p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 29 Sayı : 3 Yıl : 2025

Hızlı Arama




SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 29 (3)
Cilt: 29  Sayı: 3 - Mart 2023
DIĞER
1. 
Ön Sayfalar
Frontmatters

Sayfalar I - V

DENEYSEL ÇALIŞMA
2. 
Deneysel testiküler torsiyon modelinde iskemi/yeniden perfüzyon yaralanması için hiperbarik oksijen ve ozon tedavisinin karşılaştırılması
Comparison of hyperbaric oxygen and ozone treatment for ischemia/re-perfusion injury in an experimental testicular torsion model
Gökçe Karlı, Basak Erginel, Fatih Yanar, Esra Aycan Üstyol, Yasemin Ozluk, Meltem Savran Karadeniz, Burak Ilhan, Feryal Gün Soysal, Erbug Keskin
PMID: 36880629  PMCID: PMC10225826  doi: 10.14744/tjtes.2023.98861  Sayfalar 259 - 265
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, deneysel bir testis torsiyon modelinde medikal ozon (MO) tedavisi ile hiperbarik oksijen (HBO) tedavisinin etkilerini, oksidan ve antioksidan belirteçleri ölçerek ve histopatolojik doku hasarı bulgularını inceleyerek karşılaştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Otuz iki Wistar sıçan kullanıldı ve dört gruba ayrıldı; (1) sahte grup (SG), (2) sadece testis torsiyonu ile iskemi/reperfüzyon (I/R), (3) HBO uygulanan grup ve (4) MO uygulanan grup. SG’de burulma yapılmadı. Diğer tüm gruplarda, sıçanlara bir I/R modeli oluşturmak için testis torsiyonu ve ardından detorsiyon uygulandı. İ/R sonrası HBO grubuna hiperbarik oksijen, MO grubuna intraperitoneal ozon uygulandı. Bir hafta sonunda biyokimyasal analizler ve histopatolojik incelemeler için testis dokuları alındı. Biyokimyasal olarak oksidan aktivite için malondialdehit (MDA), antioksidan aktivite için süperoksit dismutaz (SOD) ve glutatyon peroksidaz (GSH-Px) seviyeleri ölçüldü. Ayrıca testisler histopatolojik olarak da değerlendirildi.
BULGULAR: Hem HBO hem de MO, sahte ve I/R grupları ile karşılaştırıldığında, oksidasyon etkilerinin azalmasıyla sonuçlanan, MDA seviyelerini önemli ölçüde azaltmıştır. HBO ve MO gruplarındaki antioksidan GSH-Px seviyeleri, sham ve I/R gruplarına göre anlamlı derecede yüksekti. HBO grubundaki antioksidan SOD seviyeleri sham, I/R ve MO gruplarına göre anlamlı olarak yüksekti. Bu nedenle, özellikle SDO seviyeleri dikkate alın-dığında, HBO’nun antioksidan etkisinin MO’dan daha üstün olduğu gözlenmiştir. Histopatolojik olarak gruplar arasında anlamlı fark yoktu (p>0.05).
TARTIŞMA: Çalışma, hem HBO hem de MO’nun testis torsiyonunda kullanılabilecek antioksidan ajanlar olduğunu tahmin edebilir. HBO tedavisinin, MO tedavisine göre antioksidan belirteç düzeylerinin artması nedeniyle hücresel antioksidan kapasiteyi iyileştirebileceğini belirledik. Bununla birlikte, daha büyük bir örneklem büyüklüğü ile daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.

3. 
Amifostinin sıçanlarda künt göğüs travmasına bağlı kardiyak yaralanmaya karşı etkileri
Effects of amifostine against blunt chest trauma-induced cardiac injury in rats
Ahmet Acıpayam, Nadire Eser, Aslı Yaylalı, İsmail Can Karacaoğlu, Atila Yoldas, Fatma İnanc Tolun, Ekrem Aksu
PMID: 36880625  PMCID: PMC10225843  doi: 10.14744/tjtes.2023.84308  Sayfalar 266 - 276
AMAÇ: Bu çalışmada, ileri evre kanser hastalarında kullanılan bir kortikosteroid olan deksametazon (DXM) ve sisplatinin kümülatif doku toksisi-tesini azaltan amifostin’in (AMI), sıçanlarda oluşturulan kardiyak kontüzyon (KK) modelinde kalp ile ilişkili patolojik değişiklikler üzerinde iyileştirici etkilerinin olup olmadığının incelenmesi amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Toplamda kırk iki Wistar albino sıçan, eşit olarak altı gruba ayrıldı: K (Kontrol), KK, KK+AMI 400, KK+AMI 200, KK+AMI+DXM and KK+DXM. Travma sonucu oluşan kontüzyon sonrası tomografi görüntüleri ile elektrokardiyografik analizleri yapılarak karotid arterden ortalama arteryel basıncı (OAB) ölçülüp, histopatolojik ve biyokimyasal analizler için kan ve doku örnekleri alındı.
BULGULAR: Künt travma ile kalp kontüzyonunun oluşturulduğu sıçanlarda, kalp dokusu ve serumdaki toplam oksidant status (TOS) ve disülfid parametreleri anlamlı olarak yüksek (p<0.05), toplam antioksidant status (TAS), toplam tiyol (TT) ve native thiol (NT) parametreleri anlamlı olarak daha düşük bulundu (p<0.01). Elektrokardiyografi testlerinde en sık gözlenen bulgu ST yükselmesi idi.
TARTIŞMA: Histolojik, biyokimyasal ve elektrokardiyografik incelemeler sonucunda sıçanlarda miyokard kontüzyonunun tedavisinde sadece 400 mg/kg dozda amifostin veya DXM’nin etkili olabileceği kanaatindeyiz.

4. 
Sıçanlarda oluşturulan siyatik sinir defekt modelinde subepinöral hyalüronik asid enjeksiyonunun sinir iyileşmesine etkisi
Effects of subepineural hyaluronic acid injection on nerve recovery in a rat sciatic nerve defect model
Altug Altinkaya, Gulsum Cebi, Gamze Tanrıverdi, Faruk Alkan, Oğuz Çetinkale
PMID: 36880612  PMCID: PMC10225839  doi: 10.14744/tjtes.2022.45908  Sayfalar 277 - 283
AMAÇ: Sinir iyileşmesi açısından epinöral bütünlüğün sağlanması büyük önem taşımaktadır. Deneysel olarak oluşturulan sinir defekti modellerinde iyileşmeyi olumlu yönde etkilediği düşünülen maddelerin kullanımının bildirimi giderek artmaktadır. Bu çalışmada epinöral bütünlük korunarak oluşturulan siyatik sinir defekti modelinde subepinöral hyalüronik asid enjeksiyonunun sinir iyileşmesine olan etkisi araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmada 40 adet Sprague Dawley cinsi sıçan kullanıldı. Her grupta 10 adet sıçan olacak şekilde 1 kontrol ve 3 deney grubu oluşturuldu. Kontrol grubunda, siyatik sinir disseksiyonu dışında işlem uygulanmadı. Deney grubu 1’de siyatik sinir tam kat kesildi ve primer onarıldı. Deney grubu 2’de epinöryum korunarak 1cm’lik sinir defekti oluşturuldu. Defekt epinöral dokuların uc uca suture edilmesi ile onarıldı. Deney grubu 3’de deney grubu 2’de uygulanan cerrahi prosedür tekrar edildi, buna ek olarak subepinöral hyaluronik asid enjeksiyonu gerçekleştirildi.
BULGULAR: Fonksiyonel değerlendirmede, 12 haftalık takip süresi boyunca gruplar arasında anlamlı istatistiksel fark gözlenmedi. Histolojik değerlendirmede sinir iyileşmesinin deney grubu 2’ de, deney grubu 1 ve 3’ e oranla daha düşük olduğu saptandı (p<0.05).
TARTIŞMA: Fonksiyonel değerlendirmede anlamlı fark saptanmamasına karşın, bu çalışmada elde edilen histolojik bulgular hyaluronik asidin antifibrotik ve antiinflamatuar etkileri ile aksonların rejenerasyon kapasitesini artırdığını göstermiştir.

KLINIK ÇALIŞMA
5. 
Evde düşmeye bağlı yaralanmalar: Orta Doğu’daki birinci düzey bir travma merkezinden tanımlayıcı analiz
Fall-related injuries at home: Descriptive analysis from a Middle Eastern level 1 trauma center
Ayman El-menyar, Ahammed Abdulla Mekkodathil, Eman Elmenyar, Bassem Gomaa, Husham Abdelrahman, Rafael Consunji, Aisha Abeid, Ruben Peralta, Başar Cander, Hassan Al-Thani
PMID: 36880616  PMCID: PMC10225825  doi: 10.14744/tjtes.2022.86211  Sayfalar 284 - 291
AMAÇ: Orta Doğu bölgesinde mesken ortamında yüksekten düşme ve ağır nesnelerin düşmesi nedeniyle oluşan yaralanmalar hafife alınmaktadır. Bu yazıda, birinci düzey travma merkezine yatış gerektiren evde düşmeye bağlı yaralanmaları tanımlamayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2010 ve 2018 yılları arasında evde düşmeye bağlı yaralanmaları takiben merkeze başvuran hastaların retrospektif bir analizini yaptık. Yaş grupları (<18,19–54, 55–64, ≥65 yaş), cinsiyet, yaralanma şiddeti ve düşme yüksekliğine göre karşılaştırmalı analizler yapıldı. Düşmeye bağlı yaralanmaların zaman serisi analizi yapıldı.
BULGULAR: Toplam 1402 hasta evde meydana gelen düşmeye bağlı yaralanmalar nedeniyle hastaneye kaldırılmıştı (toplam travma başvurularının %11’i). Yaralananların dörtte üçü erkekti. En çok yaralananlar genç ve orta yaşlı bireylerdi (%41.6); bunu çocuk (%37.2) ve yaşlı bireyler (%13.6) takip etmekteydi. En sık yaralanma mekanizması yüksekten düşme (%94), ardından ağır nesnelerin düşmesi (%6) idi. Kafa travması en yaygın olanıydı (%42); bunu alt ekstremite yaralanması (%19) takip etmekteydi. Yaşlı yetişkinlerde (≥65 yaş) daha fazla komplikasyon, daha uzun hastanede kalış süresi ve daha yüksek hastane içi mortalite görülmüştür. Yüksekten düşen hastalarda şiddetli daha fazla olan daha fazla göğüs ve omurilik yaralanması ve hastanede daha uzun süre kalma gözlendi. Zaman serisi analizi, düşmeyle ilgili hastaneye yatışta mevsimsel bir değişiklik göstermemiştir. TARTIŞMA: Bu çalışma, travma nedeniyle hastaneye yatışların %11’inin evde düşme ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Yüksekten düşme tüm yaş grup-larında yaygındı; ancak ağır nesnelerin düşmesi pediatrik grupta daha belirgindi. Önleyici çabalar, kanıta dayalı önleme stratejileri konusunda daha iyi bilgilendirmek adına mesken ortamındaki travma koşullarını ele almalıdır.

6. 
Travmatik beyin hasarı olan hastalarda hastane öncesi Ulusal Erken Uyarı Skoru ile hastane içi mortalite arasındaki ilişki
Association between pre-hospital National Early Warning Score and in-hospital mortality in patients with traumatic brain injury
Jiho Lee, DongHun Lee, Byungkook Lee, Eul No
PMID: 36880621  PMCID: PMC10225836  doi: 10.14744/tjtes.2022.96809  Sayfalar 292 - 296
AMAÇ: Bu çalışma, travmatik beyin hasarı (TBH) sonuçları ile hastane öncesi Ulusal Erken Uyarı Skoru (NEWS), Yaralanma Şiddet Skoru (ISS) ve Revize Travma Skoru (RTS) arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçlamıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük gözlemsel çalışma, Ocak 2019 ile Aralık 2020 arasında hastane öncesi acil sağlık hizmetleri sistemine başvu-ran TBH’li yetişkin hastaları içermektedir. Kısaltılmış Yaralanma Skalası Puanı 3 veya daha yüksek olduğunda TBH kabul edildi. Primer sonuç, hastane içi mortalite idi.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 248 hasta arasında hastane içi mortalite %18.5 (n=46) olarak bulundu. Hastane içi mortaliteyi öngörmeye yönelik çok değişkenli analizde, hastane öncesi NEWS (Odss ratio, 1.198; %95 güven aralığı [CI], 1.042–1.378) ve RTS (OR, 0.568; %95 CI, 0.422–0.766) hastane içi mortaliteyle bağımsız olarak ilişkiliydi. ISS, RTS ve hastane öncesi NEWS için eğrinin altındaki alan (AUC’ler) sırasıyla 0.731 (%95 CI, 0.672–0.786), 0,853 (%95 CI, 0.802–0.894) ve 0.843 (%95 CI, 0.791–0.886) idi. Hastane öncesi NEWS’in AUC’si, ISS’ninkinden önemli oranda farklıydı, ancak RTS’ninkinden farklı değildi.
TARTIŞMA: Hastane öncesi NEWS, sahada TBH’li hastaların hızlı bir şekilde sınıflandırılmasına ve uygun hastanelere nakledilmesine yardımcı olarak prognozun iyileştirilmesine katkıda bulunabilir.

7. 
Künt splenik yaralanma sonrası komplikasyonlar ve iyileşme paternleri: Önerilen süre ve takip yöntemleri
Complications and recovery patterns after blunt splenic injury: Recommended duration and follow-up methods
Sang Bong Lee, Jae Hun Kim, Sung Jin Park, Chan Ik Park, Chang Won Kim
PMID: 36880613  PMCID: PMC10225837  doi: 10.14744/tjtes.2021.62221  Sayfalar 297 - 303
AMAÇ: Splenik arter embolizasyonu (SAE), dalak yaralanmasının ameliyatsız yönetimi olan bir teknik olarak yaygın kullanılmaktadır. Bununla birlikte, SAE sonrası takip süresi ve yöntemleri ile dalak enfarktüsünün doğal seyri hakkındaki bilgiler sınırlıdır. Bu çalışmada, SAE sonrası dalak enfarktüsünün komplikasyonları ve iyileşme paternlerini analiz etmek ve uygun takip süresi ve yöntemini belirlemek amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2014 ile Kasım 2018 arasında Pusan Ulusal Üniversite Hastanesi, Birinci Basamak Travma Merkezi’ne başvuran künt dalak yaralanması olan 314 hastanın tıbbi kayıtları, SAE uygulanan hastaları belirlemek üzere analiz edildi. Takip edilen hastalarda SAE sonrası elde edilen bilgisayarlı tomografi (BT) görüntüleri, dalakta herhangi bir değişiklik olup olmadığını ve devam eden kanama, psödoanevrizma, dalak enfark-tüsü veya apse oluşumu gibi komplikasyonların oluşumunu belirlemek için önceki tüm BT taramaları ile karşılaştırıldı.
BULGULAR: Üç yüz on dört hastadan SAE yapılan 132’si çalışmaya dahil edildi. Toplamda, 132 hasta arasında 30 komplikasyon kaydedildi; bunların 7’si (%5,30) embolizasyon tekrarı ve 9’u (%6.82) splenektomi gerektirmişti. Yetmiş altı hastada %50’nin altında dalak enfarktüsü ve 40 hastada total ve totale yakın enfarktüsler dahil ≥%50 dalak enfarktüsü kaydedildi. Dalak enfarktüsü ≥%50 olan hastalar arasında, 3 (%2.27) hastada SAE’den 16 ila 21 gün sonra apse varlığı kaydedildi ve AAST-OIS derecesi arttıkça enfarktüs genişliğinin arttığı saptandı. Splenik arter embolizasyonunu takiben, 75 hastada >14 gün boyunca tekrarlanan abdominal BT taramaları elde edildi; bunlardan 67’sinde dalak enfarktüsünün iyileştiği görüldü. Splenik arter embolizasyonundan sonra medyan iyileşme süresi 43 gündü.
TARTIŞMA: Mevcut bulgular, ≥%50 enfarktüslü hastaların SAE sonrası enfeksiyonu ekarte etmek için takip BT taraması olsun veya olmasın 3 haftalık kapalı gözleme ihtiyaç duyabileceğini düşündürmektedir; dalakta iyileşmeyi doğrulamak için SAE’den 6 hafta sonra BT takibi gerekli olabilir.

8. 
Rektal yabancı cisimlerin cerrahi tedavisi: Tek merkez deneyimi
Surgical management of rectal foreign bodies: A single-center experience
Tayfun Bisgin, Seçkin Sogucak, Berke Manoğlu, Zekai Serhan Derici, Koray Atila, Selman Sokmen
PMID: 36880626  PMCID: PMC10225831  doi: 10.14744/tjtes.2022.62543  Sayfalar 304 - 309
AMAÇ: Rektal yabancı cisimler (RYC) son yıllarda artan insidansı ile kolorektal cerrahi pratiğinde nadir görülen klinik prezentasyonlardan biridir. Standart tedavi seçeneklerinin olmaması nedeniyle, RFB’lerin yönetimi zor olabilir. Bu çalışma, RFB’lere tanısal ve terapötik yaklaşımımızı değerlen-dirmeyi ve bir yönetim algoritması önermeyi amaçladı
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2010 ile Aralık 2020 arasında hastanede yatan tüm RYC’li hastalar geriye dönük olarak incelendi. Hasta demografisi, RYC yerleştirme mekanizması, yerleştirilen nesneler, tanı bulguları, yönetim, komplikasyonlar ve sonuçların tümü değerlendirildi. Merkezin deneyi-mine bağlı olarak klinik yönetim için bir algoritma geliştirildi.
BULGULAR: Kohort 21 hastadan oluşuyordu, 17’si (%81) erkekti. Ortanca yaş 33 idi (19–71 arasında değişiyor). On beş (%71.4) hastada cinsel tercihler RYC nedeniydi. On yedi (%81) hastada RYC boyutu 10 cm’nin üzerindeydi. Dört (%19) hastada acil serviste RYC’ler anestezi olmadan transanal yolla çıkarıldı; kalan 17’sinde (%81) anestezi altında çıkarıldı. Bunların arasında iki (%9.5) hastada genel anestezi altında RYC transanal yolla çıkarıldı; sekiz (%38) hastada anestezi altında kolonoskop yardımıyla; üç (%14.2) hastada laparotomi sırasında transanal yola sağım yaparak; ve dört (%19) hastada bağırsak devamlılığı sağlanmadan Hartmann prosedürü ile RYC çıkarılması yapıldı. Medyan hastanede kalış süresi altı gündü (1–34 gün arasında değişiyordu). Clavien-Dindo (C-D) derece III-IV komplikasyon oranı %9.5 idi ve ameliyat sonrası mortalite gözlenmedi.
TARTIŞMA: RYC’ler genellikle ameliyathanede uygun anestezi tekniği ve uygun cerrahi alet seçimi ile transanal yolla başarılı bir şekilde çıkarılabilir.

9. 
COVID-19 pandemisi sırasında gerçekleşen 2020 Ege Denizi depremi sonrası üniversitemize başvuran depremzedelerde klinik deneyimlerimiz
Our clinical experiences in the earthquake victims who came to our university after the 2020 Aegean Sea earthquake during the COVID-19 pandemic
Zeynep Çağıran, Nezih Sertöz, Semra Karaman, Didem Özen, Mesut Demirkoparan, Meltem Uyar, Kemal Aktuglu
PMID: 36880618  PMCID: PMC10225835  doi: 10.14744/tjtes.2022.39549  Sayfalar 310 - 315
AMAÇ: Depremler insan yaşamını tehdit eden çok kısa sürede can ve mal kaybına yol açan doğal afedlerdir. Çalışmamızda Ege Denizi depremi sonrası hastanemize başvuran depremzedelerin tıbbi analizini gerçekleştirmeyi ve klinik deneyimlerimizi paylaşmayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ege Denizi depremi nedeniyle hastanemize getirilen depremzedelerin veya deprem nediyle başvuran yaralıların tıbbi veri kayıtlarını geriye dönük olarak inceledik. Hastaların demografik verileri, şikayet ve tanıları, başvuru saatleri, klinik seyirleri, hastane düzenlemeleri (yatış, taburculuk, nakil), ameliyata kadar geçen süre, anestezi yöntemleri, cerrahi müdahaleler, yoğun bakım ihtiyaçları, ezilme sendromu, akut böbrek yetersizliği varlığı, diyaliz, mortalite ve morbidite gözden geçirildi.
BULGULAR: Deprem nedeniyle hastanemize toplam 152 hasta getirildi. Acil servise başvurunun en yoğun olduğu dönem ilk 24–36 saatti. Mortalite oranı yaş artışına bağlı olarak daha yüksek saptandı. Mortal seyreden depremzedelerin en sık başvuru nedeni göçük altında kalma iken sağ kalanlar göçük altında kalmanın dışında düşme gibi başka nedenlerle de başvurmuştu. Sağ kalan hastalarda en sık görülen fraktür şekli alt ekstremite fraktürleriydi.
TARTIŞMA: Epidemiyolojik çalışmalar, gelecekteki depreme bağlı yaralanmaların sağlık kurumları tarafından yönetimine ve organizasyonuna önemli katkı sağlayabilir.

10. 
Akut pankreatitli hastalarda sistemik immünoinflamatuar indeksin prognostik rolünün araştırılması
Investigation of the prognostic role of systemic immunoinflammatory index in patients with acute pancreatitis
Ummahan Dalkılınç Hökenek, Mazlum Kılıç, Halil Alışkan
PMID: 36880632  PMCID: PMC10225833  doi: 10.14744/tjtes.2023.96554  Sayfalar 316 - 320
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı acil servise(AS) başvuruda hesaplanan immünoinflamatuar indeksin (SII) akut pankreatit (AP) tanısı konan hastaların klinik sonuçlarının öngörülmesi üzerindeki etkisini incelemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu araştırma, tek merkezli, kesitsel, retrospektif bir çalışma olarak tasarlandı. Üçüncü basamak hastanedeki Ekim 2021-Ekim 2022 tarihleri arasında acil serviste AP tanısı alan, veri kayıt sisteminde tanı ve tedavi işlemleri tamamlanmış erişkin hastalar çalışmaya dahil edildi.
BULGULAR: Hayatta kalmayanların ortalama yaşı, solunum sayısı ve hastanede kalış süresi hayatta kalanların ortalamasından anlamlı derecede yüksekti (sırasıyla t-testi, p=0.042, p=0.001 ve p=0.001). Ölümcül sonucu olan hastaların ortalama SII skoru hayatta kalanlardan daha yüksekti (t-testi, p=0.001). Mortaliteyi tahmin etmek için SII skorunun ROC analizi, eğri altında kalan alanın (AUC) 0.842 (%95CI 0.772-0.898) ve Youden indeksinin 0.614 olarak (p=0.001) hesaplandı. Mortaliteyi belirlemede SII puanının kesme değeri >1243 olduğunda puanın duyarlılığı %85,0, özgüllük %76,4, pozitif prediktif değer (PPV) %37,0, negatif prediktif değer (NPV) ise %96,9 olarak bulundu.
TARTIŞMA: Mortalite tahmininde SII skoru istatistiksel olarak anlamlıydı. Acil servise başvuru sırasında hesaplanan SII, acil servise başvuran ve AP tanısı konan hastaların klinik sonuçlarını tahmin etmek için faydalı bir puanlama sistemi olabilir.

11. 
Yanık yoğun bakım hastalarında akut böbrek hasarı: Retrospektif araştırma
Acute kidney injury in burns in the intensive care unit: A retrospective research
Tuba Kuvvet Yoldaş, Alev Atalay, Cansu Balcı, Kubilay Demirağ, Mehmet Uyar, İlkin Çankayalı
PMID: 36880617  PMCID: PMC10225834  doi: 10.14744/tjtes.2022.95048  Sayfalar 321 - 326
AMAÇ: Akut böbrek hasarı, yanık travmalı hastalarda yüksek mortalite ve morbidite ile ilişkili yaygın komplikasyonlardan biridir. Bu çalışmada, yanık hastalarında KDIGO kriterlerine göre akut böbrek hasarı gelişme sıklığı, etkileyen faktörleri ve mortalite oranlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya en az 48 saat hastanede yatan ve 18 yaşından büyük hastalar dahil edilirken, böbrek transplantasyonu olan, kronik böbrek yetersizliği olan, hemodiyaliz uygulanan, 18 yaşından küçük, başvuru sırasında glomerüler filtrasyon hızı <15 olan hastalar ve toksik epidermal nekroliz tanılı hastalar çalışma dışı bırakılmıştır. Akut böbrek hasarı, KDIGO sınıflamasına göre saptandı. Hastaların yaş, cinsiyet, yanık etiyolojileri, ya-nık yüzdeleri, inhalasyon hasarının varlığı, ilk 72 saatte Parkland formülü ile verilen total sıvı miktarı, mekanik ventilatör desteği, inotrop/vazopresör ihtiyacı, yoğun bakım kalış süresi, mortalite, Abbreviated Burn Severity Index (ABSI), Acute Physiology and Chronic Health Evaluation II (APACHE II) ve Sequential Organ Failure Assessment (SOFA) değerleri kaydedildi.
BULGULAR: Çalışmamıza akut böbrek hasarı gelişen (+) grupta 26 (%54.2), akut böbrek hasarı gelişmeyen (-) grupta 22 (%45.8) olmak üzere toplam 48 hasta dahil edildi. Akut böbrek hasarı (+) grubunda ortalama toplam yanık yüzey alanı %47.30, akut böbrek hasarı (-) grubunda ise%19.88 idi. Abbreviated Burn Severity Index (ABSI), Acute Physiology and Chronic Health Evaluation II (APACHE II) ve Sequential Organ Failure Assessment (SOFA), mekanik ventilasyon ve inotrop/vazopresör desteği ve sepsis varlığının akut böbrek hasarı (+) olan grupta anlamlı olarak daha yüksekti. Akut böbrek hasarı (-) grubunda mortalite saptanmazken, akut böbrek hasarı (+) grubunun mortalite oranı %34.6 olduğu görüldü ve anlamlı derecede yüksekti.
TARTIŞMA: Akut böbrek hasarının, yanıklı hastalarda yüksek morbidite ve mortalite ile ilişkili olduğu görüldü. Kidney Disease Improving Global Outcomes sınıflandırmasının günlük takipte kullanılması erken tanıda faydalıdır.

12. 
İnfraklaviküler blok başarısını değerlendirmek için beş farklı objektif yöntemin etkinliğinin karşılaştırılması: Hangisi daha güvenilir ve erken bir göstergedir?
Comparison of the efficacy of five different objective methods to evaluate the success of infraclavicular block; which one of them is a reliable and early indicator?
Abdulhakim Şengel, Mahmut Alp Karahan, Nuray Altay, Orhan Binici, Veli Fahri Pehlivan, Ahmet Atlas
PMID: 36880620  PMCID: PMC10225838  doi: 10.14744/tjtes.2022.51289  Sayfalar 327 - 336
AMAÇ: Periferik sinir bloğunun başarısını değerlendiren geleneksel yöntemlerin yerini zamanla objektif değerlendirmelere izin veren yöntemler almıştır. Literatürde periferik sinir bloğu için çoklu objektif teknikler tartışılmıştır. Bu çalışma, infraklaviküler blokajın yeterliliğini değerlendirmek için perfüzyon indeksi (PI), non-invaziv doku hemoglobin monitörizasyonu (SpHb), doku oksijen satürasyonu (StO2), doku hemoglobin indeksi (THI) ve vücut sıcaklığının güvenilir ve objektif yöntemler olup olmadığını araştırmayı amaçlamaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Önkol cerrahisi geçiren 100 hastada ultrason eşliğinde infraklaviküler blok, PI, SpHb, StO2, THI ve Vücut Sıcaklığı ölçümleri blok prosedüründen 5 dakika önce, işlemden hemen sonra ve işlem sonrası 25. dakikaya kadar 5’er dakikalık aralıklarla kaydedildi. Bu değerler, başarılı ve başarısız blok grupları arasında istatistiksel olarak karşılaştırılırken, bloke olan ve bloke olmayan uzuvlar arasında karşılaştırıldı.
BULGULAR: Bloke ve bloke olmayan ekstremite grupları arasında StO2, THI, PI ve vücut ısısı açısından anlamlı fark olmasına rağmen, SpHb açı-sından bu gruplar arasında anlamlı fark yoktu. Ayrıca başarılı blok ve başarısız blok grupları arasında StO2, PI ve vücut ısısı açısından anlamlı fark saptanırken, bu gruplar arasında THI ve SpHb açısından anlamlı fark bulunmadı.
TARTIŞMA: StO2, PI ve vücut ısısı ölçümleri, blok prosedürlerinin başarısını değerlendirmek için kullanılacak basit, objektif ve invaziv olmayan tekniklerdir. StO2 bu parametreler içinde erken dönem etkileri başlayıp geç dönem devam eden spesifik ve sensivite oranı en yüksek olan parametredir.

13. 
Fascia iliaka kompartman bloğunda kullanılan bupivakainin farklı volümlerinin karşılaştırılması
A comparison of different volumes of bupivacaine used in fascia iliaca compartment block
Rauf Gül, Metin Kılınç, Levent Şahin
PMID: 36880630  PMCID: PMC10225824  doi: 10.14744/tjtes.2023.51268  Sayfalar 337 - 343
AMAÇ: Fasya iliaka kompartman bloğu (FICB), femur ve diz cerrahisi sonrası postoperatif ağrı kontrolü için uygulanan rejyonel tekniklerden biridir. Bildiğimiz kadarıyla, LA hacmine odaklanan sınırlı sayıda rapor bulunmaktadır. Bu çalışmadaki amacımız femur ve diz cerrahisi geçiren hastalarda postoperatif ağrı kontrolünde US kılavuzluğunda kasık altı FICB için literatürde sıklıkla kullanılan üç farklı LA hacmini karşılaştırarak klinik olarak en etkili hacmi bulmaktı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya ASA I-III fiziksel skorları olan toplam 45 hasta dahil edildi. Genel anestezi altında cerrahi işlem tamamlandığında hastalara ekstübasyon öncesi ultrason eşliğinde %0.25 bupivakain ile FIKB uygulandı. Hastalar uygulanacak lokal anestezik miktarına göre rastgele üç farklı gruba ayrıldı. Grup 1’e 0.3 ml/kg, Grup 2’ye 0.4 ml/kg ve Grup 3’e 0.5 ml/kg bupivakain uygulandı. FIKB sonrası hastalar ekstübe edildi. Hastalar ameliyat sonrası 24 saat vital bulgular, ağrı skorları, ek analjezik gereksinimi ve olası yan etkiler açısından takip edildi.
BULGULAR: Ameliyat sonrası ağrı skorları karşılaştırıldığında Grup 1’in skorları ameliyat sonrası 1., 4. ve 6. saatlerde Grup 3’e göre istatistiksel olarak yüksek bulundu (p<0.05). Ek analjezi ihtiyacı karşılaştırıldığında postoperatif 4. saat diğer gruplara göre Grup 1’de en yüksekti (p=0.03). Ameliyat sonrası 6. saatte ek analjezik gereksinimi Grup 3’te diğer gruplara göre daha azdı ve Grup 1 ile 2 arasında fark yoktu (p=0,026). LA hacmi arttıkça ilk 24 saatte tüketilen analjezik miktarı azaldı ancak istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0.051).
TARTIŞMA: Çalışmamız, ultrason rehberliğinde uygulanan FIKB, ameliyat sonrası ağrıyı giderme için multimodal analjezik bileşenleri bir parçası olarak güvenli ve etkili bir yöntem olduğunu, 0.5 ml/kg hacimdeki %0.25 bupivakainin hiçbir yan etki gözlenmeden diğer iki gruba göre daha etkin analjezi sağladığını göstermiştir.

14. 
ERCP işleminde nitroderm TTS kullanımının precut, selektif kanülasyon ve kanama üzerine etkisi
The effect of using nitroderm TTS in ERCP on precut, selective cannulation, and bleeding
Alpaslan Fedayi Calta, Ali Duran
PMID: 36880619  PMCID: PMC10225847  doi: 10.14744/tjtes.2022.07665  Sayfalar 344 - 349
AMAÇ: Çalışmanın amacı tıkanma ikteri ile kliniğimize başvuran ve endoskopik retrograd kolanjiyopankreatografi (ERCP) yapılan hastalarda profilaktik nitrogliserin yama kullanımının işlem sırasında ve sonrasında meydana gelebilecek pankreatit, kanama, perforasyon gibi komplikasyonlar, işlem süresi, hastanede yatış süresi, precut ve selektif kanülasyon oranları ile mortalite üzerine etkisini araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Hastalar hastane veri tabanı kullanılarak geriye dönük olarak taranmıştır. Acil şartlarda yapılan ve çalışmanın sonucunu etkileyebilecek ilaç kullanımı olan hastalar, 18 yaşından küçük hastalar, genel durumu bozuk olan hastalar çalışma dışı bırakılmıştır. Nitrogliserin yama kullanılan ve kullanılmayan hasta gruplarında ilacın morbidite, mortalite, işlem süresi, hastanede kalış süresi ve kanülasyon teknikleri üzerine etkisi araştırılmıştır.
BULGULAR: Nitrogliserin kullanmanın precut olasılığını 2.28 kat azaltırken [adjOR=2.28, CI95% 1.486-3.514, (p<0.001)], peroperatif kanamayı 3.4 kat azalttığı (OR=3.4, 95CI%=1.99-5.83, p<0.001) gözlenmiştir. Nitrogliserin uygulanmayan grupta %75.1 selektif kanülasyon olmuşken nitroderm uygulanan grupta bu oran %87.3 olarak belirlenmiştir (p<0.001). Regresyon modelinde nitroderm varlığının selektif kanülasyon olasılığını 2.21 kat arttırdığı (adjOR=2.21, 95CI%=1.44-3.41, p<0.001) gözlenmiştir. Mortalite üzerine nitrogliserin kullanımı, özgeçmişinde malignite öyküsü, taş ve çamur varlığı, cinsiyet, yaş, postop pankreatit ve perop kanama değişkenlerinin etkisi regresyon analizi ile değerlendirilmiş olup yaşın mortaliteyi 1.09 artırdığı (OR=1.09, 95CI%= 1.01-1.17, p=0.023) gözlenmiştir.
TARTIŞMA: ERCP işleminde profilaktik selektif kanülasyon oranını artırdığı, precut oranını, peroperatif kanamayı, hastanede kalış süresini ve işlem süresini kısalttığı gösterilmiştir.

15. 
Akut pankreatit hastalarında Ranson, bilgisayarlı tomografi şiddet indeksi ve CRP kriterlerinin yatış günü risk derecelendirmesinde kullanımı: Kesitsel bir çalışma
Utility of Ranson score, computed tomography severity index, and CRP criteria in risk stratification on the day of hospital admission in patients with acute pancreatitis: A cross-sectional analysis
Huseyin Duru
PMID: 36880610  PMCID: PMC10225832  doi: 10.14744/tjtes.2022.33332  Sayfalar 350 - 357
AMAÇ: Şiddetli pankreatit, erken tanısı klinik pratikte zorluk teşkil etmeye devam eden bir hastalık olup, mevcut skorlama sistemlerini tamamlayıcı yeni öngördürücülere ihtiyaç vardır. Bu çalışmada, Ranson skoru, bilgisayarlı tomografi şiddet indeksi (BTŞİ) ve C-reaktif protein (CRP) kriterlerinin akut pankreatitte (AP) risk prognostik durum belirlenmesinde kullanımının incelenmesi amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu kesitsel çalışmaya AP tanılı 104 hasta (ortanca yaş: 71.5 (21–102) yıl, %59.6’sı erkek) dahil edildi. Hastalar Ranson skoru ≥3, ultrason veya CT görüntülemede psödokist ve nekrotize sıvı birikimi ve CRP düzeyleri >15 mg/L kriterlerinden en az birini karşılayanlar teme-linde, risk prognostik durumlarına göre, iyi prognoz (n=67) ve kötü prognoz (n=37) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Hastaların demografik özellikleri, sigara içme durumu, AP etiyolojisi, kan biyokimya ve hemogram bulguları ve CRP (mg/L), MPV (fL), nötrofil-lenfosit oranı (NLR), platelet-lenfosit oranı (PLR) olmak üzere enflamatuvar belirteçleri kaydedildi.
BULGULAR: Toplamda, 37 (%35.6) hasta kötü prognoz lehine en az bir kriter mevcuttu. Kötü prognoz grubundaki hastalar, çoğunlukla sadece BTŞİ (%35.1), BTŞİ+CRP (%18.9), BTŞİ+Ranson (%16.2) kriterleri bazında saptandı. Tümü kötü prognoz grubunda sınıflanmış 6 (%5.8) hastada ölüm gerçekleşti (p=0.002). Kötü prognoz gurunda iyi prognoz grubuna göre ortanca (min-mak) kreatinine (1 (0.57–10.0) vs. 0.76 (0.5–8.4) mg/dL, p=0.004) ve üre (48.0 (9.0–247.0) vs. 27.0 (10.0–111.0) mg/dL, p<0.001) değerleri anlamlı olarak daha yüksel, albümin değerleri (3.5 (2.4–4.3) vs. 3.6 (2.7–4.6) g/L, p=0.021) ise daha düşüktü. Kappa değerlerine göre, BTŞİ ile CRP arasında orta dereceli (kappa: 0.408), BTŞİ ile Ranson arasında ise ekseriyetle (kappa: 0.312) uyuşma olduğu saptandı. BTŞİ, ölümle sonuçlanan altı olgunun tümünü, Ranson ve CRP ise sadece ikişer olguyu öngörebildi.
TARTIŞMA: Bulgularımız, AP hastalarında risk derecelendirmesinde, BTŞİ’nin tek başına kullanımının, CRP ve Ranson skorunun tek başlarına kulla-nımına göre, hastalık şiddeti ve mortalite riski açısından daha güçlü bir prognostik değeri olduğunu düşündürmekte ve CRP veya Ranson skorunun BTŞİ’ye komplementer olarak kullanımının AP hastalarında kötü prognostik durumun daha iyi belirlenmesinde katkısı olacağına işaret etmektedir.

16. 
Akut apandisit nedeniyle apendektomi yapılan hastalarda apendiks tümöral lezyonlarını öngören faktörlerin değerlendirilmesi
Evaluation of factors predicting appendiceal tumoral lesions in patients undergoing appendectomy for acute appendicitis
Mehmet Ali Koç, Süleyman Utku Çelik
PMID: 36880635  PMCID: PMC10225840  doi: 10.14744/tjtes.2023.34833  Sayfalar 358 - 363
AMAÇ: Tümöral lezyonlar akut apandisitin nadir nedenleri arasında yer alır. Böyle bir durumda uygun tedaviyi sağlamak için ameliyat öncesi doğru tanı önemlidir. Bu çalışmanın amacı, apendektomi yapılan hastalarda apendiks tümöral lezyonlarının tanı oranını artırabilecek faktörleri değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Akut apandisit nedeniyle 2011–2020 arası apendektomi yapılan geniş hasta grubu geriye dönük olarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri, klinikopatolojik bulguları ve ameliyat öncesi laboratuvar değerleri kaydedildi. Apendiks tümöral lezyonlarını tahmin eden faktörleri belirlemek için tek değişkenli ve çok değişkenli lojistik regresyon ve ROC analizi yapıldı.
BULGULAR: Çalışmaya ortanca yaşı 32 (18–88) olan ve %54.4’ü erkek olan toplam 1400 hasta dahil edildi. Genel olarak, hastaların %2.9’unda (n=40) apendiks tümöral lezyonu tespit edildi. Çok değişkenli analiz, yaş (OR 1.06, %95 GA 1.03–1.08) ve lökosit sayısının (OR 0.84, %95 GA 0.76–0.93) apendiks tümöral lezyonları için bağımsız belirteçler olduğunu ortaya koydu. Yaşın >37 (EAA: 0,79; duyarlılık: %82.0; özgüllük: %62.0) ve lökosit sayı-sının <10×109/L olması (EAA: 0.69; duyarlılık: %74; özgüllük: %60) tümöral lezyon bulunma ihtimali için eşik değerler olarak tespit edildi.
TARTIŞMA: Apendiks tümöral lezyonunu ameliyat öncesi olarak tahmin etmek, olumlu bir ameliyat sonrası sonuç elde edebilmek için kritik öneme sahiptir. Yaşlı hasta ve düşük lökosit sayıları apendiks tümöral lezyonları için bağımsız risk faktörleri olarak tespit edilmiştir. Şüphe durumunda ve bu faktörlerin varlığında sadece apendektomi yapmak yerine temiz cerrahi sınırı sağlayacak şekilde geniş rezeksiyon sadece apendektomiye tercih edilebilir.

17. 
Karın ağrısı olan çocuklarda yüksek volüm lavmanın etkisi: Çocuk acil klinik deneyimi
Effect of high volume enema in children with abdominal pain: Pediatric emergency department experience
Serpil Sancar, Esra Türe, Seda Sinem Zonüzi
PMID: 36880634  PMCID: PMC10225829  doi: 10.14744/tjtes.2023.56866  Sayfalar 364 - 369
AMAÇ: Karın ağrısı, çocuk acil polikliniğine en sık başvuru nedenlerinden biridir. Doğru tanıya gidebilmek için klinik ve laboratuvar ipuçlarının uygun şekilde değerlendirilmesi, tedavinin tıbbi ya da cerrahi olarak yönlendirilmesi ve gereksiz incelemelerin önüne geçilmesi açısından büyük önem taşır. Çalışmamızın amacı karın ağrılı çocuk hastalarda yüksek volüm lavman uygulamasının klinik ve radyolojik bulgulara katkısını değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Hastanemiz Çocuk Acil Kliniğine Ocak 2020–Temmuz 2021 tarihleri arasında karın ağrısı şikayeti ile başvuran çocuk hastalardan; fizik muayenede karın şişliği ve direkt karın grafisinde yoğun gaz, gaita retansiyonu olan ve yüksek volüm lavman tedavisi uygulanan hastalar çalışmaya dahil edildi. Bu hastaların fizik muayene ve radyolojik bulguları değerlendiridi.
BULGULAR: Çalışma tarihleri arasında 7819 hasta çocuk acil polikliniğine karın ağrısı ile başvurdu. Direkt karın grafisinde yoğun gaz, gaita imajı ve karın distansiyonu olan hastaların 3817’sine klasik lavman yapıldı. Klasik lavman yapılan 3817 hastanın 3498’inde (%91.6) gaita çıkışı ve lavman sonrası şikayetlerinde gerileme oldu. Klasik lavmanla rahatlama olmayan 319 (%8.4) hastaya yüksek volüm lavman uygulandı. Yüksek volüm lavman sonrası 278 (%87.1) hastanın şikayet ve bulguları geriledi. Kalan 41(%12.9) hastaya kontrol ultrasonografi yapıldı, 14 (%34.1) hastaya apandisit tanısı konuldu. Ultrasonografi tekrarı yapılan 27 (%65.9) hastanın ise ultrasonografi sonucu normal olarak değerlendirildi.
TARTIŞMA: Çocuk acil kliniğinde, klasik lavman uygulamasına yanıt vermeyen karın ağrısı şikayeti olan çocuklarda yüksek volüm lavman tedavisi etkili ve güvenli bir yöntemdir.

18. 
Hipertermik intraperitoneal kemoterapi ile sitoredüksiyon sonrası gastrointestinal anastomoz kaçağı için risk faktörleri
The risk factors for gastrointestinal anastomotic leak after cytoreduction with hyperthermic intraperitoneal chemotherapy
Tayfun Bisgin, Selman Sökmen, Naciye Cigdem Arslan, Sevda Ozkardesler, Funda Barlik Obuz
PMID: 36880628  PMCID: PMC10225823  doi: 10.14744/tjtes.2023.52358  Sayfalar 370 - 378
AMAÇ: Gastrointestinal anastomoz kaçağı (GAK), sitoredüktif cerrahi (SRC) ve hipertermik intraperitoneal kemoterapi (HİPEC) sonrası önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Bu çalışmanın amacı peritoneal metastaz (PM) cerrahisinde GAK ile ilişkili risk faktörlerini belirlemektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya gastrointestinal anastomozlu SRC ve HİPEK uygulanan hastalar dahil edildi. Hastaların ameliyat öncesi durumunu değerlendirmek için Charlson Komorbidite İndeksi (CCI) ve Eastern Cooperative Oncology Group (ECOG) performans durumu kullanıldı. GAK klinik, radyolojik veya yeniden ameliyat sırasında teşhis edilen gastrointestinal ekstralüminasyon olarak kaydedildi.
BULGULAR: Analiz edilen 362 hastanın ortanca yaşı 54 idi. Hastaların %72.6’sı kadın ve en sık görülen histopatolojiler over kanseri (%37.8) ve kolorektal kanser (%36.2) idi. Medyan Periton Kanser İndeksi 11 idi ve hastaların %80.1’ine tam sitoredüksiyon uygulandı. İki yüz doksan üç (%80.9) hastada tek anastomoz, 51 (%14.1) hastada iki anastomoz ve 18 (%5) hastada üç anastomoz yapıldı. Kırk üç (%11.8) hastaya saptırıcı stoma uygulan-dı. Otuz sekiz (%10.5) hastada GAK görüldü. Sigara kullanımı (p<0.001), ECOG performans durumu (p=0.014), CCI skoru (p=0.009), preoperatif albümin düzeyi (p=0.010) ve rezeke edilen organ sayısı (p=0.006) GAK ile anlamlı ilişkili faktörlerdi. GAK için bağımsız risk faktörleri sigara (OR: 6.223, CI: 2.814–13.760; p<0.001), CCI skoru ≥7 (OR: 4.252, CI: 1.590–11.366; p=0.004) ve preoperatif albümin seviyesi ≤3.5 g/dl (OR: 3.942, CI: 1.534–10.130; p=0.004) idi.
TARTIŞMA: Sigara kullanımı, komorbidite ve ameliyat öncesi beslenme durumu gibi hasta ile ilişkili faktörlerin anastomoz komplikasyonları üzerinde etkisi vardı. Uygun hasta seçimi ve yüksek düzeyde bakım gerektiren prehabilitasyon programı ihtiyacı olan indeks hastanın tahmini, daha düşük anastomoz kaçak oranları elde etmek ve PM cerrahisinde sonuçları iyileştirmek için temel ön koşullardır.

19. 
Yaşlılarda intertrokanterik femur kırıklarının proksimal femur çivisi ile tedavisinde gözlenen cut-out’un önlenmesinde hidroksiapatit kaplı helikal blade tespitinin etkinliği
The effectiveness of fixation of hydroxyapatite-coated helical blade in preventing of the cut-out observed in treatment with proximal femoral nail of fractures of the femur intertrochanteric in elderly
Haci Bayram Tosun, Abuzer Uludağ, Sancar Serbest, Necati Çiçek, Sukru Demir
PMID: 36880615  PMCID: PMC10225822  doi: 10.14744/tjtes.2022.78678  Sayfalar 379 - 388
AMAÇ: Bu çalışmada, yaşlı hastalarda intertrokanterik femur kırıklarının proksimal femur çivi (PFN) ile tedavisinde gözlenen cut-out’un önlenme-sinde hidroksiapatit kaplı implantlar ve diğer baş-boyun implantlarının etkinliği geriye dönük olarak değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM: İntertrokanterik femur kırığı nedeniyle üç farklı PFN ile tedavi edilen toplam 98 ardışık hasta (56 erkek ve 42 kadın; ortalama yaş: 79.42 (61–115) yıl) geriye dönük olarak incelendi. Ortalama takip süresi 7.87 (4–48) aydı. PFN’de kullanılan baş-boyun implant için 40 hastada yivli lag vidası, 28 hastada HA-kaplı helikal blade ve 30 hastada ise kaplamasız helikal blade kullanıldı. Tüm gruplar arasında redüksiyon kalitesi, kırık tipi ve radyolojik sonuçlar değerlendirildi.
BULGULAR: AO/OTA sınıflamasına göre 50 (%52.1) hastada instabil kırık tipi gözlendi. Hastaların 87’sinde (%88.8) iyi bir redüksiyon ve/veya kabul edilebilir redüksiyon kalitesi görüldü. Ortalama tip-apeks mesafesi (TAD) 27.61 mm, kalkar referanslı tip-apeks mesafesi (CalTAD) 28.72 mm, baş-boyun cisim açısı (CCD) 128°, Parker ön-arka oranı %46.36, Parker lateral oranı %46.82 idi. En optimal implant pozisyonu 49 (%50) hastada göz-lendi. Yedi (%7.14) hastada cut-out, 12 (%12.24) hastada ise10°’den fazla sekonder varus deplasmanı gözlendi. Korelasyon analizi ve çok değişkenli lojistik regresyon analizinde cut-out açısından HA-kaplı ve diğer implantlar arasında anlamlı bir farklılık gözlendi. Ayrıca, implant tipinin çok değişkenli lojistik regresyon analizinde cut-out komplikasyonu açısından en güçlü prediktif faktör olduğu gözlendi.
TARTIŞMA: HA-kaplı implantlar, kötü kemik kalitesine sahip intertrokanterik femur kırığı olan yaşlı hastalarda artmış osteointegrasyon ve kemik içe büyümesi nedeniyle uzun vadede cut-out riskini azaltabilir. Ancak, bu tek başına yeterli olmayıp, uygun bir vida konumu, optimum TAD değerleri ve mükemmel redüksiyon kalitesi cut-out’un önlenmesinde diğer önemli faktörlerdir.

20. 
Lisfrank yaralanmalarında iki cerrahi tekniğin karşılaştırılması; kapalı redüksiyon ve internal fiksasyona ile primer kısmi artrodez
Comparison of two surgical techniques for Lisfranc injuries; closed reduction and fixation versus primary partial arthrodesis
Mehmet Mesut Sönmez, Samet Erinç, Necmi Cam, Mustafa Hacı Özdemir
PMID: 36880622  PMCID: PMC10225828  doi: 10.14744/tjtes.2022.60869  Sayfalar 389 - 394
AMAÇ: Bu çalışmada, primer kısmi artrodez (PKA) veya kapalı redüksiyon ve internal fiksasyon (KRIF) ile tedavi edilen Lisfrank yaralanmalarının sonuçları karşılaştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Düşük enerjili travma sonrası Lisfrank yaralanması nedeniyle PKA veya KRIF uygulanan hastaların geriye dönük bir incelemesi yapıldı ve radyografik ve klinik sonuçlar değerlendirildi.
BULGULAR: Ortalama yaşı 38 olan 45 hasta çalışmaya dahil edildi. Ortalama takip süresi 47 ay idi. Ortalama Amerikan Ortopedik Ayak ve Ayak Bileği Derneği (AOFAS) skoru PKA grubunda 83,6 ve KRIF grubunda 86.2 idi (p>0.05). Ortalama ağrı skoru PKA grubunda 32.9, KRIF grubunda 33.7 idi (p>0.05). KRIF grubunun %78’inde ve PPA grubunun %42’sinde semptomatik implant nedeniyle ikincil cerrahi gerekmiştir (p<0.05).
TARTIŞMA: Düşük enerjili Lisfrank yaralanmalarının primer kısmi artrodez veya kapalı redüksiyon ve fiksasyon ile tedavisi iyi klinik ve radyolojik sonuçlar vermiştir. Toplam AOFAS skorları açısından iki grup arasında anlamlı fark bulunamadı. Bununla birlikte, KRIF grubunda sekonder cerrahiye daha fazla ihtiyaç duyulurken, kapalı redüksiyon ve fiksasyon ile ağrı ve fonksiyonel skorlar daha yüksek gözlendi.

21. 
Travmatik koksidinide floroskopi eşliğinde kontrast madde verilmeden yapılan ganglion impar blokajı: Değiştrilmiş bir yöntem ve bir yıllık sonuçları
Fluoroscopy guided without contrast injection for ganglion impar blockade in traumatic coccydynia: Description a modified approach and 1-year results
Onur Kaya, Bilgin Bozgeyik, Murat Gök, Erdi İmre
PMID: 36880627  PMCID: PMC10225848  doi: 10.14744/tjtes.2023.78166  Sayfalar 395 - 401
AMAÇ: Bu çalışmada kronik travmatik koksidinili hastalara floroskopi yardımlı interkoksigeal bölgeden kontrast madde verilmeden needle-inside-needle tekniği ile ganglion impar blok uygulanarak yeni bir yaklaşım sunulmaktadır. Bu yaklaşımla kontrast madde kullanımının maliyeti ve olası yan etkileri önlenebilir. Ayrıca bu yöntemin uzun dönemdeki etkisini de incelemiş olduk.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışma geriye dönük olarak tasarlandı. Belirlenmiş alana 21 gauge enjektör ile girildi ve lokal infiltrasyon ile 3 cc %2 lidokain subkutan uygulandı. Kılavuz 21 gauge 50 mm iğne ucuna 25 gauge 90 mm spinal iğne yerleştirildi. İğne ucunun yeri floroskopi altında kontrol edilerek 2 ml %0.5 bupivakain ve 1 ml betametazon asetat karıştırılarak uygulandı.
BULGULAR: Çalışmaya 2018–2020 yılları arasında toplam 26 kronik travmatik koksidini hastası katılmıştır. Ortalama işlem süresi yaklaşık 3.19 dakikadır. Ağrının %50’den fazla azalma süresi ortalama 1.25±1.22 (1.dk-72 saat) dakika idi. Ortalama NPRS puanları birinci saatte 2.38±2.26, altıncı saatte 2.50±2.30, 24 saatte 2.50±2.21, birinci ayda 3.73±2.20, altıncı ayda 4.46±2.14 ve birinci yılda 5.23±2.52 idi.
TARTIŞMA: Çalışmamız kronik travmatik koksidinili hastalarda alternatif olarak interkoksigeal bölgeden needle-inside -needle yönteminin kontrast madde verilmeden yapılan uygulamanın uzun dönem sonuçlarının güvenli ve uygulanabilir olduğunu göstermektedir.

22. 
Köstebek tabancasıyla el yaralanmaları: Gizli tehlike
Hand injuries with mole gun: A hidden danger
Tuba Baykal, Dudu Dilek Yavuz, Serpil Savaş, Fuat Uslusoy, Selman Hakkı Altuntaş, Mustafa Asım Aydın
PMID: 36880624  PMCID: PMC10225827  doi: 10.14744/tjtes.2023.55484  Sayfalar 402 - 408
AMAÇ: Köstebek tabancaları, tarım alanlarında zararlı kemirgenlerle mücadelede kullanılan, el yapımı ve harabiyete yol açabilen aletlerdir. Bu aletlerin kazara yanlış zamanda tetiklenmesi, majör el yaralanmalarına yol açarak el işlevselliğinde kalıcı bozukluğa neden olabilir. Bu çalışma, köstebek tabancası yaralanmalarının ciddi el fonksiyon kayıplarına yol açtığına ve bu aletlerin ateşli silahlar kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamız geriye dönük, gözlemsel bir kohort çalışmasıdır. Çalışmaya dahil edilen hastaların demografik özellikleri, yaralanmanın klinik özellikleri ve uygulanan cerrahi yöntemler kaydedildi. El yaralanmasının şiddeti, Modifiye El Yaralanması Ciddiyet Skoru (MEYCS) ile değerlendirildi. Hastanın üst ekstremiteye bağlı fonksiyonel yetersizliğinin belirlenmesinde Kol, Omuz ve El Dizabilite (DASH) Anketi kullanıldı. Hastaların el kaba kavrama kuvveti, palmar ve lateral çimdik kuvvetleri ve işlevsel özürlülük skorları sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldı. BULGULAR: Köstebek tabancasıyla el yaralanması olan 22 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 63.0±16.9 (22–86) idi ve bir tanesi hariç tümü erkekti. Hastaların yarısından fazlasında dominant el yaralanması (%63.6) ve majör el yaralanması (%59.1) saptandı. Hastaların işlevsel özürlülük skorları sağlıklı kontrollere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek iken, kaba kavrama kuvvetleri ve palmar çimdik kuvvetleri istatistiksel anlamlılıkla düşüktü.
TARTIŞMA: Yaralanmanın üzerinden yıllar geçmesine rağmen hastalarımızın ellerinde işlevsel bozukluk vardı ve el güçleri kontrollere göre daha düşüktü. Kamuoyu köstebek tabancaları ve yıkıcı etkileri hakkında bilinçlendirilmeli, köstebek tabancaları ateşli silahlar kapsamında değerlendirilmeli ve yasaklanmalıdır.

23. 
Acil servisten hastaneye yatırılan yanık popülasyonunda klinik sonuçların değerlendirilmesi ve tahmin modellerinin karşılaştırılması: Kuzeybatı Suriye gibi çatışma sonrası bir bölgede yanık ölüm skorları kullanılabilir mi?
Evaluation of clinical outcomes and comparison of prediction models in the burn population hospitalized from the emergency department: Can burn mortality scores be used in a post-conflict area such as northwest Syria?
Bahadır Karaca, Burak Çelik, Mehmet Kemal Emem
PMID: 36880633  PMCID: PMC10225841  doi: 10.14744/tjtes.2023.17731  Sayfalar 409 - 418
AMAÇ: Yanıklar, özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde görülen küresel bir sağlık sorunudur. Mortaliteyi tahmin etmek için modellerin kullanımı gelişmiş ülkelerde daha yaygındır. Kuzey Suriye’de iç huzursuzluk 10 yıldır devam etmektedir. Altyapı eksikliği ve zor yaşam koşulları yanık vakalarını artırmaktadır. Kuzey Suriye’deki bu çalışma, çatışma bölgelerinde sunulan sağlık hizmet öngörülerine katkıda bulunacaktır. Kuzeybatı Suriye’ye özgü bu çalışmanın ilk amacı, acil olarak hastaneye kaldırılan yanık mağduru popülasyonundaki risk faktörlerini değerlendirmek ve belirlemektir. İkinci amaç, mortaliteyi tahmin etmek için iyi bilinen üç yanık mortalite tahmin skorunu bölge özelinde doğrulamaktı: Kısaltılmış Yanık Şiddeti İndeksi (ABSI) skoru, Belçika Yanık Yaralanmasının Sonucu (BOBI) skoru ve revize edilmiş Baux skoru.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada, kuzeybatı Suriye’deki yanık merkezi veri tabandan yanık merkezine başvuran hastaların geriye dönük bir analizi yapıldı. Acil olarak yanık merkezine başvuran hastalar çalışmaya dahil edildi. Dahil edilen üç yanık değerlendirme sisteminin hastanın ölüm riskini belirlemedeki etkinliğini karşılaştırmak için iki değişkenli lojistik regresyon analizi yapıldı.
BULGULAR: Çalışmaya toplam 300 yanık hastası dahil edildi. Bunlardan 149’u (%49.7) serviste, 46’sı (%15.3) yoğun bakımda tedavi edildiği gördü; 54’ü (%18.0) öldü ve 246’sı (%82.0) hayatta kaldı. Ölen hastaların ortanca revize edilmiş Baux skorları, BOBI skorları ve ABSI skorları yaşayan has-talara göre anlamlı derecede yüksekti (p=0.000). Revize edilmiş Baux, BOBI ve ABSI puanları için cut-off değerleri sırasıyla 105.50, 4.50 ve 10.50 olarak belirlendi. Bu cut-off değerlerinde mortaliteyi öngörmek için, revize edilmiş Baux skorunun duyarlılığı %94.4 ve özgüllüğü %91.9 ve ABSI sko-runun duyarlılığı %68.8 ve özgüllüğü %99.6 idi. Ancak BOBİ ölçeğinin 4.50 olarak hesaplanan cut-off değeri (%27.8) düşük bulundu. BOBI modelinin düşük duyarlılığı ve negatif öngörü değeri, diğerlerine göre mortalitenin daha zayıf bir öngörücüsü olduğunu göstermekteydi.
TARTIŞMA: Revize edilmiş Baux skoru, çatışma sonrası bir bölge olan kuzeybatı Suriye’de yanık prognozunu tahmin etmede başarılı oldu. Sınırlı fırsatların olduğu benzer çatışma sonrası bölgelerde bu tür puanlama sistemlerinin kullanılmasının faydalı olacağı varsayılabilir.

24. 
Pelvis tipi perkütan pubik ramus tespitinde etkili midir?
Is percutaneous fixation of the superior pubic ramus possible in all types of pelvis?
Harun Altınayak, Orhan Balta
PMID: 36880631  PMCID: PMC10225830  doi: 10.14744/tjtes.2023.54545  Sayfalar 419 - 429
AMAÇ: Pelvis tipinin, perkütan superior pubik ramus tespitine etkisini araştırmak amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Pelviste anatomik değişikliği olmayan 150 pelvis BT(kadın/erkek: 75/75) üzerinde çalışıldı. 1 mm kesit genişliğinde çekilen pelvis BT tetkikleri, görüntüleme sisteminin MPR ve 3D görüntüleme modu kullanılarak; pelvis tiplendirilmesi, anterior obturator oblik ve inlet kesit görüntüleri oluşturuldu. Bu görüntülerde superior pubik ramus için doğrusal bir koridor elde edilip edilemediği, doğrusal koridor elde edilebilen pelvis BT’lerinde koridor genişliği, uzunluğu ile transvers ve sagittal düzlemdeki açı değerleri ölçüldü.
BULGULAR: Örneklemin 11‘inde (%7.3) (grup1) herhangi bir şekilde superior pubik ramus için doğrusal bir koridor elde edilemedi. Bu gruptaki tüm pelvis tipleri gynecoid özellikte idi ve hepsi kadın hastalara aitti. Android pelvis tipine sahip tüm pelvis BT’lerinde rahatlıkla superior pubik ramusta doğrusal bir koridor elde edilebilmekteydi. Süperior pubik ramus genişliği ortalama 8.2±1.8 mm, uzunluğu ortalama 116.7±12.8 mm idi. Yirmi (%13.3) pelvis BT görüntüsünde (grup 2) koridor genişliği 5 mm altında ölçüldü. Koridor genişliği, pelvis tipine ve cinsiyete bağlı istatiksel olarak anlamlı farklılık arz etmekteydi.
TARTIŞMA: Pelvis tipi perkutan superior pubik ramus tespitinde etkili bir faktördür. Bu sebeple preoperatif BT tetkikinde MPR ve 3D görüntüleme modu kullanılarak yapılacak pelvis tiplendirmesi; cerrahi plan, implant ve cerrahi pozisyon seçiminde etkilidir.

25. 
Dirsek yumuşak doku rekonstrüksiyonu için lateral kol flebi ve posterior interosseöz arter flebinin karşılaştırılması
Comparison of lateral arm flap and posterior interosseous artery flap for soft tissue reconstruction of the elbow
Sadettin Çiftci, Egemen Odabaşı, Erkan sabri Ertas, Ali İhsan Tuğrul, Ali Özdemir, Mehmet Ali Acar
PMID: 36880623  PMCID: PMC10225844  doi: 10.14744/tjtes.2023.58238  Sayfalar 430 - 434
AMAÇ: Bu çalışma, dirsek bölgesindeki yumuşak doku defektlerinin rekonstrüksiyonunda iki farklı flep tekniğinin tüm yönlerini karşılaştırmayı ve değerlendirmeyi amaçlamaktadır: lateral kol flebi (LAA) ve posterior interosseöz arter (PIA) flebi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimizde 2012–2018 yılları arasında dirsek bölgesi yumuşak doku defektleri nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan 12 hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastaların demografik verileri, flep boyutu, operasyon süresi, donör alan ve flep komplikasyonları, perforatör sayısı, fonksiyonel ve kozmetik sonuçları incelendi.
BULGULAR: PIA flebi ile tedavi edilen hastalarda defekt boyutu, LAA flebi uygulanan hastalara göre anlamlı olarak daha küçüktü (p<0.001). İki grup arasında anlamlı fark yoktu (p>0.05). PIA flepleri uygulanan hastalarda QuickDASH skorları önemli ölçüde daha düşüktü, bu da daha iyi fonksiyonel sonuçlara işaret ediyordu (p<0.05). Ameliyat süresi PIA grubunda lateral kol flep grubuna göre anlamlı olarak daha kısaydı (p<0.05). Dirsek eklemi EHA’sı PİA flebi uygulanan hastalarda anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05).
TARTIŞMA: Çalışmamızın sonuçları, her iki flebin de cerrahın deneyimine bağlı olarak uygulanması kolay, komplikasyon riski düşük, benzer defekt boyutlarında benzer fonksiyonel ve kozmetik sonuçlar sağlayan teknikler olduğunu göstermektedir.

OLGU SUNUMU
26. 
Gastrointestinal sistem tutulumlu nadir bir granülomatöz polianjitis olgusu
A rare case of granulomatosis with polyangiitis with involvement of the gastrointestinal system
Helin Sahinturk, Emre Kandemir, Fatma İrem Yeşiler, İrem Şerifoğlu, Günay Şahin Dalgıç, Çiğdem Erol, Cihat Burak Sayin, Tugan Tezcaner, Elif Çiloğlu, Ender Gedik, Pınar Zeyneloğlu, Zeynep Kayhan
PMID: 36880614  PMCID: PMC10225846  doi: 10.14744/tjtes.2022.78567  Sayfalar 435 - 439
Yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) takip edilen 526 ünite kan ve kan ürünü transfüzyonu gerektiren gastrointestinal sistem (GİS) tutulumu olan 37 yaşında nadir bir granülomatöz polianjiitisli (GPA) erkek hastayı sunuyoruz. GPA’ya bağlı GİS tutulumu morbidite ve mortaliteyi artıran nadir gözlenen bir durumdur. Hastaların ultramasif kan ürünü transfüzyona ihtiyacı olabilir. Böylece multisistem tutulumuna bağlı masif hemoraji nedeniyle GPA’lı hastalar YBÜ’ye kabul edilebilir ve multidisipliner bir yaklaşımlı titiz bir bakım ile sağkalım sağlanabilir.

27. 
Travmaya bağlı gecikmiş postmortem sezaryen
Delayed postmortem cesarean section due to trauma
Gizem Oncel Yel, Aykut Kemanci, Atakan Yılmaz, Özmert M.A. Özdemir, Bulent Erdur
PMID: 36880611  PMCID: PMC10225842  doi: 10.14744/tjtes.2022.34124  Sayfalar 440 - 442
Kardiyopulmoner arrest hamilelik sırasında nadir görülen bir durumdur. Gebeliğinin ikinci yarısında annenin arrest olduğu fark edilir edilmez, tıbbi ekipler perimortem sezaryen (C/S) için çağrılmalıdır. Olgumuzda 31 haftalık gebe hasta trafik kazası sonrası acil servise (AS) 112 ekibi tarafından kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR) eşliği ile getirildi. Nabzı olmayan veya spontan solunumu olmayan hasta eksitus olarak kabul edildi. Bununla birlikte, CPR fetüsün sağkalımını korumak için sürdürüldü. Nöbetçi kadın doğum doktoru gelmeden önce, acil servis hekimleri olarak fetusun fetal mortalite ve morbidite riskinin artmasını önlemek için C/S’yi başlattık. 1/5/10 dakikada Apgar skorları 0/3/4 ve oksijen satürasyon değerleri sırasıyla %35/65/75 idi. Postnatal 11. günde ileri kardiyak yaşam desteğine rağmen yanıt vermeyen hasta exitus olarak kabul edildi. Acil servis ekibi, C/S ve yenidoğan ve bakımı konusunda bilgili ve donanımlı olmalıdır. Bizim olgumuzda ise annenin tahmini saatine göre fetüsun anne rahminden çıkarılması 40 dakika sürmüştür.

28. 
Endoskopik retrograd kolanjiyopankreatografi sonrası portal ven yaralanması: Olgu sunumu
Portal vein injury following endoscopic retrograde cholangiopancreatography: A case report
Pınar Taşar, Sadık Ayhan Kılıçturgay
PMID: 36880609  PMCID: PMC10225845  doi: 10.14744/tjtes.2022.28923  Sayfalar 443 - 447
Endoskopik retrograd kolanjiyopankreatografi (ERCP), çeşitli pankreatikobilier bozuklukların tanı ve tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir prose-dür olmuştur. Yaygın olarak güvenli bir prosedür olarak kabul edilmesine rağmen, ERCP morbidite ve nadiren mortalite ile ilişkilidir. En sık görülen komplikasyonlar arasında akut pankreatit, kanama ve duodenal perforasyon bulunur. Portal ven kanülasyonu, ERCP’nin nadir bir komplikasyonudur. Biz, ERCP ve sfinkterotomi sırasında portal vene endoskopik biliyer stent yerleştirilmesi olgusunu tanımladık. Elli dört yaşında kadın hastaya kronik taşlı kolesistit ön tanısı ile laparoskopik kolesistektomi yapıldı. Ameliyat sonrası dördüncü gün sarılık ve kaşıntı şikayeti ile acil servise başvurdu. MRCP’de intrahepatik ve ekstrahepatik safra yolları dilate ve ana safra kanalında 7.5x5.5 mm’lik bir taş vardı. ERCP ile sfinkterotomi yapıldı, taşlar çıkarıldı ve ardından 10F 7 cm stent yerleştirildi. ERCP’nin dördüncü gününde ateş ve total bilirubin düzeyi 5 mg/dl’de sebat eden hastaya kolanjitik apse ve/veya ERCP komplikasyonu düşünülerek abdominopelvik bilgisayarlı tomografi (BT) çekildi. BT’de koledok içindeki stentin proksimal ucu-nun ana portal vene girdiği ve ucunun tromboze olduğu izlendi. Bu nedenle ameliyathane şartlarında stentin endoskopik olarak çıkarılmasına karar verildi. Anestezi indüksiyonunun ardından stent gastroenteroloji ekibi tarafından endoskopik olarak çıkarıldı. Stent çıkarılırken hastanın karın boşluğu laparoskopik olarak eksplore edildi. Anestezi sırasında hemodinamik instabilite gelişmeyen ve transfüzyon gerektirmeyen hasta, klinik takibinde bir kez melenası oldu. Hasta düşük molekül ağırlıklı heparin ve oral sefalosporin ile taburcu edildi ve poliklinik kontrolü önerildi. Kontrolleri sırasında aralıklı ateş şikayeti olan hastaya yapılan portal vendeki trombozu değerlendirmek için Doppler USG yapıldı. Doppler USG’de ana portal vende ve dallarında tromboze bir görünüm saptandı. Genel durumu iyi olan, karın ağrısı olmayan hastada, yüksek doz düşük molekül ağırlıklı heparine geçile-rek gastroenteroloji ve genel cerrahi poliklinik kontrolünde takibe alındı. Nadir görülen hayatı tehdit eden bu komplikasyon özellikle işlem sırasında ve/veya hastanın klinik takibinde daima akılda tutulmalıdır.