DIĞER | |
1. | Ön sayfalar Frontmatters Sayfalar I - VIII |
KLINIK ÇALIŞMA | |
2. | Annona muricata’nın (graviola) deneysel spinal kord hasarı modelinde biyokimyasal ve histopatolojik analizi Efficacy of Annona muricata (graviola) in experimental spinal cord injury: biochemical and histopathological analysis Emrah Keskin, Özlem Elmas, Havva Hande Keser Şahin, Berrak GüvenPMID: 35485570 PMCID: PMC10493528 doi: 10.14744/tjtes.2021.70728 Sayfalar 233 - 241 AMAÇ: Annona muricata (graviola) tropikal bölgelerde yetişen bir bitki olup; yerel halk tarafından pek çok hastalığa iyi geldiği düşünülmektedir. Spinal kord yaralanmasının ne yazık ki henüz kabul edilebilir bir medikal tedavi yöntemi yoktur. Bu çalışmada, Annona muricata yaprak ekstraktının deneysel sıçan modelinde omurilik yaralanması üzerindeki nöropeotektif etkilerini araştırdık. GEREÇ VE YÖNTEM: Toplam 40 Wistar albino sıçan rastgele beş eşit gruba (n=8) ayrıldı. Grup 1, sadece laminektomi yapılan kontrol grubuydu. Laminektomi sonrası dört grupta travma oluşturuldu. Grup 2’ye (tedavi edilmemiş travma grubu) hiç ilaç verilmedi. Grup 3’e travma sonrası periton içine tek doz metilprednizolon (30 mg/kg) uygulandı. Grup 4’teki sıçanlar, travmadan bir hafta önce oral gavaj yoluyla düşük dozda (100 mg/kg) Annona muricata yaprağı ekstresi alırken, Grup 5’teki sıçanlar ise travmadan bir hafta önce bu ekstrakttan yüksek dozda (300 mg/kg) oral gavaj yoluyla aldılar. Travma oluşturulduktan 24 saat sonra kontrol grubuda dahil tüm sıçanlar sakrifiye edildi. BULGULAR: Nöroprotektif etkiyi değerlendirmek için alınan doku örnekleri biyokimyasal ve histopatolojik olarak incelendi. Travma grubundaki inflamatuvar bulgular Annona muricata ile tedavi edilen her iki grupta da anlamlı olarak daha iyiydi. Klinik motor muayene ve eğik düzlem testi sonuçları açısından gruplar arasında fark yoktu. TARTIŞMA: Histopatolojik ve biyokimyasal sonuçlarımız Annona muricata’nın travmatik omurilik yaralanmasında nöroprotektif etkiye sahip bir ajan olduğunu göstermiştir. |
3. | Sıçan siyatik sinirinin deneysel kompresyon hasarı sonrası galantaminin periferik sinir dejenerasyonu üzerindeki etkisi Influence of galantamine on peripheral nerve degeneration after experimental compression injury of the rat sciatic nerve Fatih Alagöz, Mert Şahinoğlu, Deniz Billur, Sevim Aydın, Rıfat Akdağ, Durmuş Oğuz Karakoyun, Ergün DaglıoğluPMID: 35485563 PMCID: PMC10493531 doi: 10.14744/tjtes.2020.56573 Sayfalar 242 - 248 AMAÇ: Galantamin, nöroprotektif etkileri ile bilinir ve şu anda Alzheimer hastalığı olan bireylerin tedavisinde kullanılmaktadır. Bu çalışmada da galantaminin yararlı etkilerini test etmek için sıçanlarda deneysel siyatik sinir hasarı (SCI) oluşturduk. GEREÇ VE YÖNTEM: Otuz erkek Wistar albino sıçanı üç gruba ayrıldı: Sham, SCI + salin ve SCI + galantamin. Anestezi için kullanılan bir intraperi-toneal ketamin ve ksilazin karışımının uygulanmasından sonra, siyatik sinir hasarı sıçanların orta uyluk bölgesinde cerrahi klips sıkıştırma ile indüklendi. Ameliyattan sonra tek bir günlük intraperitoneal galantamin dozu yedi gün boyunca uygulandı. Yaralanmadan bir hafta sonra da sinir dokusu kesitleri alındı. Nöral kalınlık ve apoptotik hücre sayılarını değerlendirmek için histopatoloji çalışmaları yapıldı. Galantaminin periferik sinir dejenerasyonu üzerindeki potansiyel yararlı etkisini belirlemek için ışık mikroskobu morfolojik inceleme için kullanıldı. BULGULAR: Kontrol grubuna kıyasla salin grubundaki yaralanma seviyesinin distalindeki mikrovaskülaritede, sinir lifi kalınlığında ve apoptotik hücre sayısında istatistiksel olarak anlamlı bir artış gözlemledik. Bununla birlikte, sinir lifi kalınlığı ve apoptotik hücre sayısındaki artışlar galantamin grubunda salin grubuna göre daha azdı. TARTIŞMA: Deneysel modelimizde kullandığımız galantamin, periferik sinir hasarından sonra gelişen dejenerasyon üzerinde koruyucu bir etki gös-termektedir. |
4. | Çocukta akut karın nedeni olarak nadir görülen çekum patolojileri Rare cecum pathologies as a cause of acute abdomen in children Ali İhsan Anadolulu, Gonca Gerçel, Osman Hakan KocamanPMID: 35485572 PMCID: PMC10493532 doi: 10.14744/tjtes.2020.79357 Sayfalar 249 - 253 AMAÇ: Bu çalışmada, akut karın nedeni olarak görülen çekum patojilerinin sunulması amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2015–Haziran 2019 tarihleri arası akut karın ön tanısı ile ameliyat edilen ve primer çekum patolojisi saptanan hastalar geriye dönük olarak incelendi. BULGULAR: Üçü kız, beşi erkek olan toplam sekiz hastanın yaş ortalaması 7.2±3.4’tü. Yakınmalar hastaların tümünde karın ağrısı ve kusmaydı. Fizik muayeneleri akut karın ile uyumluydu. Üç hastada ultrasonografi (USG), üçünde bilgisayarlı tomografi (BT) ve ikisinde de USG ve BT ile değerlen-dirme yapıldı. Görüntüleme tetkiklerinde iki hastada akut apandisit, ikisinde invajinasyon (1 Meckel divertikülüne bağlı, 1 mezenter kistine bağlı), ikisinde ileus, birinde perfore apandisit ve birinde çekum divertikülü ön tanısı düşünüldü. Ameliyatta beş hastada çekumda kitle, birinde çekum diver-tiküliti, birinde çekum volvulusu ve bir hastada da inflame nekrotik çekum saptandı. Hastaların tümünde çekum rezeksiyonu ve ilekolonik anastomoz yapıldı. Histopatolojik inceleme üç hastada Burkitt lenfoma, ikisinde çekum divertikülü, birinde çekum duplikasyonu, birinde çekum tüberkülozu ve bir hastada da volvulusa bağlı gangrenöz nekroz olarak sonuçlandı. Hastaların ortalama takip süresi 25 aydı (dağılım, 2 ay-4 yıl). Takipleri sorunsuz seyretti, lenfoma tanılı hastalarda takip sürecinde nüks saptanmadı. TARTIŞMA: Primer çekum patolojileri oldukça nadirdir. Bununla birlikte sunulan çalışmada da olduğu gibi ameliyat öncesi tanı güçlüğü, cerrahı ameliyat esnasında beklenmedik patolojiler ile karşı karşıya bırakabilmektedir. Bu da tedavi planlamasında standardizasyon yetersizliğine yol açmak-tadır. Çalışmadaki malignite tanılı hastalar da göz önünde bulundurulduğunda çekum rezeksiyonu ile ileokolonik anastomoz yapılması primer çekum patolojisi olan çocuklarda yeterli ve uygun bir tedavi seçeneğidir. |
5. | Hayvan saldırısına bağlı travmatik ölümlerin değerlendirilmesi: 10 yıllık otopsi çalışması An evaluation of traumatic deaths associated with animal attacks: A 10-year autopsy study Hüseyin Çetin Ketenci, Halil Boz, Güven Seçkin Kırcı, Erdal Özer, Nazım Ercüment Beyhun, Yalçın BüyükPMID: 35485566 PMCID: PMC10493533 doi: 10.14744/tjtes.2020.59233 Sayfalar 254 - 261 AMAÇ: Hayvan ilişkili ölümler dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de bir halk sağlığı problemi olmaya devam etmektedir. İnsanların invazyonu nedeni ile doğal yaşam alanlarının daralması ve bu alanlarda yapılan avcılık, odunculuk, eğlence ve sportif amaçlı etkinliklerden dolayı insanlarla vahşi hayvanların karşılaşma olasılığını artırmaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamızda Ocak 2007–Aralık 2016 tarihleri arasındaki 10 yıllık sürede Adli Tıp Kurumu Trabzon Grup Başkanlığı’nda otopsisi yapılan toplam 8944 olguya ait adli dosya fiziksel olarak, geriye dönük yöntemle taranmıştır. Bu dosyalar içerisinden travmatik hayvan saldı-rısı nedeniyle öldüğü tespit edilen olguların sosyo demografik özellikleri, yaralanmaya neden olan hayvanların cinsleri ve nitelikleri, olay yeri bilgileri, tanık ifadeleri, sağlık kuruluşuna ait bilgiler, dış muayene ve otopsi bulguları ve ölüm nedenleri çalışma kapsamında incelenmiştir. BULGULAR: Travma nedeniyle ölüme neden olan hayvan türlerine bakıldığında; 15 olgu ile en sık karşılaşılanların sığır cinsi büyükbaş hayvanlar olduğu, ikinci sıklıkta karşılaşılan hayvan türünün yedi olgu ile at olduğu, dört olguda ayı, iki olguda kurt, iki olguda da yaban domuzu gibi vahşi hayvan türleri olduğu görülmüştür. TARTIŞMA: Otopsi sonuçlarına göre ölüm nedenlerine bakıldığında; en sık karşılaşılan nedenin göğüs içi kanama ve göğüs içi organ yaralanması olduğu, en sık yaralanan bölgenin göğüs ve sırt, en sık yaralama biçiminin ise künt-ezici travma şeklinde olduğu görülmüştür. |
6. | Diyabetik ayak ülser acillerinde otolog epidermal greftlerin kullanımı: Klinik çalışma The use of autologous epidermal grafts for diabetic foot ulcer emergencies: A clinical study Mehmet Saydam, Kerim Bora Yılmaz, Mustafa Taner Bostancı, Müjdat Turan, Melih Akıncı, İbrahim Yılmaz, Muharrem Öztas, Hikmet Erhan GüvenPMID: 35485568 PMCID: PMC10493530 doi: 10.14744/tjtes.2020.68202 Sayfalar 262 - 267 AMAÇ: Diyabetik ayak ülserlerinin cerrahi tedavisinde konservatif deri greftleri ve otolog epidermal aşılama gibi çeşitli invaziv tedavi sistemleri bulunmaktadır. Bu çalışmayla; diyabetik ayak ülseri acil durumlarında yeni bir epidermal greft aşılama sisteminin uygulanabilirliğini değerlendirmeyi amaçlamaktayız. GEREÇ VE YÖNTEM: Hastanemiz acil servise başvuran ve yazılı ve imzalı onam formları alınarak otolog epidermal aşılama sistemi kullanılmış 15 diyabetik ayak ülseri hastası ile geriye dönük klinik çalışma planlandı. Hastaların uygulama öncesi yara alanı boyutu (cm2), yaranın yeniden epiteli-zasyonunu tamamlama süresi, hem verici hem de alıcı bölgeler için yaranın boyutundaki değişiklikler, tam dermal yanıt süresi, hastaların demografik özellikleri ve komorbiditeleri; “American Society of Anesthesiologists” (ASA) Fiziksel Durum Sınıflandırma Sistemi puanları, Visual Analog Scale (VAS) kullanılarak ağrı skorları olmak üzere tüm klinik verileri; kaydedildi. Yaş, cinsiyet, uygulama sonrası yara alanı (cm2), iyileşme zamanı, ASA ve VAS değişkenleri birbirleriyle karşılaştırılarak istatistiksel olarak analiz edildi. P<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. BULGULAR: Tam yara iyileşmesi için geçen süre ortalama 5.9 (dağılım, 4–8) haftaydı. Alıcı yara boyutu ile hastanın yaşı; her iki yara türünün boyutu (cm2) ile her iki yara türü için tam küçültme süresi (hafta); her iki yara türünün iyileşmesini tamamlama süresi ile her iki cinsiyet arasında istatistiksel olarak bir fark yoktu (sırasıyla, p=0.509, 0.788, 0.233). ASA skorları yaranın tam iyileşmesi için gereken süreyi etkilemedi (p=0.749). TARTIŞMA: Bu çalışma, diyabetik ayak ülseri olan homojen bir popülasyonda otolog epidermal aşılama sisteminin etkinliğini değerlendirmeye çalış-mıştır. Diyabetik ayak ülseri acilleri olan hastalarda epidermal aşılama sistemi etkili ve güvenli bir şekilde kullanılabilir. |
7. | BISAP ve Modifiye Glaskow Skoru’na göre akut pankreatitde hastalık ciddiyetini ve komplikasyonlarını öngörmede hematolojik parametrelerin rolü Diagnostic utility of hematological indices in predicting adverse outcomes and severity of acute pancreatitis based on BISAP and modified Glasgow score Gökhan Akdur, Okan Bardakçı, Murat Das, Okhan Akdur, Yavuz BeyazitPMID: 35485556 PMCID: PMC10493544 doi: 10.14744/tjtes.2020.26348 Sayfalar 268 - 275 AMAÇ: Nötrofil-lenfosit oranı (NLR), trombosit lenfosit oranı (PLR) ve kırmızı kan hücresi dağılım genişliği (RDW), daha önce farklı hastalık durum-larında bir şiddet göstergesi olarak tanımlanmış iltihap durumunun basit göstergeleridir. Bu çalışma, bu basit hematolojik indekslerin akut pankreatit (AP) hastalarında CRP ve beyaz kan hücreleri gibi geleneksel enflamasyon belirteçleri ve bunların, Akut Pankreatit Şiddeti İçin İndeksi (BISAP) ve Modifiye Glaskow Prognostik (mGPS) skorları ile ilişkisini değerlendirmektedir. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük çalışma Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Acil Servisi’nde yapıldı. Toplam 171 hasta (erkek/kadın: 68 [%39.8) / 103 [%60.3)] AP’li ve 59 yaş ve cinsiyet uyumlu sağlıklı (erkek/kadın: 23 [%39] / 36 [%61]) kontroller bu çalışmaya dahil edildi. Hastalar BISAP ve mGPS’ye göre ciddiyet ve istenmeyen sonuçlara göre gruplandırıldı ve gruplar arasında NLR, PLR ve RDW değerlerini karşılaştırmak için analiz edildi. BULGULAR: Akut pankreatit hastalarının ve kontrol grubunun ortalama NLR değerleri sırasıyla 9.62±6.34 ve 2.04±1.08 (p<0.001) iken, AP has-talarının ve kontrol grubunun ortalama PLR değerleri sırasıyla 221.83±122.43 ve 83.30±38.89 idi (p<0.001). RDW dışında, diğer tüm hematolojik indekslerin hastalık başlangıcında, hem hafif hem de şiddetli hastalıkta yükseldiği (WBC için p<0.05; NLR, PLR ve CRP) tespit edildi. NLR ve PLR, AP ile ilişkili ciddi komplikasyonları tahmin etmek için önemli olduğu görüldü. TARTIŞMA: Bu çalışma AP’de NLR ve PLR’nin arttığını göstermiştir. Ayrıca kan NLR ve PLR değerleri, AP ile bağlantılı hastalık şiddetini ve olumsuz sonuçları tahmin edebilir ve hastalık ciddiyetini tahmin etmek için yardımcı bir belirteç olarak kullanılabilir. |
8. | Seçici serotonin geri alım inhibitörü kullanan ve kullanmayan hastalarda ameliyat öncesi trombosit fonksiyonlarının tromboelastogram ile karşılaştırılması Comparison of pre-operative platelet functions by thromboelastogram in patients selective serotonin reuptake inhibitors user and non-user Resul Yılmaz, Merve Yusifov, Gülçin Hacıbeyoğlu, Şule Arıcan, Ahmet TopalPMID: 35485575 PMCID: PMC10493526 doi: 10.14744/tjtes.2020.96892 Sayfalar 276 - 280 AMAÇ: Antidepresan ilaçların, özellikle seçici serotonin geri alım inhibitörlerinin (SSRI’lar) kullanımı son yıllarda artmıştır. SSRI’ları kullanmak se-rotonin metabolizmasında değişikliklere neden olabilir. Serotonin, trombosit agregasyonu sağlar, vasküler tonusun düzenlenmesinde ve pıhtılaşma süreçlerinde rol oynar. Bu çalışmanın amacı cerrahi operasyon planlanan olgularda SSRI kullanımının pıhtılaşma fonksiyonları üzerine etkilerini trom-boelastogram (TEG) ile değerlendirmek ve kullanmayan olgularla karşılaştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışma, fiziksel durumu Amerikan Anesteziyoloji Derneği (ASA) sınıflandırmasına göre ASA I-II olarak sınıflandırılan 60 hasta için tasarlandı. Ameliyat öncesi hazırlık aşamasında rutin kan tetkiklerine ek olarak 2 ml tam kan örneği kullanıldı ve TEG analizi yapıldı. Hastalar SSRI kullanıcısı ve kullanmayan olmak üzere iki gruba ayrılarak incelendi. BULGULAR: R değeri SSRI kullanan grupta anlamlı olarak yüksek izlendi. SSRI kullanan grubun MA değeri anlamlı olarak düşüktü. Diğer parametre-lerde istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. SSRI kullanım süresine göre yapılan değerlendirmede, kullanım süresi bir yıldan uzun ve bir yıldan az olanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. TARTIŞMA: Tromboelastogram yöntemi ile pıhtılaşma süreci değerlendirildiğinde, SSRI kullananlarda pıhtılaşma başlangıcının uzadığı ve trombüs oluşumunun yavaşladığı görüldü. Sonuçlar kanamanın tek başına SSRI olduğunu ortaya koymadı, ancak sürecin yavaşlatılmasının özellikle cerrahi operasyonlar için önemli olabileceği sonucuna varıldı. |
9. | Sigmoid volvulusta volvulus formasyonunu tetikleyen faktörler Factors precipitating volvulus formation in sigmoid volvulus Esra Dişçi, Sabri Selçuk AtamanalpPMID: 35485550 PMCID: PMC10493538 doi: 10.14744/tjtes.2020.03762 Sayfalar 281 - 284 AMAÇ: Sigmoid volvulus (SV), sigmoid kolonun kendi etrafında dönmesi, dünya genelinde nadir bir bağırsak tıkanıklığı şeklidir. Bu nedenle SV’nin fizyopatolojisi, özellikle tetikleyici faktörler yeterince tanımlanmamıştır. Bu çalışmanın amacı, SV’de tetikleyici faktörleri araştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 1986 ile Temmuz 2020 arasında, SV’li ardışık 416 hastanın kayıtları, ileriye yönelik olarak irdelendi. Kontrol olarak, son 24 ayda volvulus dışı bağırsak tıkanıklığı olan ardışık 100 hastanın kayıtları ileriye yönelik olarak irdelendi. Premorbid semptomlar olarak akut ishal, ani ve aşırı beden hareketleri, uzun açlık süresini takiben aşırı yemek yeme, öksürük nöbeti ve doğum değerlendirildi. BULGULAR: Premorbid semptomlardan bir ile beş gün süren ishal, (42 hasta, %10,1, p<0.05), ekin biçme (35 hasta, %8.4, p<0.05) ve oruç sonrası aşırı yemek yeme (31 hasta, %7.5, p<0.05), SV’de istatistksel olarak belirgin tetikleyici faktörler olarak değerlendirildi. TARTIŞMA: Her ne kadar SV’de tetikleyici faktörler hakkında literatürde oldukça az çalışma varsa da, artmış bağırsak hareketliliği, aşırı beden hare-ketleri ve uzamış açlık süresini takiben aşırı yemek yeme, SV’nin ortaya çıkmasında tetikleyici faktörler olarak görünmektedir. |
10. | Koronavirüs hastalığının akut apandisit olguları üzerindeki etkisi Impact of coronavirus disease on acute appendicitis cases Ümit Alakuş, Barış Türker, Talha Sarıgöz, Ulvi Mehmet MeralPMID: 35485557 PMCID: PMC10493522 doi: 10.14744/tjtes.2020.38632 Sayfalar 285 - 289 AMAÇ: Hastalık profilleri Covid-19 pandemi sürecinde değişiklik göstermiştir. Bu çalışmada Covid-19 pandemi öncesi ve pandemi süresince akut apandisit olgularını karşılaştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: İlk Covid-19 olgusunun görüldüğü 11 Mart 2020 ve 11 Mayıs 2020 arasında ve geçen yılın aynı döneminde toplamda 130 hasta akut apandisit tanısı ile ameliyat oldu. Hastaların verileri hastanenin elektronik arşivinden elde edildi. Bu hastalar iki gruba ayrıldı; pandemik grubu ve pandemik öncesi grup. Pandemi grubunda 46 hasta, pandemik öncesi grupta 84 hasta yer aldı. İki grup yaş, cinsiyet, şikayetlerin süresi, hastanede kalış süresi, beyaz küre sayımı, C-reaktif protein düzeyi ve ameliyat sonrası komplikasyonlar açısından karşılaştırıldı. BULGULAR: Karın ağrısının başlangıcı ve başvuru arasında geçen ortanca gün pandemi grubunda 6.5 gündü. Oysa ki bu süre pandemik öncesi grupta üç gündü (p<0.001). Diğer parametreler gruplar arasında istatistiksel olarak farklı değildi (p>0.05). TARTIŞMA: Covid-19 pandemi periyodu süresince hastaneye başvurularda gecikme dikkat çekmiştir. Ancak gecikmiş tedavi kliniğe daha ciddi has-talık olarak yansımamıştır. |
11. | Perfore apandisit belirlemede serum sodyum düzeyinin öngörü değeri Predictive value of serum sodium level in determining perforated appendicitis Veysel Barış Turhan, Abdulkadir Ünsal, Bülent Öztürk, Doğan Öztürk, Hakan BuluşPMID: 35485569 PMCID: PMC10493525 doi: 10.14744/tjtes.2021.69670 Sayfalar 290 - 295 AMAÇ: Komplike apandisitin erken ve doğru ameliyat öncesi tanısı için yeni bir biyokimyasal belirteç olarak hiponatreminin erişkin popülasyonunda prediktif değerinin araştırılmasıdır. GEREÇ VE YÖNTEM: Akut apandisit tanısı ile ameliyat edilen ve intraoperatif olarak perforasyon tanısı alan 732 hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Perfore ve perfore olmayan apandisitli hastaların serum sodyum, C-reaktif protein (CRP) ve lökosit değerleri karşılaştırıldı. BULGULAR: Perfore apandisit hastaları istatistiksel olarak daha düşük serum Na değerlerine sahipti (p<0.001). Buna benzer olarak perfore apandisit hastaları olmayanlara göre daha yüksek serum CRP değerlerine sahipti (p<0.001). Perfore akut apandisit tanısı konan hastalarda plazma sodyum konsantrasyonunun duyarlılığı %63, özgüllüğü %66 idi. Plazma sodyum konsantrasyonunun ≤137.5 mEq/L eşik değeri, mümkün olan en iyi duyarlılığı ve özgüllüğe sahipti. TARTIŞMA: Hiponatremi, perfore apandisitin yeni bir belirtecidir ve bu nedenle apandisit ile uyumlu klinik prezentasyonu olan hastalarda komplikasyon şüphesi var ise serum sodyum düzeyi ölçümü dikkate alınmalıdır. |
12. | Şok indeksinin yoğun bakıma yatan acil cerrahi hastalarında hayatta kalımı öngörebilme becerisi: Geriye dönük bir kohort çalışması Predictive ability of shock index in survival of ICU admitted emergency surgery patients: A retrospective cohort study Volkan İnal, Serdar Efe, Zeliha AdemoğluPMID: 35485558 PMCID: PMC10493543 doi: 10.14744/tjtes.2020.39898 Sayfalar 296 - 301 AMAÇ: Kalp hızının sistolik kan basıncına oranı olarak tanımlanan “şok indeksi”, acil durumlardaki hastaların dolaşım yetersizliğine işaret eden basit ve güvenilir bir göstergedir. Hemorajik şok, sepsis, travma ve acil triajda etkinliği gösterilmiştir. Bu çalışma, şok indeksinin acil cerrahi sonrası yoğun bakıma yatan hastalarda 28 günlük sağ kalımı öngörebilme kabiliyetini incelemek amacıyla planlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışma bir üniversite hastanesinin 20 yataklı yoğun bakım kliniğinde yürütüldü. 1 Ocak 2017–31 Aralık 2019 tarihleri ara-sında, acil cerrahi sonrası yoğun bakıma yatan hastaların kayıtları geriye dönük olarak tarandı. Yaşı <18 ve >90 olanlar, elektif cerrahiler, verilerinin kullanımı için yazılı onamı bulunmayanlar, verileri veya takibi eksik olan hastalar çalışma dışı tutuldu. Hastaların yaşı, cinsiyeti, cerrahi türü, eşlik eden medikal durumları, yoğun bakım mekanik ventilatör süreleri, yatış süreleri ve 28 günlük sağ kalımları kaydedildi. Seçilmiş ameliyat öncesi ve sonrası laboratuvar parametreleri (Hb, PLT, INR, pH) toplandı, SOFA skor ve şok indeksleri hesaplandı. Veriler sağ kalım ile ilişkileri açısından, %95 güven aralığı ve p<0.05 anlamlılık düzeyleri kullanılarak, istatistiksel olarak karşılaştırıldı. BULGULAR: Hastaların sağ kalım oranı %95 idi. Abdominal and gastrointestinal cerrahiler olguların %47’sini oluşturmaktaydı. En sık eşlik eden tıbbi durumlar kardiyovasküler ve pulmoner hastalıklardı. İstatistiksel analizlerde, cerrahi türü veya eşlik eden tıbbi hastalıkların sonlanım üzerine bir etkisi gösterilmedi. Hastaların ortalama yatış süresi 2.3 gündü. Ortalama mekanik ventilatör süresi 23 saat olup, sağ kalan hastalarda bu süre belirgin olarak daha kısaydı (p<0.001, t=-7.5). Ameliyat sonrası yüksek Hb düzeyleri sağ kalım ile ilişkiliydi (p=0.020, t=2.4). Ameliyat sonrası INR yüksekliği sağ kalım için negatif bir belirteçti (p=0.025, t=-2.3). Hem ameliyat öncesi hem de sonrası pH düzeyleri önemli ölçüde sağ kalım belirleyi-cisiydi (p=0.001, t=1.9 ve p<0.001, t=7.1). Ameliyat sonrası şok indeksi değerlerinin düşük olması mekanik ventilatör süresinin kısa olacağına işaret etmekteydi (p=0.010, t=1.9). Şok indeksinin Ameliyat öncesi ve özellikle de ameliyat sonrası dönemde düşük olması ile sağ kalım arasında belirgin bir ilişki gösterildi (p=0.001, t=-1.6 ve p=0.001, t=-2.9). TARTIŞMA: Bu çalışma, yoğun bakıma yatan acil cerrahi hastaların “şok indeksi” değerlerinin hasta sağ kalımını öngörmede oldukça başarılı olduğunu ortaya koymaktadır. Biz, literatürün tozlu raflarında unutulmuş olan “şok indeksinin” hak ettiği önemi göremediğine inanmaktayız. Şok indeksi basit, kullanışlı, güvenilir ve maliyet etkinliği oldukça yüksek bir değerlendirme yöntemidir. Farklı hasta gruplarında şok indeksinin uygulanabilirliğini ve güvenilirliğini değerlendirecek, daha geniş, ileriye yönelik randomize kontrollü çalışmaların planlanmasına ihtiyaç vardır. |
13. | Doğum sırasındaki izole rekto-vajinal septum yaralanmaları: Tek merkez deneyimi Isolated recto-vaginal septum injury during parturition: Single-center experience Fatih Altıntoprak, Kayhan Özdemir, Hilal Uslu Yuvacı, Muhammet Burak Kamburoğlu, Barış Mantoğlu, Emre Gönüllü, Necattin Fırat, Emrah AkınPMID: 35485555 PMCID: PMC10493540 doi: 10.14744/tjtes.2020.26338 Sayfalar 302 - 307 AMAÇ: Travmatik rektal yaralanmalar nadir görülür ve çeşitli sebeplere bağlı oluşabilir. Nedenine bakılmaksızın yüksek morbiditeye neden olur, fistül ve/veya stomadan kaçınabilmek için zamanında müdahale edilmesi gereklidir. Çalışmamızda güncel literatür bilgisi ışığında perineal ve sfinkter yaralanması olmadan oluşan izole rekto-vajinal septum yaralanmalarına tedavi yaklaşımlarımızı sunmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2015 ve Ocak 2020 arasında merkezimizde gerçekleşen ve canlı doğumla sonuçlanan spontan vajinal doğum sonuçları geriye dönük olarak analiz edildi. İzole rekto-vajinal yaralanması olan hastaların sonuçları demografik özellikleri, obstetrik bilgileri, travma, yaralan-manın sınıflaması, erken ve geç sonuçlara göre değerlendirildi. BULGULAR: İzole septum yaralanması 12 kadında (%0.06) saptandı. Rosenshein sınıflamasına göre dokuz hastada (%75) tip III, iki hastada (%16.6) tip IV ve bir hastada (%8.3) tip V yaralanma olduğu tespit edildi. Tüm hastalarda vajina eksplorasyonunun izin verdiği ölçüde sınırlı tutularak erken cerrahi müdahale ile transvajinal primer tamir uygulandı. TARTIŞMA: Vajinal doğum sonrası detaylı perineal değerlendirmeyi takiben eş zamanlı rektal muayene de mutlaka yapılmalıdır. Erken dönemde saptanabilen doğum ilişkili rektal yaralanması olan uygun hastalarda stoma uygulanmadan yapılacak primer tamir en iyi seçenek olabilir. |
14. | Kalça artroplastisi ve kalça kırığı sonrası hemiartroplasti yapılan hastalardaki Harris, Modifiye Harris ve Oxford Kalça skorlarının korelasyonu Correlation between Harris, modified Harris hip, and Oxford hip scores of patients who underwent hip arthroplasty and hemiarthroplasty following hip fracture Turan Bilge Kızkapan, Abdulhamit Mısır, Gökay Eken, Sinan Oğuzkaya, Mustafa Özçamdallı, Erdal UzunPMID: 35485571 PMCID: PMC10493521 doi: 10.14744/tjtes.2020.74560 Sayfalar 308 - 314 AMAÇ: Harris Kalça Skoru (HKS), Modifiye HKS (MHKS) ve Oxford Kalça Skorları (OKS) primer total kalça protezi sonrası fonksiyonel sonuçları değerlendirmek için tasarlanmıştır. Bu çalışmanın amacı, primer total kalça protezi, revizyon total kalça protezi, Crowe 4 gelişimsel kalça displazisi son-rası total kalça protezi ve kalça kırığı sonrası hemiartroplasti uygulanan hastalarda HKS, MHKS ve OKS skorlarının korelasyonunu değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Üç yüz doksan dokuz hastanın (254 kadın, 145 erkek) 128’i primer total kalça protezi, 36’sı revizyon total kalça protezi, 200’ü kalça kırığı sonrası hemiartroplasti ve 35’i femoral kısaltma osteotomisi ile total kalça protezi idi ve minimum 24 ay takip edildi. Her bir hasta için HKS, MHKS ve OKS skorları hesaplandı ve aralarındaki korelasyonları analiz edildi. BULGULAR: Tüm hastaların ortalama yaşı 67.5±14.3, ortalama HKS, MHKS ve OKS skorları ise 74.9±17.9, 75.7±18.7 and 38.7±12.5 idi. Tüm popülasyonda HKS ve MHKS arasında güçlü bir korelasyon mevcut idi (r=0.995, p=0.000). Aynı şekilde HKS ve OKS arasında (r=0.995, p=0.000) ve HKS ve OKS arasında da (r=0.845, p=0.003) güçlü bir korelasyon mevcut idi. Altgrup analizlerinde primer total kalça protezi, revizyon total kalça protezi, kalça kırığı sonrası hemiartroplasti ve femoral kısaltma osteotomisi ile total kalça protezi gruplarında da HKS ve MHKS arasında güçlü bir korelasyon saptandı (r=0.984, p=0.000; r=0.977, p=0.000; r=0.984, p=0.000; r=0.995, p=0.000). HKS ve OKS arasında da revizyon kalça protezi dışındaki alt gruplarda anlamlı korelasyon saptandı (r=0.851, p=0.023; r=0.587, p=0.069; r=0.989, p=0.002; r=0.965, p=0.000). TARTIŞMA: MHKS ve OKS arasındaki korelasyonu değerlendiren ilk çalışma olmuştur. Bulgularımız hemiartroplasti, primer ve revizyon kalça protezi ve femoral kısaltmalı kalça protezi sonrası fonksiyonel sonuçların değerlendirilmesinde MHKS ve OKS’nin kullanışlı skorlama olduğunu gösterdi. |
15. | 5 faktörlü modifiye kırılganlık indeksi, geriatrik ayak bileği kırıklarında prognostik bir gösterge midir? Is the 5-factor modified Frailty Index a prognostic marker in geriatric ankle fractures? Sefa Aktı, Hakan ZeybekPMID: 35485552 PMCID: PMC10493523 doi: 10.14744/tjtes.2021.08972 Sayfalar 315 - 319 AMAÇ: Fraility endeksinin son versiyonu olan 5 faktörlü modifiye Fraility İndeks, hastaların komorbidite durumlarını puanlayarak tedavi sonrası komplikasyon riskini hesaplayan bir araçtır. Çalışmamızda, mFI-5’nin geriatrik ayak bileği kırıklı hastalarda komplikasyonları öngörmedeki etkinliğini değerlendirmeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: 2015–2020 yılları arasında hastanemizde tedavi görmüş 65 yaş üzeri ayak bileği kırığı olan toplam 94 hasta incelendi. Weber tip A, B, C kırıklar çalışmaya dahil edildi. Her hasta için diyabetik durum, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, konjestif kalp yetersizliği, ilaç gerektiren hipertansiyon ve fonksiyonel durumu sınırlandıran bağımsızlıktan oluşan komorbidite durumları için mFI-5 hesaplandı. Multivaryans lojistik regresyon modelleri, mFI-5 puanını olumsuz sonuçların bir öngörücüsü olarak değerlendirmek için kullanıldı. BULGULAR: Yeniden yatış oranı, yara yeri enfeksiyonu, hayatı tehdit eden tıbbi komplikasyonlar ile herhangi bir komplikasyon olup olmama du-rumunda, mFI-5 in bu komplikasyonları ön görmede etkili olduğu gözlenmiştir (p<0.05). Herhangi bir komplikasyon olup olmama durumu ön görmede mFI-5 ile BMİ, ASA, Age, hastanede yatış süresi ve operasyon süresi kıyaslandığında mFI-5 in komplikasyonları öngörmede daha etkili bir araç olduğu gözlenmiştir (p<0.05, OR=2.726, %95 Confidence Interval=1.285–5.783). TARTIŞMA: MFI-5, geriatrik ayak bileği kırıkları sonrası oluşabilecek komplikasyonları tahmin etmek için hassas bir araçtır. MFI-5’i oluşturan 5 komorbidite, hasta öyküsü aracılığıyla kolayca elde edilir, bu da onu yüksek riskli hastaları tanımlamak, ameliyat öncesi riskleri belirlemek ve sağlık hizmetini iyileştirmek için pratik bir klinik araç haline getirir. |
16. | Hipermobil hastalarda kombine ön çapraz bağ rekonstruksiyonu ve anterolateral ligament internal breys uygulaması klinik sonuçları etkiler mi? Does anterolateral ligament internal bracing improve the outcomes of anterior cruciate ligament reconstruction in patients with generalized joint hypermobility? Mehmet Berkin Toker, Tunay Erden, Ali Toprak, Ömer Faruk TaşerPMID: 35485559 PMCID: PMC10493536 doi: 10.14744/tjtes.2022.39998 Sayfalar 320 - 327 AMAÇ: Genel eklem hipermobilitesi (GEH), ön çapraz bağ (ÖÇB) yaralanması ve ÖÇB greft yetmezliği için bir risk faktörüdür. Bu hastalarda ÖÇB rekonstrüksiyonuna ilaveten anterolateral ligament rekonstrüksiyonu ya da internal breysi (ALL-İB) önerilmektedir. Bu geriye dönük çalışmanın amacı, GEH olan hastalarda izole ÖÇB rekonstrüksiyonu ve kombine ÖÇB rekonstrüksiyonu- ALL-İB uygulamasının fonksiyonel sonuçlarını, re-rüptür ve rezidüel instabilite oranlarını karşılaştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya 2015–1019 yılları arasında Beighton-Horan kriterlerine göre GEH tanısı konulan ve dahil edilme kriterlerini karşılayan 68 hasta dahil edildi. En az iki yıllık takip süresi bulunmayan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Grup 1’de izole ÖÇB rekonstrüksiyonu ve grup 2’de ise kombine ÖÇB rekonstrüksiyonu ve ALL-İB yapılan hastalar yer aldı. Takiplerde hastaların ameliyat öncesi ve sonrası fizik muayene sonuçları ile anteroposterior stabilite (KT-1000) ve diz skorları kaydedildi. Tüm muayene ve ölçümler tek hekim tarafından yapılmıştır. BULGULAR: Grup 1 ve 2 sırasıyla 37 ve 31 hastadan oluşuyordu. Ortalama takip süresi sırasıyla 30.1±4.1 ve 28.1±2.9 aydı. Ameliyat sonrası, grup 2’de yer alan hastaların pivot-shift testi ile daha iyi rotasyonel stabiliteye sahip oldukları görüldü (p=0.02). KT-1000 artrometri ile yapılan ölçümlerde grup 2’de anteroposterior stabilitenin anlamlı derecede daha iyi olduğu görüldü (p=0.01). Ancak gruplar arasında benzer fonksiyonel sonuçlar (Lysholm için p=0.14, Cincinnati için p=0.11 ve IKDC içi p=0.19) ve benzer re-rüptür oranları olduğu görüldü (p=0.41). TARTIŞMA: Hipermobil hastalarda kombine ÖÇB rekonstrüksiyonu ve ALL-İB daha iyi rotasyonel ve anteroposterior stabilite sağladığı görülmüştür. Ancak daha geniş hasta çalışmaları ve ileriye yönelik randomize kontrollu çalışmalarla tekniğin ve sonuçlarının doğrulanmaya ihtiyacı vardır. |
17. | Toraks travmalarına bağlı geç komplikasyonlar Late complications due to thoracic traumas Duygu Mergan İliklerden, Ufuk Çobanoğlu, Fuat Sayır, Ümit Haluk İliklerdenPMID: 35485551 PMCID: PMC10493520 doi: 10.14744/tjtes.2020.07242 Sayfalar 328 - 335 AMAÇ: Kliniğimize Mart 2010–Aralık 2019 tarihleri arasında toraks travması sonucu müracaat etmiş 412 olgu geriye dönük olarak incelenerek, künt ve penetran toraks travmaları sonucu gelişen geç komplikasyonlar değerlendirilmiş ve travmayla ilgilenen hekimlere bu komplikasyonların yönetimi için bir öngörü sunulması amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Dört yüz on iki toraks travmalı olgudan bu çalışmanın ana temasını oluşturan geç dönem komplikasyon gelişmiş 62 olgu (%15.04) yaş, cinsiyet, travma tipi, travma nedeni, travmanın ilk geliştiği dönemde gelişen toraks patolojileri ve yandaş organ patolojileri, gelişen geç dönem komplikasyonları ve bunlara yönelik tedavi yöntemleri ile mortalite açısından incelendi. BULGULAR: Toraks travmasına bağlı geç komplikasyon gelişmiş 62 olgunun 47’si (%75.80) erkek, 15’i (%24.20) kadın, yaş ortalaması 56.98±21.22 olarak tespit edildi. Posttravmatik geç dönem komplikasyon gelişen olguların travma tipi değerlendirildiğinde künt travmaların %90.33 (n=56), penetran travmaların %9.47 (n=6) oranında olduğu ve künt travma olgularında en sık nedenin trafik kazası (%66.07), penetran travmalarda ise delici-kesici alet yaralanması (%83.33) olduğu saptandı. En sık gelişen toraks patolojisi künt travmalarda pulmoner kontüzyon (%75), penetran travmalarda ise hemopnömotoraksdır (%66.66). Gruplar ayrı ayrı incelendiğinde penetran travmalar için en sık görülen geç dönem komplikasyon retansiyone hemotoraks (%66.66) iken, künt travmalı olgularda en sık (%41.07) pnömonidir. Retansiyone posttravmatik hemotoraks tablosu ile gelen hastaların 17’sinde video yardımlı torakoskopik cerrahi, sekiz olguya torakotomi uygulandı. Posttravmatik ampiyemle gelen olguların yedisine torakoskopi, dört olguya torakotomi ile dekortikasyon yapıldı. Geç komplikasyon gelişen olguların altısı hayatını kaybetdi. Mortalite oranı %9.67’dir. Mortalite gelişen olguların %83.33’ünde geç komplikasyon türü olarak pnömoni tespit edildi. TARTIŞMA: Travma ile ilgilenen hekimlerin, ilk bakıda tespit edemeyecekleri ve daha sonra karşılarına gelebilecek geç dönem komplikasyonlar açısından, hastanın yaşı, tavma tipi başta olmak üzere birçok etken faktörü gözününde bulundurarak hastasının tedavi modalitelerini belirlemeleri uygun olacaktır. |
18. | Geleneksel bir tekniğin gelişimi: Medial malleol kırıklarının tedavisinde 4 mm’lik kanüllü vida ve Kirschner teli tekniği ile 4 mm’lik kanüllü vida, Kirschner teli tekniği ve kayma önleyici mini plak tespitinin karşılaştırılması Evolution of a traditional technique: Comparison of a 4-mm lag screw and Kirschner wire technique versus a 4-mm lag screw and Kirschner technique with anti-gliding miniplate fixation for the treatment of medial malleolar fractures Murat Aydın, Selim ÇınaroğluPMID: 35485561 PMCID: PMC10493535 doi: 10.14744/tjtes.2022.49734 Sayfalar 336 - 343 AMAÇ: Cerrahi tedavi yapılan izole medial malleol kırıklarında kanüllü vida, Kirschner teli fiksasyonu ile beraber mini plak vida kombinasyonunu değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: A grubunda medial malleol kırığı 4 mm kanülle vida ve Kirschner teli ile fikse edilmiş grup, B grubunda ise medial malleol kırığı 4 mm kanüllü vida ve Kirschner teli ile fikse edilen ve ekstra stabilite için mini plak ile fiksasyon yapılan gruptur. AOFAS skorlaması ameliyat sonrası 2, 6 ve 12. ayda alınan skorlar göz önüne alındı. Medial malleol üzerinde palpasyonla hassasiyet ameliyat sonrası 12. ayda VAS of pain skalası ile değerlendirildi. BULGULAR: İndependent t samples teste göre A ve B grubu arasında istatistiksel anlamlı bir fark vardır (p<0.05). Ameliyat sonrası altıncı ayda A grubu ile B grubu arasında independent t samples teste göre istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur (p=0.27). Ameliyat sonrası 6, 12 ve 24. ayda A grubu ile B grubu arasında independent t samples teste göre istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur. İki grup arasında VAS of pain skorunda Fisher’s exact testine göre istatisksel olarak anlamlı fark bulunamadı. TARTIŞMA: Medial malleol kırıklarında kanulle vida, K-teli ile primer tespit edilen miniplak ile ek stabilte sağlanan olgularda erken dönem sonuçları ve erken dönemde günlük hayata dönüş sadece kanülle vida ve K-teli yapılan olgulara göre daha iyi ve hızlıdır. Orta dönemde iki teknik arasında anlamlı bir fark yoktur. |
19. | Böbrek iskemi reperfüzyon hasarlı sıçanlarda okserutinin apoptoz ve böbrek fonksiyonu üzerindeki etkinliği The efficiency of oxerutin on apoptosis and kidney function in rats with renal ischemia reperfusion injury Ahmet Güzel, Alper Özorak, Taylan Oksay, Sefa Alperen Öztürk, Kemal Kürşat Bozkurt, Sedat Yunusoğlu, Efkan Uz, Abdulhadi Cihangir Uğuz, Pınar Aslan KoşarPMID: 35485553 PMCID: PMC10493537 doi: 10.14744/tjtes.2021.15740 Sayfalar 344 - 351 AMAÇ: Renal iskemi-reperfüzyon hasarı, böbrek cerrahilerinin yanı sıra travma ve şok gibi klinik durumlarda akut böbrek yetersizliğinin en sık nedenidir. Okserutin, flavonoid ailesinin bir üyesidir ve antioksidan özelliklere sahiptir. Bu çalışmanın amacı, okserutinin renal iskemi-reperfüzyon hasarı üzerinde koruyucu etkisinin olup olmadığını araştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Yirmi sekiz erkek Wistar albino sıçanı rastgele üç gruba ayrıldı: Sham kontrol grubu (n=8), renal iskemi-reperfüzyon hasarı grubu (n=10) ve renal iskemi-reperfüzyon hasarı + okserutin grubu (n=10). Renal iskemi-reperfüzyon hasarı sol renal arterin 30 dakika klemplenmesi ve ardından bir saatlik reperfüzyon periyodu ile sağlandı. Daha sonra histopatolojik ve biyokimyasal inceleme için kan örnekleri ve sol böbrek dokusu örnekleri alındı. Kan örneklerinde, böbrek fonksiyonunun göstergesi olan kan üre nitrojen, üre, kreatinin ve sistatin C düzeyleri ile enflamasyonun bir göstergesi olan tümör nekroz faktör-alfa değerleri incelendi. Oksidatif stresin göstergeleri olan total antioksidan kapasite ve total oksidan kapasite böbrek dokularında incelendi. Böbrek hasarının bir göstergesi olan apoptotik indeks ve ayrıca histopatolojik değişiklikler böbrek dokularında değerlendirildi. BULGULAR: Apoptotik indeks, total oksidan kapasite, tümör nekroz faktör-alfa, kan üre nitrojen ve üre düzeyleri renal iskemi-reperfüzyon hasarı + okserutin grubunda renal iskemi-reperfüzyon hasarı grubuna göre daha düşüktü (p<0.05). Sonuçlar, okserutinin histopatolojik ve biyokimyasal özelliklerinin sıçanları renal iskemi-reperfüzyon hasarından koruduğunu gösterdi. TARTIŞMA: Bu çalışmada elde edilen bulgular profilaktik okserutin uygulamasının renal iskemi-reperfüzyon hasarının neden olduğu apoptoz ve böbrek yetersizliği üzerinde koruyucu etkileri olduğunu göstermektedir. Bu nedenle okserutin, renal iskemi-reperfüzyon hasarının tedavisinde etkili bir profilaktik ajan olarak kullanılabilir. |
20. | Appendiks neoplazmları: Tek merkez ve on yıllık deneyim sonuçları Neoplasms of the appendix: Single institution and ten-year experiences results Emine Yıldırım, Murat Kegin, Muhammed Özdemir, Sibel Bektaş, Zekeriya Pelen, Muzaffer ErPMID: 35485573 PMCID: PMC10493524 doi: 10.14744/tjtes.2021.86032 Sayfalar 352 - 360 AMAÇ: Appendiks neoplazileri gastrointestinal sistemin nadir görülen tümörleridir. Bunlar içinde adenokanser, musinoz neoplazm ve nöroendokrin tümörler sık olarak karşımıza çıkar. Tanı genellikle ameliyat sonrası histopatolojik inceleme sonrası konur. Bu çalışmada, insidental olarak tanı konan appendiks neoplazilerinin epidemiyolojisini, patolojik subtiplerini ve tedavi modalitelerini araştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Nisan 2010–Ağustos 2020 tarihleri arasında apendektomi yapılan 2821 hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastaların demografik verileri, ameliyat öncesi klinik ve radyolojik bulguları, ameliyat bulguları, histopatoloji sonuçları, ek ameliyat ve tıbbi tedavi uygulamaları geriye dönük olarak hasta dosyalarından toplandı. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen hastaların %1.06’sında appendiks neoplazmı saptandı. Ortalama yaş 44.6±17.5 (dağılım, 17–83) olarak bulundu. Hastalardan sekizi nöroendokrin tümör, yedisi adenokanser, ondördü müsinöz neoplazi ve biri nöroma tanısı almıştı. TARTIŞMA: Appendiks neoplazileri genellikle asemptomatik ve sıklıkla ameliyat sonrası histopatolojik inceleme ile tanı alan tümörlerdir. Patoloji adenokanser ise tedavide sağ hemikolektomi önerilirken nöroendokrin tümörlerin tedavisi tümör boyutu, yerleşimi, mezoappendiks invazyonu ve lenf nodu tutulumu gibi faktörlerden etkilenir. Musinöz neoplazm varlığında patolojik alt tipe ve tutuluma göre cerrahi yöntem belirlenir. Patolojik inceleme sonucu tümör saptanan hastalarda ek tedavi ve takip gereksinimi apendektomi sonrası histopatolojik sonucun takip edilmesi gerekliliğini bir kez daha vurgulamaktadır. |
21. | 2020 Ege Denizi - İzmir depremi sonrası acil servis yönetimi Emergency department management after the 2020 Aegean Sea - Izmir earthquake İlhan Uz, Murat Çetin, Meltem Songur Kodik, Erkan Güvenç, Funda Karbek Akarca, Murat ErselPMID: 35485574 PMCID: PMC10493534 doi: 10.14744/tjtes.2021.89679 Sayfalar 361 - 368 AMAÇ: 30 Ekim 2020’de meydana gelen depremin yıkıcı özellikleri ile hem hastane öncesi hem de pandemi yoğunluğu yaşayan hastane ve acil servis organizasyonu hakkında bildirim yaparak afet yönetimi konusunda güncel bir kaynak sağlamak için bu çalışma yapıldı. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışma çok merkezli, kesitsel geriye dönük olarak 2020 Ege Denizi - İzmir depreminden etkilenen olgular üzerinde ger-çekleşti. Deprem bölgesinde yer alan iki hastane ile ambulans servisi verileri değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilme kriterlerine uygun 313 (%60.4’ü kadın) hasta alındı. En küçüğü altı aylık bebek, en büyüğü 91 yaşında olmak üzere çalışmaya katılanların yaş ortalaması 38.0±21.0 olarak saptandı. Depremden etkilenenlerin %41.5’inin ilk üç saat içinde acil servislere geldiği ve ilk saatlerde en fazla sarı triyaj kodlu hastaların olduğu saptandı. Göçük altından kurtarılan hastalar değerlendirildiğinde %35.2’si sağ olarak taburcu edildi. Göçük altından 24 saat sonra sağ kurtarılarak taburcu edilen toplam dört hasta (üçü 48 saatten fazla olmak üzere- en uzun göçük altında kalma süresi 91 saat) vardı. Acil servislere geldiğinde sağ olan hastaların 32’sinde (%15.9) rabdomiyoliz olduğu, dört (%1.9) hastaya akut böbrek yetersizliğine bağlı acil serviste hemodiyaliz yapıldığı, sekiz (%3.8) hastaya fasyotomi ve amputasyon gibi diğer acil operasyonlara alındığı saptandı. Olay yerinde, hastane öncesi ve hastane sonrası toplam 122 hastanın öldüğü 191 hastanın da hastanelerden taburcu edildiği saptandı. Acil servisten 139 hasta taburcu olduğu, 15 hastanın yoğun bakım yatışı, 41 hastaya servis yatışı verildiği 112 hastanın ilk değerlendirme sonrası doğrudan morglara alındığı saptandı. İzmir depreminde 500’den fazla bina ağır hasar aldı ancak ölümlerin çoğunluğu birbirine çok yakın lokalizasyonda olan çok katlı dokuz binanın yıkılması sonrası olduğu saptandı. TARTIŞMA: Deprem gibi yıkıcı bir felaketin ardından yaşanılan ilk saatler, hem arama-kurtarma hem de acil tıp sistemi için çok önemlidir. Acil servis-ler deprem gibi afet durumları için doğru kayıt, doğru veri girişi, doğru triyaj, yeterli kaynak, yeterli ekip, yeterli ekipman sayısı ile yeterli tedavi alanları konusunda hazır olmalı, afet konusunda yeterli eğitim verilmeli, uygulanabilir afet yardım planları hazırlanmalı ve düzenli tatbikatlar yapılmalıdır. |
22. | Türkiye Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki yanık merkezinde donmaya bağlı yanıklarda 10 yıllık deneyimimiz Review of our 10 years experience in cold burns at the burn center in the Southeast Anatolia region of Turkey Ebral Yiğit, Ahmet Çınar YastıPMID: 35485554 PMCID: PMC10493541 doi: 10.14744/tjtes.2021.21901 Sayfalar 369 - 374 AMAÇ: Donmaya bağlı yaralanmalar, acil tıbbın en karmaşık ve güncel sorunlarından biri olmaya devam etmektedir. Sıcak iklime sahip bölgelerde, donmaya bağlı yanıkları daha az sıklıkta olup, özellikle bölgemizde daha çok erkeklerin karşılaştığı bir travmadır. Hastaların çoğu sağlık merkezlerine ve yanık merkezlerine erken dönemde ulaşımda sorun yaşamaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yanık Merkezi’ne donmaya bağlı yaralanmalar nedeniyle başvuran yaşları 13 ila 82 arasında değişen 16 kişi geriye dönük olarak incelendi. Yaş, cinsiyet, yaralanma süresi, ekstremite yaralanmaları, bakteriyolojik incelemeler ve hastaların genel ısınması dahil olmak üzere her hastaya ait veriler hastaların dosyalarından ve bilgisayar kayıtlarından elde edildi. BULGULAR: Travmalı tüm hastalara ilk müdahale yapıldıktan sonra yaralanan bölgede dolaşım bozukluğu belirlendi ve buna göre tedavi sağlandı. Bu hastaların tedavisi çok uzun ve pahalı operasyonlar gerektirdi ve bu da çoğu kez engelli olmalarına neden oldu. TARTIŞMA: Soğuk kış aylarında, bilinçsiz buz kullanımı ve Türkiye sınırındaki dağlardan kaçak geçişler nedeniyle sıklıkla derin donma yanıkları görülmektedir. |
23. | Çocuklardaki akut perfore ve nonperfore apandisitin erken tahmininde immatür granülositin rolü The role of immature granulocyte in the early prediction of acute perforated and nonperforated appendicitis in children Murat Doğan, Bercem GürleyenPMID: 35485560 PMCID: PMC10493527 doi: 10.14744/tjtes.2021.41347 Sayfalar 375 - 381 AMAÇ: Dünyada çocuklardaki abdominal cerrahinin en sık nedeni akut apandisittir (AA). Bilim ve teknolojideki gelişmelere rağmen günümüzde hala AA teşhisi zordur ve sonuçta komplikasyonlar da sıktır. Komplike apandisitin erken tespit edilmesi, cerrahi planlaması, sonraki tedaviler ve hastalığın seyrini tahmin etmede büyük önem taşımaktadır. İmmatür granülosit (IG), enflamasyonun ciddiyetini tahmin etmede geleneksel enflamasyon belir-teçlerine göre yeni ve daha etkin bir belirteçtir. Amacımız AA tanı ve şiddetinde IG etkinliğini belirlemektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu ileriye yönelik çalışmamıza AA teşhis edilen 88 hasta grubu ve 58 sağlıklı çocuktan oluşan kontrol grubu dahil edildi. Pa-tolojik olarak doğrulanmış AA hastaları akut basit apandisit (ABA) ve akut perfore apandisit (APA) olarak iki alt gruba ayrıldı. Grupların demografik özellikleri, beyaz kan hücresi (WBC), nötrofil-lenfosit oranı (NLO), ortalama trombosit hacmi (MPV), IG% ve C-reaktif protein (CRP) değerleri analiz edildi. Parametrelerin tanı doğruluklarını ve öngörücü performanslarını karşılaştırmak için receiver operating characteristics (ROC) analizi kullanıldı. BULGULAR: AA hastalarının IG, WBC sayısı, NLO ve MPV değerleri kontrol grubuna göre daha yüksekti (sırasıyla, p=0.28, p=0.22, p<0.001, p=0.001). ABA ile APA arasında bakılan enflamatuvar belirteçlerden sadece IG% diğer belirteçlere göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde farklılık gösteriyordu (p<0.001). ROC analizinde IG’nin APA varlığı için en uygun kestirim değerinin >%0.2 olarak tespit edildi (duyarlılık %81.8, özgüllük %85.2, EAA: 0.83). TARTIŞMA: Bu çalışmada, daha yüksek IG düzeylerine sahip AA’lı hastalarda perforasyon gelişme olasılığının daha yüksek olabileceğini gösterdik. Klinisyenlere çocuk acil servisinde yüksek riskli AA hastalarını tespit etmelerine yardımcı olmak için fizik muayene, görüntüleme çalışmaları ve labo-ratuvar testleriyle birlikte IG değerlerini kullanılmasını öneririz. |
24. | Açık kalp cerrahisi olan geriatrik hastalarda torasik epidural analjezinin kısa dönem sonuç ve mortalite üzerine etkisi The effect of thoracic epidural analgesia on short-term outcome and mortality in geriatric patients undergoing open heart surgery Ali Akdoğan, Engin Ertürk, Ahmet Coşkun Özdemir, Dilek Kutanis, Kibar Yaşar GüvenPMID: 35485565 doi: 10.14744/tjtes.2022.57995 Sayfalar 382 - 389 AMAÇ: Ameliyat sonrası ağrı, açık kalp ameliyatlarında solunum sistemi başta olmak üzere birçok organ fonksiyonlarını ve mortaliteyi etkiler. Geri-atrik hastalar açık kalp cerrahisi sonrası daha fazla organ disfonksiyonu ve mortalite riski altındadırlar. Açık kalp cerrahisi geçiren geriatrik hastalarda torasik epidural analjezi (TEA) ve intravenöz analjezinin kısa dönem sonuçlarını ve mortalitesini karşılaştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmaya 2010–2020 yılları arasında açık kalp cerrahisi geçiren 65 yaş üstü hastalar alındı. Hastalar torasik epidural analjezi uygulananlar (Grup E) ve intravenöz parasetamol veya tramadol veya deksmedetomidin uygulananlar (Grup I) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Has-taların ameliyat sonrası sedasyon ve analjezi gereksinimleri, mekanik ventilasyon süreleri, kan glukoz düzeyi, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, gelişen komplikasyonlar, yoğun bakımda ve hastanede kalış süreleri ve mortalite oranları karşılaştırıldı. BULGULAR: Çalışmaya 408’i Grup E, 140’ı Grup I olmak üzere toplam 548 hasta dahil edildi. Gruplar arası karşılaştırmalar sonucunda sedasyon gereksinimi, analjezi gereksinimi, mekanik ventilasyon süresi, ekstübasyon sonrası yüz maskesi oksijen gereksinimi, noninvaziv mekanik Grup E’de ventilasyon ihtiyacı, yeniden entübasyon gereksinimi ve kan şekeri düzeyi Grup I’e göre daha düşük bulundu. Ayrıca yoğun bakımda geçirilen süreler ve hastanede kalış süreleri Grup E’de Grup I’e göre daha düşük bulundu. Hastane mortalitesi açısından iki grup arasında fark bulunmadı. TARTIŞMA: Torasik epidural analjezi, açık kalp cerrahisi geçiren yaşlı hastalarda oluşturduğu analjezi ve sedasyon ile daha iyi solunumsal durum ve kan şekeri regülasyonu sağlayarak yoğunbakım ve hastanede kalış süresini kısaltmıştır. |
25. | Komplike veya non-komplike apandisit? İşte bütün mesele bu Complicated or non-complicated appendicitis? That is the question Tolga Dinç, Ali Sapmaz, Yasin Erkuş, Zeynep YavuzPMID: 35485562 PMCID: PMC10493539 doi: 10.14744/tjtes.2021.56244 Sayfalar 390 - 394 AMAÇ: Akut apandisitler her yaş grubunu ve her iki cinsiyeti de içerisine alan toplumda yaygın görülen bir hastalık olup akut batının en sık sebep-lerinden biridir. Komplike ve non-komplike ayrımının ameliyat öncesinde yapılması önemlidir. Çalışmanın amacı, acil servise akut apandisit ile gelen hastalarda, hastalığının komplike veya non-komplike olduğunu belirlemede kullanılabilecek laboratuvar parametrelerinin saptanmasıdır. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya, Mayıs 2019–Kasım 2020 tarihleri arasında, acil genel cerrahi servisine başvurmuş, apandisit tanısı konulmuş, kadın ve erkek hastalar alındı. Hastalara ait demografik veriler (yaş, cinsiyet, protokol numaraları), tam kan sayımları (DNI [Delta nötrofil indeks], hemoglobin, monosit, nötrofil, eozinofil, bazofil, trombosit, platelet distribution width [PDW], mean platelet volume [MPV], reticulocyte distribu-tion width [RDW]), biyokimyasal parametreleri [amilaz, direk bilirubin, indirek bilirubin, albumin, kalsiyum], laktat dehidrogenaz [LDH]), muayene muayene bilgileri hastane otomasyon sisteminden elde edilip SPSS programı ile kayıt altına alındı. Komplike ve non-komplike olarak iki gruba ayrılan hastaların parametreleri karşılaştırıldı. BULGULAR: Komplike ve nonkomplike hasta grupları karşılaştırıldığında; beyaz küre, monosit, nötrofil, DNI, total bilirubin ve direkt bilirubin değer-leri açısından istatistiki fark saptanmıştır (p değerleri sırası ile; <0.001, 0.003, <0.001, <0.001ve 0.008’dir). TARTIŞMA: Akut apandisitte, komplike ve non-komplike ayrımını yapmada, laboratuvar parametreleri olarak WBC, monosit, nötrofil, eozinofil, DNI, bilirubin değerleri kullanılabilir. |
OLGU SUNUMU | |
26. | Obstrüksiyon nedeni ile COVID-19 tedavisi alamayan özofagus kanserli hastada acil cerrahi gastrostomi açılması ve rehberler gözetilerek alınan ameliyathane önlemleri: Olgu sunumu Emergency surgical gastrostomy in an esophageal cancer patient unable to receive COVID-19 treatment due to obstruction, and operating room measures as per pandemic guidelines: Case report Ömer Yalkın, Nidal Iflazoğlu, Serra Topal, Mustafa Yener UzunoğluPMID: 35485564 PMCID: PMC10493545 doi: 10.14744/tjtes.2020.57746 Sayfalar 395 - 398 Özofagus kanseri nedeni ile oral alımı olmayan COVID-19 tanılı olguda, COVID-19 tedavisi başlanabilmesi için yapılan gastrostomi prosedürü ve pandemi rehberleri eşliğinde uygulanan COVID-19 protokollerini sunmayı amaçladık. Elli beş yaşında özofagus skuamoz hücreli karsinom yeni tanılı kadın hasta neoadjuvan kemoradyoterapi öncesi özofagusta tam obstrüksiyon nedeniyle oral alamadığı için cerrahi gastrostomi açılması için konsülte edildi. Kliniğimize başvuru anında yeni başlayan öksürük şikayetinin olması ve ölçülen vücut sıcaklığının yüksek olması (38°C) nedeni ile COVID-19 açısından tetkik edildi ve PCR ile kesin tanısı konuldu. Oral COVID-19 tedavisine başlanabilmesi için yarı acil şartlarda COVID-19 bulaş önleme rehberlerine uyularak cerrahi gastrostomi açıldı. Gastrostomi kateterinden COVİD-19 tedavisi, nutrisyon ve destek tedavisi başlandı. Hastamız tedavisinin yedinci gününde klinik olarak stabil seyretmektedir. Pandemi mücadelesi içerisinde COVID-19 hastasında acil cerrahi girişim ihtiyacı olabilir. Cerrahi işlem uygulanacağı zaman tüm sağlık personelini COVID-19 bulaşından koruyacak tanımlanmış rehberlere uyulmalıdır. |
27. | Travmatik hemotoraks ile insidental schwannomun saptanması Detection of incidental schwannoma by traumatic hemothorax Ayşe Ertekin, Kubilay ÖcalanPMID: 35485567 PMCID: PMC10493546 doi: 10.14744/tjtes.2020.62290 Sayfalar 399 - 401 Schwannomun travmatik rüptürü ile meydana gelen hemotoraks olgusu nadiren bildirilmiştir. Glasgow Koma Skoru 13 olan yüksek bir yerden düşmüş, 18 yaşındaki bir kadının toraks yaralanma olgusunu sunuyoruz. Akciğer grafisinde sol taraflı masif plevral efüzyon saptandı. Göğüs tomografisinde sol akciğer bazal bölgesinde 105x80 mm oluşum saptandı. Hastaya interkostal tüp yerleştirilerek 2000 cc kan drenajından sonra acil torakotomi uygulandı. Tümörün patolojik tanısı Schwannom (Neurilemmoma) idi. Bu olgu çalışmasında, daha önce bilinmeyen mediastinal kitle için ilgili literatürle birlikte travmatik hemotoraks sunmak istiyoruz. |