırsak seslerinin alınamaması ve bulantı) prevalansı benzerdi. İki skor, bu iki parametre olmadan tekrar hesaplandı. Düzenleme sonrası iki skorda daha iyi ve birbirlerine daha çok benzer sonuçlar verdi.
SONUÇ
Geriatrik yaş grubunda hem Alvarado hem de Lintula skorlarının akut apandisitin tanısında yüksek sensitivite ve spesifitesi vardır. Bu skorların performansları “bulantı” ve “tınlayıcı, tiz bağırsak sesleri olması veya bağırsak seslerinin alınamaması” parametreleri çıkartıldığında daha iyi hale gelmektedir.
BACKGROUND
Although special features of acute appendicitis in the elderly have been described in some studies, no studies evaluating the applicability of appendicitis scores exist in the literature. The aim of this study was to compare Alvarado and Lintula scores in patients older than 65 years of age.
METHODS
Patients older than 65 years with appendicitis confirmed by pathology report were matched by year of admission with a group of patients admitted to the emergency department with non-specific abdominal pain. Alvarado and Lintula scores were calculated retrospectively from patient charts.
RESULTS
Both scores were observed to operate well in distinguishing between abdominal pain due to appendicitis and non-specific abdominal pain. The Alvarado score was a better predictor compared to the Lintula score. Two parameters (absent, tingling or high-pitched bowel sounds and nausea) had similar prevalence in the control and appendicitis groups. We selected to recalculate the two scores with the exclusion of these two parameters. The two scores performed better but were more similar to each other after the modification.
CONCLUSION
Both Alvarado and Lintula scores have a high sensitivity and specificity in the diagnosis of acute appendicitis in the geriatric age group. Their performance improves with exclusion of the two parameters “nausea” and “absent, tingling or high-pitched bowel sounds”.

5.Factors affecting morbidity in penetrating rectal injuries: a civilian experience
Metehan Gümüş, Murat Kapan, Akın Önder, Abdullah Böyük, Sadullah Girgin, İbrahim Taçyıldız
PMID: 22090324  doi: 10.5505/tjtes.2011.06936  Pages 401 - 406
AMAÇ
Rektal yaralanmaların tedavi prensipleri savaş deneyimlerine dayanmaktadır. Sivil yaralanmalarda bu prensipleri uygularken sivil rektal yaralanmaların özelliklerini ve bunun yanında morbiditeye etkili faktörleri bilmek gerekir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ateşli silah ve delici-kesici aletle rektal yaralanma oluşmuş 29 hastanın özellikleri değerlendirildi. Risk faktörlerini belirlemek amacıyla hastalar morbidite olanlar ve olmayanlar şeklinde iki gruba ayrıldı (morbidite olan: Grup 1, morbidite olmayan: Grup 2) ve faktörler gruplar arasında karşılaştırıldı.
BULGULAR
Şiddetli fekal kontaminasyon, perianal veya gluteal yaralanma, travma tedavi intervali ve izole ekstraperitoneal yaralanma olması morbidite gelişimi üzerine etkili faktörlerdi. Hastanede kalış süresi Grup 1’de Grup 2 ile karşılaştırıldığında anlamlı derecede daha uzundu.
SONUÇ
Rektal yaralanmalarla nadiren karşılaşılmasına rağmen, morbidite ve mortalite oranları yüksektir. Risk faktörlerinin bilinmesi ve hastaya göre tedavi planı yapılması tedavinin başarısı için önemlidir. Zamanında tedavi edilen hastalarda morbidite oranı önemli ölçüde azalmaktadır. Bu nedenle, doktorların yanı sıra hastaların da rektal yaralanma konusunda bilinçli olması gerekmektedir.
BACKGROUND
The principles of the treatment of rectal injuries have been determined based on the experiences gained from military injuries. While adopting these principles in civilian life, it is essential to know the characteristics of civilian rectal injuries as well as the risk factors affecting morbidity.
METHODS
The characteristics of 29 inpatients who had been treated due to rectal injuries caused by gunshot wounds and penetrating devices were evaluated. In order to determine the risk factors, the patients were divided into two groups regarding the presence of morbidity (Group 1, with morbidity; Group 2, without morbidity) and compared.
RESULTS
Severe fecal contamination, perianal or gluteal injuries, duration of trauma- treatment interval, and isolated extraperitoneal injury were significant factors that affected the development of morbidity. The length of hospital stay was significantly longer in Group 1 as compared to Group 2.
CONCLUSION
Although rectal injuries are rarely encountered, they carry high morbidity and mortality. Awareness of the risk factors and planning of a patient-based treatment are essential for the success of the therapy. The rate of morbidity is substantially decreased when patients are treated in time. Thus, the awareness of both patients as well as physicians managing trauma about rectal injuries should be increased.

6.The use of Ender nail in intertrochanteric fractures supported with external fixation
Cemil Ertürk, Bilal Çağman, Mehmet Akif Altay, Uğur Erdem Işıkan
PMID: 22090325  doi: 10.5505/tjtes.2011.48716  Pages 407 - 412
AMAÇ
İntertrokanterik kırıklarda intramedüller Ender çivileme, geçmiş yıllarda çok yaygındı. Ancak bu yöntemin kullanımı, komplikasyonlarından dolayı zaman içerisinde azaldı. Bu çalışmanın amacı, tek yanlı eksternal fiksatörle desteklenen Ender çivileme ile bu tür komplikasyonların önlenmesi ile birlikte bu yöntemin sonuçlarını değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu teknik 39 hastada kullanıldı (17 erkek, 22 kadın; ortalama yaş 71,4 yıl). Ameliyat öncesi tüm hastaların ortalama American Society of Anesthesiologists (ASA) skoru 1,84 (dağılım, 1-4) idi. Kırıklar AO/OTA sınıflamasına göre ayrıldı. Biz ameliyatımızda eksternal fiksatörü intramedüller çivilere destek amacıyla kullandık. Son takipte, tüm hastalar Parker-Palmer mobility skoru ve Harris kalça skoru ile değerlendirildi.
BULGULAR
Ortalama izlem süresi 29,2 ay (20-56) idi. İki hastada Ender çivilerinin dizden dışarı çıkması, iki hastada 2 cm kısalıkla birlikte varus deformitesi ve yedi hastada çivi dibi enfeksiyonu oluştu. Yaşamını sürdürebilen ve son takibi yapılabilen 14 hastanın ortalama Harris kalça skoru 64, Parker-Palmer skoru 6,8 idi.
SONUÇ
Bu yöntemin, herhangi bir ciddi sorun görülmeksizin, kırığın kısa sürede iyileşmesini sağlaması ve ekstremitesine tam ağırlık vermesine uygun olması gibi üstünlükleri gösterilmiştir.
BACKGROUND
Intramedullary Ender nailing in intertrochanteric fractures was very popular in the past. However, this method has fallen in favor over time, due to complications. The purpose of this study was to evaluate results with this method and possible ways to prevent these complications, including the use of unilateral fixators to support the Ender nails.
METHODS
This technique (Ender nailing and external fixator) was used in 39 patients (17 M/22 F, mean age: 71.4 years). The preoperative mean American Society of Anesthesiologists (ASA) score was 1.84 (range: 1-4) for all the patients. AO/OTA classification of fractures was used. In our surgery, we used an external fixator to support the intramedullary nails. All patients were evaluated with Parker-Palmer mobility score and with the Harris hip score.
RESULTS
The follow-up period was 29.2 months (20-56). Two patients experienced nail migration in the knees, two patients had varus deformation with a reduction in length of 2 cm, and seven patients developed pin-track infection. The average Harris score and Parker-Palmer score of the 14 patients who presented for their last follow-up examination were 64 and 6.8, respectively.
CONCLUSION
This method demonstrated several advantages, in that it allows the patient to put weight on the extremity after a shorter period of time and enables the fracture to heal rapidly without any serious complications.

7.Characteristics of open globe injuries in geriatric patients
Levent Tök, Özlem Yalçın Tök, Dilek Özkaya, Elif Eraslan, Yonca Sönmez, Firdevs Örnek, Yavuz Bardak
PMID: 22090326  doi: 10.5505/tjtes.2011.67503  Pages 413 - 418
AMAÇ
Açık göz küresi yaralanması olan geriatrik hastaların demografik ve etyolojik özelliklerini değerlendirmeyi, prognozu etkileyen faktörleri tespit etmeyi ve güncel literatür eşliğinde genç nüfusla farklılıkları karşılaştırmayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM
Açık göz küresi yaralanması nedeniyle 1998-2009 yılları arasında tedavisi ve takibi yapılan 65 yaş üzerinde 30 hastanın dosyaları geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR
Ortalama yaş 73,1 yıl idi. Hastaların %60’ı erkekti ve en fazla sol göz tutulumu vardı. En sık rastlanan travma tipi künt nesnelerle oluşan yırtılma idi. Hastaların başvuru anındaki görme keskinlikleri 13 hastada ışık hissi yokken, 15 hastada ışık hissi/el hareketleri, 2 hastada 1/200-19/200 düzeyindeydi. Demografik ve klinik karakteristiklerin final görme keskinliği üzerine etkisinin değerlendirildiği tek değişkenli analizde yara yeri, travma tipi ve oküler travma skoru istatistiksel olarak anlamlı değişkenlerdi.
SONUÇ
Açık göz küresi yaralanmalarının prognozu geriatrik hastalarda oldukça kötüdür. Yaşa bağlı gelişen yapısal değişiklikler, geçirilmiş cerrahiler daha kolay yırtık gelişimine neden olmaktadır. Tedavi sürecinde iyileşme kapasitesinin sınırlı olması, hastaların beraberlerinde bulunan göz patolojileri ve fonksiyonel kapasitenin bu yaş grubunda düşük olması prognozu kötü yönde etkilemektedir.
BACKGROUND
We aimed to evaluate the etiological and demographic characteristics of open globe injuries in geriatric patients, to determine the factors affecting the prognosis and to discuss the differences between geriatric and young populations in light of the current literature.
METHODS
The medical files of 30 patients aged 65 years and older who were treated and followed up for open globe injuries between 1998 and 2009 were evaluated retrospectively.
RESULTS
The mean age was 73.1 years. Sixty percent of the patients were male, with a predominance of left eye involvement. The most common type of trauma was rupture due to a blunt object. The presenting visual acuity was no light perception in 13 patients, light perception/hand movement in 15 patients and 1/200-19/200 in 2 patients. In a univariate analysis assessing the effects of demographic and clinical characteristics on final vision, the wound location, type of trauma and Ocular Trauma Score were found to be statistically significant variations.
CONCLUSION
The prognosis of open globe injuries is very poor in geriatric patients. Age-related structural changes and previous history of surgeries contribute to easy development of a rupture. During the treatment process, limited recovery capacity, ocular pathology in patients and low functional capacity in this age group exert negative effects on the prognosis.

8.Hot milk burns in children: a crucial issue among 764 scaldings
Ahmet Çınar Yastı, Orhan Koç, Emrah Şenel, Afife Ayla Kabalak
PMID: 22090327  doi: 10.5505/tjtes.2011.95815  Pages 419 - 422
AMAÇ
Yanıklar çocukluk döneminde önlenebilir travmalar arasındadır. Yanık yaralanmaları çoğunlukla haşlanma, alev, elektrik ve kimyasal yanıklar olarak sınıflandırılır. Ancak her biri altta yatan etyolojiye göre tedavi sırasında farklılıklar gösterir. Bu çalışmada, haşlanma yanıklarında süt yanıklarının önemini vurgulamak için hastalar geriye dönük olarak incelendi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Hastaların (461 erkek [%60,4], 303 kadın [%39,6]; kadın erkek oranı 1,52) demografik özellikleri, yanık etyolojisi, kliniği ve klinik seyirleri değerlendirildi.
BULGULAR
Grupların yaş ortalamaları 3,36±2,86 idi. Kadın ve erkek hastalar arasında yanık nedenleri açısından fark bulunmadı. Hastaların toplam vücut yanık alanı ortalaması %16,91±12,63 idi. Sıcak süt yanığının diğer haşlanmalardan daha geniş ve daha derin yanığa neden olduğu ve daha çok 3. derece yanıklar olduğu belirlendi (sırasıyla, p<0,001, p<0,001, p<0,05). Süt yanıkları aynı zamanda hastanede daha uzun süre kalmanın nedeniydi (p<0,001). Mortalite oranı süt yanıklarında diğer haşlanmalardan daha yüksek bulundu (p<0,001).
SONUÇ
Süt yanıkları kötü klinik seyir nedeniyle özel dikkat gerektiren bir durumdur. En önemlisi ise süt yanığının görünenden daha derin olacağı gerçeğinin farkında olmaktır.
BACKGROUND
Burns are among the preventable traumas encountered during childhood. Burn injuries are mostly classified as scalds, flame, electric, and chemical burns. However, each subject has some difference in the course of treatment related to the sub-etiologies. To reveal the importance of milk burns, scald burn patients were studied retrospectively.
METHODS
Demographics of the patients, burn etiologies, clinical presentations, and clinical courses were analyzed. There were 461 (60.4%) male and 303 (39.6%) female patients, with a 1.52 male to female ratio.
RESULTS
The mean age of the group was 3.36±2.86 years. There were no difference in burn causes between males and females. The mean burned total body surface area of patients was 16.91±12.63%. Hot milk caused larger, deeper burns than the other scalds and caused more third-degree burns (p<0.001, p<0.001, p<0.05, respectively). Milk burns also resulted in longer hospital stay (days) (p<0.001). The mortality rate was also higher in milk burns than other scalds (p<0.001).
CONCLUSION
Due to the more detrimental clinical course, milk burns necessitate special consideration in clinical settings. The most important factor is to be aware that burns are deeper than they appear.

9.Cardiac and great vessel injuries after chest trauma: our 10-year experience
Burak Onan, Recep Demirhan, Kürşad Öz, İsmihan Selen Onan
PMID: 22090328  doi: 10.5505/tjtes.2011.96462  Pages 423 - 429
AMAÇ
Göğüs travmasına bağlı kardiyovasküler yaralanmaları yüksek bir mortaliteye sahiptir. Bu çalışmanın amacı, göğüs travması sonrasında gelişen kalp ve büyük damar yaralanmalarının tedavisinde tecrübemizi sunmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM
On yıllık süre içinde 104 hasta kalp (n=94) ve büyük damar (n=10) yaralanmaları ile başvurdu. Bu hastalarda demografik bilgiler, yaralanma sebepleri, yaralanma yerleri, ek yaralanmalar, cerrahi girişimin zamanlaması, cerrahi yaklaşım ve klinik sonuçlar gözden geçirildi.
BULGULAR
Göğüs travması sonrasında 88 (%84,6) erkek hasta başvurdu. Tüm hastaların ortalama yaşı 32,5±8,2 yıl (dağılım 12 ile 76 yaş) idi. Penetran yaralanmalar (%62,5) en sık sebep olarak karşımıza çıktı. Bigisayarlı tomografi genel olarak uygulanırken, durumu stabil olguların bir bölümüne ekokardiyografi yapıldı. Kalp yaralanmalarında sıklıkla sağ ventrikül (%58,5) etkilendi. Büyük damar yaralanmaları subklaviyen ven (6), innominate ven (1) ve desendan aorta (2) da tespit edildi. Hastaların %75,9’una acil servise başvurduktan sonra erken dönemde ameliyat yapıldı. Torakotomi hastaların %89,5’inde uygulandı. Cerrahi mortalite penetran yaralanmalarda anlamlı derecede yüksekti (p=0,01).
SONUÇ
Klinisyenler acil servise göğüs travması ile başvuran her hastada kalp ve damar yaralanması olasılığını düşünmelidir. Bilgisayarlı tomografi ve ekokardiyografi göğüs travmasının klinik takibinde faydalıdır. Cerrahi girişimin zamanlaması hastaların hemodinamik durumlarına bağlıdır ve multidisipliner yaklaşım hastaların prognozunu iyileştirir.
BACKGROUND
Cardiovascular injuries after trauma present with high mortality. The aim of the study was to present our experience in cardiac and great vessel injuries after chest trauma.
METHODS
During the 10-year period, 104 patients with cardiac (n=94) and great vessel (n=10) injuries presented to our hospital. The demographic data, mechanism of injury, location of injury, other associated injuries, timing of surgical intervention, surgical approach, and clinical outcome were reviewed.
RESULTS
Eighty-eight (84.6%) males presented after chest trauma. The mean age of the patients was 32.5±8.2 years (range: 12-76). Penetrating injuries (62.5%) were the most common cause of trauma. Computed tomography was performed in most cases and echocardiography was used in some stable cases. Cardiac injuries mostly included the right ventricle (58.5%). Great vessel injuries involved the subclavian vein in 6, innominate vein in 1, vena cava in 1, and descending aorta in 2 patients. Early operations after admission to the emergency were performed in 75.9% of the patients. Thoracotomy was performed in 89.5% of the patients. Operative mortality was significantly high in penetrating injuries (p=0.01).
CONCLUSION
Clinicians should suspect cardiac and great vessel trauma in every patient presenting to the emergency unit after chest trauma. Computed tomography and echocardiography are beneficial in the management of chest trauma. Operative timing depends on hemodynamic status, and a multidisciplinary team approach improves the patient’s prognosis.

10.Still an unknown topic: child abuse and “shaken baby syndrome”
Elçin Balcı, İskender Gün, Şule Mutlu Şarlı, Fatma Akpınar, Fatih Yağmur, Ahmet Öztürk, Osman Günay
PMID: 22090329  doi: 10.5505/tjtes.2011.23427  Pages 430 - 434
AMAÇ
Sarsılmış bebek sendromu (SBS) çocuğa yapılan fiziksel istismarın ciddi bir formu olup ölüme dahi sebep olmaktadır. Bu araştırmada birinci basamak sağlık çalışanlarının çocuk istismarı ve ihmali konusunda eğitim alıp almadıkları, istismar olgularını tanıyıp tanıyamayacakları, bir istismar türü olan SBS konusunda bilgili olup olmadıklarının araştırılması amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Araştırma kapsamına Kayseri birinci basamak sağlık kuruluşlarında hizmet veren sağlık personeli alındı. Katılımcılara anket uygulandı.
BULGULAR
Araştırma grubunun %35,0’i hekimdi. Grubun %43,7’si daha önce çocuk istismarı ve ihmaline ilişkin herhangi bir eğitim almadıklarını, %52,1’i toplumda en çok fiziksel istismarın görüldüğünü düşündüklerini ifade etti. Katılımcıların %64,1’i SBS’yi daha önceden duymuş olduğunu söylerken; duyanların %10,4’ü duyduğunu ancak bilmediğini ifade etti. İstismar konusuyla ilgili eğitim alma durumu meslek grupları arasında anlamlı olarak farklı bulundu.
SONUÇ
Çocuk istismarı, ihmali ve istismarın bir alt başlığı olan SBS konusunda, birinci basamak sağlık personelinin bilgi eksiği ve eğitim ihtiyacı vardır. Mezuniyet öncesi ve sonrası eğitimlerde çocuk istismarı ve SBS konularına yeterince yer verilmesi farkındalık ve duyarlı birey sayısının artmasına yardımcı olacaktır.
BACKGROUND
Shaken baby syndrome (SBS) is a severe form of physical child abuse, and can even cause death. In this study, we aimed to investigate whether or not the primary healthcare workers had received any education regarding child abuse and neglect, whether they could diagnose the cases, whether they had sufficient knowledge about SBS as a part of child abuse, and whether they were in need of education on the topic.
METHODS
Health workers in the primary healthcare centers in the province of Kayseri were enrolled. A questionnaire was applied.
RESULTS
In this study, 35.0% of the study group were physicians. 43.7% of the study group stated that they had not recieved any education regarding child abuse and neglect, and 52.1% stated that they believed that physical abuse was the most prominent form of abuse in society. While 64.1% of the participants stated that they had heard about SBS, 10.4% of these stated that they had heard about it, but did not have adequate knowledge on the topic.
CONCLUSION
There is a lack of knowledge and a need for education regarding child abuse and neglect among the personnel working in primary healthcare, especially on the subject of SBS. Undergraduate and postgraduate education regarding child abuse and SBS will help to increase the number of people well-informed and sensitive to this important issue.

11.Delayed presentation of posttraumatic diaphragmatic hernia
Ismail Okan, Gurhan Bas, Sedat Ziyade, Orhan Alimoglu, Ramazan Eryilmaz, Deniz Guzey, Aydin Zilan
PMID: 22090330  doi: 10.5505/tjtes.2011.89804  Pages 435 - 439
AMAÇ
Travma sonrası gözden kaçan diyafram yaralanmaları karın içi organların toraksa fıtıklaşması ile sonuçlanabilir. Bu çalışmada, travma sonrası gecikmiş diyafram yaralanması nedeniyle tedavi edilen hastalar değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
2001-2009 yılları arasında travma sonrası geç bulgu veren diyafram hernisi tanısı alan hastaların dosyaları geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR
Çalışmaya alınan 10 hastanın yaş ortalaması 44,3 yıl idi. Hastaların altısı kadındı. Etyolojide künt travma daha sık (n=7) olarak saptandı. Travma ile travma sonrası diyafram hernisi tanısıyla hastaneye başvuru arasında geçen süre ortalama 5,9 yıl (4 ay-19 yıl) idi. Dokuz hastada diyafram hernisi soldaydı. Tüm hastaların arka-ön akciğer grafisi çekildi ve çoğunda sadece grafi ile tanı kondu (n=8). Yedi hastada ilave olarak bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme kullanıldı. Herni tamiri için yedi hastada laparotomi iki hastada torakotomi yapılırken, bir hastada sol torakoabdominal insizyon kullanıldı. Onarım için yedi hastada yama kullanıldı. Ameliyat sonrası ortalama hastanede kalış süresi 10,6 gündü. Bir hastada ampiyem ve atelektazi saptandı. Ameliyat sonrası mortalite saptanmadı.
SONUÇ
Travma sonrası geç bulgu veren diyafram hernisi travma cerrahları için ciddi bir problemdir. Tanı ve tedavinin doğru ve hızlı uygulanması fıtıklaşmış organların perforasyon veya gangreni sonrası gelişebilecek morbidite ve mortaliteyi engeller.
BACKGROUND
Missed diaphragmatic injuries after trauma may present with herniation of intraabdominal organs into the thoracic cavity. We aimed to review our patients who presented with delayed posttraumatic diaphragmatic hernia.
METHODS
A retrospective review of the medical records of patients with delayed diagnosis of posttraumatic diaphragmatic hernia between 2001 and 2009 was performed.
RESULTS
Ten patients with a mean age of 44.3 years were included. Six patients were female. Blunt injuries (n: 7) were more common. Mean duration between trauma and presentation to the hospital was 5.9 years (4 months - 19 years). Nine patients had left-sided diaphragmatic hernia. All patients had chest X-ray and most were diagnostic (n: 8). Additional diagnostic imaging with computerized tomography (CT) and magnetic resonance (MR) was used in seven patients. For the repair, laparotomy incision was chosen for seven patients and thoracotomy incision for two patients. One patient underwent left thoracoabdominal approach. Mesh repair was used in seven patients. Postoperative mean hospitalization was 10.6 days. Empyema and atelectasis were the morbidities in one patient. No postoperative mortality was detected.
CONCLUSION
Delayed presentation of posttraumatic diaphragmatic hernia is a serious challenge for trauma surgeons. Prompt diagnosis and treatment prevent serious morbidity and mortality associated with complications such as gangrene and/or perforation of the herniated organ.

12.10 year evaluation of train accidents
Meltem Akkas, Didem Ay, Nalan Metin Aksu, Müge Günalp
PMID: 22090331  doi: 10.5505/tjtes.2011.66750  Pages 440 - 444
AMAÇ
Otomobil kazaları ile karşılaştırıldığında tren kazaları daha az görülmekle beraber, kazazedelerin hayatları üzerinde ciddi etkisi vardır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Kliniğine başvuran 16 yaş üzerinde, tren kazasına maruz hastaların dosyaları geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR
30 erkek, 14 kadın toplam 44 hastanın yaş ortalaması 31,8±14,3 idi. Yaralanmaların çoğu işe gidiş-çıkış saatlerindeydi. Yirmi ikisi acil servisten olmak üzere toplam 37 hasta taburcu edildi. Mortalite 7/44 (%16) saptandı. Revize travma skoru (RTS) ortalama 10,5 olup, ölenlerde 3, yaşayanlarda 11,9 idi. Ölüm nedeni 5 hastada majör vasküler hasar ve alt ekstremite amputasyonuna yol açan pelvik travma, 1 hastada torakal ve abdominal travma, 1 hastada kafa travması idi. Mortalite için primer risk faktörleri; alkollü olmak (%100), başvuru anında kardiyopulmoner resüsitasyon yapılması (%100), tekrarlayan intihar girişimi (%75), psikiyatrik hastalık öyküsü (%60) ve düşük RTS puanı idi.
SONUÇ
Tren kazalarının çoğunluğunu, yeterince hız kazanmamış trenden kaza ile düşmeye bağlı oluşmuş minör yaralanmalar oluşturmaktadır. Buna rağmen tren kazaları %16 mortalite ve %37 morbiditeye neden olmuştur. Bu bulgular yaralanmaları önleyici tedbirlerin geliştirilmesinin önemine dikkat çekmektedir.
BACKGROUND
Although less frequent than automobile accidents, train accidents have a major impact on victims’ lives.
METHODS
Records of patients older than 16 years of age admitted to the Adult Emergency Department of Hacettepe University Medical Center due to train accidents were retrospectively evaluated.
RESULTS
44 patients (30 males, 14 females) with a mean age of 31.8±11.4 years were included in the study. The majority of the accidents occurred during commuting hours. 37 patients were discharged, 22 of them from the emergency department. The mortality rate was 7/44 (16%). Overall mean Revised Trauma Score (RTS) was 10.5 (3 in deaths and 11.9 in survivors). In 5 patients, the cause of death was pelvic trauma leading to major vascular injury and lower limb amputation. In 1 patient, thorax and abdomen trauma and in 1 patient head injury were the causes of mortality. Primary risk factors for mortality were alcohol intoxication (100%), cardiopulmonary resuscitation on admittance (100%), recurrent suicide attempt (75%), presence of psychiatric illness (60%), and low RTS.
CONCLUSION
In this study, most train accidents causing minor injuries were due to falling from the train prior to acceleration. Nevertheless, train accidents led to a mortality rate of 16% and morbidity rate of 37%. These findings draw attention to the importance of developing preventive strategies.

13.Domestic accidents involving women and first aid knowledge
Mustafa Serinken, İbrahim Türkcüer, Özgür Karcıoglu, Semih Akkaya, Emrah Uyanık
PMID: 22090332  doi: 10.5505/tjtes.2011.55649  Pages 445 - 449
AMAÇ
Ev kazaları (EK), bir evin içinde veya bahçesinde, havuzunda veya garajında meydana gelen, çoğunlukla önlenebilir kazalardır. Ülkemiz için önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bu çalışmada amaç, ülkemizde yetişkin kadınların EK ile ilişkili profilini ve bilgi düzeylerini ortaya koymaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Altı aylık zaman diliminde bir üniversite acil servisine gelen kadın hasta yakınları çalışma grubunu oluşturdu. Katılımcılara daha önceden hazırlanmış olan ve 23 sorudan oluşan çalışma anket formundaki soruları cevaplandırmaları istendi.
BULGULAR
Çalışma süresince 1017 kadın çalışmaya dahil edildi. Yaş ortalamaları 29,2±11,1 olarak belirlendi. Sırasıyla, sıklıkla el kesileri (n=924, %90,8), burkulma-incinmeler (n=904, %88,8) ve yanıklar (n=803, %78,9) en sık bildirilen EK’lar idi. Çarpma, burkulma ve incinme tarzı yaralanmaların çocukların başına gelen en sık EK olduğu (n=478, %91,7), bunu düşme ve kaymaların (n=452, %86,7) takip ettiği saptandı. Ambulansın en çok bilinen (n=871, %85,6), zehir danışmanın en az bilinen (n=48, %4,7) numaralar olduğu belirlendi. Eğitim düzeyi yüksek olan kadınların diğerlerine oranla doğru yanıt sayıları anlamlı yüksek bulundu (p=0,001). Çalışan kadınların bilgi düzeyi, çalışmayanlarla karşılaştırıldığında ise anlamlı düşük bulundu (p=0,02).
SONUÇ
Ev kazaları konusunda kadınlara yönelik yaygın kurslar planlanmalı ve bu amaçla görsel medyadan yararlanılmalıdır.
BACKGROUND
Domestic accidents (DA) are preventable and untoward events occurring in a house, pool or garage. Those events constitute a major issue in the context of public health. The objective of this study was to highlight the characteristics of female involvement in DA and their level of knowledge regarding first aid.
METHODS
Adult female relatives of patients presenting at the university-based emergency department within the six-month study period comprised the study sample. They were asked to answer a 23-item self-reported questionnaire, and the responses were analyzed.
RESULTS
A total of 1017 women (mean age: 29.2±11.1 years) were enrolled in the study. Hand lacerations (n=924, 90.8%), sprain and contusions (n=904, 88.8%) and burns (n=803, 78.9%) were the most commonly reported types of DA. The children were reported to suffer mostly from hits, sprains and contusions (n=478, 91.7%), followed by falls and slipping (n=452, 86.7%). The telephone number of emergency medical services was recalled most frequently (n=871, 85.6%), while that of the poison control center was known least commonly (n=48, 4.7%). The group with the highest level of education had a significantly higher mean number of correct answers than that of the group with the lowest level of education (p=0.001). The knowledge level of the women who worked was significantly lower than that of the unemployed women (p=0.02).
CONCLUSION
Extensive training of women on DA should be undertaken and the mass media should be utilized to achieve this goal.

14.The affecting factors on the complication ratio in abdominal gunshot wounds
Hüseyin Taş, Ayhan Mesci, Mehmet Eryılmaz, Nazif Zeybek, Yusuf Peker
PMID: 22090333  doi: 10.5505/tjtes.2011.47124  Pages 450 - 454
AMAÇ
Çatışma bölgelerinde meydana gelen karın içi ateşli silah yaralanmalarında (KASY) komplikasyon oranlarını etkileyen faktörler değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Şubat 2002 - Mayıs 2005 tarihleri arasında yüksek kinetik enerjili KASY’li 21 hasta incelendi. Travma-hastane intervali, yaralanan karın içi organ ve sayısı, yaralanan ekstra-abdominal organ sayısı, penetran abdominal travma indeksi (PATİ) ve kan transfüzyonu miktarının komplikasyon oranlarına etkisi geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR
Hastaların %90,4’ünün ilk iki saat içerisinde transportu gerçekleştirilerek ilk girişimlerine başlandı. Yaralanan organ sayısı <3 olan hastalarda %7,1, ≥3 olanlarda ise %71 oranında komplikasyon gelişti (p<0,0001). Hastaların %71,4’ünde (n=15) izole karın yaralanması, %28,6’sında (n=6) ek olarak ekstra-abdominal organ yaralanması vardı. PATİ skoru <25 olan 13 hastada %7,7, ≥25 olan 8 hastada ise %62,5 oranında komplikasyon geliştiği görüldü (p<0,0001). ≥3 Ü kan transfüzyonu yapılan %47,6 (n=10) hastanın %50’inde (n=5) komplikasyon tespit edildi (p<0,0001).
SONUÇ
Çalışmamızda KASY’de PATİ skoru, multipl kan transfüzyonu ve yaralanan karın içi organ sayısı ameliyat sonrası dönemde gelişebilecek komplikasyon oranlarını etkileyen en önemli faktörlerken, travma-hastane intervali ile yaralanan ekstra-abdominal organ sayısının komplikasyon oranlarına etkisi istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.
BACKGROUND
We aimed to investigate the affecting factors on the complication ratio in abdominal gunshot wounds.
METHODS
Twenty-one patients with abdominal gunshot wounds were analyzed between February 2002 and May 2005. The effects of the interval between trauma and presentation to the hospital, the number of injured abdominal and extra-abdominal organs, penetrating abdominal trauma index (PATI), and blood transfusion were evaluated.
RESULTS
90.4% of all patients were transported to the hospital and underwent their first evaluation in the first two hours. The complication rate was 7.1% in patients who had <3 injured organs and 71% in the others (p<0.0001). 71.4% of the patients had isolated abdominal trauma, while 28.6% had additional extra-abdominal organ trauma. The complication rate was 7.7% in 13 patients with PATI score <25 and 62.5% in 8 patients with a PATI score ≥25 (p<0.0001). In 10 patients who underwent blood transfusion of ≥3 units, the complication rate was 50% (p<0.0001).
CONCLUSION
In our study, PATI score, multiple blood transfusions and the number of injured intra-abdominal organs were the most important factors affecting the rate of postoperative complications in penetrating abdominal gunshot wounds. We found that the interval between trauma and presentation to the hospital and number of injured extra-abdominal organs did not affect the complication rate.

CASE REPORTS
15.Masked urinary bladder injury with a bullet expulsed spontaneously during voiding
Mujgan Caliskan, Ismail Evren, Ismail Kabak, Ibrahim Atak, Recai Gokcan
PMID: 22090334  doi: 10.5505/tjtes.2011.67934  Pages 455 - 457
Bu yazıda, ateşli silahla pelvis yaralanması olan hasta sunuldu. Yaralanma bölgesi mesane ve rektum arasındaki yumuşak doku idi. Birkaç gün sonra kurşun spontan miksiyon esnasında üretra yolu ile atıldı. Literatürde kurşunun kendiliğinden olarak üretra yolu ile atıldığı birkaç nadir olgu bildirilmiştir. On dokuz yaşında erkek hastanın sol kalçasında ateşli silah yaralanması mevcut idi. Hemodinamik olarak stabil olan hastaya yapılan direkt grafi ve bilgisayarlı tomografide pelvis içinde, mesane ve rektum arasındaki yumuşak dokuda, organ hasarı oluşturmayan kurşun tespit edildi. Üretral kateterizasyon sonucu makroskopik hematüri tespit edildi. Rektosigmoidoskopi ve retrograd sistoskopik değerlendirmeler negatif idi. Cerrahi girişim yapılmaksızın, hasta konservatif takip edildi. Beşinci gün, üriner kateteri çıkarıldıktan üç saat sonra kurşun üretradan kendiliğinden miksiyon esnasında atıldı. Bunun üzerine retrograd üretrosistografi yapıldı, üriner trakt ve mesane hasarına rastlanmadı.
We report a case with gunshot to the pelvis. The injury site was the soft tissue between the rectum and urinary bladder. Several days later, the bullet was expulsed spontaneously during voiding. In the literature, only a few case reports have described spontaneous expulsion of an intravesical bullet. A 19-year-old male was wounded on the left hip by gunshot. Radiographic examinations showed a bullet in the pelvis, which was localized in the soft tissue between the rectum and urinary bladder, with no accompanying visceral injury on abdominopelvic computerized tomography. Macroscopic hematuria was noticed after urethral catheterization. Rectosigmoidoscopy and retrograde cystoscopic examinations were both negative. The patient was monitored closely and treated conservatively with no surgical intervention. The urinary catheter was removed on the fifth postoperative day, and the bullet was expulsed spontaneously via the urethra during normal voiding three hours after catheter removal. Thereafter, a retrograde urethrography was performed, which showed no evidence of urinary tract or bladder injury.

16.Spondylolisthesis mimicking the progression of dissection in a case of chronic Stanford type B aortic dissection
Mustafa Goz, Mehmet Fuat Torun, Cengiz Mordeniz, Mehmet Salih Aydin, Abbas Heval Demirkol, Hamza Karabag
PMID: 22090335  doi: 10.5505/tjtes.2011.27048  Pages 458 - 460
Aort diseksiyonu akut ve ölümcül olan kardiyovasküler bir durumdur. Altmış yedi yaşında hipertansif kadın hasta, ani başlayan, bıçak saplanır tarzında alt sırt ağrısı nedeniyle, acil servise geldi. Kontrastlı toraks tomografisinde kronik Tip-B aort diseksiyonu tanısı konuldu. Yoğun bakıma transfer edilen hastaya medikal tedavi başlandı. Hastanın ağrılarının lomber bölgeye yayılması nedeniyle diseksiyonun ilerlediği düşünüldü. Hemodinamik olarak stabil hastaya karın ultrasonografisi yapıldı ve diseksiyonun ilerlemediği görüldü. Nörolojik incelemesinde lomber spinoz proçes hassasiyeti, her iki bacak germe testinin 30 derecede pozitif olması üzerine cekilen manyetik rezonans görüntülemede L3-L4’te spondilolistezis ve merkez yerleşimli disk hernisi tespit edildi. Mevcut bulgularla diseksiyon yönünden operasyon endikasyonu olmadığı düşünüldü. Diskektomi ve füzyon cerrahisi önerildi. Hastanın cerrahi tedaviyi kabul etmemesi üzerine, ilaç tedavisi verilerek taburcu edildi. Bu çalışmada, kronik Tip-B aort diseksiyonlu bir olguda diseksiyonun ilerlemesini taklit eden lomber spondilolistezis’in ayırıcı tanıdaki önemini vurgulamayı amaçladık.
Aortic dissection is an acute lethal cardiovascular condition. A 67-year-old hypertensive woman was admitted to our Emergency Department with an abrupt onset of tearing pain in the interscapular area. A thoracic computed tomography scan with contrast showed chronic type B aortic dissection. The patient was transferred to intensive care and medical therapy was initiated. Upon spread of the pain to the lumbar area, the dissection was thought to have progressed. The patient, being hemodynamically stable, was examined using ultrasonography, and the dissection did not show any progression. In the neurological examination for the lumbar pain, the lumbar processus spinosus was found to be sensitive, and the sciatic nerve stretch test was positive at 30 degrees. Magnetic resonance imaging revealed spondylolisthesis and a centrally located disc herniation at the L3-4 level. No operation for the dissection was planned, but discectomy and fusion surgery was scheduled. Since the patient refused surgery, she was discharged with medical therapy. Our aim in this report was to emphasize the importance of spondylolisthesis mimicking the progression of dissection in the differential diagnosis of a chronic type B aortic dissection case.

17.Multidetector computed tomography diagnosis of ileal and antropyloric gallstone ileus
Naime Altınkaya, Zafer Koç, Özlem Alkan, Şenay Demir, Sedat Belli
PMID: 22090336  doi: 10.5505/tjtes.2011.50103  Pages 461 - 463
Safra taşı ileusu kolelithiasisin nadir görülen bir komplikasyonu olmakla birlikte mide çıkış yolu tıkanıklığı çok daha nadir görülür. Bu yazıda, distal ileuma impakte safra taşı sonucu gelişen ince bağırsak tıkanıklığı ve pilorik antruma impakte safra taşı sonucu gelişen mide çıkış yolu tıkanıklığının (Bouveret sendromu) çok kesitli bilgisayarlı tomografi bulgularını tanımladık.
Gallstone-induced ileus is a rare complication of cholelithiasis, and gastric outlet obstruction is even rarer. We describe the multidetector computed tomographic diagnosis of small bowel obstruction resulting from a gallstone impacted in the distal ileum and of gastric outlet obstruction from a gallstone impacted in the pyloric antrum (Bouveret syndrome).

18.Gunshot injury to the penis in a patient with penile prosthesis: a case report
Metin İshak Öztürk, Abdullah İlktaç, Orhan Koca, Senad Kalkan, Cevdet Kaya, Muhammet İhsan Karaman
PMID: 22090337  doi: 10.5505/tjtes.2011.99266  Pages 464 - 466
Sivil hayatta penise penetran ateşli silah yaralanmaları enderdir. Bu yazıda, acil servise penise penetran ateşli silah yaralanması ile başvuran ve daha önce penis protez implantasyonu yapılmış olan 48 yaşındaki erkek hasta sunuldu. Hasarlı implant çıkarıldı ve anterior üretradaki yaralanma primer olarak onarıldı. Bildiğimiz kadarıyla bu yazıda, literatürde penis protezi olup penis ateşli silah yaralanması olan ilk hasta sunuldu.
Civilian penetrating injuries to the penis are quite rare. We present the case of a 48-year-old man with prosthetic implant surgery who referred to the emergency department of our clinic with penetrating gunshot injury to the penis. The damaged implant was removed and the defect on the anterior urethra was repaired primarily. To the best of our knowledge, there is no such report in the literature regarding penile gunshot injury in a patient with penile prosthesis.

19.Inflamed vermiform appendix within the sac of incarcerated left inguinal hernia
Sevim Turanlı, Murat Ulvi Yüksel, Yavuz Pirhan, Abdullah Çetin
PMID: 22090338  doi: 10.5505/tjtes.2011.48295  Pages 467 - 469
Elli dört yaşında erkek hasta, 8 saat önce başlayan sol kasıkta sürekli ağrı ve redükte olmayan şişlik şikayeti ile acil cerrahi servisine başvurdu. Fiziksel incelemede karında hassasiyet yoktu, sol kasıkta oldukça ağrılı, eritemli ve redükte olmayan şişlik vardı. Rutin kan testlerinde hafif lökositoz saptandı. Düz karın grafisinde özellik yoktu, ultrasonografide sol inguinal kanalda 10 cm uzunluğunda, hareketsiz, ödemli ince bağırsak ansı görüldü. Boğulmuş sol kasık fıtığı tanısıyla hasta ameliyata alındı. Kasığa transvers kesi yapılarak fıtık kesesi ortaya konuldu. Kese açıldığında 6-8 cc pürülan sıvı geldi, vermiform apendiks inflame ve kese iç duvarına yapışık durumdaydı. Aynı seansta hem apendektomi hemde primer fıtık onarımı yapıldı. Ameliyat sonrası komplikasyon gelişmedi. Patolojik inceleme inflame apendiks ile uyumluydu.
A 54-year-old male complained of a continuous pain together with an irreducible swelling of the left inguinal region 8 hours prior to admission to the surgical emergency department. His physical examination revealed a very painful, erythematous, irreducible swelling in the left inguinal region without abdominal peritoneal irritation. Routine blood tests disclosed mild leukocytosis. Abdominal plain X-ray film was not specific, and ultrasonography revealed a 10 cm in length inactive, edematous intestinal section within the inguinal hernia. With the diagnosis of strangulated inguinal hernia, he underwent surgical exploration through a transverse inguinal incision. By opening the hernia sac, 6-8 cc inflammatory fluid drained out, and an inflamed vermiform appendix adhered to the inner surface of the sac was seen. Appendicectomy and primary hernia repair were performed at the same time through the inguinal incision. The postoperative course was uneventful, and the histological examination of the specimen revealed an inflamed appendix.

20.Late recognized nail aspiration in a child: case report
Ufuk Çobanoğlu, Muhammed Can, İsmail Birincioğlu, Yeşim Edirne, Mehmet Melek
PMID: 22090339  doi: 10.5505/tjtes.2011.63308  Pages 470 - 472
Çocuklarda 0-3 yaş arası yabancı cisim (YC) aspirasyonu sık görülmektedir. Kız olgu, 4 ay önce ani başlayan öksürük, ateş ve balgam çıkarma şikayetiyle bir sağlık merkezinde akut bronşit tanısı ile iki kez tedavi edildi. Şikayetinin sürmesi üzerine, çekilen akciğer grafisinde özofagusta yabancı cisim şüphesi ile Göğüs Cerrahisi Kliniğimize sevk edilen olguya yapılan özofagoskopide YC görülmedi. Çekilen akciğer yan grafisinde, keskin ucu trakea orta hatta, yuvarlak ucu sağ hemitoraksa yönelmiş YC saptandı. Rijit bronkoskopi ile çıkarılamayan YC, torakotomi ve bronkotomi yöntemiyle genel anestezi altında çıkarıldı. YC 6 cm boyunda çivi idi. Bu sunum, çocukluk çağındaki YC aspirasyonlarının çeşitliliğini, hekimlerin sağlık kurumlarına inatçı öksürük şikayeti ile başvuran çocuklarda YC aspirasyonu olasılığına her zaman dikkat etmeleri gerektiğini ve ebeveyn ihmalini göstermek amacıyla hazırlanmıştır.
Foreign body (FB) aspiration is common in children aged 0-3 years. Our case, a 2.5-year-old girl, presented with sudden onset of cough, fever and sputum; she had been treated twice for acute bronchitis four months ago. Resisting complaints led to an esophagoscopic examination in our Chest Surgery Clinic after a chest X-ray suggested FB in the esophagus, but no FB could be detected. A lateral chest X-ray revealed a FB with its sharp end targeting the trachea and its round end to the right hemithorax. Removal of the FB with forceps was not possible during rigid bronchoscopy. The FB was removed by thoracotomy and bronchotomy under general anesthesia. The removed FB was a nail measuring 6 cm in length. This case report should serve to stress the diversity of FB aspirations in childhood, the role of parental neglect, and that physicians should be aware of the possibility of FB in children with persistent cough.

LETTER
21.The effect of glutamine on oxidative damage in an experimental abdominal compartment syndrome model in rats
Oğuzhan Karatepe, Muharrem Battal, Gokhan Adas
doi: 10.5505/tjtes.2011.12316  Pages 473 - 474
Abstract |Full Text PDF