DENEYSEL ÇALIŞMA | |
1. | Sıçan modelinde ezilme tipi yaralanma sonrasında gelişen tendon yapışıklıklarının önlenmesinde Hyalobarrier Gel ve Seprafilm’in etkinliği Effects of Hyalobarrier gel and Seprafilm in preventing peritendinous adhesions following crush-type injury in a rat model Emel Yurdakul Sıkar, Hasan Ediz Sıkar, Hüsamettin Top, Ahmet Cemal AygıtPMID: 30892673 doi: 10.5505/tjtes.2018.54007 Sayfalar 93 - 98 AMAÇ: Çalışmamızda Hyalobarrier Gel ve Seprafilm’in ezilme tipi yaralanma sonrasında tendon yapışıklıklarının önlenmesi üzerindeki etkisini değerlendirmeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Yirmi beş adet 230–270 gram aralığında ve yedi–dokuz aylık dişi sıçanlar beş grup olarak randomize edildi. Grup 1: Kontrol grubu, Grup 2: Hyalobarrier Gel grubu, Grup 3: Seprafilm grubu, Grup 4: Tendon onarımı ve Hyalobarrier Gel grubu, Grup 5: Tendon onarımı ve Seprafilm grubu olarak adlandırıldı. Her deney hayvanının iki gastroknemius kası tendonu olmak üzere toplamda 50 tendon kullanıldı. Deney hayvanları yüksek doz anestezi uygulamasıyla operasyon sonrası 40. günde sakrifiye edildiler. Yapışıklıkların makroskopik değerlendirilmesi iki kör araştırmacı tarafından Tang’ın yapışıklık dereceleme sistemiyle sınıflandırıldı. Histopatolojik değerlendirme için fibroblast sayıları, kollajen yoğunluğu ve yapısı değerlendirmeye alındı. BULGULAR: Grup 2’de ciddi yapışıklık saptanmadı; Grup 3, 4 ve 5’te orta ve ciddi yapışıklık saptanmadı. Grup 2 ve kontrol grubu arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunmadı (p=0.737). Grup 3, 4 ve 5; Grup 1 ve 2’den daha az yapışıklığa sahipti (p<0.05). Grup 4 ve 5 sırasıyla Grup 2 ve 3’ten daha az yapışıklığa sahipti (p<0.05). Grup 3 ve 4 arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunmadı (p=0.342). Histopatolojik bulgular da makroskopik bulgulara paraleldi. TARTIŞMA: Seprafilm, ezilme tipi yaralanmayı takiben tendon yapışıklıklarını önlemede, tendon tamiri yapılan ve yapılmayan her iki grupta etkili bulundu. Buna karşılık Hyalobarrier Gel’in sadece tendon tamiri yapılan grupta yapışıklığı önlemede etkili olduğu saptandı. |
2. | Talidomid ve etanersept’in lipopolisakkarite maruz bırakılan septik sıçanlarda terapötik etkileri The therapeutic effects of thalidomide and etanercept on septic rats exposed to lipopolysaccharide Nevin İlhan, Solmaz Susam, Hüseyin Fatih Gül, Necip İlhanPMID: 30892678 doi: 10.5505/tjtes.2018.68473 Sayfalar 99 - 104 AMAÇ: Bu çalışmada lipopolisakkaritle (LPS) indüklenmiş sıçan sepsis modelinde talidomid ve etanersept’in terapötik etkilerini değerlendirmeyi amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Otuz adet erkek Wistar Albino sıçan; Kontrol, LPS, LPS+Talidomid, LPS+Etanersept ve LPS+Talidomid+Etanersept olmak üzere beş gruba ayrıldı. Kontrol grubuna 1 mL %0.9’luk salin solüsyonu intraperitoneal (i.p.) olarak verildi. Endotoksik tedavi için sıçanlara LPS (Escherichia coli 0111: B4 (5 mg/kg), tek doz) i.p. olarak enjekte edildi. Terapötik grupları oluşturmak için talidomid (0.5 mg/kg) ve etanersept (1 mg/kg) i.p. olarak uygulandı. Hepatik doku tümör nekroz faktör-α (TNF-α), interlökin-6 (IL-6), hücreler arası adezyon molekülü-1 (ICAM-1) ve platelet-türevli büyüme faktörü (PDGF) düzeyleri ELISA yöntemiyle, malondialdehid (MDA) düzeyi ile toplam oksidan kapasitesi (TOS) uygun yöntemler kullanılarak ölçüldü. BULGULAR: In vivo sonuçlar, kontrol ile karşılaştırıldığında LPS uygulanmış hayvanlarda karaciğer TNF-α, IL-6, ICAM-1, PDGF, MDA ve TOS düzeylerinin arttığını gösterdi. Karaciğer dokularının analiziyle, biyokimyasal değişiklikler desteklendi ve talidomid ve etanersept’in terapötik rolünü kanıtladı. Septik hayvanların bu tedavi ajanlarıyla tedavi edilmesiyle seçilen proenflamatuvar sitokinler, anjiyogenik faktörler ve reaktif oksijen parametrelerinde kayda değer bir düşüş gözlendi. TARTIŞMA: Seçilen terapötik ajanların tedavisini takiben sitokin dengesinin ve oksidan durumunun normale döndürülmesi, talidomid ve etanersept’in sepsisin yıkıcı etkilerinden kaçınmaya yardımcı olabileceğini düşündürmektedir. |
KLINIK ÇALIŞMA | |
3. | Bilgisayarlı tomografi anjiyoda, posterior disk cerrahisinde önemli vasküler yapıların morfometrik analizi Morphometric analysis of significant vascular structures in posterior disc surgery with computed tomography angiography Emre Muhittin Altunrende, Elif Evrim EkinPMID: 30892671 doi: 10.5505/tjtes.2018.49274 Sayfalar 105 - 110 AMAÇ: Lomber disk cerrahisi başta olmak üzere spinal bölgeye yönelik tüm prosedürlerde damar yaralanmaları nadir görülmekle birlikte hayati öneme sahiptir. Biz çalışmamızda abdominal aortaya yönelik bilgisayarlı tomografi anjiyo (BTA) çekilen hastalarda iliak arter ve venin seyrini, intervertebral disk mesafeleri ile olan ilişkilerini morfometrik olarak araştırdık. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışma geriye dönük olarak yapıldı. Herhangi bir nedenle BTA çekilen 100 hasta çalışmaya alındı. Hastaların BTA incelemelerinde aort bifurkasyonu (AB), sağ ve sol kommon iliak arter (R/LCIA) ve ven (R/LCIV), kommon iliak arter bifurkasyonunun (CIAB) lokalizasyonu araştırıldı. Bu vasküler yapıların spinal vertebra body (VB) ve interverteral disk seviyesinde (IDL) lokalizasyonu, anterior longitudinal ligaman (ALL) ile aralarında yağ plan olup olmadığı araştırıldı. BULGULAR: L4-5 IDL’de RCIA %51 saat 12 hizasında ve %67 oranında ALL ile arasında RCIV bulunmaktaydı. LCIA %72 saat 1 hizasında ve %47 ALL’ye yapışık, %11 arada yağ planı mevcut iken %14 arada LCIV bulunmaktaydı. RCIV %92 saat 11 hizasında yerleşmekte, %97 ALL ile arasında yağ plan bulunmamaktaydı. LCIV %80 saat 11-12 hizasında, %18 transvers olarak saat 12-1-2 boyunca yerleşmekte ve hastaların tümünde ALL ile arasında yağ plan bulunmamakta, ALL’ye yakın yerleşimliydi. LCIA L4-5 IDL ALL’ye RCIA göre daha uzaktır (p<0.001). L5-S1 IDL’de RCIA %63 saat 10 hizasında ve %63 oranında ALL ile arasında yağ plan bulunmamaktaydı. LCIA, %72 saat 2 hizasında, %92 ALL ile arasında LCIV bulunmaktaydı. RCIV %95 saat 9-10 hizasına yerleşmekte, %60 ALL ile arasında yağ plan bulunmaktaydı. LCIV, %96 saat 1–2 hizasında yerleşmekte, %92 ALL arasında yağ plan bulunmamakta, ALL’ye yakın yerleşimliydi. RCIA L5-S1 IDS ALL’ye LCIA göre daha uzaktır (p<0.001). CIV’ler L4-5 IDS ALL uzaklıkları açısından fark yoktur (p=0.08). L5-S1 IDL RCIV ALL’ye LCIV’ye göre daha uzaktır (p<0.001). TARTIŞMA: L4-5 IDL RCIA orta hatta ve sağa 30°’lik açı içerisinde yerleşmekte, ALL ile aralarında LCIV bulunmakta, bu seviyede olan bir damar yaralanması vene veya arter-ven kompleksine bağlı olma olasılığı yüksektir. L5-S1 IDL ise LCIA sola 60° hizasında, LCIV ile birlikte ALL’ye çok yakın konumlanmıştır. CIA’lar ALL ile aralarında yağ plan bulunması ve ALL’ye uzaklığı karşılaştırıldığında L4-L5 IDL’de RCIA (p<0.001), L5-S1 IDL’de LCIA (p<0.001) ALL’ye uzak yerleşimliydi ve daha korunaklı bir pozisyonda olduğu söylenebilir. LCIV’nin L4-5 ID seviyesi boyunca ALL’ye yapışık ve transvers ilerleyebileceği akılda tutulmalıdır. |
4. | Ketamin ve lidokainin erişkinlerde turnike kaynaklı iskemi-reperfüzyon hasarından sonra serbest radikal üretimi üzerine etkileri The effects of ketamine and lidocaine on free radical production after tourniquet-induced ischemia-reperfusion injury in adults Kevser Peker, Selmin Ökesli, Aysel Kıyıcı, Cemile DeyişliPMID: 30892676 doi: 10.5505/tjtes.2018.63439 Sayfalar 111 - 117 AMAÇ: Amacımız, elektif alt ekstremite cerrahisi uygulanan hastalarda iki antioksidan ajan, ketamin ve lidokainin küçük doz infüzyonunun iskemi-reperfüzyon hasarı (IRI) üzerine olan etkisini karşılaştırmaktır. Bu amaçla iskemi modifiye albümin (IMA), laktat ve kan gazı seviyeleri ölçüldü. GEREÇ VE YÖNTEM: Alt ekstremite cerrahisi uygulanan 100 hasta randomize olarak üç gruba ayrıldı. Spinal anesteziden sonra ketamin grubunda (Grup K, n=33), ketamin infüzyonu, lidokain grubunda (Grup L, n=33), lidokain infüzyonu, kontrol grubunda (Grup C) %0.9 NaCl infüzyonu uygulandı. IMA analizi için kan örnekleri anestezik uygulamadan önce (bazal değer), 30 dakika turnike enflasyonunda (iskemi) ve turnike deflasyonundan 15 dakika sonra (reperfüzyon) elde edildi. Arteriyel kan gazı ölçümleri anestezi uygulaması öncesi ve turnike deflasyonundan 15 dakika sonra belirlendi. BULGULAR: Reperfüzyonda laktat ve IMA düzeyleri kontrol grubu ile karşılaştırıldığında hem ketamin grubunda hem de lidokain grubunda anlamlı olarak düşüktü. TARTIŞMA: Hem ketamin hem de lidokain infüzyonunun uygulanması, iskelet kası IRI ile ilişkili yüksek laktat ve yüksek IMA düzeylerini anlamlı olarak azaltmıştır. Bu sonuçlar, iskelet kası ile ilişkili IRI’da, ketamin veya lidokain infüzyonlarının klinik uygulanabilme olasılığını düşündürmektedir. |
5. | Apendiksin nöroendokrin tümörü: Bir kurumun 12 yıllık sonuçları Neuroendocrine tumor of the appendix: Twelve years of results from a single institution Seracettin Eğin, Gülçin Kamalı, Sedat Kamalı, Berk Gökçek, Metin Yeşiltaş, Semih Hot, Dursun Özgür KarakaşPMID: 30892667 doi: 10.14744/tjtes.2019.38283 Sayfalar 118 - 122 AMAÇ: Akut apandisit tanısıyla apendektomi yapılan hasta topluluğunda apendiks nöroendokrin tümörlerinin (NET) görülme sıklığını ve tümörün davranış şeklini araştırmayı amaçladık. İkincil amacımız apandisiyel NET’li hastalarda sağkalımı araştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Şubat 2006–Haziran 2018 tarihleri arasında Sağlık Bilimleri Üniversitesi İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği’nde akut apendisit tanısıyla 6518 apendektomi uygulandı. Bu ardışık 6518 apendektomi hastasının tıbbi kayıtları geriye dönük olarak değerlendirildi. Histopatolojik analizlerden sonra toplam 22 hasta apendiks NET olarak tanımlandı. Bu hastalar çalışmaya dahil edildi. Cinsiyet, yaş, ameliyat sırasında cerrahi bulgular, ameliyat sonrası takip süresi ve sağkalım süresi, tümör lokalizasyonu, tümör çapları, tümör derecesi, invazyon, cerrahi sınır ve tümör evresi gibi geriye dönük bir veri tabanı elde edildi. BULGULAR: Apendiks NET’lerinin görülme sıklığı %0.33 idi. On bir hastaya Avrupa Nöroendokrin Tümör Derneği Kılavuzu’na göre primer patolojik evre pT1aN0M0 tanısı konuldu. Ayrıca bir hastaya primer patolojik evre pT1bN0M0 ve on hastaya primer patolojik evre pT2N0M0 tanısı konuldu. Ortalama tümör çapı 7.6 mm idi. Tümör çapı 20 mm’den daha büyük olan herhangi bir hasta yoktu. TARTIŞMA: Çalışmadaki apendiks NET görülme sıklığı literatür ile uyumludur. Çalışmanın sonuçları akut apandisit hastalarında rastlantısal olarak ortaya çıkan NET’ler için daha ileri cerrahi işlemlerin gereksiz olduğunu göstermektedir. Buna ek olarak, çalışma hastalıksız sağkalımın (%100), ortalama 59.2 aylık takipte iyi olduğunu göstermektedir. |
6. | Akut apandisitte apendiks sferisite indeksinin perforasyon tahmininde tanıya katkısı Contribution of the appendix sphericity index in predicting perforated acute appendicitis Mehmet Şirik, İbrahim İnanPMID: 30892666 doi: 10.5505/tjtes.2018.29266 Sayfalar 123 - 128 AMAÇ: Çalışmamızda perfore ve nonperfore apandisit olgularında apendiks sferisite indeksi ve apendiks çaplarının ve perforasyon tespitinde tanıya katkısını değerlendirdik. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya Ocak 2015–Ağustos 2017 arasında kliniğimizde yapılan bilgisayarlı tomografi (BT) sonucu apandisit ile uyumlu olan ve histopatolojik sonucu apandisit olarak kanıtlanmış 81 hasta alındı. Histopatolojik sonuçlarına göre hastalar perfore ve nonperfore apandisit olmak üzere iki gruba ayrıldı. Hastaların BT görüntüleri perforasyon açısından tekrar değerlendirildi. Uygun BT planından apendiks uzun aksı, kısa aksı ve bunların oranlanması ile elde edilen sferisite indeksi hesaplandı. Her bulgunun duyarlılığı ve özgüllüğü perforasyon tanısında literatürde tanımlanmış diğer BT bulguları ile birlikte gruplar arasında istatistiksel olarak analiz edildi. BULGULAR: Perfore grup 20, nonperfore grup 61 hastadan oluşmaktaydı. Duvar defekti, apse, ekstralüminal hava, serbest sıvı ve apendikolit bulguları için sensitivite değerleri sırasıyla %25, %15, %25, %55, %50, spesifite değerleri sırasıyla %100, %100, %100, %77, %70.5 iken, sferisite indeksi ve apendiks uzun aksı için sensitivite değerleri sırasıyla %85 ve %90 spesifite değerleri sırasıyla %85.2 ve %73.8 olarak hesaplandı (p<0.001). TARTIŞMA: Perforasyon tanısında yüksek özgüllüğe sahip çok sayıda bulgu olmasına rağmen bulgular ayrı ayrı değerlendirildiğinde duyarlılık oldukça düşüktür. Uzun aks ölçümünün yüksek duyarlılık; sferisite indeksi değerlendirilmesinin ise yüksek duyarlılık ve özgüllük ile perforasyon tanısına önemli katkı sağlayabileceğini düşünmekteyiz. |
7. | Komplike apandisit: Laparoskopik apandektominin risk faktörleri ve sonlanımları – çok merkezli geniş çaplı Pol-LA kohort çalışmasının (Polonya Laparoskopik Apandektomi) sonuçları Complicated appendicitis: Risk factors and outcomes of laparoscopic appendectomy – Polish laparoscopic appendectomy results from a multicenter, large-cohort study Michal Pedziwiatr, Anna Lasek, Michal Wysocki, Judene Mavrikis, Piotr Mysliwiec, Maciej Bobowicz, Wojciech Karcz, Maciej Michalik, Wojciech Makarewicz, Piotr Major, Mateusz Rubinkiewicz, Tomasz Stefura, Jakub Kenig, Malgorzata Polanska-Plachta, Pol-LA Polish Laparoscopic AppendectomyPMID: 30892680 doi: 10.5505/tjtes.2018.80103 Sayfalar 129 - 136 AMAÇ: Komplike olan ve olmayan akut apandisitin (AA) ameliyat öncesi sınıflandırılması zordur. Ancak cerrahi sonuçlardaki farklılıklar komplike AA’nın gelişimindeki risk faktörlerinin belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Laparoskopik apandektomilerin (LA) klinik sonuçlarını inceledik ve komplike AA’nın gelişmesine ilişkin ameliyat öncesi risk faktörlerini saptadık. GEREÇ VE YÖNTEM: Polonya ve Almanya’da 18 cerrahi birimde LA uygulanan 4618 hastanın verileri Polonya Videocerrahi Derneği tarafından oluşturulan sanal veri tabanında toplandı. Komplike olan ve olmayan hastaların cerrahi sonuçları karşılaştırıldı. Komplike apandisit gelişmesine ilişkin risk faktörlerini belirlemek için tek ve çok değişkenli regresyon modelleri kullanıldı. BULGULAR: Komplike apandisiti olan 1269 (%27.5) (Grup 1) ve olmayan (Grup 2) 3349 (%72.5) hasta LA oldu. Cerrahiye geçiş oranı, ameliyat sırasında advers etkiler, yeniden girişim oranı, ameliyat sonrası komplikasyonlar ve yeniden hastaneye kabul oranları Grup 1’de daha yüksekti. Komplike apandisitle ilişkili ameliyat öncesi risk faktörleri kadınlarda (OR 1.58), obezite (OR 1.51), yaş >50 yıl (OR 1.51), semptomlar >48 saat içinde (OR 2.18), daha yüksek Alvarado skoru (OR her noktada 1.29) ve CRP >100 mg/l (OR 3.92) idi. TARTIŞMA: Komplike AA için birkaç demografik ve klinik risk faktörü tanımlanmıştır. Komplike apandisit için uygulanan LA daha kötü sonlanımlarla ilişkiliydi. |
8. | Bilgisayarlı tomografi traktografinin sırt/flank delici-kesici alet yaralanmalarının değerlendirilmesindeki rolü Role of computed tomography tractography in evaluation of back/flank stab wounds Talha Sarigoz, Yusuf Sevim, Inanc Samil Sarici, Omer Topuz, Tamer ErtanPMID: 30892682 doi: 10.5505/tjtes.2018.88107 Sayfalar 137 - 141 AMAÇ: Sırt ve flank bölge delici alet yaralanmalarına klinik yaklaşım yıllar içinde değişim gösterdi. Bu yazıda, bilgisayarlı tomografi traktografinin sırt/flank delici alet yaralanmalası olan hastalardaki potansiyelini tartışmak istedik. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük çalışmada, sırt/flank bölgeye sınırlı delici alet yaralanması olam toplam 25 hasta dahil edildi. İlk resüsitasyon ve fizik muayenenin ardından, traktografi delici alet yaralanmasından yapıldı. Sonrasında hastalara intravenöz kontrastlı bilgisayarlı tomografi çekildi. BULGULAR: Bilgisayarlı tomografi traktografi 15 (%60) hastada laparotomiden kaçınmaya ve 10 (%40) hastada da periton ihlalini doğru olarak göstermemize yardımcı oldu. Konservatif olarak takip edilen hiç bir hasta gözden kaçmış yaralanma ile tekrar başvurmadı. TARTIŞMA: Traktografinin bilgisayarlı tomografiye eklenmesi, sırt/flank delici alet yaralanmalarının değerlendirilmesinde güvenilir, hızlı, para ve zaman tasarruflu bir tekniktir. |
9. | Böbrek nakli sonrası gelişen enkapsüle periton sklerozunda cerrahi tedavi: Tek merkez deneyimi Surgical treatment of post-transplant encapsulating peritoneal sclerosis: A single-center experience Adem Bayraktar, Ali Fuat Kaan Gök, Selman Emiroğlu, Hüseyin BakkaloğluPMID: 30892663 doi: 10.14744/tjtes.2019.04838 Sayfalar 142 - 146 AMAÇ: Enkapsüle periton sklerozu (EPS) periton diyalizi (PD) ile ilişkili, etiyolojisi tam bilinmeyen ve yüksek mortaliteye sahip bir hastalıktır. Bu çalışmada amacımız EPS olgularında tedavi seçeneklerini değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2008–2018 tarihleri arasında 169 hastaya böbrek nakli yapıldı. Yüz on dokuzu kadavradan, 50’si canlı donörden nakil yapıldı. Yirmi bir hasta nakil öncesi PD yapmaktaydı. Ortalama PD süresi 6.9 (3–14) yıl idi. Dört hastaya nakil sonrası gelişen EPS nedeni ile cerrahi tedavi uygulandı. Cerrahi tedavi sonrası, iki hasta sepsis nedeni ile kaybedildi. İki hasta komplikasyonsuz taburcu edildi, ancak birinde geç dönem EPS nüksü gelişti. BULGULAR: Enkapsüle periton sklerozu uzun süreli PD’nin nadir fakat ciddi bir komplikasyonudur. Mortalite ve mortalite oranı yüksektir. Uzun süreli PD, EPS’yi tetiklemede en önemli faktördür. Tıbbi tedavi ve beslenme desteği başarısız olursa, cerrahi müdahale sonraki adımdır. Tıbbi tedaviye dirençli olgularda hastanın genel durumu bozulmadan ve gecikmeden cerrahi tedavi yapılmalıdır. TARTIŞMA: Uzun süreli PD öyküsü olan hastaların başarılı bir nakil sonrası EPS olması özellikle yıkıcı olabilir. Zor bir durum olarak, mortalite ve morbidite oranlarını azaltmak için EPS yönetimi deneyimli kliniklerde yapılmalıdır. |
10. | Akut subdural hematomda mortaliteye etki eden faktörler: Dekompresif kraniyektomi faydalı mıdır? Factors associated with mortality in acute subdural hematoma: Is decompressive craniectomy effective? İlhan Yılmaz, Devrimsel Harika Ertem, Mustafa Kılıç, Kadir Altaş, Muyassar Mirhasilova, Burak Ozdemir, Osman Tanriverdi, Adem YilmazPMID: 30892670 doi: 10.5505/tjtes.2018.48079 Sayfalar 147 - 153 AMAÇ: Hızlı tanı ve agresif nöroşirürjik müdahalelere rağmen, akut subdural hematom (ASH), yüksek morbidite ve mortalite oranlarına neden olmaktadır. Kraniyotomi ve dekompresif kraniyektomi (DK) gibi cerrahi prosedürler etkili görünmemelerine rağmen, ASH’nin tedavisinde tercih edilen yaklaşım halen tartışmalıdır. Bu yazıda, DK uygulanan ASH hastalarında mortalite ile ilişkili faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: 2012’den 2017’ye kadar 60 aylık bir dönemde ASH tanılı 93 olgunun mortalite, Glasgow Koma Skoru (GKS), demografik özellikleri, klinik ve radyolojik özellikleri değerlendirildi. Mortaliteyi öngörmede lojistik regresyon modelleri kullanıldı. BULGULAR: Yaş ortalaması 59.82±19.49 (dağılım, 16–88) olan 65 erkek ve 28 kadın olgu alındı. On altı hasta (%17.2) ameliyatı takiben hayatını kaybetti. İleri yaş (p=0.007) ve düşük GKS skorları (p=0.022) mortalite oranları üzerinde anlamlı bulundu. Ortalama hematom kalınlığı 15.46±5.73 mm, orta hat kaymasının ortalaması 9.90±4.84 mm idi. ADSH hastalarında mortalite oranı aşırı orta hat kayması (p=0.011, r=0.262) ve yaş (p=0.022, r=0.237) ile pozitif korelasyon gösterdi. Orta hat kayması ≥10 mm olan ve hematom kalınlığı ≥15 mm olan hastalarda mortalite oranı ile anlamlı bir ilişki vardı (p=0.014, p=0.039). Ayrıca travma, subaraknoid, epidural ve intrakranial hemoraji komorbiditeleri, kompresyon kırıkları ve kontüzyonun etiyolojisi anlamlı olarak korelasyon göstermedi. TARTIŞMA: Bulgularımız, DK’nin 65 yaş üzeri hastalarda ve GKS skoru <6 olanlarda daha yüksek mortalite oranları ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Orta hat kaymasının ≥10 mm ve hematom kalınlığının ≥15 mm ve üzerinde olması mortalite ile anlamlı derecede ilişkilidir. Çalışmamız DK’nin ileri orta hat kaymasını önlemede yardımcı olabileceği ve kraniotomi ile kıyaslandığında daha düşük bir mortaliteyle birlikte olduğu sonucunu desteklemektedir. |
11. | Gebe hastalarda akut kolesist tedavisi: Tek merkez deneyimi Management of Acute Cholecystitis During Pregnancy: A Single Center Experience Bora Barut, Fatih Gönültaş, Ali Fuat Kaan Gök, Tevfik Tolga ŞahinPMID: 30892681 doi: 10.5505/tjtes.2018.82357 Sayfalar 154 - 158 AMAÇ: Gebe hastalarda akut kolesistit tedavisi zordur. Bu çalışmanın amacı merkezimizde akut kolesistit nedeniyle ameliyat edilen gebe hastalarda laparoskopik kolesistektominin etkinliğinin araştırılmasıdır. GEREÇ VE YÖNTEM: 2010 ve 2018 yılları arasında merkezimizde akut kolesistit nedeniyle tedavi edilen 20 hasta değerlendirmeye alındı. Bu hastalardan sadece bir tanesi merkezimizde takiplerine gelmedi, kalan hastalar çalışmaya alındı. Hastaların demografik özellikleri, akut olesistit ile ilişkili radyolojik ve laboratuvar parametreleri, hastanede kalış, tekrar başvuru oranları ve erken eylem oranları geriye dönük olarak analiz edildi. BULGULAR: Ortanca yaş 29.5 (21–46) yıldı. Ortanca gebelik haftası 20 (6–32) hafta idi. Altı (%30) hastaya indeks yatışta laparoskopik kolesistektomi gerçekleştirildi. Erken kolesistektomi yapılan hastalarda safra kesesi duvar kalınlığı, lökosit sayısı, CRP, ALT, AST, ALP, GGT konzervatif izlenen hastalara göre daha fazla idi (p<0.05). Bunun yanında erken cerrahi uygulana grupta tekrar başvuru ve hastanede yatış süresi daha az olarak gözlendi(p<0.05). Preterm eylem erken kolesistektomi ve konzervatif izlem grubunda sırasıyla %0 ve %28.5 olarak bulundu (p>0.05). TARTIŞMA: Erken cerrahi uygulanan hastaların karaciğer fonksiyon ve kolestatik testleri daha fazla olmasına ve enflamatuvar belirteçleri daha yüksek olmasına rağmen kolesistektomi güvenle gerçekleştirilmiştir. Konzervatif izlem grubunda daha uzun hastanede yatış ve daha fazla preterm eylem oranı gözlenmiştir. Dolayısı ile gebelerde akut kolesistitte tedavide cerrahi güvenli ve etkindir. |
12. | Yetişkinlerde üst gastrointestinal sistemde yabancı cisim yutma ve gıda takılmasına yaklaşım: Kesitsel bir çalışma Management of foreign body ingestion and food impaction in adults: A cross-sectional study İsmail Okan, Ahmet Akbaş, Mustafa Küpeli, Abdullah Özgür Yeniova, Mehmet Esen, Zeki Özsoy, Mehmet Fatih Daşıran, Emin DaldalPMID: 30892677 doi: 10.5505/tjtes.2018.67240 Sayfalar 159 - 166 AMAÇ: Üst gastrointestinal sistemde gıda takılması ve yabancı cisim yutulması dikkatli bir değerlendirme ve zamanında müdahaleyi gerektirir. Bu çalışma üst gastrointestinal sistemde gıda takılması ve yabancı cisim yutma öyküsü ile gelen hastaların geriye dönük olarak değerlendirilmesini amaçlamaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışma Ocak 2012 ve Ocak 2018 arasında bir üniversite hastanesine yabancı cisim yutma ve gıda takılması şikayeti ile başvuran yetişkin hastaları içermektedir. Yaş, cinsiyet, başvuru semptomları, başvuruya kadar geçen süre, yabancı cismin niteliği, ilişkili hastalıklar, endoskopik yöntem ve girişimin tipini içeren demografik ve klinik veriler önceden hazırlanan bir dosyaya kaydedildi; tanımlayıcı istatistik yöntemleri ki-kare testi kullanılarak incelendi. BULGULAR: Çalışmaya alınan 122 hastanın %53.2’si erkekti ve ortalama yaş 46.68±18.64 olarak bulundu. Hastaların 84’ünde (%68.8), alınan obje gıdaydı. Otuz hastada laringoskopi yeterli iken, 61 hastada fleksibl endoskopi uygulandı (%50). Yutulan madde 23 hastada düz garfide saptandı (%30.2). Yabancı cisim yutan hastalar gıda takılan hastalara göre daha yaşlı idi (yaş ortalaması; 51.3±17.4 ve 36.5±17.4; p<0.001) ve düz grafide cismin saptanma oranı daha yüksek idi (%36.8 ve %10.7; p<0.001). İki hastaya yabancı cisime bağlı perforasyon tanısıyla cerrahi uygulandı. Mortalite saptanmadı. TARTIŞMA: Acil şartlarda üst gastrointestinal sistemde takılan gıda ve yabancı cisim yutulması algoritmik bir yaklaşımla tedavi edilebilir. |
13. | Motosiklet kazalarında kafa ve omurga yaralanmaları: Hastane tabanlı bir çalışma Cranial and spinal injuries in motorcycle accidents: A hospital-based study Çağatay Özdöl, Tolga Gediz, Kamran AghayevPMID: 30892669 doi: 10.14744/tjtes.2019.46116 Sayfalar 167 - 171 AMAÇ: Motosiklet kazalarına bağlı yaralanmalar, genel travma açısından çeşitli çalışmalarda incelenmiştir. Bununla birlikte, merkezi sinir sistemi yaralanmalarına ilişkin ayrıntılı bir çalışma yoktur. Bu çalışma motosiklet kazaları ile ilişkili merkezi sinir sistemi yaralanmalarına odaklanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: 2008 ile 2016 yılları arasında motosiklet kazası nedeniyle acil servise başvuran 540 hastanın tıbbi kayıtları geriye dönük olarak değerlendirildi. Veriler elektronik tıbbi kayıtlardan, takip formlarından ve radyolojik görüntülerden elde edildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, yaralanma tipi ve yeri, kask kullanımı, alkol düzeyleri, Glasgow Koma Skorları, yoğun bakım ünitesinde kalış süreleri, taburcu olurken ve takiplerde nörolojik durumları gibi bilgiler toplanmıştır. BULGULAR: Çalışmaya alınan 540 olgunun 486’sı (%90) erkek, 54’ü (%10) kadın, yaş ortalaması 31±18 (dağılım 2–85, medyan 25) idi. Kraniyal yaralanmalar 320 olguda (%59) saptandı. Kraniyal yaralanmaların dağılımı şöyledir: Epidural kanama (%12.6), subdural hemoraji (%15.2), deprese kırık (%10.4), lineer kırık (%23), kafa tabanı kırığı (%5.5), diffüz aksonal yaralanma (%9.3), subaraknoid kanama (%25.2), intraserebral hemoraji (%13.5), kontüzyon (%26.3). Spinal kırıklar 52 olguda (%9.6) tespit edildi. Servikal bölgede 22 (%4.07) omurga kırığı, torasik bölgede 10 (%1.85) ve lomber bölgede 20 (%3.7) gözlendi. Hastanede kalış süresi yoğun bakımda ortalama 8.2±4 gün, ortalama yedi gündü. Altmış sekiz hasta (%12.6) hayatını kaybetti. Lineer kırık hariç diğer tüm kraniyal yaralanmalar yüksek mortalite ile ilşkiliydi. Ayrıca, 6 veya daha düşük Glasgow Koma Skorları, önemli mortalite (%68) ile ilişkilendirildi. TARTIŞMA: Motosiklet kazalarının neden olduğu merkezi sinir sistemi yaralanmalarının ayrıntılı bir raporu verilmiştir. Kask gibi koruyucu ekipmanların kullanılması, beyin hasarı ve ölüm oranını önemli ölçüde azaltır. |
14. | Travmatik korneal skarlı hastalarda penetran keratoplasti Penetrating keratoplasty in patients with traumatic corneal scarring Dilay Özek, Özlem Evren Kemer, Mehmet Önen, Emine Esra KaracaPMID: 30892664 doi: 10.5505/tjtes.2017.18949 Sayfalar 172 - 176 AMAÇ: Travma ilişkili korneal perforasyon skarı nedeniyle penetran keratoplasti (PK) uygulamalarının sonuçlarını değerlendirmek. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamıza Mayıs 2010–Haziran 2016 tarihleri arasında travmatik korneal skar nedeniyle penetran keratoplasti uyguladığımız 24 hastanın 24 gözü alındı. Ameliyat sonrası hastalar görme keskinliği, greft saydamlığı ve komplikasyonlar açısından değerlendirildi. Hastalar iki gruba ayrıldı. Grup 1’de travma ile ilişkili retina dekolmanı ve korneal perforasyon skarı olan 14 göz mevcut olup, bu hastalara PK, pars plana vitrektomi (PPV) ve intravitreal silikon verilmesi geçici keratoprotez (TKP) eşliğinde uygulandı. Grup 2’de 10 gözde sadece travma ilişkili korneal perforasyon skarı olup PK uygulandı. BULGULAR: Grup 1’deki hastaların beşi kadın, dokuzu erkek olup yaş ortalamaları 39.15±13.32 (8–73) yıldı. Beş gözden intraoküler yabancı cisim çıkarıldı. Ortalama görme keskinliği LogMAR’a göre ameliyat öncesi 3.01±0.013 (3.10–1.00) iken ameliyat sonrası birinci ayda 1.36±0.23 (3.10–0.80), keratoplasti sütürlerinin alındığı birinci yılın sonunda 1.18±0.03 (3.10–0.70) idi. Ameliyat sonrası iki gözde (%14.2) ışık hissi kaybı gelişti ve evisserasyon yapıldı. Sekiz gözde (%57.1) tıbbi tedavi ile kontrol altına alınabilen glokom, dokuz gözde (%64.2) greft rejeksiyonu, bir gözde (%7.1) keratit sonrası lökom, bir gözde (%7.1) silikona bağlı bant keratopati gelişti. Bant keratopati gelişen gözde EDTA ile kazıma yapıldı. Grup 2’deki hastaların ikisi kadın, sekizi erkek olup yaş ortalamaları 29.23±12.03 (11–63) yıldı. Ortalama görme keskinliği LogMAR’a göre ameliyat öncesi 2.98±0.68 (3.10–1.00) iken PK sonrası birinci ayda 0.58±0.22 (1.80–0.30) ve keratoplasti sütürlerinin alındığı birinci yılın sonunda 0.50±0.17 (1.80–0.10) idi. İridodiyalizi olan bir gözde (%10) tıbbi tedavi ile kontrol altına alınabilen glokom gelişti. Hiçbir hastada korneal rejeksiyon görülmedi. Her iki grup arasında PK sonrası birinci ay ve 12. ay sonunda görme keskinlikleri ve greft saydamlığı açısından sırasıyla fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0.015, p=0.021, p=0.001). TARTIŞMA: Göz travmalarında, ön ve arka segmenti ilgilendiren ve retina cerrahisi ile birlikte PK yapılan gözlerde sadece ön segmenti ilgilendiren ve PK yapılan gözlere göre görme prognozu ve greft saydamlık oranları düşüktür. |
15. | Akut nekrotizan pankreatitin erken tahmininde artmış immatür granülosit yüzdesinin rolü Role of increased immature granulocyte percentage in the early prediction of acute necrotizing pancreatitis Yılmaz Ünal, Aziz Mutlu BarlasPMID: 30892679 doi: 10.14744/tjtes.2019.70679 Sayfalar 177 - 182 AMAÇ: Akut nekrotizan pankreatit akut pankreatitin en şiddetli formudur ve yüksek mortalite oranlarına sahiptir. Bu yüzden bu hastalıkta erken tanı ve tedavi prognoz açısından kritik önem taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı immatür granülosit yüzdesinin (IG%), akut nekrotizan pankreatitin erken tahminindeki etkinliğini araştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu geriye dönük çalışma akut pankreatit tanısıyla hastaneye yatırılan 96 erişkin hasta üzerinde gerçekleştirildi. Hastaların demografik verileri kaydedildi. Beyaz küre sayısı, nötrofil/lenfosit oranı, IG%, C-reaktif protein ve amilaz düzeyleri tespit edildi. Ayrıca hastalara kontrastlı bilgisayarlı abdominal tomografi incelemesi yapıldı ve hastanede kalış süreleri kaydedildi. Hastalar tomografi sonuçlarına göre akut ödematöz pankreatit ve akut nekrotizan pankreatit olarak iki gruba ayrıldı. Gruplar arasındaki farklılıklar istatistiksel olarak analiz edildi. BULGULAR: Beyaz küre sayısı, nötrofil/lenfosit oranı, C-rektif protein ve IG% akut nekrotizan pankreatit tahmininde anlamlı belirteçlerdi. Ancak IG%’nin duyarlılık, özgüllük, AUROC, negatif ve pozitif tahmin edici değerleri diğerlerinden daha yüksek idi (sırasıyla, %100, %95, 0.982, %78.9, %100). TARTIŞMA: Artmış IG% akut nekrotizan pankreatitin erken tahmininde basit, hızlı ve etkili bir belirteçtir. |
16. | Majör travma hastalarında atlanmış yaralanmanın saptanmasında kemik taramalarının geçerliliği Validity of bone scans to detect missed injury in patients with major trauma Maru Kim, Tae Hwa Hong, Hang Joo ChoPMID: 30892674 doi: 10.5505/tjtes.2018.55068 Sayfalar 183 - 187 AMAÇ: Majör travma hastalarında yaralanmaları atlamak kolaydır. Yazarlar, kemik taramalarının atlanmış yaralanmaların sayısını azaltacağı varsayımında bulunmaktadır. Ancak majör travma hastalarında kemik taramalarına ait yeterli kanıt yoktur. Bu çalışmanın amacı kemik taramalarının başlıca sonuçlarını tanımlamaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2013 ila Aralık 2013 arasında majör travma hastalarının tıbbi kayıtları gözden geçirildi ve kemik taramaları yapılan hastaların kayıtları incelendi. Daha önce değerlendirilmemiş yoğun tutulum gösteren sıcak noktalar direkt radyografiyle kontrol edildi. Daha önceki değerlendirmelerden farklı olarak kemik taramalarında yoğun tutulum gösteren lezyonlar bilgisayarlı tomografi taramalarıyla kontrol edildi. Kemik taramalarının sonuçları direkt radyografi ve bilgisayarlı tomografi taramalarının sonuçlarıyla birlikte analiz edildi Duyarlılık, özgüllük, pozitif ve negatif öngördürücü değerler hesaplandı. BULGULAR: Bu dönem içinde 115 majör travma hastası kemik taramalarından geçirildi. Kemik taramalarının duyarlılık ve öngördürücü değerleri yüksek düzeylerdeydi (sırasıyla, %98.48–%86.54 ve %96.30–%82.93). Kemik taramaları atlanmış 16 kırık olgusuna tanı konuldu. TARTIŞMA: Kemik taramaları yüksek bir duyarlılık ve negatif öngödücü değere sahiptir. Daha fazla sayıda geniş çaplı çalışma majör travma çalışmalarında kemik taramalarının majör travma hastalarında kullanımına daha fazla geçerlilik kazandırabilir. |
17. | Subakut ve geç dönem açık kırıklı alt ekstremite yaralanmalarında serbest doku ile rekonstrüksiyonların karşılaştırılması Comparison of subacute and delayed free flap reconstruction in the treatment of open lower extremity fractures Hakan Arslan, Anıl DemirözPMID: 30892665 doi: 10.5505/tjtes.2018.28302 Sayfalar 188 - 192 AMAÇ: Alt ekstremite travmatik defektler için erken serbest flep kapsamı birkaç yazar tarafından önerilmesine rağmen, hasta veya lojistik ile ilişkili yaralanmalara bağlı olarak genellikle pratik değildir. Bu çalışmanın amacı, subakut ve geç cerrahi zamanlamanın flep başarısı üzerindeki etkisini değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: 2007–2012 yılları arasında alt ekstremite travmasını takiben mikrocerrahi serbest flep operasyonu geçirmiş erişkin hastaların geriye dönük analizi yapıldı. Hastalar, yaralanma ve serbest flep operasyonu arasındaki zaman dilimine göre subakut (yaralanmadan 10 ila 29 gün sonra yapılan flep) ve gecikmiş onarım gruplarına (yaralanmadan 30 gün sonra) ayrıldı. Demografik özellikler, yaralanma mekanizması, operasyondan taburculuğa kadar geçen süre, minör ve majör komplikasyonlar ve flep başarısızlık oranları değerlendirildi ve iki grup arasında karşılaştırıldı. BULGULAR: Çalışmaya 37 serbest flep operasyonu geçiren 35 hasta alındı. Yirmi hasta yaralanmadan sonra 10 ila 29 gün arasında (subakut onarım grubu), 15 hasta ise 30 gün sonra (32–92 gün) yaralanma veya sonrasında (geç onarım grubu) ameliyat edildi. Rekonstrüksiyon zamanlaması, flep başarısızlığı ve komplikasyon oranları arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı. TARTIŞMA: Alt ekstremite travmatik defektleri için subakut veya gecikmeli rekonstrüksiyon yapılabilinir ve uygun yara hazırlığı ve iyi ameliyat öncesi planlama ile iyi sonuçlar alınabilinir. |
18. | IL-8 seviyesi travmatik beyin hasarının klinik ve radyolojik durumunda bir gösterge midir? Is IL-8 level an indicator of clinical and radiological status of traumatic brain injury? Ömer Polat, Özhan Merzuk Uçkun, Cengiz Tuncer, Ahmet Deniz BelenPMID: 30892675 doi: 10.14744/tjtes.2019.59845 Sayfalar 193 - 197 AMAÇ: Travmatik beyin hasarının enflamatuvar bir süreci de içerdiği anlaşılması üzerine içerisinde sitokinlerin yer aldığı çalışmalar artmıştır. Bu çalışmada amaç kafa travması geçiren hastalarda interlökin (IL)-8 düzeyinin klinik durum ve radyolojik bulgularla ilişkisinin araştırılması ve tartışılmasıdır. GEREÇ VE YÖNTEM: Hastane verilerinden kafa travması nedeniyle başvurmuş hastaların klinik bulguları ve yapılmış olan laboratuvar sonuçları incelendi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, mevcut klinik bulguları, Glaskow Koma Skoru (GKS), travma nedeni, beyin tomografi sonuçları, biyokimyasal laboratuvar incelemeleri ile ilgili tüm verileri kaydedildi. Hastalar GKS’ye göre üç gruba ayrıldı; Grup I: GKS ≥13; Grup II: GKS = 9–12; Grup III: GKS = 3–8. BULGULAR: Çalışmada yer alan hastaların 23’ü (%76.7) erkek, 7’si (23.3) kadındı. Hastaların 17’si (%56.7) düşme, 8’i (%26.7) trafik kazası ve 5’i (%16.7) darp nedeniyle başvurmuş idi. Üç grupta 10’ar hasta yer almaktaydı. GKS arttıkça IL-8 değerlerinin daha düşük olduğu gözlendi. Gruplar için ortalama IL-8 düzeyleri Grup I = 1.2 pg/mL, Grup II = 6.6 pg/mL ve Grup III = 4.7 pg/mL olarak tespit edildi, ancak istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p=0.147). IL-8 değerlerinin tomografi bulguları anormal olan hastalarda anlamlı olarak yükseldiği gözlendi (p=0.023). TARTIŞMA: Travmatik beyin hasarında ortaya çıkan klinik ve radyolojik durumunu izlemekte IL-8’in yararlı bir belirteç olabileceği düşünülmekle birlikte, beyin hasarının tüm aşamalarında IL-8 ölçümlerinin değerlendirildiği ve uzun dönem prognoz takiplerinin kaydedildiği, daha geniş hasta serileriyle yapılmış çalışmalara gereksinim bulunmaktadır. |
OLGU SUNUMU | |
19. | Yıldırım çarpması kaynaklı akut akciğer hasarı: Olgu sunumu Lightning-strike-induced acute lung injury: a case report Melahat Uzel Şener, Ali Demir, Alp ŞenerPMID: 30892668 doi: 10.5505/tjtes.2018.41861 Sayfalar 198 - 201 Yıldırım çarpması, yüksek oranda morbidite ve mortaliteye sahip bir çevresel elektrik acilidir. Yıldırım çarpmasına bağlı yaralanmalar yüksek voltaj yaralanmaları olarak isimlendirilir. Yıldırım çarpmasıyla ilişkili solunumsal yaralanmalar arasında pulmoner ödem, pulmoner kontüzyon, akut solunum sıkıntısı sendromu ve pulmoner hemoraji sayılabilir. Yüksek voltajla ilişkili birçok farklı mekanizmada olduğu gibi direkt hasarın yanında bu hastalar sekonder travmalara da maruz kalmaktadır. Dolayısıyla hastaların multitravma hastası olarak değerlendirilmesi her zaman akılcı yaklaşım olacaktır. Bu yazıda, 19 yaşında bir hasta, açık arazide gerçekleşen yıldırım çarpmasına direkt maruziyet sonucu amnezi, oryantasyon bozukluğu, nefes darlığı ve karın ağrısı şikayetleri, akciğer kontüzyonu ve miyopati bulguları ile acil servise başvurdu. Vital bulgularında; kan basıncı 80/50 mmHg, kalp hızı 110/dakika, oksijen satürasyonu %85 olarak ölçüldü. Hastanın akciğer tomografisinde iki taraflı akciğer kontüzyonu ve plevral effüzyon saptandı. Ayrıca hastanın yapılan ekokardiyografisinde global kardiyak hipokinezi ve %20–25 ejeksiyon fraksiyonu saptandı. Hastanın santral sinir sistemi ve abdominal görüntülemeleri doğaldı. Hasta, yoğun bakım ünitesine yatırıldı ve destek oksijen, intravenöz hidrasyon, antibiyotik, sistemik steroid ve invaziv kardiyak monitörizasyon ile tedavi ve takip edildi. Hastaneye yatırılmasının onuncu gününde klinik ve radyolojik iyileşme sağlanan hasta taburcu edildi. Taburculuk sonrası 20. günde çekilen tomografide toraksta patolojik bulgu kalmadığı görüldü. |
20. | Bir çocukta travmatik göz küresi luksasyonu için başarılı bir cerrahi girişim olgusu: Işığın algılamasından tam bir görme keskinliğine A successful case of surgical intervention for traumatic globe luxation in a child: From light perception to full visual acuity Alireza Zandi, Mohsen Pourazizi, Pouriya Radmanesh, Mohammad-hasan Alemzadeh-ansariPMID: 30892672 doi: 10.5505/tjtes.2018.50240 Sayfalar 202 - 204 Travmatik göz küresi luksasyonu pediyatrik acil tıpta seyrek görülen bir durumdur. Bazı olgularda travmatik göz küresi luksasyonu görme kaybına neden olabilmektedir. Bu nedenle acil servislerde kritik bir durum olduğu düşünülür. O halde özellikle acil birimlerde çalışan doktorların tümü görme kaybı gibi organı tehdit eden komplikasyonları önlemek için bu durumu ve tedavisini bilmelidir. Bu yazıda, bisikletten düştükten sonra travmaya bağlı göz küresi luksasyonu oluşan ve travmadan sonra görme keskinliği (GK) yalnızca ışığın algılanmasına kadar düşen sekiz yaşındaki bir kız çocuğu sunuldu. Bu durum acil lateral kantotomi ve inferiyor kantolizle acilen tedavi edildi. Travma sonrası birinci ayda GK Snellen ölçeğinde 20/20 olup her yöne bakışta göz hareketleri kısıtlanmamıştı. |