p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 31 Sayı : 1 Yıl : 2025

Hızlı Arama




SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 31 (1)
Cilt: 31  Sayı: 1 - Ocak 2025
DENEYSEL ÇALIŞMA
1. 
Rosmarinus officinalis ekstraktının kolon anastomozu yapılan sıçanlarda yara iyileşmesi, kolon anastomozu ve postoperatif adezyon üzerine etkileri
Effects of Rosmarinus officinalis extract on wound healing, colon anastomosis, and postoperative adhesion in colon anastomosis rats
Yahya Kaan Karatepe, Ugur Kesici, Mehmet Güray Duman, Mahmut Salih Genç, Kubra Bozali, Eray Metin Guler, Ayşe Gökçen Sade, Sibel Oba
PMID: 39775509  doi: 10.14744/tjtes.2024.44676  Sayfalar 1 - 8
BACKGROUND: Intra-abdominal adhesions increase the incidence and duration of surgical complications. Numerous anti-adhesive agents have been utilized to address this issue, yet no definitive solution has been identified. Research on the prevention and reduction of anastomotic leakage remains a critical focus. This study aimed to evaluate the effects of Rosmarinus officinalis extract on colon anastomosis as a surgical model, its anti-adhesive properties, and its impact on wound healing at the laparotomy site to facilitate its clinical application.
METHODS: Fourteen rats were divided into two groups of seven. Group C (Control): Laparotomy with colon anastomosis and administration of 2 mL isotonic solution. Group R (Rosmarinus officinalis): Laparotomy with colon anastomosis and administration of 2 mL of 2% Rosmarinus officinalis extract. Macroscopic adhesion scoring was conducted and recorded. Wound tensile strength was assessed using tissue samples from the incision site. Histopathological analysis and hydroxyproline level measurements were performed on tissue samples from the incision line. Anastomotic burst pressure was measured at the colon anastomosis site.
RESULTS: No statistically significant difference in macroscopic adhesion scores was observed between the Group C and Group R (p=1.000). The mean wound tensile strength in the Group R was significantly lower than in the Group C (p=0.003). There was no statistically significant difference in mean anastomotic burst pressure between the groups (p=0.078).
CONCLUSION: Based on our findings, the peritoneal administration of Rosmarinus officinalis extract in the early postoperative period may increase the risk of evisceration at the abdominal incision site.

2. 
Osteoporotik kalça kırığı olan yaşlı bireylerde oksidatif stres ve antioksidanların rolü
The role of oxidative stress and antioxidants in older individuals with osteoporotic hip fractures
Mustafa Aydın, Emre Avcı
PMID: 39775513  doi: 10.14744/tjtes.2024.89335  Sayfalar 9 - 14
AMAÇ: Osteoporoz, karakteristik olarak kemik yoğunluğu kütlesinin azalması ve kemik yapısının bozulması olarak tanımlanır, bu da kemik kırılganlığını ve kırık riskini artırır. Osteoporoz ayrıca yaşla birlikte sıklıkla gelişir. Yüksek riskli osteoporoz popülasyonunda, oksidatif hasar yaygın bir patolojik durumdur. Dahası, oksidatif stres osteoporoz ve osteoporozla ilişkili kırık oluşumunda önemlidir. Bu çalışma, servisimize başvuran osteoporotik kalça kırıkları (intertrokanterik femur ve femur boyun kırıkları) olan yaşlı bireylerde kemik dokusu metabolizmasında oksidatif stres ve antioksidanların rolünü araştırmayı amaçlamıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Güç analizine göre, düşme sonrası kalça ağrısı ile başvuran, röntgende kalça kırıkları (intertrokanterik kırıklar, femur boyun kırıkları) tespit edilen ve ortopedi ve travmatoloji kliniğine yatırılarak ameliyat edilen 65 yaş üstü 24 hasta ve kontrol grubu olarak 24 sağlıklı birey çalışmamıza dahil edildi. Kontrol grubu, yaş ve cinsiyet açısından hasta grubuyla aynı olan, aynı dışlama kriterlerini karşılayan ve kırık öyküsü olmayan sağlıklı bireylerden oluşturuldu. Çalışmada serum örneklerinde oksidatif stres ve antioksidan parametrelerin (TAS, TOS, OSI ve PON-1 biyobelirteçleri) düzeyleri spektrofotometrik yöntemlerle belirlendi.
BULGULAR: Hasta grubunda TAS (p=0.189) ve OSI (p=0.110) değerlerinin kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük olduğu bulundu. Hasta grubunda TOS (p=0.002) ve PON1 (p=0.013) değerlerinin kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olduğu bulundu.
SONUÇ: Elde edilen veriler ışığında, oksidatif yükün artması ve bunun sonucunda oluşan antioksidan eksikliği nedeniyle oksidan dengenin bozulduğu görülmektedir. Hastalığın patofizyolojisinin daha iyi aydınlatılması ve alternatif tedavi süreçlerinin ve hastalık belirteçlerinin geliştirilmesi literatüre katkı sağlayacaktır.

3. 
Sıçanlarda tıkanma sarılığı oluşturulan modelde karvakrolün karaciğer, bağırsak hasarı ve bakteriyel translokasyonun engellenmesi üzerine etkisi
The effect of carvacrol on reducing bacterial translocation, liver and intestinal damage in obstructive jaundice models of rats
Muhammet Fatih Keyif, Ferdi Bolat, Mustafa Sit, Songul Peltek Ozer, Mustafa Behcet, Oguz Catal, Bahri Ozer, Mehmet Hayri Erkol
PMID: 39775511  doi: 10.14744/tjtes.2024.70450  Sayfalar 15 - 22
AMAÇ
Obstrüktif sarılık, safra kanallarındaki tıkanmalardan kaynaklanan yaygın bir cerrahi sorundur ve bu tıkanmalar safra kesesindeki taşlar veya ana safra kanalı kanserleri gibi faktörlerden kaynaklanabilir. Bu çalışma, güçlü antioksidan özellikleri ile bilinen karvakrolün, obstrüktif sarılık modelinde bağırsak hasarı, karaciğer hasarı ve bakteriyel translokasyon üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçlamıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmada her biri altı Wistar Albino rat grubundan oluşan toplam altı grup kullanılmıştır. Obstrüktif sarılık, sıklıkla ortak safra kanalının genişlemesiyle sonuçlanan cerrahi bir prosedürle ratlarda indüklenmiştir. Karvakrol, terapötik etkilerini değerlendirmek için 100 mg/kg dozunda uygulanmıştır. Kan örnekleri biyokimyasal analiz için toplanmış, ileum ve karaciğerden doku örnekleri histopatolojik inceleme için elde edilmiştir. Ayrıca, dalak ve mezenterik lenf düğümlerinden mikrobiyolojik analiz için örnekler alınmıştır.
BULGULAR
Sonuçlar, karvakrolün, obstrüktif sarılığı olan ratlarda karaciğer ve bağırsak hasarı veya bakteriyel translokasyon üzerinde anlamlı bir terapötik etki göstermediğini ortaya koymuştur. Karvakrolün bilinen antioksidan özelliklerine rağmen, bu deneysel modelde fayda sağladığı gösterilmemiştir.
SONUÇ
Karvakrol, antioksidan etkileriyle tanınmasına rağmen, ratlarda obstrüktif sarılığı tedavi etmede terapötik etkinlik göstermemiştir. Çalışma, daha büyük bir örneklem büyüklüğü ile yapılacak ileri araştırmaların, karvakrolün obstrüktif sarılığın yönetimindeki potansiyel rolünü daha iyi anlamak için gerekli olabileceğini önermektedir.

KLINIK ÇALIŞMA
4. 
Travmalı genç sürekli kesici dişlerde iki farklı apeksifikasyon protokolünün klinik ve radyografik değerlendirilmesi
Clinical and radiographic evaluation of two different apexification protocols in traumatized immature permanent incisors
Gülhan Koyuncuoglu, Gamze Aren
PMID: 39775507  doi: 10.14744/tjtes.2024.31532  Sayfalar 23 - 31
AMAÇ: Diş travması, olgunlaşmamış dişlerde pulpa dokusuna zarar verebilir. Revaskülarizasyon tedavisi, travma öyküsü olan, non-vital, olgunlaşmamış sürekli dişlerin tedavisinde olası bir seçenektir. Bu prospektif çalışmanın amacı, rejeneratif endodontik prosedürler ve mineral trioksit agregat apeksifikasyon teknikleriyle tedavi edilen travma öyküsü olan olgunlaşmamış dişlerin radyografik ve klinik sonuçlarını değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Yaşları 7 ile 12 arasında değişen, travmatize immatür sürekli üst kesici dişlere sahip 45 hastadan oluşan gruptan 41 hasta çalışma kapsamına alındı. Hastalar daha önce endodontik tedavi görmüş olanlar ve görmemiş olanlar olmak üzere iki gruba ayrıldı. Üniversite kliniğine doğrudan başvuran ve daha önce endodontik tedavi görmemiş 24 hasta rejeneratif endodonti protokol grubuna (grup 1) dahil edildi. Daha önce ilgili dişlerine endodontik müdahale yapılmış 17 hasta mineral trioksit agregat apeksifikasyon grubuna (grup 2) dahil edildi. Hastalar 24 ay süreyle takip edildi. Klinik başarı oranları değerlendirilirken, kök dentin genişliği ve kök uzunluğundaki yüzde artış miktarını hesaplamak için tedavi öncesi ve kontrol radyografileri değerlendirildi.
BULGULAR: 24 aylık takip sonrasında vakaların çoğunda radyografik bulgularda pozitif periapikal iyileşme tespit edildi. Grup 1'de kök uzunluğunda ve kök dentin genişliğinde sınırlı bir artış gözlenirken, apikal açıklıkta daralma belirgindi. 11 yıl sonra ulaşılabilen iki olgunun radyografik değerlendirmesi, seçilen yöntemlerin etkinliğinde uzun süreli takibin önemini vurgular tarzda idi.
SONUÇ: Revaskülarizasyon yöntemi travma sonucu nekrotik pulpalı dişlerde kök gelişimi açısından olumlu sonuçları olan bir tedavi seçeneğidir.

5. 
Yaşlı hastalarda akut subdural hematomun karmaşıklığını çözmek: Antikoagülan tedavinin etkisi ve daha iyi sonuçların peşinde
Unraveling the complexity of acute subdural hematoma in elderly patients: The impact of anticoagulant therapy and the pursuit of better outcomes
Soner Yaşar, Mehmet Can Ezgü, Gardashkhan Karımzada, Demet Evleksiz Karımzada
PMID: 39775510  doi: 10.14744/tjtes.2024.63489  Sayfalar 32 - 39
AMAÇ: Akut subdural hematom (ASDH), özellikle antikoagülan tedavi gören yaşlı hastalarda kritik ve sıklıkla ölümcül bir durumdur. Yaşlanan küresel nüfusla birlikte, ASDH dahil olmak üzere travmatik beyin yaralanmalarının görülme sıklığının artması ve klinik yönetimde önemli bir zorluk oluşturması beklenmektedir. Cerrahi olarak tedavi edilen 65 yaş üstü ASDH hastalarının sonuçlarını değerlendirmeyi amaçlayan bu çalışmada, antikoagülan tedavi alanlar almayanlarla karşılaştırılmıştır. Ayrıca, kötü sonuçlar için ana risk faktörlerinin belirlenmesi ve bu hassas popülasyonda önleyici
stratejilerin potansiyelinin araştırılması amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2018-2023 yılları arasında kurumumuzda ASDH nedeniyle ameliyat edilen 65 yaş ve üzeri 90 hasta üzerinde retrospektif bir analiz yapıldı. Hastalar antikoagülan tedavi kullanımına göre iki gruba ayrılmıştır. Demografik veriler, yaralanma mekanizmaları, klinik tablolar ve mortalite ve reoperasyon oranları dahil olmak üzere sonuçlar analiz edilmiştir. Radyolojik değerlendirmeler hematom kalınlığı, orta hat kayması ve rezidüel hematom varlığını içeriyordu.
BULGULAR: Antikoagülan kullanan ve kullanmayan hastalar arasında hematom kalınlığı, orta hat kayması veya mortalite açısından anlamlı bir fark bulunmamıştır. Bununla birlikte, antikoagülan kullanımı ile yaralanma mekanizması arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir; antikoagülan kullanan hastalarda aynı seviyeden düşme gibi düşük enerjili travma sonucu ASDH gelişme olasılığı daha yüksektir (p=0.005). Yaşlılarda ASDH ile ilişkili yüksek mortalite oranına rağmen, koagülopatinin derhal tersine çevrilmesini de içeren multidisipliner yaklaşımımız muhtemelen gözlemlenen sonuçlara katkıda bulunmuştur.
SONUÇ: Yaşlı hastalarda, özellikle de antikoagülan kullananlarda ASDH, yüksek oranda kötü sonuçlara yol açan zorlu bir sorun olmaya devam etmektedir. Bu çalışma, özellikle antikoagülan kullanan hastalarda küçük travmalarla bile ilişkili riskleri azaltmak için dikkatli önleyici tedbirlere duyulan ihtiyacın altını çizmektedir. Bulgularımız, koagülopatinin zamanında tersine çevrilmesi de dahil olmak üzere uygun yönetim protokollerinin bu yüksek riskli popülasyonda sağkalımı iyileştirmek için kritik öneme sahip olduğunu göstermektedir. Kapsamlı önleyici stratejiler geliştirmek ve doğrulamak ve bu hastalarda uzun vadeli sonuçları araştırmak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.

6. 
Penetran torasik travmalarda mortaliteyi öngörme: Acil serviste glukoz-potasyum oranının prognostik değeri
Predicting mortality in penetrating thoracic trauma in the emergency department: The prognostic value of the glucose-to-potassium ratio
Mesut Buz, İzzet Ustaalioğlu
PMID: 39775516  doi: 10.14744/tjtes.2024.96644  Sayfalar 40 - 46
AMAÇ: Penetran torasik yaralanmalar, acil servisteki (AS) travma hastalarının klinik sonuçlarını önemli ölçüde etkileyen kritik durumlardır. Bu çalışma, AS'ye bıçaklanma nedeniyle izole penetran torasik yaralanmalarla başvuran hastalarda glukoz/potasyum oranı’nın (GPR) mortaliteyi öngörmedeki prognostik değerini değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışma, 1 Ocak 2021 ve 1 Ocak 2023 tarihleri arasında üçüncü basamak bir hastanenin acil servisinde gerçekleştirilmiştir. Retrospektif kohort çalışması niteliğindeki bu araştırma, AS'de bıçaklanmaya bağlı izole penetran torasik yaralanma tanısı almış hastaları içermektedir. Hasta dosyalarında kaydedilen demografik bilgiler, klinik bulgular, laboratuvar sonuçları ve sonuçlara dayalı bir veri tabanı analizi yapılmıştır.
BULGULAR: Çalışmadaki 88 hasta, ölenler (%14.8, n=13) ve hayatta kalanlar (%85.2, n=75) olarak iki gruba ayrılmıştır. Ortanca glukoz seviyesi ölenlerde (168 [IQR 145–229 mg/dL], p<0.001) hayatta kalanlara göre (126 [IQR 111–151 mg/dL]) anlamlı derecede yüksekti; potasyum seviyesi ise hayatta kalanlarla kıyaslandığında (3.87 [IQR 3.5 - 4.18] mEq/L) daha düşüktü (3.3 [IQR 3.01-3.82] mEq/L, p=0.007). GPR, ölenlerde (51.6 [IQR 42-75.1], p<0.001) hayatta kalanlara göre (32.6 [IQR 29 - 54.8]) daha yüksekti. Glukoz/potasyum oranının mortaliteyi öngörmedeki AUROC değeri 0.831 (95% CI 0.736–0.903) olarak bulundu. ≥40.23 eşik değeri ile sensitivite %84.62 (95% CI 54.6–98.1), spesifisite %78.67 (95% CI 67.7–87.3) idi.
SONUÇ: Bulgularımız, GPR’nin, AS’ye bıçaklanmaya bağlı penetran torasik yaralanmalarla başvuran hastalarda mortalite için değerli bir prognostik belirteç olarak hizmet ettiğini ve bu hasta popülasyonunda erken risk sınıflandırmasında potansiyel rolü olduğunu göstermektedir.

7. 
Hemoroidal hastalıkta emboroid tekniği: Tek merkeze ait verilerin retrospektif analizi
Emborrhoid technique in hemorrhoidal disease: Retrospective analysis of data from a single center
Ahmet Baş, Ahmet Üstündağ, Sefa Ergün, Cesur Samancı, Süleyman Demiryas
PMID: 39775512  doi: 10.14744/tjtes.2024.79406  Sayfalar 47 - 51
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı cerrahinin kontrendike olduğu Goligher grade 4 hemoroide bağlı rektal kanamanın acil ve elektif tedavisinde süperior rektal arterin koil embolizasyonunun güvenilirliğini ve etkinliğini değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2019-2024 yılları arasında yaş ortalamaları 65±10.3 olan 18 hasta (11 erkek, 7 kadın) çalışmaya alındı. Hemoroid derecelendirmesi Goligher sınıflamasına göre, rektal kanama derecelendirmesi ise Paris kanama şiddeti skoruna göre yapılmıştır. Tüm hastalarda embolizasyon için femoral arter girişi yapılmıştır ve süperior rektal arter dalları yalnızca koiller ile embolize edilmiştir. Yoğun bakım ünitesinde takip sırasında masif rektal kanama nedeniyle hemodinamik instabilite gelişen bir hasta dışında tüm hastalar elektif olarak tedavi edildi. Takipler 1., 3., ve 6. ayda klinik muayene ve rektoskopi ile yapılmıştır.
BULGULAR: Hastaların tamamı %100 teknik başarı ile tedavi edildi. İşleme bağlı herhangi bir iskemik komplikasyon izlenmedi ve hiçbir hastada femoral arter ponksiyonuyla ilgili komplikasyon gözlenmedi. Tedavi öncesinde Goligher sınıflamasına göre tüm hastalar grade-4 olarak tespit edilmiştir. Paris kanama şiddeti skoru tedavi öncesi ortalama 6.6±1.1 olup 1. ayda bu skor 3.4±1.5, 3. ayda 3.6±1.29 ve 6. ayda 3.6±1.29 olarak bulunmuştur.1
hastada 1. ayda ve 1 hastada 3. ayda nüks görüldü. 1. ayda klinik başarı %95, 3. ay ve 6. ay kontrolleri sonrası %85 olarak bulunmuştur. Nüks görülen hastalara re-embolizasyon yapılmadı.
SONUÇ: Sonuç olarak, bu çalışma grade-4 hemoroidal hastalığa bağlı kanamanın hem acil tedavisinde ve hem de cerrahi tedaviye uygun olmayan hastaların elektif tedavisinde süperior rektal arter dallarının koil embolizasyonunun güvenli ve etkili minimal invaziv bir prosedür olduğunu göstermiştir.

8. 
Akut kalküloz kolesistit şiddeti ile enflamatuvar belirteçler nasıl değişir?
How do inflammatory marker dynamics shift with acute calculous cholecystitis severity?
Emre Erdoğan, Ali Emre Naycı, Mert Mahsuni Sevinc, Erdem Kınacı, Bagnu Orhan, Ufuk Oguz Idiz
PMID: 39775505  doi: 10.14744/tjtes.2024.08309  Sayfalar 52 - 58
Giriş: Safra taşları, kolesistit, safra kesesi gangreni, perforasyon ve ilişkili sepsis gibi komplikasyonlara yol açabilir. Bu çalışma, akut kalküloz kolesistit hastalarında hastalığın şiddetine göre CRP ve bağışıklık hücrelerinin nasıl değiştiğini belirlemeyi amaçlamaktadır.

Yöntem: Akut kalküloz kolesistitli hastalar, Tokyo kılavuzlarına göre hafif, orta ve şiddetli olmak üzere üç ana gruba ayrıldı. Tüm hastalardan hastaneye yatış sırasında CRP, nötrofil, lenfosit, yardımcı T hücreleri, sitotoksik T lenfositleri ve CD14+ monositlerdeki HLA-DR ekspresyonu akım sitometrisi ile ölçüldü ve gruplar arasında farklılık olup olmadığı değerlendirildi.

Sonuçlar: Lenfosit sayısı, CD3+, CD4+, CD8+ hücreler ve CD4+/CD8+ oranı açısından gruplar arasında anlamlı bir fark yoktu. Anlamlı olmasa da, lenfosit sayısı ve CD3+ hücreler azalma eğilimindeyken, CD4/CD8 oranı hastalık şiddeti ile birlikte artma eğilimindeydi. Bununla birlikte, nötrofil sayısı, Nötrofil/Lenfosit Oranı (NLR), CRP ve CD14+ monositlerdeki HLA-DR ekspresyonu kolesistit şiddeti ile anlamlı derecede arttı. HLA-DR, şiddetli kolesistiti öngörmede %66,7 duyarlılık ve %92,9 özgüllüğe, CRP ise %78,6 duyarlılık ve %81,00 özgüllüğe ve NLR %85,7 duyarlılık ve %76,2 özgüllüğe sahiptir.

Sonuç: CRP, NLR, lenfosit sayısı, toplam CD3+ hücreler, CD4/CD8 oranı ve monositlerde HLA-DR ekspresyonunun hastaneye yatış sırasında değerlendirilmesi, klinisyenlere hastalığın prognozu hakkında değerli bilgiler sağlayabilir.

9. 
Akut Kolesistitli Yaşlı Hastalarda Perkütan Kolesistostomi: Mortalite, Morbidite ve Hastanede Kalış Süresini Etkileyen Faktörler
Percutaneous cholecystostomy in elderly patients with acute cholecystitis: Factors influencing mortality, morbidity, and length of hospital stay
Emre Teke, Birol Agca, Yasin Güneş, Gamze Nur Teke, Ahmet Said Yaz, M. Timucin Aydin, Ahmet Başak, Gülşah Yıldırım
PMID: 39775515  doi: 10.14744/tjtes.2024.94489  Sayfalar 59 - 65
AMAÇ: Akut kolesistit (AK) giderek yaygınlaşmakta ve özellikle yaşlı popülasyonda sağlık sistemlerine yük getirmektedir. Laparoskopik kolesistektomi (LK) kesin tedavi olsa da, çeşitli faktörlere bağlı olarak perkütan kolesistostomi (PK) de tercih edilmektedir. Yaşlı hastaların tedavisi, yaşa bağlı değişiklikler ve eşlik eden hastalıklar nedeniyle cerrahi riskleri dikkatlice değerlendiren multidisipliner bir yaklaşım gerektirir. Bu retrospektif çalışmada,
acil servise başvuran ve PK uygulanan AK tanısı almış yaşlı hastalarda mortalite, morbidite ve hastanede kalış süresini etkileyen faktörleri tartışıyoruz.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2013 ile Ocak 2021 arasında yürütülen bu retrospektif çalışma, Tokyo Kılavuzlarına göre 2. ve 3. derece AK'li ve PK uygulanan 70 yaş ve üzeri hastalara odaklandı. Laboratuvar parametreleri, eşlik eden hastalıklar ve sonuçlarla ilgili veriler toplandı ve analiz edildi.
BULGULAR: Dahil edilen 76 hasta arasında, vakaların %7.9'unda komplikasyonlar meydana geldi ve en sık görülen komplikasyon kateter çıkmasıydı. Hastanede yatış sırasında ölüm oranı %5.2 idi. Hastanede kalış süresini etkileyen faktörler arasında müdahale zamanlaması ve serum albümin seviyeleri yer alıyordu. Hastaneye yatışın ilk üç gününde perkütan kolesistostomi yerleştirilmesinin hastanede kalış süresini kısalttığı gösterilmiştir.
SONUÇ: Yaşlı hastalarda AK yönetiminde kişiselleştirilmiş tedavi stratejileri önemlidir. Erken PC yerleştirilmesi hastanede kalış süresini ve maliyetleri azaltabilir. Bu demografik grupta sonuçları optimize etmek için daha fazla araştırma ve kılavuza ihtiyaç vardır.

10. 
Çoklu travma nedeniyle hastaneye kaldırılan yetişkinlerde mortalite tahmini: BIG skoru riski tahmin edebilir mi?
Predicting mortality in adults hospitalized with multiple trauma: Can the BIG score estimate risk?
Adem Az, Özgür Söğüt, Mehmet Özçömlekçi, Yunus Doğan, Tarık Akdemir
PMID: 39775514  doi: 10.14744/tjtes.2024.92879  Sayfalar 66 - 74
AMAÇ: Glasgow koma skoru (GKS), revize travma skoru (RTS) ve yaralanma şiddeti skoru (YŞS) ile yetişkin çoklu travma hastalarında hastane içi mortalite için BIG skorunun (Baz eksisi + [2.5×INR] + [15–GKS]) öngörücü performansını karşılaştırmak.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu retrospektif tek merkezli çalışmaya, Ocak 2022 ile Aralık 2023 arasında acil servisimize başvuran ve hastaneye yatırılarak takip edilen çoklu travması olan 563 yetişkin (≥18 yaş) alındı. Hastaların demografik ve klinik özellikleri ve travma skorları (örn. GKS, RTS, YŞS ve BIG skoru), hastane içi mortalite ile ilişkili faktörleri belirlemek için sağ kalanlar ve sağ kalmayanlar arasında karşılaştırıldı.
BULGULAR: BIG skoru, RTS ve YŞS ile birlikte çoklu travması olan yetişkinlerde mortalitenin bağımsız bir öngörücüsüydü (tüm karşılaştırmalar için p<0.001). BIG skoru için 10.65, %67.7 duyarlılık ve %86.5 özgüllükle ölüm oranı için kesme noktası olarak belirlenmiştir (eğri altındaki alan 0.847, %95 güven aralığı 0.808-0.886). BIG skoru, diğer travma skorlarından daha büyük pozitif (%60.8) ve negatif (%89.6) öngörü değerlerine sahipti. Tahmini ölüm riski, sırasıyla 15 ve 20 olan BIG skorları için %50 ve %80 idi.
SONUÇ: BIG skoru, çoklu travması olan yetişkinlerde hastane içi ölüm oranını doğru bir şekilde tahmin edebilir. Dahası, BIG skoru hastane içi ölüm oranını tahmin etmede GKS, RTS ve YŞS'den üstündü (ClinicalTrials.gov numarası, NCT06574464).

11. 
Posterior pelvik halka yaralanmalarında spinopelvik fiksasyon ve iliosakral vida fiksasyonunun karşılaştırılması
Comparison of spinopelvic fixation and iliosacral screw fixation for posterior pelvic ring injuries
Ekin Barış Demir, Fatih Barça, Çağrı Havıtçıoğlu, Halis Atıl Atilla, Mutlu Akdoğan
PMID: 39775508  doi: 10.14744/tjtes.2024.32050  Sayfalar 75 - 83
AMAÇ: Posterior pelvik halka yaralanmalarının tedavisi konusunda literatürde görüş birliği bulunmamaktadır. Çalışmada, posterior pelvik halka yaralanması olan hastalarda spinopelvik fiksasyon (SPF) ve iliosakral vida fiksasyonunun (ISF) radyolojik, klinik sonuçlarını ve komplikasyonlarını karşılaştırmayı amaçladık
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada, 2016-2023 yılları arasında Tile tip B ve tip C olarak sınıflandırılan ve posterior tutulumu olan pelvik halka yaralanması olan, iki merkezde SPF veya ISF ile tedavi edilen ve en az bir yıllık takibi olan 54 hasta (37 kadın, 17 erkek, ortalama yaş 38.9±18.7) retrospektif olarak analiz edilmiştir. 28 hasta SPF grubunda ve 26 hasta ISF grubundaydı. Perioperatif veriler (hemoglobin kaybı, kan ürünü replasmanı, hastanede ve yoğun bakımda kalış süresi, ameliyat süresi, floroskopi süresi) ve klinik sonuçlar (uzuv uzunluğu uyuşmazlığı, Majeed skoru, görsel
analog skala (VAS) skoru ve Kısa Form-36 (SF-36)) gruplar arasında karşılaştırıldı. Radyolojik sonuçlar Matta sonuç derecelendirmesi kullanılarak değerlendirildi. Komplikasyonlar incelendi.
BULGULAR: Hemoglobin düşüşü (ortanca 2.2-1 g/dl) (p=0.027) ve ameliyat süresi (67±10.6-37.7±11.3 dakika) (p<0.001) SPF grubunda daha fazla iken, floroskopi süresi (ortanca 2-51.5 saniye) (p<0.001) ISF grubunda daha yüksekti. Diğer perioperatif parametreler gruplar arasında farklılık göstermedi. En az bir yıllık takipte, klinik skorlar (Majeed skoru, VAS, SF-36), ekstremite uzunluk farkı ve Matta sonuç dereceleri gruplar arasında
benzerdi. Toplam komplikasyon (%46.4-%19.2) (p=0.034) ve enfeksiyon (%42.9-%3.8) (p<0.001) oranları SPF grubunda daha yüksekken, nörolojik defisit, vida malpozisyonu ve diğer yatış komplikasyonları (örn. tromboembolik veya kardiyovasküler olaylar, pulmoner komplikasyonlar, sepsis) oranları arasındaki farklar anlamlı değildi.
SONUÇ: Hem spinopelvik fiksasyon (SPF) hem de iliosakral vida fiksasyonu (ISF) teknikleri klinik ve radyolojik sonuçlar açısından benzer etkinliktedir ve her iki yöntem de düşük komplikasyon oranı sergilemektedir. Bununla birlikte, SPF grubunda daha yüksek enfeksiyon oranları ve daha fazla hemoglobin kaybı görülürken ISF ise daha fazla floroskopi maruziyeti gerektirmiştir.

12. 
Ekstansör blok pinleme ile kişiye özel plak ile fiksasyon tekniği: Kemikli mallet finger yaralanmasında iki farklı cerrahi tekniğin karşılaştırılması
Extension-block pinning versus custom-made plate fixation technique: A comparison of two methods in the treatment of osseous mallet finger injuries
Burak Kuşcu, Kaan Gürbüz
PMID: 39775506  doi: 10.14744/tjtes.2024.15332  Sayfalar 84 - 94
AMAÇ: Distal falanksın ekstansör mekanizmasındaki travmanın neden olduğu fleksiyon deformitesi ile karakterize çekiç parmak yaralanmaları, uygun şekilde tedavi edilmezse önemli fonksiyonel bozulmalara neden olabilir. Kemikli çekiç parmağı yaralanmalarına yönelik cerrahi müdahaleler genellikle ekstansör blok pinleme ve kişiye özel plak ile sabitleme gibi teknikleri içerir. Kemikli çekiç parmak yaralanmaları için ekstansör blok pinleme ile kişiye özel plak sabitlemeyi karşılaştırırken tekniğin kolaylığı, perioperatif hususlar ve postoperatif sonuçlar gibi faktörleri incelemek kritik öneme
sahiptir. Bu çalışma, bu iki yöntemi karşılaştırarak, kemikli çekiç parmak yaralanmalarının tedavisinde en uygun cerrahi yaklaşıma ilişkin değerli bilgiler sağlamayı ve bunun sonucunda daha iyi hasta bakımı ve sonuçlara ulaşmayı amaçlamaktadır.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2017'den 2022'ye kadar 89 Doyle sınıflandırması tip IVB ve IVC çekiç parmak hastasının retrospektif çalışması yapıldı. Hastalar blok randomizasyon adı verilen cerrahi teknik kullanılarak iki gruba ayrıldı. Grup 1'de ekstansiyon blok pinleme tekniği uygulanan 46 hasta, Grup 2'de ise kişiye özel plak ile tespit tekniği uygulanan 43 hasta yer aldı. DIP ekleminde herhangi bir tırnak deformitesi ve dorsal çıkıntı da kaydedildi.
BULGULAR: Yaralanmanın üzerinden geçen sürenin uzunluğu veya önceki konservatif tedavinin yokluğu veya etkisizliği nedeniyle tüm hastalar cerrahi müdahaleye uygun kabul edildi. İnceleyebildiğimiz iki grup arasında hasta demografik özellikleri açısından anlamlı bir fark yoktu. Gruplar arasında Crawford sınıflaması ve ağrı skorları açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05), ancak Q-DASH skoru ve işe dönüş süresi, kişiye özel plak ile sabitleme tekniği kullanılan Grup 2 lehine anlamlı olarak farklıydı (p<0.05).
SONUÇ: Ekstansör bloğu pinleme basitliği ve ameliyat sonrası iyi hareket aralığı sonuçlarıyla bilinir. Tersine, özel yapım plak ile sabitleme, stabiliteyi ve mekanik performansı artırarak genel fonksiyonel iyileşmeyi olumlu yönde etkiler. Bu teknikler arasındaki seçim işlem kolaylığı, perioperatif gereksinimler, mekanik etkinlik ve postoperatif fonksiyonel sonuçlara dayanmalıdır.