p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Volume : 16 Issue : 3 Year : 2024

Quick Search

SCImago Journal & Country Rank
Turkish Journal of Trauma and Emergency Surgery - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 16 (3)
Volume: 16  Issue: 3 - May 2010
EXPERIMENTAL STUDY
1.Comparison of permissive hypotensive resuscitation, low-volume fluid resuscitation, and aggressive fluid resuscitation therapy approaches in an experimental uncontrolled hemorrhagic shock model
Murat Durusu, Mehmet Eryılmaz, Gürkan Öztürk, Öner Menteş, Tahir Özer, Turgut Deniz
PMID: 20517741  Pages 191 - 197
AMAÇ
Bu çalışmada, deneysel kontrolsüz hemorajik şok modelinde agresif sıvı resüsitasyonu, düşük volümlü sıvı resüsitasyonu ve ılımlı hipotansif resüsitasyonun etkinliği karşılaştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışmada 44 erkek Guinea pig türü kobay kullanıldı. Deneysel kontrolsüz hemorajik şok modeli uygulandı. Kobaylar normovolemik-normotansif sıvı tedavisi alan grup, normovolemik-ılımlı hipotansif sıvı tedavisi alan grup, düşük volümlü-normotansif sıvı tedavisi alan grup, düşük volumlü-ılımlı hipotansif sıvı tedavisi alan grup, tedavi almayan grup (n=6) ve kontrol grubu (n=6) olmak üzere altı gruba ayrıldı. Ortalama arter basıncı (OAB) 30 mmHg olduğunda resüsitasyona başlandı. Ilımlı hipotansif resüsitasyon gruplarında OAB 45±5 mmHg olacak şekilde ve agresif resüsitasyon gruplarında OAB 60±5mmHg olacak şekilde sıvı uygulandı. Düşük volümlü sıvı tedavisi alan gruplarda hetastarch 6% (hidroksietil nişasta) ve normovolemik sıvı tedavisi alan gruplarda Ringer laktat kullanıldı.
BULGULAR
Ortalama yaşam süresi normovolemik-normotansif grupta 122,75±4,83 dk, normovelemik-ılımlı hipotansif grupta 130,87±16,31 dk, düşük volümlü-normotansif grupta 122,12±11,53 dk, düşük volümlü-ılımlı hipotansif grupta 152,25±9,10 dk idi. Düşük volümlü ılımlı hipotansif grupta yaşam süresi diğer gruplardan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu.
SONUÇ
Normotansif gruplarda kolloid ve kristalloid etkinliği benzer olmasına rağmen ılımlı hipotansif gruplarda kolloid tedavisi daha etkili bulundu. Sıvı tedavisine basıncın etkisi karşılaşıtırıldığında ılımlı hipotansif resüsitasyonun, kolloid ve kristalloid kullanılan grupların tamamında daha etkili olduğu bulundu.
BACKGROUND
In this study, we aimed to compare the efficacy of aggressive fluid resuscitation, low-volume fluid resuscitation and permissive hypotensive resuscitation in an experimental uncontrolled hemorrhagic shock model.
METHODS
Forty-four male Guinea pigs were used in the study in an experimental uncontrolled shock model. Guinea pigs were split into six groups including normovolemic-normotensive fluid treatment group, normovolemic-permissive hypotensive fluid treatment group, low-volume normotensive fluid treatment group, low-volume permissive hypotensive fluid treatment group, no treatment (n=6), and sham-operated groups (n=6). Resuscitation was initiated when mean arterial pressure (MAP) reached 30 mmHg. In the permissive hypotensive resuscitation group, fluid treatment continued until MAP reached 45±5 mmHg and in the aggressive fluid groups until MAP reached 60±5 mmHg. Resuscitation fluid was hetastarch 6% (hydroxyethyl starch) in the low-volume fluid groups and Ringer’s lactate in the normovolemic fluid groups.
RESULTS
Mean survival time was 122.75±4.83 min in the normovolemic-normotensive fluid group, 130.87±16.31 min in the normovolemic-permissive hypotensive group, 122.12±11.53 min in the low-volume-normotensive fluid group, and 152.25±9.10 min in the low-volume-permissive hypotensive fluid group. Survival time was found significantly higher in the group in which low-volume-permissive hypotensive fluid treatment was applied than in the other groups.
CONCLUSION
When pressure effect was compared during treatment, permissive-hypotensive resuscitation was found more effective in both groups that received colloid and crystalloid treatment.

ORIGINAL ARTICLE
2.Coagulopathy in multiple traumas
Muhammet Gökhan Turtay, Vedat Kırımlıoğlu, Cengiz Ceylan
PMID: 20517742  Pages 198 - 202
AMAÇ
Erken dönemde genel vücut travmalı (GVT) hastalarda, kafa travmasının ve diğer bölge travmalarının koagülasyon üzerine etkisi ve bu hastalarda koagülasyon parametreleri ile Glaskow Koma Skoru (GCS) ve travma şiddet skoru (ISS) ilişkilerinin araştırılması amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Acil servise GVT ile başvuran, 50 hasta (9 kadın, 41 erkek) çalışmaya alındı. Hastaların GCS, ISS, koagülasyon parametreleri düzeyleri belirlendi. GCS, ISS ile koagülasyon parametreleri arasında korelasyon değerlendirildi. Hastalar; önemli bir travma tespit edilmeyen (A), sadece kafa travması olanlar (B), kafa travması ve diğer bölge travması olanlar (C), kafa travması olmayan ancak diğer bölge travmaları olanlar (D) olarak ayrıldı.
BULGULAR
ISS ile uluslararası normalize oranı (INR), aktif parsiyel tromboplastin zamanı (aPTT), D-dimer ve fibrin yıkım ürünleri (FDP) düzeyleri arasında pozitif, ISS ile antitrombin (AT) ve fibrinojen düzeyleri arasında negatif bir ilişki saptandı (p<0,05). C grubuyla diğer gruplardaki INR, D-dimer, fibrinojen, aPTT, AT parametreleri karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlılık saptandı (p<0,05). Kafa travması olan ve olmayan gruplar arasındaki INR, D-dimer ve fibrinojen parametrelerinde istatistiksel anlamlılık saptandı (p<0,05).
SONUÇ
Kafa travması olan hastalarda koagülasyon parametrelerinin bozulduğu, ancak kafa travmasına diğer bölge travmaları eşlik ettiğinde koagülasyon parametrelerinin daha fazla anormalleştiği belirlendi.
BACKGROUND
This study aimed at analyzing the effect on coagulation of head trauma and other local traumas in patients exposed to multiple traumas in the early stage, and also the relations of Glasgow Coma Scale (GCS) and Injury Severity Score (ISS) with coagulation parameters in these patients.
METHODS
Fifty consecutive patients (9 women, 41 men) with multiple traumas were included in this study. The GCS, ISS and coagulation parameter levels were measured. Presence of a correlation between GCS and ISS with coagulation parameters was analyzed. Patients exposed to multiple traumas were assessed in four categories as the patients with no significant traumas (A), only head traumas (B), head trauma and other local traumas (C), and no head traumas but other local traumas (D).
RESULTS
A marked relationship was found between ISS and international normalized ratio (INR), activated partial thromboplastin time (aPTT), D-dimer, fibrin degradation product (FDP), antithrombin (AT), and fibrinogen (p<0.05). There was a statistically significant difference between Group C and the other groups in INR, D-dimer, fibrinogen, aPTT, and AT parameters (p<0.05). There was also a statistically significant difference between the groups with and without head trauma in INR, D-dimer and fibrinogen (p<0.05).

CONCLUSION
The coagulation parameters were observed to diverge in patients with head trauma, but in cases with head injuries accompanying other local traumas, more coagulation parameters became abnormal.

3.Triage decisions of emergency physicians in Kocaeli and the principle of justice
Nermin Ersoy, Aslıhan Akpınar
PMID: 20517743  Pages 203 - 209
AMAÇ
Bir çoklu yaralanma senaryosu kullanarak acil hekimlerinin triyaj karar verme yeterliklerini değerlendirmek ve acil tıp etiğinin temelinde yer alan triyaj eğitimi ihtiyacını belirlemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Kocaeli ili hastane ve hastane öncesi acil servislerde çalışan 110 acil hekimine Simple Triage and Rapid Treatment (START) algoritmasına göre triyaj uygulayacakları 17 olguluk bir çoklu yaralanma senaryosu içeren anket formu dağıtıldı. Kişisel ve profesyonel özellikler ile triyaj kararları arasındaki farkı belirleyebilmek için ki-kare testi kullanıldı.
BULGULAR
Acil hekimlerinin doğru triyaj karar oranları, birinci öncelikteki dört yaralı için %83,6 ile %90,0, ikinci öncelikteki yedi yaralı için %26,4 ile %78,2, üçüncü öncelikteki dört yaralı için %70,9 ile %91,8 ve ölü olan iki olgu için %82,7 ile %97,3 arasında değişmekte idi. Kişisel ve profesyonel özellikler (yaş, mesleki deneyim, hastane acil deneyimi ve hastane öncesi acil deneyimi) beş yaralı için istatistiksel açıdan anlamlı bulundu (p<0,05).
SONUÇ
Çalışmamız acil hekimlerinin yaralılar için yetersiz triyaj kararı verme eğilimde olduğunu göstermiştir. Bu sonuç ve ikinci öncelikteki yaralılar için verilen doğru triyaj kararlarındaki sapma eğitim programlarında klinik-etik karar verme yöntemlerinin geliştirilmesi gerektiğini göstermektedir. Böylece acil hekimlerinin önemli etik ödevlerinden olan adalet ve zarar vermeme ödevlerinin ihlal edilmesi önlenebilecektir.
BACKGROUND
We aimed to examine the accuracy of triage decision-making among emergency physicians, using a multiple casualty scenario. This will assist in determining the necessity of triage training, which is the foundation of emergency medical ethics.
METHODS
A self-administered questionnaire including a multiple casualty scenario requiring each casualty to be prioritized for treatments by Simple Triage and Rapid Treatment (START) was given to 110 emergency physicians working at pre-hospital and hospital emergency services in Kocaeli. The differences between personal/professional characteristics and triage decisions were analyzed using chi-square test.
RESULTS
Accurate triage decision rates of the emergency physicians ranged from 83.6% to 90.0% for four immediate casualties, 26.4% to 78.2% for seven urgent casualties, 70.9% to 91.8% for four delayed casualties, and 82.7% to 97.3% for two dead cases. Personal and professional characteristics were found to be statistically significant in five cases (p<0.05).

CONCLUSION
This study showed that emergency physicians tended to under-triage patients. This result and the discrepancy of the accuracy rates in urgent casualties revealed the necessity for improvement in medical-ethical decision-making in the training programs. This improvement will help in reducing violation of the important duties of justice and of do no harm by the emergency physicians.

4.Snakebites in adults from the Diyarbakır region in southeast Turkey
Behçet Al, Murat Orak, Mustafa Aldemir, Cahfer Güloğlu
PMID: 20517744  Pages 210 - 214
AMAÇ
Yılan zehiri ile zehirlenme hızlı tedavi gerektiren bir tıbbi acil durumdur. Türkiye’deki zehirli yılan sokmaları kısmi doku hasarı ve sistemik semptomlara neden olabilmektedir. Vipera ammodytes türü Türkiye’nin güneydoğusunda en zehirli olanıdır.
GEREÇ VE YÖNTEM
2003 ve 2005 yılları arasında acil servisimize başvuran 79 V. ammodytes yılan sokması olgularının demografik, epidemiyolojik karakterleri, klinik belirti ve bulguları, laboratuvar bulguları, tedavileri ve sonuçları prospektif olarak incelendi, analiz edildi.
BULGULAR
En yaygın belirti ve bulgular diş izleri (%100), ağrı (%100), şişkinlik (%83,54), ekimoz (%92,40), taşikardi (%24,05), baş dönmesi ve bayılma (%14,52), ateş (%18,98), bölgesel lenf nodu büyümesi (%43,03), bulantı (%70,89), hipotansiyon (%21,52), kusma (%36,71) ve dispne (%3,22) idi. Ana komplikasyonlar tromboflebit, hareket kısıtlığı, lokal hemorajik bül oluşumu, cilt kanaması, rabdomiyoliz, duyu azalması, akut böbrek yetersizliği, doku kaybı ile beraber nekrozis, parmak amputasyonu, karpal tunel sendromu ve kompartman sendromu idi.
SONUÇ
Bir V. ammodytes ısırığı acil hastane bakımı gerektiren ciddi bir durumdur. Olguların çoğu konservatif yöntemlerle başarılı bir şekilde tedavi edilebilir. Serimizde ölüm meydana gelmemiştir.
BACKGROUND
Snake venom poisoning is a medical emergency requiring immediate attention. Bites from poisonous Turkish snakes can lead to local tissue damage and systemic symptoms. The Vipera ammodytes species accounts for the majority of envenomation in southeast Turkey.
METHODS
The demographic and epidemiological characteristics, clinical symptoms and signs, laboratory findings, treatment, and outcome of 79 consecutive victims of V. ammodytes poisoning admitted to our hospital from 2003 to 2005 were reviewed and analyzed prospectively.
RESULTS
The most common symptoms and signs included fang marks (100%), pain (100%), swelling (83.5%), ecchymosis (92.4%), tachycardia (24.1%), fainting or dizziness (14.5%), fever (19.0%), enlargement of regional lymph nodes (43.0%), nausea (70.9%), hypotension (21.5%), vomiting (36.7%), and dyspnea (3.2%). The main complications were thrombophlebitis, reduced range of motion, local hemorrhagic blister formation, bleeding from skin, rhabdomyolysis, reduced sensation, acute renal failure, necrosis with tissue loss, digit amputation, carpal tunnel syndrome, and compartment syndrome.
CONCLUSION
A V. ammodytes bite is a potentially serious event that requires immediate hospital care. Nevertheless, the majority of victims can be treated successfully with conservative methods. No deaths occurred in our series.

5.Prognostic factors and outcome of traumatic diaphragmatic rupture
Ali Akbar Beigi, Hassan Masoudpour, Siavoush Sehhat, Elham Fatemeh Khademi
PMID: 20517745  Pages 215 - 219
AMAÇ
Travmatik diyafragma fıtıkları, künt ve penetran yaralanmalardan sonra sıklıkla oluşmaktadır. Travmatik diyafragma yırtığı tanısında zorluklar, eşlik eden yaralanmalar ve diyafragma yaralanmalarının sessiz doğası ilk başvuruda geç tanı konmasının en sık nedenleridir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Alzahra Hastanesi’nde Ağustos 2004 ile Haziran 2008 tarihleri arasında post-travmatik diyafragma fıtığı nedeniyle tedavi edilen 34 hastanın (28 erkek, 6 kadın; ortalama yaş 32,3 yıl; dağılım 1-68) tıbbi kayıtları, retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR
Diyafragma yırtığı hastaların 22’sinde (%64,7) sol tarafta, 11’inde (%32,4) sağ tarafta ve 1’inde ise (%2,9) iki taraflıydı. Künt travma, 22 hastada yaralanma (%64,7) nedeniydi. İlk operasyonda tanı, 15 hastada (%44,1) ameliyat öncesinde, 13 hastada (%38,2) ameliyat sırasında koyuldu. Tanı, 6 hastada (%17,7) ilk operasyonda atlandı. Üç hastada, viseral organ strangülasyonu görüldü. Travma başlangıcı ile tanı arasındaki en uzun interval, bir olguda yaklaşık üç yıl oldu. Hastaların 22’sinde (%64,7) eşlik eden birden çok sayıda yaralanma gözlendi ve bunlar en yaygın olarak dalak yaralanması (%38,2), ekstremite kırıkları, hemotoraks (%29,4) ve karaciğer yaralanması (%26,5) şeklindeydi. Dokuz hastada (%26,5) ameliyat sonrası komplikasyonlar gözlendi. İzole künt travmatik rüptür mortalitesi %0 oldu. Hemorajik şok, genç yaş ve eşlik eden yaralanmalar, mortalite ve morbiditeyi anlamlı şekilde arttırdı.
SONUÇ
Diyafragmatik fıtık insidansının nadir olması gerçeğine karşın, toraks ve karına ilişkin tüm künt ve penetran travmalarda diyafragma fıtığından kuşkulanılmalıdır. Geç komplikasyonların çoğunlukla yüksek morbidite ile birlikte olması nedeniyle, böyle bir yaralanmanın varlığı, tanısal işlemler tamamlanmadan önce ekarte edilmelidir.
BACKGROUND
Traumatic diaphragmatic hernias commonly occur after blunt and penetrating trauma. The difficulties in diagnosing traumatic diaphragmatic rupture due to coexisting injuries and the silent nature of the diaphragmatic injuries at the first admission are the most common causes of delayed diagnosis.
METHODS
The medical records of 34 patients (28 male, 6 female; mean age 32.3 years; range 1 to 68) treated for post-traumatic diaphragmatic hernias between August 2004 and June 2008 in Alzahra Hospital were analyzed retrospectively.
RESULTS
Rupture of the diaphragm was left-sided in 22 (64.7%) and right-sided in 11 (32.4%) and bilateral in 1 (2.9%) of the patients. Blunt trauma accounted for the injuries of 22 patients (64.7%). In the first operation, diagnosis was established preoperatively in 15 patients (44.1%) and intraoperatively in 13 (38.2%). The diagnosis was missed in 6 (17.7%) patients in the first operation. Strangulation of the viscera was seen in three patients. The longest interval between the onset of trauma and diagnosis was approximately three years in one case. Multiple associated injuries were observed in 22 patients (64.7%), the most common of which were spleen injury (38.2%), fractures of the extremities and hemothorax (29.4%) and liver injury (26.5%). Postoperative complications were seen in nine patients (26.5%). Mortality of isolated blunt traumatic rupture was 0%. Hemorrhagic shock, young age and associated injuries significantly increased the mortality and morbidity.

CONCLUSION
Despite the fact that the incidence of diaphragmatic hernia is uncommon, it should be suspected in all blunt or penetrating traumas of the thorax and abdomen. Because late complications are usually associated with high morbidity, the presence of such an injury should be excluded before terminating the exploratory procedure.

6.Penetrating cardiac trauma in children
Mustafa Goz, Ömer Cakir, Mehmet Nesimi Eren
PMID: 20517746  Pages 220 - 224
AMAÇ
Çocuklarda penetran kalp yaralanmaları dramatik ve ölümcül travmalardır. Birçok olgu, hastaneye ciddi şokta veya hayatını kaybetmiş olarak ulaşır. Bu çalışmamızda penetran kalp yaralanması olan çocuk hastalarımızla ilgili deneyimimizi aktarmayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM
Penetran kalp yaralanmalı 17 çocuk hasta geriye dönük olarak incelendi. Hastaların demografik karakterleri, yaralanmanın nedenleri, hastaneye geliş zamanı, acil servis inceleme bulguları, kullanılan tanı yöntemleri ve uygulanan cerrahi yöntemlerin sonuçlar üzerine etkisi incelendi.
BULGULAR
Geriye dönük analizleri yapılan 17 hastanın erkek-kadın oranı 16: 1, yaş aralığı 3-15 yaş, ortalama 12,94±3,52 yaş idi. Tüm hastalarda yaralanma nedeni kesici delici alet yaralanması olarak tespit edildi. Ivatury fizyolojik indeks skoru 8.23±0.78 iken ortalama kardiyak yaralanma organ ölçeği skoru 5,00±0,00 olarak bulundu. Bir olgu ile hastane mortalitesi %5,9 olarak tespit edildi.
SONUÇ
Çocuklarda penetran kardiyak yaralanmalarda kanama ve/veya tamponad nedeniyle çok kısa sürede şok gelişebilir. Erken tanı ve acil torakotomi yaralanma sonrası hastaların hayatta kalmasında temel faktörlerdir.
BACKGROUND
Penetrating cardiac traumas in children are dramatic and fatal. Many of the patients are admitted to hospital either in a state of shock or they are dead at presentation. In this study, we aimed to present our experience in penetrating cardiac trauma in children.
METHODS
Seventeen pediatric cases of penetrating cardiac trauma were retrospectively evaluated. The effects on the results of the demographic characteristics of patients, etiology of penetrating trauma, time of presentation to the hospital, physical examination findings in the emergency department, diagnostic methods used, and the surgical techniques applied were evaluated.
RESULTS
The male to female ratio of the 17 retrospectively evaluated cases was 16: 1, with an age range of 3-15 years. The patients’ mean age was 12.94±3.52 years. In all patients, the penetrating cardiac trauma was due to incisive/penetrating tools. The mean Ivatury physiologic index score was 8.23±0.78, whereas the mean cardiac injury organ scale score was 5.00±0.00. The hospital mortality rate was 5.9% due to the loss of one patient.
CONCLUSION
Shock may develop in pediatric penetrating cardiac trauma in a short time due to hemorrhage and/or cardiac tamponade. The prime factors for patient survival are early diagnosis and emergency thoracotomy.

7.The myopathic effects of electrical injury
Dursun Aygün, Hayriye Gönüllü
PMID: 20517747  Pages 225 - 228
AMAÇ
Bu çalışmada, elektrik çarpmasıyla yaralanan hastalarda voltaj seviyesinin kas harabiyeti üzerine etkisi araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu geriye dönük olarak yapılan çalışmaya elektrik çarpmasıyla yaralanan 36 hasta alındı (21 yüksek voltaj ve 15 düşük voltaj). Başvuruda her bir hastanın serum kreatin kinaz (CK), aspartat aminotransferaz (AST) ve alanin aminotransferaz (ALT) değerleri belirlendi.
BULGULAR
Her nekadar biz çalışmamızda yüksek voltaja maruz kalan hastalardaki serum CK seviyelerini düşük voltaja maruz kalan hastalardakilerden daha yüksek bulduysak da, bu iki grup arasındaki fark anlamlı değildi. Serum AST ve ALT seviyeleri her iki grupta da yüksek idi. Fakat gruplar arasında hiçbir anlamlı fark yoktu.
SONUÇ
İskelet kas harabiyetinin yüksek ve düşük voltaj elektrik yaralanması ile meydana gelebildiği ve bu hastalarda kas harabiyeti derecesinin kas enzimlerinin özellikle CK’nın, yükselmiş başlangıç serum seviyeleri ile uyumlu olabildiği sonucuna varıldı. Bununla birlikte voltaj seviyesinin kas harabiyetinin derecesi ile direkt korelâsyonunun güçlü bir delilinin olup olmadığını belirlemek için daha ileri araştırmalar gereklidir.
BACKGROUND
In this study, we investigated the effect of voltage levels on muscle damage in patients with electrical injuries.
METHODS
This retrospective study included 36 patients with electrical injury (high voltage, 21; low voltage, 15). Initial serum creatine kinase (CK), aspartate aminotransferase (AST) and alanine aminotransferase (ALT) were obtained from each patient on admission.
RESULTS
Although CK levels were observed to be higher in the high-voltage injured patients than in those exposed to a low voltage, the difference was not statistically significant. The serum AST and ALT levels were elevated in both groups, but there was no significant difference between the groups.
CONCLUSION
Skeletal muscle damage can be caused by both high-voltage and low-voltage electrical injury, and in these patients, the degree of muscle damage may be consistent with the elevated initial serum levels of muscle enzymes, especially of CK. However, further researches are necessary to determine if there is strong evidence of a direct correlation between voltage level and the degree of muscle damage.

8.Usage of lidocaine-prilocaine cream in the treatment of postburn pain in pediatric patients
Eksal Kargı, Bülent Tekerekoğlu
PMID: 20517748  Pages 229 - 232
AMAÇ
Çocuklarda yüz yanıkları oldukça sık gözükmektedir. Ağrı çeken hastaların yanık yaralarını kapatma amacı ile birçok yara kapama örtüleri kullanılabilir. Bu örtüler ağrıyı azaltma amacı ile lokal anastezikler ile kombine edilebilirler. Lidokain - prilokain krem (%5’lik) (LPC) plastik cerrahlar tarafından lokal anatezik olarak değişik amaçlarla kullanılmaktadır. Bu çalışmada, yüzü yanan çocuk hastalarda ağrının kesilmesinde topikal LPC etkilerini, LPC pansumanın kullanılmadığı bir kontrol grubuyla da karşılaştırarak araştırdık.
GEREÇ VE YÖNTEM
2003 ile 2006 yılları arasında acil servis ve plastik cerrahi polikliniğine başvuran 30 çocuk hasta (ortalama yaş 11,3; dağılım 8-15) çalışmaya dahil edildi. Hastaların yanık alanları toplam vücut yüzeyinin yüzde 1’i ile 5’i arasında değişmekteydi.
BULGULAR
Her iki grupta yanık sonrası ağrı kesici ilaç ihtiyacı birinci, ikinci ve üçüncü 8 saatlik sürelerle kaydedildi. Ağrı düzeyi bu zamanda sözel numaralandırma skalası kullanılarak değerlendirildi. Sonuçta ilk ve ikinci 8 saatlik dönemde LPC kullanmayan grup ile kullanan grup arasında anlamlı fark gözlendi. Üçüncü 8 saatlik dönemde ise anlamlı fark gözlenmedi. LPC’nin pansumanda kullanımı ile yaralanma sonrası ilk 16 saatte etkinliğinin güçlü olduğu ve daha sonra ağrı kesici ihtiyacının gerektiği ve klinik uygulamada çocukların yüz yanıklarında uygulanabileceği sonucuna varıldı.
SONUÇ
LPC ilk 16 saat içinde iyileştirmede etkili bulunmuştur. Son 8 saatlik süre içinde etkinliğini kaybettiğinde destek oral ağrı kesici tedavisini öneririz.
BACKGROUND
Facial burns are quite common among children. Many different wound-covers can be used for dressing burn wounds, which is usually painful for the patients. These covers can also be combined with local anesthetic creams. Lidocaine-prilocaine cream 5% (LPC) is commonly used as a topical anesthetic by physicians performing plastic surgery. In the present study, we investigated the effects of topical LPC on pain cessation in pediatric patients with face burn and compared results with a control group in which LPC was not used in the wound dressing.
METHODS
Thirty pediatric patients (average age 11.3, range 8-15) among those who admitted to our emergency service and plastic surgery outpatient clinic between 2003 and 2006 were included in this study. The patient’s burned areas ranged between 1 and 5% percent of their total body surface.
RESULTS
The need for analgesic medicine was recorded in the first, second and third 8-hour periods postburn in both groups, and pain level was evaluated at these time points using a verbal rating scale. There was a significant difference between the two groups with respect to values of the first and second 8-hour periods, while in the third 8-hour period, no significant difference was observed. We conclude that topical local anesthetics administered for 16 hours postburn significantly reduce the duration of pain after injury, which suggests a potential use in clinical practice in the treatment of children with face burn.
CONCLUSION
While LPC was found to have an ameliorating effect in the first 16 hours, we recommend oral analgesic co-therapy support since it loses its efficacy in the last 8-hour period.

9.Analyses of clinical prognostic factors in operated traumatic acute subdural hematomas
Aykut Karasu, Erdinç Civelek, Yavuz Aras, Pulat Akın Sabancı, Tufan Cansever, Hakan Yanar, Günseli Sağlam, Murat İmer, Kemal Tanju Hepgül, Korhan Taviloğlu, Ali Canbolat
PMID: 20517749  Pages 233 - 236
AMAÇ
Travmaya bağlı akut subdural kanamalar kafa travma tanıları arasında en ölümcül olanıdır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışmada 1998 ile 2006 yılları arasında travma sonrası akut subdural kanama tanısı ile ameliyat edilen 113 hasta geriye yönelik olarak incelendi. Başvuru sırasındaki Glasgow Koma Skalası (GKS) Skoru, hasta yaşı, travma ile ameliyat arasında geçen süre ve pupilla reaksiyonundaki anormalliklerin mortalite ve morbidite üzerindeki etkilerini saptamak amacıyla istatistiksel analiz yapıldı.
BULGULAR
Elde edilen sonuçlar güncel literatürle karşılaştırılarak tartışıldı. Yüz on üç hastadaki toplam mortalite %56,6 olarak bulundu.
SONUÇ
Başvuru sırasındaki GKS skoru, hasta yaşı, travma ile ameliyat arasında geçen süre ve pupilla reaksiyonundaki anormalliklerin prognozun belirlenmesinde önemli olduğu sonucuna varılmıştır.
BACKGROUND
Traumatic acute subdural hematoma is the most lethal of all head injuries.
METHODS
In this study, 113 patients with the diagnosis of posttraumatic acute subdural hematoma, who were operated between 1998 and 2006, were reviewed retrospectively. Statistical analysis was performed to detect any effects of the variables of age, Glasgow Coma Scale (GCS) score on admission, time interval between the trauma and operation, and abnormality in the pupil reaction on the disease mortality and morbidity.
RESULTS
Results obtained in the study are discussed and compared with the related current literature. The overall mortality in 113 patients was 56.6%.
CONCLUSION
According to the results, the most important determinants of the prognosis are GCS score of the patient on admission, abnormality in pupil reaction, timing of the operation, and the patient’s age.

10.Intensity and localization of trauma in non-fatal electrical injuries
Tarık Gündüz, Ömür Elçioğlu, Cengiz Çetin
PMID: 20517750  Pages 237 - 240
AMAÇ
Elektrik yaralanmaları günümüzde dünya çapında artış gösteren bir sorundur. Türkiye’de yanıklar göreceli olarak yaralanmaların küçük bir kısmını oluştursa da önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Elektrik yaralanmaları yüksek ya da düşük voltajla temasla ortaya çıkar. Düşük voltaj yaralanmaları genellikle evde olmaktadır. Yüksek voltaj yaralanmaları işle ilgili bir ortamda kısa süreli temas sonucunda, ciddi doku hasarına ve ikincil yaralanmalara sebep olabilir.
GEREÇ VE YÖNTEM
1997-2005 yılları arasında elektrik yaralanması nedeniyle sağlık kurumumuza başvuran 55 olgu değerlendirildi. Elektrik yaralanması olarak tanı alan 55 kişinin dosya kayıtları araştırma verisini oluşturdu. Dijital ortamdaki yanık kayıtları analizlerde kullanıldı.
BULGULAR
Yanıklar farklı yaş gruplarında ve her iki cinste de görülebilmektedir. Olgulardan %89,1’i erkek idi. Yaralanmaların 41’inde yüksek 14’ünde düşük voltaj nedeniyle hasarlanmalar oluşmuştur. Komplikasyonların en yaygın olduğu grup yüksek voltajın neden olduğu yaralanmalardır. Erkeklerin hastanede en uzun kalma süresi (33,69±21,13) gündür. Bu gruptaki hastaların çoğu ameliyat edilmiştir.
SONUÇ
İşle ilgili faaliyetler yüksek voltaj yaralanmalarının çoğunluğundan sorumludur. En yaygın olarak elektrik hatları üzerinde çalışan elektrikçiler bu tip kazalara maruz kalmaktadır. Bu gruptaki hastalar genç insanlardır, iş yaşamlarının da başlangıcındadırlar. Araştırmamız daha iyi toplumsal eğitim, kazaları önlemeye yönelik güçlü çabalar, elektriğin kullanım ve dağıtımında katı düzenlemeler gerektiğinin altını çizmektedir.
BACKGROUND
Electrical injuries currently remain a worldwide problem. In Turkey, burns are relatively small in number among injuries overall, but they continue to be a major public health problem. Electrical injuries may occur due to high- or low-voltage contact. Injuries due to low voltage usually occur at home. High-voltage injuries are usually work-related and result from a shorter contact, but may cause serious tissue destruction and secondary injuries.
METHODS
The objective of this study was to review a medical institution’s experience with electrical injuries between 1997–2005. The institution admitted 55 electrical injury cases throughout this period. A computerized burns registry was used for data collection and analysis.
RESULTS
The burn causes differed among age groups and between the sexes, with males constituting 89.1% of the electrical burn patients. Forty-one of the injuries were due to high voltage whereas 14 injuries were due to low voltage. Complications were most common in the high-voltage group. Mean length of stay was longest in this group, at 33.69±21.13 days, and the patients in this group also required the most operations.
CONCLUSION
Work-related activity was responsible for the majority of these high-voltage injuries, with the most common occupations being linemen and electricians. These patients tended to be younger men in the prime of their working lives. Our study underlines the need for stronger efforts aimed at prevention, such as better public education and strict regulations regarding the distribution and use of electricity.

11.Occupational injuries admitted to the Emergency Department
Seda Özkan, Şebnem Kılıç, Polat Durukan, Okhan Akdur, Alper Vardar, Sebahattin Geyik, İbrahim İkizceli
PMID: 20517751  Pages 241 - 247
AMAÇ
Çalışmamızda iş kazalarına bağlı yaralanmaların özelliklerini, nedenlerini ve sonuçlarını tanımlamayı amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM
İş kazaları sonucunda oluşan yaralanma ile acil servise gelen hastalar geriye yönelik olarak incelendi. İş kazalarına bağlı yaralanmalarda, cinsiyet, yaralanmanın oluş mekanizması, yaralanma tipi, yaralanmanın olduğu yer, yaralanma şiddet skoru ve iş tipi gibi parametreler değerlendirildi.
BULGULAR
Her iki acil bölümüne 2006 yılı boyunca gelen iş kazasına bağlı yaralanma sayısı 1038 idi. Olguların yaş ortalaması 31,6±9,6 idi. En yaygın görülen yaralanma mekanizması %31,5 ile vücuduna makinaya kaptırma olarak saptandı. Bunu sırasıyla %21,5 ile künt cisimle yaralanma, %18,9 ile yüksekten düşme, %17 ile delici kesici aletle yaralanma, %3,9 ile göze yabancı cisim kaçması ve diğerleri izledi. İzole ekstremite yaralanması (%74,2) en çok yaralanan vücut bölgesi idi. Bunu sırasıyla çoklu vücut yaralanması (%8,5), yüz yaralanmaları (%5,5), baş-boyun yaralanmaları (%4,6) izledi. Olguların %90’ı acil serviste tedavisi yapıldıktan sonra taburcu edilirken, %7’si değişik bölümlere yatırıldı.
SONUÇ
İş kazalarına bağlı yaralanmaların büyük kısmı acil servislerde değerlendirilmektedir. Acil servislerdeki gözlemler, iş yeri ile ilişkili kazaların önlenmesinde ve iş kazalarına bağlı yaralanmaların özelliklerinin tanımlanmasında yardımcı olabilir.
BACKGROUND
We aimed to identify the characteristics, causes and rates of injuries associated with occupational accidents.
METHODS
Patients who presented to the Emergency Department due to injuries occurring as a result of occupational accidents were determined retrospectively. In occupational injuries, several parameters were evaluated, such as gender, occurrence mechanism, injury type, injury localization, severity score of the injury, and the type of profession.
RESULTS
The number of occupational injury admissions in the Emergency Departments of our two centers during 2006 was 1038. Mean age of the cases was 31.6±9.6. The most common mechanism of injuries was determined to be caught-in-machinery, at 31.5%, followed by blunt object injury (21.5%), fall from height (18.9%), penetrating-sharp object injury (17%), ocular foreign body (3.9%), and others. Isolated extremity injuries (74.2%) were the most common injury site, followed by multiple bodily injuries (8.5%), facial injuries (5.5%) and head-neck injuries (4.6%). While 90% of cases were discharged after treatment in the Emergency Department, 7% were referred to various departments for hospitalization.
CONCLUSION
In the majority of cases, patients with injuries associated with occupational accidents presented to Emergency Departments. Observations in Emergency Departments may help reveal details of occupational injuries and prevent workplace-related accidents.

12.Ultrasonographic findings and evaluation of white blood cell counts in patients undergoing laparotomy with the diagnosis of acute appendicitis
Ahmet Demircan, Gülbin Aygencel, Mehmet Karamercan, Mehmet Ergin, Tonguç Utku Yılmaz, Ahmet Karamercan
PMID: 20517752  Pages 248 - 252
AMAÇ
Akut apandisit (AA) cerrahi gerektiren hastalıklar arasında en sık rastlanan patolojilerden biridir. Tipik olgularda tanısı kolaydır, atipik olgularda tanısı son derece zordur. Bu çalışmada AA ön tanısı ile izlenen hastalarda ultrasonografi (USG) bulguları ve lökosit sayısı incelendi ve AA tanısındaki değerleri belirlenmeye çalışıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
2006 yılının ilk 6 ayında AA ön tanısı ile laparatomiye alınan 85 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Histopatolojik tanı (akut apandisit) ile lökosit sayısı ve USG bulguları karşılaştırıldı; tanıdaki duyarlılıklar ortaya konulmaya çalışıldı.
BULGULAR
Hastaların yaş ortalaması 33,5 yıl ve %44,7’si kadındı. Hastaların %95,3’ünde lökosit sayısı 10000/mm³ ve üstündeydi. Hastaların %74,1’inde (n=63) USG yapılmış ve %58,7’sinde (n=37) AA ile uyumlu rapor edilmiştir. Histopatolojik olarak 4 hastada (%4,7) AA lehine bulgu yoktur (negatif laparatomi). Histopatolojik tanıya göre lökosit sayısının (≥10000/ mm³) AA tanısını belirlemedeki duyarlılığı %98,77 ve seçiciliği %75’dir. USG’nin tanıdaki duyarlılığı %61,02 ve seçiciliği %75’dir. ROC eğrisi altında kalan alanlar karşılaştırıldığında lökosit sayısının tanıyı belirlemede daha duyarlı olduğu görülmüştür.
SONUÇ
Bu çalışmada USG’nin duyarlılığı literatürde bildirilen yüksek duyarlılık oranlarına göre düşük bulunmuştur. Lökosit sayısının duyarlılığı ise USG’ye göre daha yüksek bulunmuştur.
BACKGROUND
Acute appendicitis (AA) is one of the most frequent pathologies among surgical illnesses. Diagnosis is easy in typical cases, but difficult in atypical cases. In this study, ultrasonographic (USG) findings and leukocyte counts of patients were examined to determine their values in the diagnosis of AA.
METHODS
Data for 85 patients seen in the first six months of 2006 were examined retrospectively. Histopathological diagnosis together with leukocyte counts and USG findings were compared, and sensitivities in the diagnosis were determined.
RESULTS
The average age of the patients was 33.5, and 44.7% were female. In 95.3% of the patients, leukocyte counts were 10000/mm3 and above. In 74.1% of the patients (63 patients), USG was performed, and 58.7% of the cases (37 patients) were compatible with AA. In four (4.7%) of the patients, AA was not found histopathologically (negative laparotomy). The sensitivity of leukocyte counts (≥10000/mm³) was 98.8% and its selectivity was 75%. The sensitivity of USG was 61.0% and its selectivity was 75%. When the areas under the receiver operating characteristics (ROC) curve were compared, leukocyte counts were more sensitive in determining the diagnosis.
CONCLUSION
In this study, the sensitivity of USG was lower than the high sensitivity ratios reported in the literature. However, the sensitivity of leukocyte counts was significantly higher than that of USG.

13.Using the properties of Amyand’s hernia in children in the preoperative diagnosis: our experience and review of the literature
Barlas SULU, Serkan ISLER
PMID: 20517753  Pages 253 - 259
AMAÇ
Amyand herni, inguinal herni kesesi içinde normal veya enflame apendiksin bulunduğu nadir bir durumdur. Bu nedenle ameliyat öncesi ayırıcı tanısı oldukça zordur. Bu çalışmada, farklı yaşlardaki çocuk olguların özellikleri incelenerek, bu özelliklerden ameliyat öncesi tanıda yararlanıp yararlanılamayacağı değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışmada, ameliyat ettiğimiz 4 olgu ile literatürlerdeki 15 Amyand hernili çocuk hastanın (0-15 yaş arası) demografik, ameliyat öncesi, ameliyattaki ve ameliyat sonrası özellikleri geriye dönük olarak değerlendirildi. Bu 19 olgu 0-1 yaş ve 1 yaş üstü olarak iki gruba ayrılarak özellikleri karşılaştırıldı.
BULGULAR
İki grupta da farklı özellikler saptandı. Ancak, 1 yaş üstü çocuklarda herni kesesi içinde apandisit varlığında, semptomların görülme sıklığı ve sırası, lökositoz varlığı, bağırsak seslerinin durumu gibi ölçütler abdomendeki apandisit (akut apandisit) ile benzerlik göstermekte idi.
SONUÇ
Bir yaşından büyük, inkarsere-strangüle herni şüphesi ile acil kliniklere başvuran Amyand hernili çocuklarda, dikkatli inceleme sonucu ameliyattan önce Amyand herninin tanısının konması mümkün olabilir.
BACKGROUND
Amyand’s hernia is a rare hernia in which a normal or inflamed appendix is found in the inguinal hernia sac. Differential diagnosis of Amyand’s hernia prior to surgery is quite difficult. In this study, in order to develop a preoperative diagnostic approach, cases of pediatric patients at different ages were analyzed and their common properties are discussed herein.
METHODS
In the present study, the findings in pediatric patients (ages 0-15) with Amyand’s hernia reported in the literature together with findings in four cases operated in our center were retrospectively assessed with respect to their demographic, preoperative, peroperative, and postoperative characteristics. These 19 cases in total were divided into two groups as age 0-1 and over age 1, and their characteristics were compared.
RESULTS
The two groups revealed different characteristics. However, in children over age 1, in the presence of appendicitis in the hernia sac, criteria like the frequency and order of symptoms, leukocytosis and bowel sounds showed similarity with abdominal appendicitis (acute appendicitis).
CONCLUSION
In children over age 1 with Amyand’s hernia who are admitted to the emergency clinic with suspected incarcerated and strangulated hernia, it is possible to diagnose Amyand’s hernia after a detailed preoperative examination.

14.An evaluation of the pediatric medico-legal admissions to a tertiary hospital emergency department
Mustafa Sever, Eylem Ulaş Saz, Mehmet Koşargelir
PMID: 20517754  Pages 260 - 267
AMAÇ
Çalışmanın amacı, bir üçüncü basamak hastane acil servisine başvuran adli nitelikli çocuk hastaların, demografik, epidemiyolojik özelliklerini ve tedavi sonuçlarını saptamak, ulusal verilerimize katkıda bulunmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Adli nitelikli çocuk hastaların dosya bilgileri geriye dönük incelendi. Hastalar travmatik (Grup 1) ve travmatik olmayan (Grup 2) başvurular olarak iki gruba ayrıldı. Yaş, cinsiyet, başvuru sebepleri ve sıklıkları, lokal ve çoklu travma görülme sıklığı (Kısaltılmış Yaralanma Ölçeği temel alınarak) ve oluştuğu vücut bölgeleri, yatış, taburculuk ve mortalite oranları gibi özellikleri kaydedildi. Veriler, tanımlayıcı yöntemler (frekans, yüzde oran, çeyrekler arası oran), Kolmogorov-Simirnov ve ki-kare testleri kullanılarak değerlendirildi, p değeri <0,05 olan istatistiksel farklılıklar anlamlı kabul edildi.
BULGULAR
Çalışmaya 486 hasta dâhil edildi. Yaş ortalaması 8,91±5,08 yıl olarak saptandı (%95 GA). Hastaların çoğu erkekti (%66,3). Beş-dokuz yaş grubu hasta sayısı (n=162, %33,3) diğerlerine oranla fazlaydı (Kolmogorov-Simirnov testinde p=0,000). Yaz başvuruların en sık gözlendiği mevsimdi. Grup 1’de 153 (%31,5) hasta saptandı. En sık başvuru nedeni kazara ilaç içmeydi (%13,8, n=67). Grup 2’de en sık başvuru nedeni trafik kazasıydı (n=158, %32,5).
SONUÇ
Çocukluk çağında motorlu araç ve ev kazaları önlenebilir sağlık sorunlarının başında yer almaktadır. Güvenli bir çevre oluşturulması, ebeveyn ve çocuklara sürekli koruyucu sağlık eğitimi verilmesi ve yasal düzenlemeler yaralanma kontrolünde etkin olacaktır.
BACKGROUND
This study aimed to determine the demographic and epidemiological characteristics and to investigate the outcomes of pediatric medico-legal cases who admitted to the emergency department. It was also aimed to contribute to the national survey.
METHODS
Medico-legal charts of the pediatric cases were reviewed retrospectively. Patients were allocated into two groups as traumatic (Group 1) and non-traumatic (Group 2). Age, sex, presenting complaint and frequencies, local or multiple trauma frequencies, and localizations (based on the Abbreviated Injury Scale) and also admission, discharge and mortality rates were ascertained. Data were evaluated by descriptive methods, Kolmogorov-Smirnov and chi-square tests. Values of p<0.05 were accepted as significant.
RESULTS
There were a total of 486 eligible patients. The mean age was 8.91±5.08 years (95% confidence interval [CI]). The majority (66.3%) were male. The group aged 5-9 years was larger (33.3%) than the others (in Kolmogorov-Smirnov test, p=0.000). Summer was the most common season for admissions. There were 153 patients in Group 1, and the most common complaint was accidental drug intake (13.8%). In Group 2, the most common reason for admission was motor vehicle accident (32.5%).
CONCLUSION
Motor vehicle and home accidents in childhood are preventable health problems. To ensure a safe environment, continuous health education programs on injury and prevention for parents and children and legal controls will be effective in injury control.

CASE REPORTS
15.A rare cause of left lower quadrant abdominal pain: acute appendicitis with situs inversus totalis
Erdal Karagülle, Emin Türk, Erkan Yıldırım, Gökhan Moray
PMID: 20517755  Pages 268 - 270
Sağ alt kadran ağrısıyla başvuran hastada ilk akla gelen tanılardan biri akut apandisittir. Apendektomi en sık yapılan acil cerrahi ameliyattır. Karın sol alt kadran ağrısının çok değişik nedenleri olabilir. Situs inversus totalis embriyonik gelişim sırasında meydana gelen bir anomalidir. Bu anomalide karın ile toraks içi organlar ters yerleşimlidir. Bu olgu sunumunda sol alt kadran ağrısıyla başvuran, incelemeler sonrası situs inversus totalis ile birlikte akut apandisit tanısı konulan olgu tartışıldı. Hekimlere yanlış tanı ve tedavi sonrası açılan davalar göz önüne alınırsa, acil serviste yapılan tüm incelemelerin yeterli değerlendirilmesi ve eldeki radyolojik imkanlardan doğru ve yeterince yararlanılması gerektiği düşüncesindeyiz.
For the patient admitted with right lower quadrant abdominal pain, acute appendicitis is the most frequently considered diagnosis. Appendectomy is the most common of all emergency operations. However, there may be several reasons for left lower quadrant abdominal pain. Situs inversus totalis is an anomaly that occurs during embryonic development when intraabdominal and intrathoracic organs have reverse localization. In this case report, we present a patient who was admitted with left lower quadrant abdominal pain and was diagnosed as situs inversus totalis and acute appendicitis. In view of the legal repercussions for doctors as a result of erroneous diagnosis and treatment, we think that adequate evaluation of the studies in the emergency service is important and that the radiological investigations have to be used appropriately and sufficiently.

16.Remembering a critical triad in severe deceleration injuries to the chest: report of a traumatic aortic rupture case
Seyed-Farzad Mohammadi, Parisa Samimi, Seyed-Mehrdad Mohammadi, AhmadReza Soroush, Jerris R. Hedges
PMID: 20517756  Pages 271 - 274
Travmatik aortik rüptürü içeren potansiyel olarak önlenebilir bir ölüm olgusunu sunmayı ve mevcut bilgilerle uyumlu istmik aortik rüptürlerinin tedavisine yönelik kritik bir yöntem geliştirmeyi amaçladık. Uzmanlardan oluşan multidisipliner bir panelde geriye dönük kayıt incelemesi yapıldı ve Revize Travma Skoru ile Yaralanma Ciddiyet Ölçeği skoru esas alınarak sağkalım olasılığı tahmin edildi. Daha sonra ortaya çıkabilecek olgulara yönelik önemli bir tedavi algoritması geliştirmek için, kalite ve güvenlik incelemesi yapılırken, literatür gözden geçirmesi ile uzman konsensüsünden yararlanılmıştır. Motosiklet kazasında yaralanan 32 yaşındaki erkek hasta, şok tablosu içinde bir travma merkezine sevk edildi. Hastada ciddi olarak torasik aortik rüptürden kuşkulanıldı. Eğitim için, genişlemiş bir mediastene ilişkin klasik belirtiler, sağ trakeal deviasyon ve sağ hemotoraks (önemli bir deselerasyon yaralanması açısından) travmatik aort rüptürüne yönelik akut bir bakım triadına dahil edilmiştir. Bu tür olgularda, aortografi işleminin yapılamayacağı durumlarda, tanı doğrulama ve operatif planlamaya yönelik olarak (seri gerektirirse) kontrastlı bilgisayarlı göğüs tomografi taraması yapılmasını öneriyoruz. İlk başvurulan travma merkezinde ameliyat kapasitesi mevcutken hastanın hemodinamik stabilite gerekçesiyle ikinci bir merkeze transferi katastrofik sonuçlar doğurabilir.
We aimed to present herein the case of a potentially preventable death involving traumatic aortic rupture and to develop a critical pathway for the management of isthmic aortic ruptures consistent with the available resources. A retrospective record review by a multidisciplinary panel of experts was done, and the probability of survival was estimated based on the Revised Trauma Score and Injury Severity Scale score. Literature review and expert consensus were used in a quality and safety analysis to develop a critical care pathway for future cases. A 32-year-old man, injured in a motorcycle accident, was referred to a trauma center in a state of shock. Thoracic aortic rupture was highly suspected. For educational purposes, the classic signs of a widened mediastinum, right tracheal deviation, and left-sided hemothorax (in a context of significant deceleration injury) are incorporated into an acute care triad for traumatic aortic rupture. In such cases, in the absence of poor access to aortography, we suggest (serial - if needed) contrast-enhanced chest computed tomography scanning for diagnosis confirmation and operative planning. Assumption of hemodynamic stability can be catastrophic, and transferring the patient to a second facility may endanger survival, when operative capacity exists at the initial trauma facility.

17.Small bowel perforation after drawing a blood sample in the femoral artery: a case report
Cengiz Ara, Sacid Coban, Burak Isik, Canan Ceran Ozcan, Sezai Yilmaz
PMID: 20517757  Pages 275 - 276
Femoral herni olgularında, femoral artere uygulanan invaziv girişimler sonucu ince bağırsak perforasyonu nadir görülen bir komplikasyondur. Pulmoner yetersizlik nedeniyle yogun bakımda takip edilen 48 yaşında kadın hastada, kan gazı incelenmesi amacıyla femoral artere uygulanan girişimden sonra şiddetli kusma ve karın ağrısı oldu. Hasta akut karın olarak değerlendirilerek ameliyata alındı. Laparotomide ince bağırsak perforasyonu saptanması üzerine segmenter ince bağırsak rezeksiyonu, uç-uca anastomoz yapıldı. Femoral kanal plak meş ile kapatıldı. Femoral arter girişimleri esnasında iyatrojenik ince bağırsak perforasyonunu önlemek için femoral herni olasılığı gözönüne alınarak dikkatli fiziksel inceleme yapılmalıdır.
Small bowel perforation is a rare complication of femoral artery access in cases of femoral hernia. A 48-year-old woman was admitted to the intensive care unit due to pulmonary insufficiency. After a routine femoral arterial blood gas analysis, severe abdominal pain and nausea began. She underwent emergency laparotomy due to acute abdomen. Laparotomy revealed small bowel perforation. Segmental resection and end-to-end anastomosis were performed. The femoral canal was closed using plaque mesh. Special attention is needed during femoral artery access to avoid accidental small bowel perforation. As seen in this case, a careful examination should be done in cases of femoral hernia.

18.Delayed presentation of post-traumatic diaphragmatic hernia with gastric volvulus: a case report
Fahri Yakaryılmaz, Oktay Banli, Hasan Altun, Sefa Guliter
PMID: 20517758  Pages 277 - 279
Gastric volvulus ile komplike olan post-travmatic diyafragma hernisi olaydan hemen ya da yıllar sonra bulgu verebilir. Travmatik diyafragma hernisinin gastrik volvulusla geç bulgu vermesi nispeten nadir bir durumdur. Burada, bir yıl önce sol alt göğüse aldığı penetran bıçak yaralanması sonrası diyafragmatik herni ve buna bağlı olarak gastrik volvulus gelişen 28 yaşındaki bir erkek hasta sunuldu. Diyafragmatik herninin primer dikişle onarılmasının ardından hasta, son iki yıldır semptomsuz izlenmektedir.
Post-traumatic diaphragmatic hernia complicated by gastric volvulus may manifest immediately or several years after the incident. Delayed presentation of traumatic diaphragmatic hernia with gastric volvulus is relatively unusual. We report a 28-year-old male patient who admitted with gastric volvulus due to traumatic diaphragmatic hernia after sustaining a knife wound to the left lower chest one year before presentation. The patient has been followed without any symptom for two years since the diaphragmatic hernia was repaired by primary suture plication.

19.Rapid spontaneous resolution of epidural hematoma: a case report
Fatih Ersay Deniz, Cezmi Çağrı Türk, Özgür İsmailoğlu, Gökhan Bozkurt, Osman Ekin Özcan
PMID: 20517759  Pages 280 - 282
Kafa travması nedeniyle tedavi edilen hastaların %1,5’inde epidural hematom görülür. Bu durum hayatı tehdit edebilir ve acil cerrahi girişim gerektirir. Bazı olgularda epidural hematomun kendiliğinden emilebildiği görülür. Bu yazıda, kendiliğinden, hızlı bir şekilde emilen epidural hematom bildirildi ve olası mekanizmalar tartışıldı.
Incidence of acute epidural hematoma is estimated as 1.5% of patients treated for head trauma. The condition can be fatal, and urgent surgical evacuation is recommended. Spontaneous resolution may occur in some cases. Herein, rapid spontaneous resolution of an epidural hematoma is reported and possible mechanisms are discussed.

20.Acute acalculous cholecystitis induced by aortic dissection: report of a case
Gokhan Sogutlu, Burak Isik, Mehmet Yilmaz, Nese Karadag, Onur Hoca, Aydemir Olmez, Ozgur Cinpolat
PMID: 20517760  Pages 283 - 285
Akut taşsız kolesistit, tüm kolesistit olgularının yaklaşık %10’unu oluşturur. Kesin mekanizma tam olarak bilinmemekle birlikte, patogenezde en önemli faktörler safra stazı, sepsis ve iskemidir. Biz bu çalışmada, Bakey tip 3 aort diseksiyonuna bağlı olarak gelişen safra kesesi iskemisine sekonder oluşmuş akut taşsız kolesistit olgusunu sunmayı amaçladık.
Acute acalculous cholecystitis (AAC), inflammation of the gallbladder without evidence of calculi, comprises approximately 10% of all cases of acute cholecystitis. Although the mechanism of AAC has not yet been sufficiently clarified, the most commonly postulated theories regarding its pathogenesis are bile stasis, sepsis and ischemia. We present a case of AAC associated with ischemia of the gallbladder caused by aortic dissection Bakey type III.