p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 30 Sayı : 10 Yıl : 2025

Hızlı Arama

Scopus CiteScore SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 30 (10)
Cilt: 30  Sayı: 10 - Ekim 2024
DIĞER
1. 
Ön Sayfalar
Front Matters

Sayfalar I - IV

DENEYSEL ÇALIŞMA
2. 
Sıçanlarda çinko-sülfat mineral takviyesinin aşil tendon iyileşmesi üzerindeki etkileri
The effects of zinc sulfate mineral supplementation on Achilles tendon healing in rats
Yiğit Önaloğlu, Ender Alagöz, Mahsum Solmaz, Nilsen Yıldırım Erdoğan, Metehan Demirkol, Bedri Onur Küçükyıldırım
PMID: 39382364  PMCID: PMC11622714  doi: 10.14744/tjtes.2024.64493  Sayfalar 701 - 707
AMAÇ: Aşil tendonu vücutta en sık yaralanan ve rüptüre olan tendon olup tipik olarak 30 ila 50 yaş aralığındaki erkeklerde bir spor veya eğlence aktivitesine katılımla ortaya çıkar. Aşil tendonu rüptürü tedavisinin konservatif ve cerrahi seçenekleri vardır. Konservatif tedavi daha yüksek yeniden kopma riski ile ilişkilendirilirken, cerrahi tedavi yara yeri komplikasyonları riski taşır, genel olarak her iki yöntem de uzun bir tendon iyileşme süresine sahiptir. Tendon onarımına yardımcı olan biyomolekülleri tanımlamak için çalışmalar devam etmekte olup çinko-sülfat (ZnSO4) mineral takviyesinin sıçanlarda Aşil tendonu iyileşmesi üzerindeki etkilerinin araştırılması çalışmamızın ana hedefidir.
GEREÇ VE YÖNTEM: 48 adet Sprague-Dawley cinsi dişi sıçan geçirdikleri standart aşil tendon onarımı cerrahisi sonrası dört eşit gruba (C-15, C-30, ZnSO4-15 ve ZnSO4-30) ayrıldı. ZnSO4-15 ve ZnSO4-30 gruplarına sırasıyla 15 ve 30 gün boyunca oral çinko-sülfat-monohidrat (50 mg/kg/gün) çözeltisi verildi. C-15 ve C-30 gruplarına ise deney sürelerince oral 1 ml distile su/gün verildi. Sıçanlar gruplarına bağlı olarak 15 ve 30. günlerde sakrifiye edildi, takiben opere tendonların iyileşmeleri Movin ve Bonar histopatolojik skorlaması kullanılarak değerlendirildi. Biyomekanik analizler içinse tüm grupların ameliyat edilmiş ve sağlam aşil tendonları çıkarılarak gerilme testleri yapıldı ve her bir tendon için gerilme mukavemeti ve tokluk değerleri hesaplandı.
BULGULAR: Movin ve Bonar skorları ZnSO4-15 grubunda C-15 grubuna göre ve ZnSO4-30 grubunda C-30 grubuna göre anlamlı olarak düşüktü (p<0.05). Biyomekanik sonuçları istatistiksel olarak anlamlı bulmamamıza rağmen, ZnSO4-15 grubunun sağlam tendonları C-15 grubundan daha yüksek tokluğa sahipti ve ZnSO4-30 grubunun ameliyat edilmiş ve sağlam tendonlarının gerilme mukavemeti ve tokluk değerleri C-30 grubundan daha yüksekti.
SONUÇ: Çinko-sülfat-monohidrat mineral takviyesinin, Aşil tendonu iyileşmesinin proliferasyon ve remodelizasyon aşamaları üzerinde histopatolojik olarak olumlu etkileri olduğu, hem ameliyat edilmiş hem de sağlam aşil tendonlarına biyomekanik olarak da fayda sağlayabileceği öngörüldü.

3. 
Bir deneysel çalışma: Testis torsiyonunda lidokainin iskemi-reperfüzyon hasarına etkisi var mıdır?
Is there any effect of lidocaine on ischemia/reperfusion injury in testicular torsion? An experimental study
Vildan Kölükçü, Mehtap Gürler Balta, Hakan Tapar, Tugba Karaman, Serkan Karaman, Velid Unsal, Fikret Gevrek, Kenan Yalçın, Fatih Fırat
PMID: 39382361  PMCID: PMC11622711  doi: 10.14744/tjtes.2024.54534  Sayfalar 708 - 714
AMAÇ: Bu deneysel çalışmada sıçanlarda testis torsiyonu/detorsiyonuna bağlı iskemi-reperfüzyon hasarında lidokainin olası koruyucu etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Toplam 18 erkek rat 3 gruba randomize edildi. Grup-1 kontrol grubu olarak belirlendi. Grup-2’de torsiyonu/detorsiyon modeli oluşturularak testis iskemi- reperfüzyon hasarının değerlendirildiği grup olarak tanımlandı. Grup 3 ise tedavi grubu idi. Bu grupta Grup 2 ile benzer iskemi-reperfüzyon modeli oluşturuldu ve ek olarak reperfüzyondan 5 dakika önce 15 mg/kg lidokain intraperitoneal olarak uygulandı. Kan biyokimsayal analizi ve testis histopatolojik değerlendirilmesi yapıldı.
BULGULAR: Kan biyokimyasal analizlerinde MDA ve PC değeri Grup 2’de diğer gruplara göre ciddi düzeyde artmış olarak belirlendi (sırasıyle p<0.001 ve p=0.008). Grup 3’de IL-1, IL-6 ve TNF-alfa olmak üzere proinflamatuvar sitokin düzeyinde Grup 2’ye göre baskılanmış olarak belirlendi (sırasıla; p<0.001, p=0.007 ve p=0.026). Antioksidan enzim düzeyinde ise hem SOD hemden GSH-Px aktivitileri Grup 3’de Grup 2’e göre artmış olarak kayıt edildi (p=0.005 ve p=0.025). Histopatolojik değerlendirmelerimizde Grup 3’de kanama, ödem, vazokonjesyon ve inflamasyon olmak üzere tüm testiküler hasar skorlarında Grup 2’e göre dramatik olarak iyileşme gözlemlendi (sırasıla; p=0.015, p=0.035, p=0.015 ve p=0.034). Benzer şekilde Grup 3'te Johnsen skoru üzerinde Grup 2'ye göre olumlu etki tespit edildi (p=0.034).
SONUÇ: Lidokain testis iskemi-reperfüzyon hasarının etkilerini hafifletmede etkin bir lokal anestezik ajandır.

4. 
Sıçan alt ekstremite iskemi-reperfüzyon hasarında timokinonun kırmızı kan hücresi deforme edilebilirliği, morfolojisi ve eNOS sentezi üzerine etkilerinin değerlendirilmesi
Evaluation of the effects of thymoquinone on red blood cell deformability, morphology, and endothelial nitric oxide synthase (eNOS) synthesis in rat lower extremity ischemia-reperfusion injury
Celalettin Gunay, Hakan Kartal, Ertan Demirdas, Bilgehan Savas Oz, Faruk Metin Comu, Gokhan Erol, Gokhan Arslan, Tayfun Ozdem, Tuna Demirkıran, Muharrem Emre Ozdaş, Isıl Ozdas, Yigit Tokgoz, Veli Can Ozdemir
PMID: 39382366  PMCID: PMC11622709  doi: 10.14744/tjtes.2024.94055  Sayfalar 715 - 721
AMAÇ: Eritrosit deformabilitesi eritrositlerin kapiller damarlardan geçerken yaptıkları eğilip bükülme hareketidir ve doku perfüzyonu için hayati öneme sahiptir. Çalışmamızda alt ekstremite iskemi-reperfüzyon uygulanan ratlarda Thymoquinone tedavisinin eritrosit deformabilitesini nasıl etkilediği araştırılmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamızda ağırlıkları 400-450 gr arasında değişen wistar albino ratlar kullanıldı. Ratlar rastgele 5 gruba ayırıldı. Herhangi bir işlem uygulanmayan kontrol grubu (C), yalnızca çözücü madde DMSO verilen grup (DMSO), alt ekstremie ana femoral arterden 90 dakika iskemi ve 90 dakika reperfüzyon uygulanan grup (IR), Thymoquinone’un tek başına etkilerinin incelendiği Thymoquinone control grubu (TQ-C) ve iskemi reperfüzyon prosedüründen 1 saat önce intraperitoneal Thymoquinone verilen grup (IR+TQ). Prosedür bitiminde ratlrdan intrakardiak kan alınarak May-Grunwald ve Giemsa (MGG), endotelial nitrik oksit sentaz (eNOS) ve eritrosit deformabilite indexleri çalışıldı.
BULGULAR: Çalışma sonuçlarında anlamlı değişikliklere rastlanıldı. İskemi reperfüzyon öncesi Thymoquinone verilen grupta eritrosit deformabilitesi sadece iskemi reperfüzyon yapılan gruba göre istatiksel anlamlı olarak daha iyi tespit edildi. Eritrositlerin morfolojik değişiklikleri de IR+TQ grubunda IR grubuna göre istatiksel anlamlı olarak daha iyi bulundu. İmmünohistokimyasak eNOS boyamasında ise IR grubundaki eNOS aktivitesinin IR+TQ grubuna göre daha düşük düzeyde olduğu tespit edildi.
SONUÇ: Çalışma sonuçlarımızda iskemi öncesi uygulanan Thymoquinone tedavisinin eNOS aktivitesini arttırarak eritrosit deformasyonunu ve eritrositlerin morfolojik bozulmalarına karşı koruyucu özelliğinin olduğunu gösterdi.

KLINIK ÇALIŞMA
5. 
Komplike ve komplike olmayan akut apandisitin görüntüleme özelliklerinin karşılaştırmalı incelemesi
Comparative study of imaging features in uncomplicated and complicated acute appendicitis
Osman Şimşek, Sabri Şirolu, Yağmur Özkan Irmak, Rauf Hamid, Sefa Ergun, Nuray Kepil, Onur Tutar
PMID: 39382365  PMCID: PMC11622713  doi: 10.14744/tjtes.2024.50363  Sayfalar 722 - 728
AMAÇ: Akut apandisit, cerrahi müdahale gerektiren akut karın ağrısının yaygın bir nedenidir. Geleneksel tedavi acil apendektomi iken, yakın zamanlı çalışmalar, non-komplike vakalar için antibiyotiklerle öncelikli tedavi yaklaşımının güvenli olabileceğini öne sürmektedir. Apandisit vakalarının komplike ve non-komplike olarak sınıflandırılması, tedaviyi yönlendirmek ve sonuçları öngörmek açısından kritik öneme sahiptir. Bu çalışmanın amacı, ayırıcı tanıya yardımcı olmak ve tedaviyi yönlendirmek için komplike (flegmonöz, gangrenöz ve perfore) ve non-komplike apandisitin görüntüleme bulgularını değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu retrospektif gözlemsel çalışma Ocak 2014 ile Aralık 2023 tarihleri arasında apendektomi yapılan ve patoloji sonuçları mevcut olan 1250 hastayı (492 kadın, 758 erkek) kapsamaktadır. Normal patolojiye sahip 56 hasta, apandisit dışı patolojilere sahip 52 hasta ve erişilemeyen BT görüntüleri olan 48 hasta dışlandıktan sonra, 1094 hasta değerlendirmeye alındı. BT görüntüleri, apendiks çapı, duvar kalınlığı, çekum duvar kalınlığı, periapendiküler yoğunluk artışı, efüzyon, lenfadenopati, lümen içi ve serbest periapendiküler hava, mukozal kontrastlanma artışı ve apendikolit varlığı açısından değerlendirildi.
BULGULAR: Apendiks çapı, periapendiküler hava, periapendiküler efüzyon ve lümen içi apendikolit varlığı, perfore apandisit grubunda diğer gruplara kıyasla anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05). Periapendiküler yoğunluk artışı, ikili değişken olarak değerlendirildiğinde gruplar arasında anlamlı fark göstermedi. Apendiks duvar kalınlığı, perfore grupta daha yüksek ve non-perfore gangrenöz grupta non-komplike gruba göre daha düşüktü (p<0.05). Mukozal kontrastlanma artışı, apandisit alt grupları arasında anlamlı bir korelasyon göstermedi. Lümen içi hava, sağlıklı bir apendikste normal bir bulgu olmakla birlikte akut apandisitin diğer bulguları ile kombine edildiğinde komplike apandisit için özgül bir belirteç olarak bulundu.
SONUÇ: Bu çalışma, komplike ve non-komplike apandisit ile ilişkili belirgin görüntüleme bulgularının ayrıntılı bir analizini sunmaktadır. Apendiks çapı, periapendiküler hava, periapendiküler efüzyon ve lümen içi apendikolit gibi bulgular ayırıcı tanıda anlamlı bulundu. Bulgular, apandisit türleri arasında ayrım yaparken bu parametrelerin önemini vurgulamakta ve klinik uygulamalar için değerli bilgiler sunmaktadır. Akut apandisit ve komplikasyonlarının tanı ve yönetimini geliştirmek için gelecekte prospektif çalışmalara ve gelişmiş görüntüleme tekniklerine ihtiyaç vardır.

6. 
Oklüzal travmada dekstroz nöroproloterapisi ve oklüzal splint tedavisi sonuçları: Ultrason görüntüleme yoluyla değerlendirme
Dextrose neuroprolotherapy and occlusal splint treatment outcomes in occlusal trauma: Evaluation through ultrasound imaging
Hilal Peker Öztürk, Aydan Örsçelik, Hatice Seda Ozgedik, Gökhan Büyüklüoğlu, Ilker Solmaz, Şahin Kaymak, Kaan Orhan
PMID: 39382368  PMCID: PMC11622707  doi: 10.14744/tjtes.2024.18663  Sayfalar 729 - 736
AMAÇ: Günümüzde bireylerde okluzal travma çok sık rastlanılan bir olgu haline gelmiştir. Temel olarak kaynağı bruksizmdir. Bruksizm, gündüz veya uyku sırasında diş sıkma ve gıcırdatma gibi alışılmadık aktiviteleri içerir. Hipotez, %5 dekstroz nöroproloterapi ile tetik noktaları ve etkilenen sinirlerin iyileşeceği ve ağrının ortadan kaldırılmasıyla kasın rahatlayacağı yönündedir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışma, bruksizm tedavisinde okluzal splint ve %5 dekstroz nöroproloterapi kullanımının kısa vadeli etkilerini Ultrasonografi ile karşılaştırmayı amaçlamıştır. Hastalar rastgele iki gruba ayrıldı; dekstroz nöroproloterapi ve okluzal splint. dekstroz nöroproloterapi yöntemi ile %5 dekstroz bir hafta arayla 3 kez uygulandı. İkinci grupta her iki çene için yüksek viskoziteli geri dönüşümsüz hidrokolloid ölçü maddesi kullanılarak ölçüler alındı. Üst çeneye uyacak şekilde özelleştirilmiş bir okluzal splint yapıldı. Hastalar, tedavi öncesi ve tedaviden 3 ay sonra ultrasonografi kullanılarak masseter kasının kalınlık ve elastografi(strain oranı) açısından değerlendirildi.
BULGULAR: Tüm ölçümler için iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Nöroproloterapi grubunda yalnızca sol masseter kasının dinlenme pozisyonundaki strain oranı ve kasılı pozisyondaki kalınlığında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmiştir (sırasıyla p=0.001, p=0.011). Her iki grupta da kasılı haldeki masseter kasının her iki tarafındaki strain oranında anlamlı fark gösterilmiştir (nöroproloterapi grubu; sağ taraf p<0.001, sol p=0.007, splint grubu; sağ taraf p=0.005, sol p=0.012).
SONUÇ: Bu çalışma, %5 dekstroz nöroproloterapinin okluzal splint ile benzer şekilde etkili bir tedavi olduğunu göstermektedir. Ultrasonografi kullanılarak masseter kasındaki değişikliklerin objektif olarak görselleştirilmesi, okluzal travma ve bruksizm bağlamında net sonuçlar ortaya koymaktadır.

7. 
İzole toraks travması hastalarında prognostik göstergeler: Retrospektif kesitsel bir çalışma
Prognostic indicators in patients with isolated thoracic trauma: A retrospective cross-sectional study
Ramiz Yazıcı, Bensu Bulut, Murat Genc, Medine Akkan Öz, Damla Hanalioglu, Kamil Kokulu, Ekrem Taha Sert, Hüseyin Mutlu
PMID: 39382369  PMCID: PMC11622710  doi: 10.14744/tjtes.2024.15003  Sayfalar 737 - 744
AMAÇ: Toraks travması, özellikle hastanelere gelenler arasında önemli bir mortalite nedenidir. Bu çalışma, izole toraks travmalı hastalarda mortalite, şok indeksi (SI) ve spesifik metabolik ve biyokimyasal belirteçler arasındaki ilişkileri araştırmaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu retrospektif kesitsel çalışmaya Ocak 2019-Aralık 2023 tarihleri arasında yüksek hacimli bir acil servise izole toraks travması ile başvuran tüm ardışık yetişkin hastalar dahil edilmiştir. SI düzeylerinin ve başvuru sırasında seçilen biyobelirteçlerin mortaliteyi tahmin etme kabiliyeti, alıcı işletim karakteristik eğrileri (AUC'ler) altındaki alanlar belirlenerek değerlendirildi. Optimal kesme değerleri Youden indeksi yöntemi kullanılarak belirlenmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya 285'i (%81) erkek ve yaş ortalaması 50.0±17.7 yıl olan 352 hasta dahil edildi. Mortalite oranı %9.6 idi. Mortalite, yüksek şok indeksi (OR: 14.02 [%95 GA 0.847 - 0.916], AUC=0.885, p=0.001), glukoz/potasyum oranı (OR: 1.24 [%95 GA 1.14-1.35], AUC=0.869, p<0.001) ve laktat düzeyleri OR: 4.30 [%95 GA 2.29 - 8,07], AUC=0.832, p<0,001). Şok indeksi, glukoz/potasyum oranı, iyonize kalsiyum ve laktat için belirlenen optimal kesme değerleri 1.02 (duyarlılık, %94.1; özgüllük %69.5; PPV, 24.8; NPV, 99,1), 36.85 (duyarlılık, %76.5; özgüllük, %87.7; PPV, 40.0; NPV, 97.2), 1.23 (duyarlılık, %94.1; özgüllük, %56.0; PPV, 18.6; NPV, 98.9) ve 1.98 (duyarlılık, %70.6; özgüllük, %80.5; PPV, 27.9; NPV, 96.2) olarak bulunmuştur.
SONUÇ: Bu çalışma, yüksek şok indeksi, glukoz/potasyum oranı ve laktat düzeylerinin izole toraks travmalı hastalarda artmış mortalite ile anlamlı şekilde ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu bulgular, bu belirteçlerin etkili prognostik göstergeler olabileceğini, potansiyel olarak klinik karar verme sürecine rehberlik edebileceğini ve hasta sonuçlarını iyileştirebileceğini düşündürmektedir.

8. 
Yetişkin hastalarda travmatik çok seviyeli ardışık ve ardışık olmayan torakolomber spinal kırıkların yönetimi: Tek merkez deneyimi
Traumatic multiple-level continuous and noncontinuous thoracolumbar spinal fractures management in adult patients: A single-center experience
Çağlar Türk, Nail Ozdemir
PMID: 39382362  PMCID: PMC11622705  doi: 10.14744/tjtes.2024.57658  Sayfalar 745 - 753
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı travmatik çok seviyeli ardışık ve ardışık olmayan torakolomber omurga kırıklarında cerrahi yaklaşımlar ve hasta yönetimi konusundaki klinik deneyimimizi aktarmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2019-2021 yılları arasında aynı cerrahlar tarafından ameliyat edilen ardışık ve ardışık olmayan torakolomber çok seviye kırıklı hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar iki gruba ayrıldı: grup 1 (n=12, ardışık kırıklar) ve grup 2 (n=14, ardışık olmayan kırıklar). Hastaların yaşı, cinsiyeti, kırık seviyeleri, kırık tipi, AO Spine Torakolomber Kırık Sınıflamasına göre sınıflandırılması, arka ligaman hasar durumu, ek travmatik patolojinin varlığı, dekompresyon (laminektomi) durumu, stabilizasyon ve füzyon düzeyleri, ameliyat öncesi ve sonrası nörolojik durum, servikal travma varlığı, operasyon süresi, kan kaybı miktarı, hastanede kalış süresi, lordoz açıları ve kifoz açıları, füzyon durumu ve postoperatif takip (2 yıl) açısından değerlendirildi. Çalışmaya 65 yaş üstü, tek seviyeli kırıkları, osteoporoza bağlı patolojik kırıkları, enfeksiyon ve spinal tümörleri olan hastalar dahil edilmedi.
BULGULAR: Cinsiyet, yaş, nörolojik durum, laminektomi uygulaması, cerrahi komplikasyonlar, servikal kırık durumu, operasyon süresi, kan kaybı miktarı, hastanede kalış süresi, lordoz ve kifoz açıları gruplar arasında eşit olarak dağıldı. Ayrıca, tüm hastalarda medyan 2 (2-4) kırık seviyesinde, medyan 4 (3-8) füzyon ve medyan 5 (4-7) enstrümante vertebral segment vardı. İki grup operasyon süresi (p=0.001), kan kaybı miktarız(p=0.010), hastanede kalış süresi (p=0.003), füzyon sayısı (p<0.001) ve enstrümante vertebra segmentler (p=0.011) açısından anlamlı şekilde farklılık gösterdi.
SONUÇ: Dekompresyon, vertebral vida fiksasyonu ile allogreft ve otogrefler tarafından desteklenen bir cerrahi yaklaşım, ardışık ve ardışık olmayan vertebra kırığı hastaları için başarılı cerrahi sonuçlar sağlayabilmektedir.

9. 
Supinasyon eksternal rotasyon tip 4 yaralanmalarda trans-sindezmotik fiksasyon: İntra- operatif testler güvenilir mi?
Trans-syndesmotic fixation in supination external rotation type 4 injuries: Are intraoperative tests reliable?
Gürkan Çalışkan, Yunus Elmas, Orhun Çelik
PMID: 39382367  PMCID: PMC11622706  doi: 10.14744/tjtes.2024.37225  Sayfalar 754 - 760
AMAÇ: Ayak bileği kırıkları rotasyonel mekanizma ile oluşur. Lauge-Hansen sınıflamasına göre, supinasyon-eksternal rotasyon (SER) tip yaralanmalar en sık görülendir. Bu yaralanmalarda, kemik fiksasyonunun ardından sindezmotik yaralanmaların değerlendirilmesi ve tedavisi tartışmalıdır. Bu çalışmada, SER tip 4 ayak bileği yaralanmalarında intra-operatif testlerden yararlanılarak yapılan trans-sindezmotik fiksasyonun klinik, fonksiyonel ve radyolojik sonuçlarının değerlendirilmesi hedeflenmiştir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ayak bileği sindezmoz eklemi intra-operatif olarak cotton/hook testi ve el ile manuel eksternal rotasyon stres testi ile 64 SER tip 4 kırıklı çıkığı olan hastada değerlendirildi. Hastalar, trans-sindezmotik fiksasyon yapılanlar ve yapılmayanlar şeklinde iki gruba ayrıldı. Ayak bileği eklem hareket açıklığı (EHA), Amerikan Ortopedik Ayak ve Ayak Bileği Toplulu (AOFAS) Ayak bileği-Ardayak Skoru, Olerud-Molander Ayak Bileği Skoru (OMAS), tibiofibular örtüşme, tibiofibular açık alan ve Kellgren-Lawrence (K-L) skalası kullanılarak eklem artriti değerlendirildi. BULGULAR: Median OMAS (Z=-3.92, p<0.001), AOFAS (Z=-4.31, p<0.001) ve EHA (Z=-2.95, p=0.003) değerleri grup 1'de daha yüksekti. İki grup arasında median tibiofibular örtüşme değeri (Z=-0.59, p=0.0554), median tibiofibular açık alan değeri (Z=-1.13, p=0.258) ve Kellgren-Lawrence artrit skalası açısından bir fark saptanamadı. Trans-sindezmotik fiksasyon yapılmasına rağmen posterior malleoli fiksasyonu yapılmayan hastalarda artrit riskinin istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde 18.197 kat arttığı tespit edildi. (CI: 2.482-133.417, p=0.004) (Tablo 4)
SONUÇ: OMAS, AOFAS ve EHA median değerleri, trans-sindezmotik fiksasyon yapılmayan hastalarda daha düşüktü. Bu sonuçlar, SER tip 4 yaralanmalarda intra-operatif testlerin kesin doğru bilgi vermeyeceğini gösteriyor olabilir. Sindezmotik yaralanmaların zamanında tespit edilemesi instabilite ile sonuçlanabilir. Bu nedenle, SER tip 4 yaralanmalarda trans-sindezmotik fiksasyon ile posterior malleoli fiksasyonun birlikte uygulanmasının sonuçları olumlu etkileyebileceğini düşünmekteyiz.

OLGU SUNUMU
10. 
Bilateral anterior omuz çıkığı: Olgu sunumu
Bilateral anterior shoulder dislocation: A case report
Bedrettin Akar
PMID: 39382360  PMCID: PMC11622715  doi: 10.14744/tjtes.2024.84935  Sayfalar 761 - 763
Bilateral anterior omuz çıkıkları (BAOÇ); nadir vakalar olup genellikle etiyolojisinde travma hikayesi bulunmaktadır. Çalışmamızın amacı; travma sonucu gelişen BAOÇ vakasını ve tedavi seçeneklerini olgu sunumu eşliğinde değerlendirmektir.51 yaş erkek hasta, yüksekten düşme hikayesi ile acil servise başvurdu. Hastanın çekilen grafilerinde, BAOÇ ve sol radius distal ucunda eklem içi parçalı fraktür görüldü. Hastanın başka ek bir patolojisi yoktu. Preop tetkiklerinin yapılmasının ardından hasta acil olarak ameliyathaneye alındı. Hastanın sedatif anestezi altında her iki omuzu Hipokrat manevrası ile redükte edildi. Hemen ardından sol el bileği kapalı olarak redükte edilerek skopi eşliğinde penning tipi eksternal fiksatör uygulandı. Redüksiyon sonrası iki omuz velpau bandajı ile sarılarak immobilize edildi. El bileğine elastik bandaj sarıldı. 3. hafta sonunda omuz hareketlerine başlanarak egzersizler progressif olarak arttırıldı. El bilek fiksatörü ise radyografi ile yapılan kontroller sonrası 5. haftada çıkarılarak önce pasif sonra aktif egzersizlere başlandı. Anterior omuz çıkıkları çok nadir görüldüğünden, acil şartlarda bu tip patolojilerin atlanmaması için detaylı klinik öykü, kapsamlı bir klinik muayene ve ayrıntılı görüntüleme (Radyografi, CT, MR) çok önemlidir. Bilateral Anterior omuz çıkıkları major travma sonucu meydana gelen patolojilerdir. Bu tip patolojilere; kırıklar (Tuberkulum majus), rotatuar manşet yaralanmaları ve nörovaskuler yaralanmalar gibi farklı patolojilerinde eşlik edebileceği unutulmamalıdır.

11. 
Meckel divertikülitine bağlı akut batın olgusunda terminal ileumda senkron inflamatuar myofibroblastik tümör: Olgu sunumu
Acute abdomen due to Meckel's diverticulitis with synchronous inflammatory myofibroblastic tumor in the terminal ileum: A case report
Burak Dinçer, Sinan Ömeroğlu, Onur Güven, Mustafa Fevzi Celayir, Uygar Demir
PMID: 39382359  PMCID: PMC11622708  doi: 10.14744/tjtes.2024.82091  Sayfalar 764 - 767
Meckel divertikülü (MD) gastrointestinal sistemin en sık görülen konjenital anomalisi olup popülasyonda yaklaşık %2 oranında görülmektedir. Erişkin dönemde MD’nin semptomatik veya komplike olması nadirdir. Bu olgu sunumunda batın ön duvarına fistülize Meckel divertiküliti ile kliniğe başvuran ve radyolojik görüntülemelerinde insidental olarak ileal inflamatuar myofibroblastik tümör (IMT) saptanan bir hasta anlatılacaktır. Kırkaltı yaşında erkek hasta acile karın ağrısı şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenede umblilikus sağ tarafında lokalize defans saptandı. Kan tetkiklerinde akut faz reaktanlarının arttığı görüldü (Beyaz küre: 13,800/µL, CRP: 165 mg/L). Batın bilgisayarlı tomografisinde batın ön duvarına fistülize Meckel divertiküliti ve MD’nin distalinde ileum içerisinde polipoid yapı olduğu izlendi. Hasta acil ameliyata alındı. Segmenter ileum rezeksiyonu ve ileokolik anastomoz yapıldı. Ameliyat sonrası 4. günde anastomoz kaçağı gelişen hastaya relaparotomi, sağ hemikolektomi, uç ileostomi ve müköz fistül açılması ameliyatı yapıldı. İlk ameliyatta rezeke edilen ileum segmentinin patolojik incelemesinde MD’nin distalinde benign İMT olduğu görüldü. Yara yeri ve intraabdominal enfeksiyon nedeniyle uzamış intravenöz antibiyoterapi uygulanan hasta ameliyat sonrası 40. günde taburcu edildi. Altı ay sonra hastanın ileostomisi kapatıldı. Olgumuzda ileum yerleşimli İMT’nin aralıklı intestinal obstrüksiyon ataklarına, fekal staza ve buna bağlı olarak Meckel divertiküliti gelişimine neden olduğu düşünülebilir. Ek olarak hastanın hikayesinin, laboratuvar ve radyolojik testlerinin dikkatli incelenmesinin tedavi üzerine etkili olabilecek insidental patolojilerin saptanmasında katkısı olacağı söylenebilir.

12. 
Kronik rektal prolapsus sonucu ince bağırsakların transanal eviserasyonu: Nadir ve şaşırtıcı bir olgu
Transanal evisceration of small intestines due to chronic rectal prolapse: Still an intriguing case
Nur Ramoglu, Ismail Ahmet Bilgin, Volkan Ozben, Bilgi Baca, Ismail Hamzaoglu, Tayfun Karahasanoglu
PMID: 39382363  PMCID: PMC11622704  doi: 10.14744/tjtes.2024.87273  Sayfalar 768 - 770
Kronik rektal prolapsusa bağlı rektum perforasyonu sonucu ince bağırsağın anüsten evisere olması özellikle yaşlı kadınlarda görülen nadir bir durumdur. Bu olguda kronik rektal prolapsus öyküsü olan ve ek hastalığı bulunmayan 83 yaşındaki kadın hastada rektal prolapsusa bağlı ince bağırsakların transanal eviserasyonu gelişen acil vakayı sunduk. Rektal prolapsus nedeniyle elektif şartlarda ameliyat önerilen ve cerrahi müdahaleyi kabul etmeyen hasta, bir ay sonra ince bağırsağın anüsten evisere olması ile acil servise başvurdu. Acil laparatomi sonrası evisere ince bağırsak ansları batın içine redükte edildi. İnce bağırsak beslenmesinin normal olması nedeniyle ince bağırsak rezeksiyonu yapılmadı. Rektosigmoid bölgeden perforasyon için en çok önerilen ameliyat olan Hartmann prosedürü yapıldı. Zamanında gerekli müdahele yapılmış olmasına rağmen ameliyat sonrası 14. gün hasta eksitus oldu. Bu olgu, rektal prolapsusun elektif cerrahi tedavisinin, potansiyel olarak ölümcül olabilecek transanal ince bağırsak eviserasyonu gibi bir komplikasyonun önlenmesindeki önemini göstermektedir.

13. 
Primeri bilinmeyen intestinal koryokarsionom: tanısal bir bilmece
Intestinal choriocarcinoma without primary source: A diagnostic enigma
Semra Tutcu Şahin, Pinar Solmaz Hasdemir, Ömer Atmış, Aygül Aliyeva
PMID: 39382358  PMCID: PMC11622712  doi: 10.14744/tjtes.2024.57242  Sayfalar 771 - 773
İntestinal koryokarsinom oldukça enderdir. Ektopik gebelik sonrasında gelişen intestinal koryokarsinom olgusu ise daha önce bildirilmemiştir. Olgumuz şiddetli abdominal ağrı, distansiyon ve kusma yakınmaları ile merkezimize başvurmuş 24 yaşında kadın olup, anamnezinde 9 ay önce ektopik gebelik geçirmiş olması dışında hastalık öyküsü yoktu. Akut batın tablosu ile acil laparotomik eksplorasyona alınan olgunun batın gözleminde ince barsak ansları arasında abse formasyonu ve iki alanda obstruktif kitle tespit edilmiş, jinekolojik organlar olağan olarak izlenmiştir. Obstrukte intestinal alanlar eksize edilmiş, histopatolojik değerlendirme sonucu intestinal koryokarsinom olarak saptanmıştır. Postoperatif pozitron emisyon tomografi değerlendirmesinde ince barsak duvarında anostomoz hattı ile uyumlu alanda kontrast tutmayan bir lezyonda artmış metabolik aktivite dışında patoloji saptanmamıştır. Olgu multi-ajan kemoterapiye yönlendirilmiş, birinci yıl kontrol PET taramasında rezidü ve/veya rekürren lezyona rastlanmamıştır.