DENEYSEL ÇALIŞMA | |
1. | Glisinin sıçan periferik sinir yaralanması modelinde elektriksel ve histolojik özellikler üzerine etkisi Effects of glycine on electrical and histological properties of a rat peripheral nerve injury model Krystell Padilla-martin, Bernardo Baltazar-rendon, Angelica Gonzalez-maciel, Alberto Nuño-licona, Rebeca Uribe-escamilla, Adriana Hernandez-romero, Andrea Ramos, Alfonso Alfaro-rodriguezPMID: 19353310 Sayfalar 103 - 108 AMAÇ: Periferik sinir yaralanmalarında tedavi, interfasiküler onarım beklentisiyle lezyon tipine odaklanır. Sinir kesiğinin daha iyi veya daha hızlı büyümesine yardım etmek üzere, bazıları da aşağıda belirtilen değişik faktörle birlikte birçok deney gerçekleştirilmiştir: Sinir büyüme faktörü (NGF), plak büyüme faktörü (PGF) hiyalüronik asit, lösemi inhibitör faktör, GABA, vb. Glisin; beyin sapında ve spinal kordda görev yapan bir inhibitör nörotransmitter olup, aynı zamanda bir NMDA reseptör modülatörü olarak da önemli bir rol oynamaktadır. Glisinin olası rejeneratif etkisi, farklı uygulama zamanlarında araştırıldı ve sonuçları kontrol grubuyla karşılaştırıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Wistar cinsi sıçanların siyatik sinirleri ortaya konuldu ve elektrofizyolojik işlem gerçekleştirildi: Sinir enine olarak kesildi ve kesik kısımlar dört adet izole temel 9/0 naylon dikiş ile yeniden yerlerine dikildi. Çalışma gruplarına 15, 30 ve 60 gün süreyle, günlük 40 mM/kg glisin uygulanırken, kontrol gruplarına aynı zaman zarfında serum fizyolojik verildi. Her çalışma döneminin sonunda elektrofizyolojik çalışma tekrarlandı. Denekler cerrrahi sonrası 15., 30. ve 60. günlerde öldürülerek siyatik sinirleri çıkarıldı ve histolojik çalışmalar için hazırlandı. BULGULAR: Glisin, Wistar sıçanlarındaki deneysel yaralanma sonrasında gerçekleştirilen bir ay süreli uygulama boyunca siyatik sinirin morfolojik rejenerasyonu ve fonksiyonel düzelmesi üzerine etkili oldu. SONUÇ: Glisin uygulaması ile birlikte oluşan sinir histolojisinin normal sinirlerdekine çok benzer olduğunu gözlemledik. |
KLINIK ÇALIŞMA | |
2. | Penetran abdominal bıçak yaralarında laparoskopik eksplorasyon ve lavaj: Öncü çalışma Laparoscopic exploration and lavage in penetrating abdominal stab wounds: a preliminary report Fausto Y Vinces, Robert V MadlingerPMID: 19353311 Sayfalar 109 - 112 AMAÇ: Abdominal bıçak yaralanmalarında (ABY) laparoskopik eksplorasyon ve lavajın (LELA) birarada uygulanım rolü değerlendirildi. LELA’nın negatif çıkması durumunda periton penetrasyonun (PP) tanısal laparotomi (TL) için bir endikasyon olmadığı varsayıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Ocak 2002 ile Aralık 2003 tarihleri arasında birinci düzey travma merkezimizde ileriye dönük bir çalışma yürütüldü. Yapılan yara incelemesinde ön fasya penetrasyonu olan ve sistolik kan basıncı ≥90 mmHg bulunan hastalar çalışmaya dahil edildi. Sırt ve böğür yaralanması bulunan, evisserasyon olan ve altı saatten sonra başvuran hastalar çalışma dışında bırakıldı. Lavajda safra, aşikar kanama, gıda lifi veya dışkı bulunmaksızın eritrosit değerinin >5000 ve lökosit değerinin >150 olması durumunda, LELA pozitif olarak kabul edildi. BULGULAR: Çalışmaya 89 anterior ABY olgusu dahil edildi. PP’yi ekarte etmek üzere, 28 hastaya laparoskopi uygulandı. Laparoskopi, hastaların 17’sinde PP ve 8’inde acil TL uygulanmasını gerektiren yaralanma bulunduğunu ortaya koydu; geriye kalan 9 hastada LELA gerçekleştirildi; 4 hastada yaralanma bulunduğunu ortaya koyan pozitif LELA (sigmoid, sağ kolon, 2 tane ince bağırsak) sonucuna sahip oldu. Beş hastada, negatif bir LELA saptandı ve gereksiz bir TL önlendi. SONUÇ: Anterior ABY’de uygulanan LELA, esas olarak içi boş organ yaralanmalarını ekarte etmeye yönelik umut vericidir. Bu teknik, gözden kaçırılan abdominal yaralanmaların sayısını artırmaksızın, tedavi amaçlı olmayan laparotomilerin sayısını, hastanede kalma süresini ve hastane giderlerini azaltabilir. |
3. | Arteriyel trombozlarda faktör V (G1691A), metilentetrahidrofolat redüktaz (C677T) ve protrombin (G20210A) gen mutasyon sıklığı The prevalence of factor V (G1691A), MTHFR (C677T) and PT (G20210A) gene mutations in arterial thrombosis Füsun Özmen, M. Mahir Özmen, Nejdet Özalp, Nejat AkarPMID: 19353312 Sayfalar 113 - 119 AMAÇ: Faktör V (FV) [G1691A], metilentetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) [C677T] ve protrombin [G20210A] gen mutasyonlarının venöz tromboz riskini artırdığı bilinmektedir. Bu mutasyonların, koroner arter hastalığındaki sıklıkları tartışmalı olmasına karşın, tek tek veya birlikte periferik arteriyel tromboz’lardaki (PAT) sıklıkları bilinmemektedir. Bu çalışmada, normal sağlıklı bireylerde ve PAT’si olan hastalarda bu mutasyonların sıklığı araştırıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Yaş ortalaması 31 yıl (dağılım 20-73) olan 90 (52K) sağlıklı bireyden ve yaş ortalaması 63 yıl (dağılım 16-88) olan 30 (8K) hastadan kan örnekleri alındı. Klasik proteinaz K / fenol-kloroform yöntemi ile DNA ayrıştırımını takiben, PCR ürünü spesifik endonükleazlar (Hind III, Hinf I) kullanılarak kesildi. Elde edilen ürün, agaroz jel elektroforez de yürütülüp etidium bromid ile boyanarak ultraviole ışığı altında transulliminasyon yöntemi ile görüntülendi. BULGULAR: PAT’si olan hasta grubunda MTHFR ve protrombin gen mutasyon sıklığı kontrol gurubundan farklı değildi. Ancak FV G1691A mutasyon sıklığı anlamlı ölçüde yüksekti. Yine arteriyel trombozlu olguların %67’sinde FV ve MTHFR gen mutasyonu birlikte bulunduğu, kontrol gurubu ile karşılaştırıldığında aradaki farkın anlamlı olduğu ve FV pozitif olgularda MTHFR gen mutasyonu varlığının riski artıran sinerjistik bir faktör olduğu görüldü. Protrombin gen mutasyonunun tek başına ya da diğer gen mutasyonları ile birlikte, riski artıran önemli bir faktör olmadığı görüldü. SONUÇ: PAT’li hastalarda FV ve MTHFR mutasyonlarının artmış sıklığı ve birlikteliğinin, bu hastalarda tromboz oluşumundan sorumlu risk faktörlerinden birisi olabileceği kanaatine varıldı. |
4. | Kritik hastalarda, başvurudaki hiperglisemi veya hipoalbümineminin vantilatör gereksinimi, vantilasyon süresi, mortalite ve morbidite üzerine etkileri The impact of admission hyperglycemia or hypoalbuminemia on need ventilator, time ventilated, mortality, and morbidity in critically ill trauma patients Mohammadreza Safavi, Azim HonarmandPMID: 19353313 Sayfalar 120 - 129 AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, hipoalbüminemi veya hipergliseminin, vantilatör gereksinimi ve vantilatörden ayırma işleminin başarısının göstergeleri olarak değerini saptamaktır. GEREÇ-YÖNTEM: Yoğun bakım ünitesine üç gün veya daha uzun süreyle yatırılan ≥16 yaşındaki travmalı 600 hastada tek merkezli ve retrospektif bir çalışma yürütüldü. Hastalar, solunum yetersizliği nedenine göre oluşturulan beş ayrı grupta sınıflandı. Daha sonra şu parametreler kaydedildi: Serum albümin ve glukoz konsantrasyonu, Akut Fizyoloji ve Kronik Sağlık Değerlendirmesi III skoru, vantilatör gereksinimi, vantilatör günü ve sıvı dengesi. BULGULAR: Başlangıçtaki ortalama serum glukoz konsantrasyonu 9,3 (167,4) ± 0,2 (3,6 mg/dL) mmol/l ve serum albümin konsantrasyonu 30,2 (3,02) ± 0,02 (0,2 g/dL) g/L oldu. Yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) sağ kalanlara göre hayatını kaybedenlerde, dolaşımdaki serum albümin konsantrasyonu kayda değer ölçüde düşük ve serum glukoz konsantrasyonu anlamlı şekilde yüksek olmasına karşın, YBÜ’ye yatırılma sırasındaki albümin konsantrasyonu (r=-0,031, p=0,23) ile kan glukoz konsantrasyonu (r=0,050, p=0,11) mekanik vantilasyon süresine ilişkin birer gösterge olmadı. Albümin ve glukoz değişiklikleri, mekanik vantilasyondan ayrılan ve mekanik vantilasyona bağımlı olan hastalar arasında farklılık gösterdi. Serum albümin konsantrasyonunda gerçekleşen 5 g/L (0,5 g/dL) seviyesinde bir artış, görece başarı olasılığını 1,10 oranında artırdı; 30,3 (3,03 g/dL) g/L seviyesinden daha düşük serum albümin konsantrasyonuna sahip olan hastaların normoalbüminemik hastalara göre vantilatöre gereksinim duyma olasılıkları, 1,2 kez daha fazla oldu (göreceli risk 1,2, % 95 güven aralığı 1,06 ile 1,31). Mekanik vantilasyon gereksinimi riski, 11 mmol/l (200 mg/dL) seviyesinden daha yüksek kan glukoz konsantrasyonu ile artmadı. SONUÇ: Bu sonuçlar, albümin veya kan glukozunun, muhtemelen, travma hastasının metabolik durumuna ilişkin ve aynı zamanda uzayan zaman periyodu boyunca mekanik olarak vantilasyon uygulanan hastaların vantilatör gereksinimine veya ayrılabilirliğine karar vermede temel bir gösterge olacağını göstermektedir. |
5. | Kaşmir’de ayı (Ursus thibetanus) saldırılarından kaynaklanan yaralanmalar Injuries from bear (Ursus thibetanus) attacks in Kashmir Shafaat Rashid Tak, Gh Nabi Dar, Manzoor Ahmed Halwai, Bashir Ahmed MirPMID: 19353314 Sayfalar 130 - 134 AMAÇ: Kaşmir eyaletinde vahşi yaşamın ve vahşi yaşamsal alanlara tecavüzün sıkı bir şekilde korunması, vahşi hayvan kaynaklı yaralanmalarda ve ölümlerde bir artışa yol açmıştır. Bu yazıda, ayı saldırılarından kaynaklanan yaralanmalar ve sekellerin tedavisindeki düzenlemeler değerlendirildi. GEREÇ-YÖNTEM: Ocak 2003 ile Haziran 2007 tarihleri arasında, Kaşmir Üniversitesi Srinagar Devlet Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nde retrospektif bir çalışma yürütüldü; 54 aylık bir sürede, ayı saldırısı hikayesi bulunan toplam 254 olgu (186 erkek, 68 kadın) kaydedildi. BULGULAR: Kurbanların %80’inin mısır tarlaları ile elma bahçelerinde ve %20’sinin de sık ormanlık alanda odun toplarken veya sığır otlatırken saldırıya uğradığı öğrenildi. Baş-boyunda laserasyonlar, üst ekstremite kırıkları, yüz ve kafatası kemiği kırıkları dikkat çeken gözlemlerdi. Hastaların çoğundaki uzun süreli sekeller şöyleydi: Kalıcı yüz şekil bozukluğu, işitme kaybı, parmak kaybı, kalc nörolojik bozukluk ve süreğen psikolojik morbidite. SONUÇ: Vahşi hayvan kaynaklı yaralanmalar, travmanın ihmal edilen bir konusudur. Altta yatan ciddi kemik veya yumuşak doku hasarının gözden kaçırılabileceği gerekçesiyle, bu yaralanmalar tedavi edilirken kuşku düzeyi yüksek tutulmalıdır. En iyi fonksiyonel sonucu elde etmek üzere, bu yaralanmaların tedavisi travmanın tüm alt uzmanlık dallarını kapsamaktadır. |
6. | Büyük çaplı yanıkları bulunan hastalarda konvansiyonel tedaviye karşı biyolojik pansuman: Klinik çalışma A biological dressing versus ‘conventional’ treatment in patients with massive burns: a clinical trial Seyed Nejat Hosseini, Seyed Nouraddin Mousavinasab, Haleh Rahmanpour, Mojtaba FallahnezhadPMID: 19353315 Sayfalar 135 - 140 AMAÇ: Yıllardan beri yanıklar, iyileşme elde edilinceye kadar serum fizyolojikle ıslatılmış pansumanlarla günlük olarak tedavi edilmiştir. Günümüzde, yaralar greft teknikleri yoluyla veya sentetik ve biyolojik pansumanlar kullanılarak kapatılmaktadır. Bu yazıda, gelişmekte olan ülkelerde biyolojik pansuman kullanımı ile ilgili daha az deneyim ve ilgi bulunması nedeniyle, büyük çaplı yanıkları bulunan hastalarda konvansiyonel tedaviye karşı biyolojik sargıların tedavi sonucu karşılaştırıldı. GEREÇ-YÖNTEM: Ekim 2002 ile Haziran 2006 tarihleri arasında, alev veya haşlanma yoluyla %30 ile %75 arasındaki oranlarda total vücut yüzeyi alanı (TVYA) yanığı oluşan 118 hasta incelemeye alındı. Hastalar iki gruba ayrıldı; konvansiyonel tedavide olan birinci grup (n=53), biyolojik pansuman (Xenoderm) ile tedavi edilen ikinci grup (n=65). BULGULAR: Konvansiyonel grup ile biyolojik pansuman grubundaki mortalite oranları sırasıyla 19 (%35) ve 7 (%10,8) olarak bulundu (p=0,001). Ortalama hastanede kalma süresi 31,3 güne karşı 18,2 gün ve pansuman sayısı 22,1’e karşı 9,9 oldu (p=0,0005). SONUÇ: Bu çalışma sonucunda, biyolojik pansuman (Xenoderm) daha iyi bir sonuç ve daha düşük bir mortalite oranı vermiştir. Bununla birlikte, ameliyat sayısı ile ince kalınlıkta deri grefti gereksiniminin azalmasını karşılaştıran randomize bir klinik çalışma yapılması gerekmektedir. |
7. | Batman ve çevresinde yüksekten düşmeler Falls from heights in and around the city of Batman Behçet Al, Cuma Yıldırım, Sacid ÇobanPMID: 19353316 Sayfalar 141 - 147 AMAÇ: Yüksekten düşenlerin demografik bilgileri, mortalite oranları, düşme nedenleri ve ölüm sonrası bulguları değerlendirildi. GEREÇ-YÖNTEM: Bu çalışmaya, kaza sonucu yüksekten düşmeye maruz kalan 538 hasta alındı. Olgular Batman’da yedi ay içerisinde prospektif olarak derlendi. BULGULAR: Ortalama yaş 12,4±3,22 yıl (dağılım 3 ay-98 yıl) idi. Hastaların %56,5’i altı yaş altı, %83,5’i de 20 yaşından küçük idi. Ortalama düşme yüksekliği 3,2±2,4 m olarak saptandı. Mortalite oranı %2,2 bulundu. Mortalite oranı damdan düşenlerde en yüksek idi. En çok yaralanma kafada meydana gelmişti ve ölenlerin tamamında (%100) kafa yaralanması vardı. Altı hasta karın kanaması nedeniyle, 141 hasta da ekstremite kırıkları nedeni ile takip edildi. Hastaların %6,7’si ameliyat edildi; %83,8’i acil serviste tedavi edildi. SONUÇ: Bu çalışmanın sonuçları literatür bilgileri arasında uyuşmazlık yoktu. Yüksekten düşmeler en fazla 0-5 yaş grubu olanlarda meydana gelmişti. Kranyoserebral travma ölümcül düşmelerin en yaygın yaralanması idi. Erkeklerde yüksekte düşme oranları kadınlara göre daha yüksek bulundu. |
8. | Distal femoral kırıkların tedavisinde dinamik kondiler vida ve retrograd intramedüller suprakondiler çivi kullanan köprü plak osteosentezi: İki yöntemin prospektif randomize bir çalışma ile karşılaştırılması Bridge plate osteosynthesis using dynamic condylar screw (DCS) or retrograde intramedullary supracondylar nail (RIMSN) in the treatment of distal femoral fractures: comparison of two methods in a prospective randomized study Gh Nabi Dar, Shafaat Rashid Tak, Khursheed Ahmed Kangoo, Manzoor Ahmed HalwaiPMID: 19353317 Sayfalar 148 - 153 AMAÇ: Distal femoral kırıkların (DFK) tedavisi önemli bir cerrahi sorundur. Distal femoral kırıkların rijit fiksasyonu ile birlikte kemik greftlemesine genellikle gereksinim duyulmaktadır. Dinamik kondiler vida (DKV) ve retrograd intramedüller suprakondiler çivi (RİSÇ) kullanan biyolojik osteosentez, kan akımını korur ve kemik greftlemesine yönelik gereksinimi sınırlandırır. GEREÇ-YÖNTEM: Eylül 2002’den Aralık 2004 tarihine kadar, 68 adet kapalı distal femur kırığı, 31 tanesinde DKV ve 37 tanesinde de RİSÇ kullanılan köprü plak osteosentezi ile tedavi edildi. Hastalar, rasgele yöntemle iki gruba ayrıldı ve 24-36 ay (ortalama 30 ay) süreyle takip edildi. BULGULAR: Operasyon zamanı ile ilgili olarak, DKV grubu RİSÇ grubuna göre anlamlı şekilde daha iyi sonuçlar gösterdi (p=0,000). Bununla birlikte kan kaybı, DKV grubunda anlamlı şekilde daha fazla oldu (p=0,000). Kümülatif kırık oranı (p=0,855), diz hareket genişliği (p=0,727), genel sonuçlar (p=0,925) ve komplikasyonlar (p=0,927) bakımından iki grup arasında bir fark saptanmadı. SONUÇ: DFK’yla ilgili olarak, implant veya cerrahi tekniğin hiçbiri, her koşulda, bir diğerine üstün değildir. DFK’nın tedavisinde, RİSÇ uygulanması standart tedavidir ancak dinamik kondiler vida kullanan biyolojik osteosentez de çok iyi bir alternatiftir. |
9. | Erişkinlerde invajinasyon Intussusception in adults Özgür korkmaz, Hatice Gülşen Yılmaz, İbrahim Halil Taçyıldız, Yılmaz AkgünPMID: 19353318 Sayfalar 154 - 158 AMAÇ: Erişkinlerde invajinasyon nadir görülen bir klinik durumdur, çocuk olgulardan etyolojik farklılıklar gösterir. Çalışmamızda, erişkinlerde saptanan invajinasyon nedenlerinin tanımlanması ve tedavi özeliklerinin değerlendirilmesi amaçlandı. GEREÇ-YÖNTEM: 1986 ile 2006 yılları arasında invajinasyon tanısı alan olgular geriye dönük olarak değerlendirildi. Tüm olgular 18 yaşın üzerinde olup; rektal, gastroenterostomiye bağlı ve stomal prolapsusu olan olgular çalışma dışı tutuldu. BULGULAR: Toplam 28 invajinasyon olgusu belirlendi; ortalama yaş 38,6±16,7 idi. Ameliyat öncesi tanı olguların %53,5’ünde gerçekleştirildi. Olguların 23’ünde ince bağırsak, üçünde kolon, ikisinde ise ileokolik invajinasyon saptandı. İnvajinasyon nedeni 25 (%89,3) olguda belirlendi. İnvajinasyon nedenleri 19 olguda selim, altı olguda habis ve üç olguda ise idyopatikti. Ameliyat sonrası üç (%10,3) olguda komplikasyon görüldü. SONUÇ: Bu serideki yaş ortalaması literatür verilerinden daha düşük bulundu. Sıklıkla ince bağırsak invajinasyonlarına rastlanırken, selim/habis oranında, selim ağırlıkta idi. Erişkinde görülen invajinasyon nadir görülmesine karşın, geniş bir etyolojik açılımı ve değişken klinik tablosu nedeniyle, özellikle akut karın tablosuyla karşılaşan her hekim için ayırıcı tanıda göz önünde bulundurulması gereken bir durumdur. |
10. | Kafa travmalı hastalarda epidemiyolojik çalışma Epidemiological study in head injury patients Aykut Karasu, Pulat Akın Sabancı, Tufan Cansever, Kemal Tanju Hepgül, Murat İmer, İlyas Dolaş, Korhan TaviloğluPMID: 19353319 Sayfalar 159 - 163 AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, travma ve acil cerrahi polikliniğimize başvuran kafa travmalı hastalar üzerinde, hastane temelli epidemiyolojik bulguların belirlenmesidir. GEREÇ-YÖNTEM: 01.01.2006 ile 31.12.2006 tarihleri arasında kafa travması nedeniyle tedavi edilen 430 olgunun (284 erkek [%66], 146 kadın [%34]; ort. yaş 30±19) hastane kayıtları geriye dönük incelenerek değerlendirildi. BULGULAR: Kafa travmasıyla sıklıkla çocukların (%22) ve genç erişkinlerin (%30) karşılaştığı, nedenler arasında ise düşme (%40) ve trafik kazalarının (%37) en sık nedenler olduğu belirlendi. 2006 yılı içerisinde kafa travması nedeniyle yatırılan hastalarda mortalite %11, ağır sakatlık oranı %2, acil cerrahi kliniğindeki tüm ölümler arasındaki oranı ise %30 olarak saptandı. SONUÇ: Bu bilgiler sonucunda, ölüme sebep olabilecek kafa travması nedenleri arasında en sık 0-16 yaş grubunda düşmeler, 16-35 yaş grubunda ise özellikle erkek nüfusta araç dışı trafik kazası ve kraniyal ateşli silah yaralanmalarının olduğu gözlenmiştir. Kafa travmalı hastalarda geliş Glasgow Koma Skoru prognoz açısından önemli bir göstergedir. Öncelikle, yaş gruplarına göre travma nedenlerine yönelik kafa travmasının olmasını engelleyecek önlemler alınmalıdır. İlk girişim, tanı ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi ile travmatik beyin yaralanmalarında mortalite ve morbidite oranlarının düşürülebileceği kanısındayız. |
11. | Ağır hasarlı el yaralanmalarında tedavi sonuçlarının değerlendirmesi Evaluation of long-term results in mutilating hand injuries İsmail Bulent Özcelik, Hüsrev Purisa, İlker Sezer, Berkan Mersa, Fatih Kabakas, Serdar Tuncer, Pınar ÇelikdelenPMID: 19353320 Sayfalar 164 - 170 AMAÇ: Bu çalışmada, ağır hasarlı el yaralanmalı hastalarda yapılan işlemler ve bu işlemlerin tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. GEREÇ-YÖNTEM: 2000-2005 yılları arasında başvuran, 130 ağır hasarlı el yaralanması olan hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Bu hastalardan 25’inin geç dönem takibi ve analizi yapılabildi. Hastaların kavrama gücü, eklem hareket açıklıkları ölçüldü. Fonksiyonel değerlendirme için Minnesota manipülasyon hızı testi ve Purdue Pegboard testi kullanıldı. BULGULAR: Eklem hareket açıklığı değerlendirmesinde en düşük hareket yüzdesi %17,5, en iyi hareket yüzdesi %96 idi. Ortalama hareket sağlam elin %64,7’si olarak hesaplandı. Kavrama gücü değerleri en zayıf %15, en kuvvetli %80 ortalamayla kaydedildi; ortalama kaba kavrama gücü sağlam elin %52’si olarak hesaplandı. Yan tutma gücünde ölçümler karşı tarafın %66’sı (%25-%81), uç tutmada %53’ü (%12-%68), üçlü tutmada %52’si olarak kaydedildi. Minnesota manipülasyon hızı testinde; hastaların %92’sinde el becerisi, kuvvet ve koordinasyon açısından tatminkâr sonuçlara ulaşıldı. Purdue Pegboard testinde ameliyatlı elin ince parmak becerilerinde azalma olduğu görüldü. SONUÇ: Ağır hasarlı el yaralanmalarında tedavi stratejisi, hastanın temel günlük ihtiyaçlarını sağlayacak bir ekstremite kazanmak için planlanmalı, hastanın işine geri dönmesi amaçlanmalıdır. |
12. | Kalp yaralanmalarında tedavinin esasları: Yirmi iki yıllık deneyim Principles for the treatment of cardiac injuries: a twenty-two year experience Hasan Tahsin Keçeligil, Muzaffer Bahcivan, Mustafa Kemal Demirağ, Serkan Çelik, Ferşat KolbakırPMID: 19353321 Sayfalar 171 - 175 AMAÇ: Penetran kalp yaralanmaları hızlı tanı ve acil cerrahi girişim gerektiren yüksek düzeyde ölümcül yaralanmalardır. Bu yazıda, penetran kalp yaralanmalarına ilişkin deneyimimizi sunmak ve tartışmak amaçlandı. GEREÇ-YÖNTEM: 1985-2007 yılları arasında, hastanemizin kalp ve damar cerrahisi kliniğinde penetran kalp yaralanması nedeniyle ameliyat edilen 16 olgu geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastaların yaşları 6 ile 71 arasında değişiyordu ve yaş ortalaması 45,1 idi. Yaralanmanın etyolojisi; hastaların 8’inde (%50) kesici-delici cisim yaralanması, 6’sında (%37,5) iyatrojenik nedenler ve 2’sinde (%12,5) ateşli silah yaralanması idi. BULGULAR: Kalbe ulaşılması, hastaların 12’sinde (%75) medyan sternotomiyle, 4’ünde (%25) sol anterolateral torakotomi ile gerçekleştirildi. Yaralanan bölgeler; olguların 7’sinde sağ ventrikül (%43,75); 3’ünde sol ventrikül (%18,75), 1’inde sol atriyum (%6,25) ve 1’inde sol ventrikül+sol atriyum (%6,25) idi; 4 olguda (%25) koroner arter yaralanması söz konusuydu. Kalp yaralanmaları, teflon ve perikardiyal yama destekli basit dikiş tekniği ile onarıldı. İki hasta (%12,5) erken dönemde kaybedildi. SONUÇ: Penetran kalp travmasının başarılı yönetiminin esası, etkin destekleyici önlemlerin alınmasını izleyerek erken tanının konup kesinleştirilmesi ve yaralanmanın acilen cerrahi onarımının yapılmasıdır. |
13. | Öğretim üyeleri arasında emniyet kemeri kullanım sıklığı The prevalence of seatbelt usage among university lecturers Ahmet Demircan, Sahender Gülbin Aygencel, Mehmet Karamercan, Fikret Bildik, Ayfer KeleşPMID: 19353322 Sayfalar 176 - 179 AMAÇ: Bu çalışmada, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görevli öğretim üyelerinin emniyet kemeri (EK) kullanım oranları araştırılmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görevli olan öğretim üyelerinin otoparka geliş, giriş-çıkış süreçleri içerisinde, EK takma oranları beş iş günü boyunca gözlemlendi ve bulgular öğretim üyelerinin akademik statülerine, yaş, cinsiyet ve çalıştıkları kliniklere göre kayıt edildi. BULGULAR: Çalışma sırasında toplam 392 öğretim üyesine (253 erkek [%64,54], 139 kadın [%35,46]) ait veriler kayıt edildi. Öğretim üyelerinden 306’sı (%78) yüksek akademik seviyeye (Profesör veya Doçent) sahipti ve 40 yaş üstü idi. Yardımcı Doçent ve Öğretim Görevlisi seviyesinde ve 40 yaş altı toplam 86 (%22) öğretim üyesi bulunmakta idi. Gözlem süresi boyunca 50 öğretim üyesinin (%12,7) EK takmayı alışkanlık haline getirmediği gözlemlendi. Emniyet kemeri takmayan öğretim üyelerinden 40’ı (%80) erkekti, 40’ı (%80) yüksek akademik seviyeye sahip ve 40 yaş üstü öğretim üyesi idi; takmayan öğretim üyelerinden 46’sı (%92) Klinik Bilimlerde görevli idi. Emniyet kemeri takmayan ve Klinik Bilimlerde öğretim üyesi olan akademisyenlerin büyük kısmı (30 akademisyen - %65,2) Cerrahi Bilimlerde (Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Ortopedi ve Travmatoloji, Anesteziyoloji, vb.) öğretim üyesi idi. SONUÇ: Türkiye’de EK kullanma oranı düşüktür. Eğitim seviyesi arttıkça EK kullanma oranı artmaktadır. Öğretim üyeleri arasında da EK kullanma oranı yüksektir (%87,24). Kaza sonrası hastaneye başvuran hastalarla tedavi aşamasında daha sık karşılaşan cerrahi hekim grubunun EK takmayı ihmal etmesi oldukça dikkata değer bulunmuştur. |
14. | Acil Serviste Düzenlenen Adli Raporlardaki Hata ve Eksiklikler The Mistakes and Defects In The Judicial Reports Prepared At Emergency Services Ahmet Turla, Berna Aydın, Neva SataloğluPMID: 19353323 Sayfalar 180 - 184 AMAÇ: Bu çalışmada, yargı sürecinin sağlıklı şekilde işlemesine katkı sağlayacak adli raporların düzenlenmesinde yapılan hata ve eksikliklerin saptanması amaçlanmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: Tanımlayıcı nitelikteki bu çalışmada; Ondokuz Mayıs Üniversitesi Acil Servisine 01.01.2005 - 31.12.2005 tarihleri arasında başvuran adli olgulara ait 351 adli rapor incelenerek hata ve eksiklikler değerlendirilmiştir. BULGULAR: Adli raporların %6,0’sında yaş, %71,8’inde muayene saati, %30,5’inde travmatik lezyon bulunup-bulunmadığı, %58,7’sinde şuur durumu, %2,6’sında yaşamsal tehlike varlığı bilgisinin kayıtlı olmadığı saptanmıştır. Raporu düzenleyen hekimin adı ve soyadı raporların %8,0’inde bulunmamaktadır. En büyük eksiklik ise düzenlenen raporu teslim alan kişinin adı, soyadı ve imzasının raporların hiç birinde olmamasıdır. SONUÇ: Kişilerin adli yargılama sürecinde hak kaybına uğramamaları için, hastayı tedavi etmek kadar, adli rapor yazma sorumluluğu da bulunan hekimlerin lisans eğitimleri sonrasında meslek içi eğitimlerine devam edilmesi, bu eğitimlerde adli olgulardaki sorumluluklarının vurgulanması gerekmektedir. |
OLGU SUNUMU | |
15. | Nedeni bilinmeyen ateş olarak ortaya çıkan, travmatik darlığa ikincil ileal perforasyon Delayed ileal perforation secondary to traumatic stricture presenting as pyrexia of unknown origin Peter David How, Hannah Feddo, Eric Woo, Andrew HuangPMID: 19353324 Sayfalar 185 - 187 Künt abdominal travmaya ikincil olarak gelişen travmatik ince bağırsak darlıkları, rapor edilmiş birkaç olgu dışında oldukça nadirdir. Bildiğimiz kadarıyla, travmatik ileal darlığın bir sonucu olarak gelişen gecikmiş ileal perforasyon literatürde henüz bildirilmemiştir. Bu yazıda, yüksek hızda gerçekleşen bir karayolu kazasını takiben karın ağrısı, distansiyon ve kusma gelişen 28 yaşında bir politravma olgusu sunuldu. Seri bilgisayarlı tomografi (BT) görüntülemesine rağmen, tanı hastanın yatışından itibaren ateşin geliştiği sekizinci haftaya kadar belirsiz kaldı. Dördüncü bir BT filmi, olası apandisiti düşündürecek şekilde sağ ilyak fossada bir koleksiyon olduğunu ortaya koydu. Bununla birlikte, daha sonra gerçekleştirilen laparotomide, proksimalinde ince bağırsak dilatasyonu olan ileal darlık ve kronik apse kavitesine drene olan perforasyon saptandı. Apendiks, normal olarak değerlendirildi. Darlığın olduğu ince bağırsak segmenti rezeke edildi ve uç ileostomi uygulandı. Olgumuz, karın belirtileri ve özellikle travmatik ince bağırsak darlıkları gelişen politravma hastalarının tedavilerinin düzenlemesindeki olası tehlikelere dikkat çekmektedir. Bu yazıda, BT'nin bu tanıyı koymadaki kısıtlılıklarını ve özellikle dikkati başka yöne çeken yaralanmaların varlığında klinik olarak kuşku duymanın önemi vurgulamak istedik. |
16. | Zorlu bir yüzme ve denize atlama sonrası oluşan diyafram yırtığı: Olgu sunumu A case of diaphragmatic rupture after strenuous exercise (swimming) and jump into the sea Halil Özgüç, Gökhan Garip, Türkay KırdakPMID: 19353325 Sayfalar 188 - 190 Yirmi yaşındaki erkek hasta, şiddetli göğüs ağrısı, oral gıda alımında güçlük ve karında şişlik yakınmalarıyla acil servise başvurdu. Hastanın şikayetleri 15 gün önce zorlu bir yüzme egzersizi ve yaklaşık yarım metre yükseklikten denize atlama sonrası başlamıştı. Direkt göğüs radyografisinde sol diyaframda elevasyon ve bilgisayarlı tomografide sol diyaframda yırtık saptandı. Yırtık cerrahi olarak onarıldı. Hasta düzenli olarak takip edildi ve altı aylık kontrolünde herhangi bir komplikasyonu yoktu. |
17. | Yakın mesafeden kurusıkı tabanca atışına bağlı karına nafiz yaralanma: Olgu sunumu Penetrating abdominal wound caused by a close-distance blank cartridge pistol shot: a case report Zafer Teke, Ali Özgür Atalay, Koray TekinPMID: 19353326 Sayfalar 191 - 193 Kişilerin kendini savunma gerekliliği için üretilen ve zararsız olduğu düşünülen kurusıkı tabancalar ilgili yasal kuralların bulunmaması nedeniyle erişkinler tarafından kolayca satın alınabilmektedir. Kurusıkı tabancaların neden olduğu yaralanmalar ölümcül olduğu ve nadiren acil servise geldiği için bu olguyu sunuyoruz. Kurusıkı tabanca atışı ile karnından yaralanan 15 yaşındaki bir erkek çocuğu acil servise getirildi. Fiziksel incelemede, sol kot kavsinin hemen 2 cm altında ön koltuk altı çizgisi üzerinde 1 cm çapında giriş yarası ve bu yaranın çevresinde 4 cm çapında halka şeklinde abrazyon ve kontüzyon alanı olduğu görüldü. Karnın tüm kadranlarında defans muskuler ve ribaund hassasiyeti vardı. Hastaya eksploratif laparotomi yapıldı. Ameliyatta, proksimal jejunumda antimezenterik kenarda yaklaşık 1 cm çapında perforasyon ve sol tarafta büyük omentumda hematom saptandı. Perfore jejunum ansına kama rezeksiyon ve uç uca anastomoz ve parsiyel sol omentektomi yapıldı. Bu tip silahların tehlike ve zararlarına ilişkin kitle eğitimi ve kullanımının kısıtlanmasına ilişkin yasal kuralların gerekli olduğu görünmektedir. Doktorların kurusıkı tabancaların ölümcül yaralanmalara neden olabildiğini unutmamaları gerekir. |
18. | Hemodinamisi stabil transmediastinal ateşli silah yaralanmalarında tedavi yaklaşımı Therapeutic approach in hemodynamically stable transmediastinal gunshot wounds Ahmet Sami Bayram, Murat Biçer, Abdülkadir Ercan, Cengiz GebitekinPMID: 19353327 Sayfalar 194 - 197 Transmediastinal ateşli silah yaralanmaları hasta hayatını tehdit eden kalp, büyük damar, özofagus ve/veya akciğer gibi organların yaralanması ile sonlanabilir. Hemodinamik açıdan stabil olan hastalarda, tanıya yönelik incelemeler ve seçilecek tedavi yöntemleri tartışmalı noktalar içermektedir. Bu yazıda, hemodinamik açıdan stabil, transmediastinal ateşli silah yaralanması bulunan ve tanısal testler sonucunda üçü ameliyata alınan beş olgudaki deneyimlerimizi sunduk. Ameliyata karar vermeden önce hemodinamik açıdan stabil transmediastinal ateşli silah yaralanması olan olgularda tanısal testler sistematik olarak yapılmalıdır. |
19. | Pulsatil torakal kitle: Nadir görülen bir sol ventrikül psödoanevrizması Pulsatile thoracal mass: a rare case of large left ventricular pseudoaneurysm Adem GÜLER, Alper UÇAK, Murat BAŞARAN, Yücel ÖZEN, Melih Hulusi Us, Ahmet Turan YılmazPMID: 19353328 Sayfalar 198 - 200 ve ventriküler cerrahi sonrası gelişirler. Bu yazıda, toraks ön duvarında pulsasyonu kolayca görülebilen bir sol ventrikül psödoanevrizması sunuldu. Elli beş yaşındaki kadın hasta, koroner arter baypas (CABG) ve sol ventrikül gerçek anevrizma onarım ameliyatı sonrası altıncı haftada kliniğe sol toraks ön duvarında kolaylıkla görülen ve trill alınan pulsatil kitle ile başvurdu. Kontrastlı toraks tomografisinde, sol toraks ön duvarında interkostal mesafeyi aşıp cilt altı yağ dokusuna yakınlık gösteren yumuşak doku kitlesi görüldü. Sol ventrikülografide geniş bir sol venrikül apikal psödoanevrizması saptandı. Femoral kanülasyon ile kardiyopulmoner baypasa girilen hastada, endo-anevrizmorafi ve CABG x 1 ameliyatı gerçekleştirildi. Hasta 15. gün şifa ile taburcu edildi. Kontrol ekokardiyografisinde başarılı anevrizma tamiri rapor edilen hasta, ameliyat sonrası beşinci ayda olup takibi devam etmektedir. Sol ventrikül psödoanevrizması sıklıkla kalp yetersizliği ile kendini gösterir, ancak bazı hastalar nükseden taşiaritmi, tromboembolizm, progresiv dispne, non-spesifik göğüs ağrısı ya da hafif şikayetlerle başvurabilirler. Kalp cerrahisi geçirmiş ve göğüs ön duvarında pulsatil kitle şikayetiyle başvuran bir hastada mutlaka sol ventrikül psödoanevrizması ayırıcı tanıda düşünülmelidir. |
20. | İnsan ısırığı sonrası elde gelişen yumuşak doku enfeksiyonu ve parmak amputasyonu: Olgu sunumu Human hand bite causing soft tissue infection and finger amputation: a case report Hamdi Ahmet Akgülle, Barış Kocaoğlu, Bülent ErolPMID: 19353329 Sayfalar 201 - 204 Kliniğimize başvuran 50 yaşındaki diyabetik kadın hasta, yaklaşık 15 gün önce kocası tarafından sol elinden ısırıldığını bildirdi. Başvurduğu diğer bir merkezde ilk olarak oral antibiyotik ve lokal pansuman, ardından intramuskuler antibiyotik tedavisi verilmiş, ancak enfeksiyonun ilerlemesi üzerine hastanemize sevk edilmişti. Acil olarak yatırılan ve debridman yapılan hastadan alınan kültürlerde grup F streptokok üremesi oldu ve bu etkene yönelik uygun intravenöz (İV) antibiyotik tedavisine başlandı. Verilen tadaviye rağmen ikinci parmak dolaşımında kötüleşme olması nedeniyle, karpometakarpal eklem seviyesinden amputasyon uygulandı. Amputasyon sonrası tedaviye cevap veren hasta tamamen iyileşti ve poliklinik kontrollerinde yara yerinde herhangi bir enfeksiyon bulgusu görülmedi. Bir yıl sonraki kontrolünde fonksiyonel kısıtlılığı minimal, tüm eklem hareket açıklıkları tamdı. Sonuç olarak, risk faktörleri taşıyan ve tedavisi gecikmiş hastalarda İV olarak olası etkenlere yönelik antibiyotik tedavisi başlanmalı, etkili debridmanlar uygulanmalı ve en önemlisi hastalar hastaneye yatırılarak takip ve tedavi edilmelidir. |