p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 23 Sayı : 2 Yıl : 2025

Hızlı Arama




SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 23 (2)
Cilt: 23  Sayı: 2 - Mart 2017
DENEYSEL ÇALIŞMA
1. 
Tibia cisim kırıklarında iki farklı cerrahi yöntemin kompartman basıncı üzerine etkisi: Tavşan modelinde deneysel bir çalışma
The effect of 2 different surgical methods on intracompartmental pressure value in tibial shaft fracture: An experimental study in a rabbit model
Cemil Ertürk, Mehmet Akif Altay, Nuray Altay, İbrahim Avşin Öztürk, İslam Baykara, Cemil Sert, Uğur Erdem Işıkan
PMID: 28467588  doi: 10.5505/tjtes.2016.82177  Sayfalar 85 - 90
AMAÇ: Kompartman içi basınç (KİB) monitarizasyonu özellikle tibia cisim kırıklarının intramedüller çivilemesinden sonra sıkça kullanılan bir izlem yöntemidir. İlizarov sirküler fiksatör (İCF) ile tespit yapılan tibia kırıklarındaki KİB değerlerinin intramedüller telleme (İMT) ile yapılanlardan daha düşük olabileceği öngörüldü. Bu çalışmada, İCF ve İMT ile tespit yapılan tibia kırıklarında KİB değerleri karşılaştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Yirmi Yeni Zelenda Beyaz tavşanları rastgele İCF (Grup 1) ve İMT (Grup 2) olmak üzere iki gruba ayrıldılar. Anestezi altında tavşanların sağ tibialarının üst yarısında kırık oluşturuldu. Tibia kırıkları Grup 1’de İCF, Grup 2’de İMT ile tespit edildi. Kompartman içi basınç değerleri 48 saat boyunca altışar saat arayla ölçüldü.
BULGULAR: Kompartman içi basınç değerlerinde her iki grup içinde önemli farklar vardı (p<0.001). Ayrıca, her iki grupta KİB değerleri ameliyat sonra ilk 24 saatte önemli derecede artarken, ikinci 24 saatte azalmıştı. En önemlisi de, İCF grupta KİB değerleri İMT gruptakine göre, 30, 36 ve 42. saatlarda önemli derecede düşüktü (p<0.05).
TARTIŞMA: Tespitten 24 saat sonra, İCF grubundaki KİB değerleri İMT’ye göre daha düşüktü. Bu sonuçlar tibia kırıklarında İCF kullanımının ön kompartmanda ek dekompresyon sağladığını göstermektedir. Bu bulguların ışığında, İCF uygulaması kompartman sendromu riski taşıyan yüksek riskli tibia kırıkların tedavisinde tercih edilebilir.

2. 
Sıçan segmenter kemik defekti modelinde trombositten zenginleştirilmiş plazmanın ve demineralize kemik matriksinin kırık iyileşmesi üzerine etkisinin karşılaştırılması
A comparison of the effects of platelet-rich plasma and demineralized bone matrix on critical bone defects: An experimental study on rats
Egemen Turhan, Mustafa Kemal Akça, Ahmet Bayar, Murat Songür, Selçuk Keser, Mahmut Nedim Doral
PMID: 28467589  doi: 10.5505/tjtes.2016.68249  Sayfalar 91 - 99
AMAÇ: Kırık iyileşmesinin gecikmesi ortopedi ve travmatoloji kliniğinin başlıca sorunlarından biridir ve özellikle defektif kemiklerde iyileşme gecikmesi veya kaynamama görülmektedir. Bu çalışmamızda defektif kemik dokunun iyileşmesinde ticari bir ürün olan ve klinik pratikte greft olarak sıkça kullanılan demineralize kemik matriks (DBM) ve kandan üretilen ve birçok büyüme faktörü içeren trombositten zengin plazmanın (TZP) defektif kırık modelinde kırık iyileşmesi üzerine etkileri incelendi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kırk sekiz adet Albino-Wistar tipi sıçan 12’li gruplar halinde dört gruba ayrıldı ve sağ önkollarında dorsal insizyon ile radiuslarına ulaşılarak radiuslarında diafizden kemik çapının iki katı kadar defektif kemik modeli oluşturuldu. Dört adet sıçan ise işlem öncesi sakrifiye edilerek intrakardiak kanları alındı ve uygun santrifüj işlemleri sonrasında TZP hazırlandı. İlk grup kontrol grubu olarak ayrıldı ve kostatom ile oluşturulan kemik defekti olduğu gibi bırakılarak primer kapatıldı. İkinci grupta defekt alanı TZP ile greftlendi ve primer kapatıldı. Üçüncü grupta defektif alan TZP+DKM kombinasyonu ile greftlenirken son grupta defekt alanı DKM ile greftlendi ve primer kapatıldı. İşlem sonrası onuncu haftada sıçanlar yüksek doz anestezik madde ile sakrifiye edilerek sağ önkolları diseke edildi, defekt alanı radyolojik ve histopatolojik parametreler ile incelendi.
BULGULAR: Radyolojik olarak incelendiğinde TZP grubunda ve daha sonrada DKM grubunda kemikleşmenin daha iyi olduğu gözlendi. Histopatolojik inceleme sonucunda ise kaynama kalitesi açısından kontrol grubuna göre diğer grupların iyi olduğu fakat TZP grubunda kaynama kalitesinin diğer çalışma gruplarına göre daha iyi olduğu görüldü. Korteks gelişimi ve yeniden şekillenme açısından incelendiğinde TZP grunbunda sonuçların daha iyi olduğu ve yeni kemik oluşumu açısından değerlendirildiğinde ise de TZP, TZP-DKM ve DKM gruplarının kontrol grubuna göre daha iyi olduğu gözlendi.
TARTIŞMA: Çalışmamız TZP’nin defektif kemik iyileşmesi üzerine olumlu etkilerini gösteren in vitro şartlarda yapılmış bir hayvan deneyidir. Bu bulgular eşliğinde değerlendirldiğinde defektif kemik iyileşmesinde TZP ve DKM’nin etkisinin aynı olduğu fakat birlikte kullanımında birbirlerinin etkilerini arttırmadığı kanaatine varılmıştır. Trombositten zengin plazmanın otolog kandan ve ameliyathane şartlarında dahi üretebiliyor olması, ek bir maliyet ve ek morbiditeye neden olmaması nedeniyle ticari bir ürün olan DKM’nin bir alternatifi olabileceğini düşünmekteyiz.

3. 
Deneysel akut pankreatitte nötrofil fonksiyonları üzerine N-asetilsistein’in etkisi
Effect of N-acetylcysteine on neutrophil functions during experimental acute pancreatitis
Kemal Atayoğlu, Günay Gürleyik, Gülderen Demirel, Selvinaz Özkara
PMID: 28467574  doi: 10.5505/tjtes.2016.59844  Sayfalar 100 - 106
AMAÇ: Akut pankreatitli (AP) olgulardaki sistemik enflamatuvar cevap ve pankreas dışı vital organ bozuklukları aktive olmuş nötrofillerin fonksiyonları ve ürünleri olan serbest oksijen radikalleri aracılığıyla oluşur. Çalışmamızda, deneysel AP süresince sistemik histopatolojik değişiklikler ve nötrofil fonksiyonları üzerinde antioksidan N-asetilsistein’in (NAC) etkilerinin araştırılması amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Bu deneysel çalışma eşit olarak üç gruba ayrılmış 24 Wistar-albino sıçan üzerinde gerçekleştirildi. Grup 1: Yalnız laparotomi grubu, grup 2: Taurokolat infüzyonu ile oluşturulan AP grubu, grup 3: NAC tedavisi yapılan AP grubu. Lokal ve sistemik etkiler için böbrek, akciğer ve pankreas dokusundaki histopatolojik değişiklikler araştırıldı. Nötrofil fonksiyonları flow sitometri yöntemiyle belirlendi.
BULGULAR: Her iki AP grubunda pankreas enzimlerinin serum seviyeleri yüksek bulundu. Histopatolojik bulgularda asiner hücre hasarı ve pankreas doku nekrozu vardı. Eş zamanlı olarak renal ve pulmoner dokuda ciddi histopatolojik değişiklikler gözlendi. Flow sitometri bulguları, tedavisiz AP grubunda bozulan nötrofil fonksiyonlarını göstermekteydi. Akut pankreatitli deneklerde NAC tedavisi nötrofillerin fagositoz, kemotaksis ve opsonizasyon işlevlerini anlamlı olarak iyileştirdi (p<0.05). Aynı zamanda NAC tedavisiyle pulmoner ve renal dokudaki hasarların, bütün mikroskobik parametreler için anlamlı olarak düzeldiği gözlendi (p<0.05).
TARTIŞMA: Deneysel AP süresince, bozulan nötrofil fonksiyonları ciddi sistemik enflamatuvar cevapları uyarabilir. Lokal enflamasyon ve nekroza ek olarak pankreas dışı vital organlarda ciddi sistemik cevap ve histopatolojik değişiklikler oluşur. Antioksidan NAC tedavisi, pankreas dışı vital organlardaki zararlı sistemik cevapları, nötrofil fonksiyonlarını anlamlı ölçüde iyileştirerek geri döndürmektedir.

KLINIK ÇALIŞMA
4. 
Sol torakoabdominal bölge delici kesici alet yaralanması olan hastalarda diafragmanın değerlendirilmesinde tanısal laparoskopinin önemi: İleriye yönelik kohort çalışması
Importance of diagnostic laparoscopy in the assessment of the diaphragm after left thoracoabdominal stab wound: A prospective cohort study
Metin Yücel, Adnan Özpek, Hüseyin Kerem Tolan, Fatih Başak, Gürhan Baş, Ethem Ünal, Orhan Alimoğlu
PMID: 28467575  doi: 10.5505/tjtes.2016.91043  Sayfalar 107 - 111
AMAÇ: Sol torakoabdominal bölge delici kesici alet yaralanmaları potansiyel olarak diafragma yaralanmasına neden olabilir. Bu çalışmanın amacı, sol torakaoabdominal bölge delici kesici alet yaralanması olan hastalarda diafragma yaralanmasının insidansını belirlemek ve laparoskopinin diafragma yaralanmasını tespit etmedeki rolünü değerlendirmek idi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Nisan 2009 ve Eylül 2014 tarihleri arasında sol torakoabdominal bölge delici kesici alet yaralanması nedeniyle kliniğimize başvuran 81 hasta (75 erkek, 6 kadın; yaş ortalaması 27.5±9.8 yıl; dağılım 14–60) çalışmaya dahil edildi. Hemodinamik instabil, peritonit bulguları ve organ eviserasyonu olan hastalara laparotomi yapılırken, diğer hastalar selektif konservatif olarak takip edildi. Laparotomi endikasyonu olmayan ve semptomsuz seyreden hastalara 48 saatlik gözlem sonunda sol diafragmayı değerlendirmek için tanısal laparoskopi uygulandı. Takip ve tedavi sonuçları ileriye yönelik olarak değerlendirildi.
BULGULAR: On üç hastaya laparotomi, kalan 68 hastaya tanısal laparoskopi uygulandı. Laparotomi yapılan hastaların dördünde, tanısal laparoskopi yapılan hastaların ise 15’inde olmak üzere toplam 19 hastada (%23.5) sol diafragmada yaralanma tespit edildi. Hemopnömotoraks olan ve olmayan hasta grupları arasında diafragma yaralanmasının insidansında fark saptanmadı (p=0.131). Diafragmatik yaralanma açısından sol torakoabdominal bölgede delici kesici aletin giriş yerleri arasında istatistiksel fark saptanmadı (p=0.929).
TARTIŞMA: Sol torakoabdominal bölge delici kesici alet yaralanmalarında diafragma değerlendirilmelidir. Tanısal laparoskopi, günümüzde hala bu amaçla kullanılan en güvenli yöntemdir.

5. 
Akut pankreatitte Ranson skoru ile eritrosit dağılım hacmi arasındaki korelasyon
Correlation between Ranson score and red cell distribution width in acute pancreatitis
Murat Özgür Kılıç, Canbert Çelik, Cemil Yüksel, Barış Doğu Yıldız, Mesut Tez
PMID: 28467576  doi: 10.5505/tjtes.2016.27895  Sayfalar 112 - 116
AMAÇ: Ranson kriterleri akut pankreatit (AP) şiddetini değerlendirmek için yaygın olarak kullanılır. Eritrosit dağılım genişliği (RDW) de bu gibi hastalarda mortaliteyi öngörmede yararlı bir belirteç olarak gösterilmiştir. Amaç, AP hastalarında Ranson skoru ile RDW arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Toplam 202 AP hastası çalışmaya alındı. Hastalar, 48 saatten uzun süren organ yetersizliği ve/veya lokal komplikasyon varlığına bağlı olarak, hafif ve şiddetli AP olarak sınıflandırıldı.
BULGULAR: Kırk hastaya (%19.8) şiddetli AP tanısı kondu. Şiddetli AP’nin belirlenmesinde, başlangıç RDW ve Ranson skorları için hesaplanan ROC eğrisinde yüksek duyarlılık ve özgüllük değerleri elde edildi. Ranson skoru için 4’ten büyük değerler, RDW için %14 değeri cutoff değerler olarak belirlendi. Başvuru anındaki RDW değerinin 48. saat Ranson skoru ile korele olduğu saptandı (r=0.22, p<0.002). Ancak, 0. günde, RDW ile 0. saat Ranson skoru arasında korelasyon yoktu (r=0.07, p=0.600).
TARTIŞMA: Akut pankreatit şiddetini değerlendirmede tek bir ideal yöntem olmasa da, başvuru anındaki RDW seviyesi, birden çoklu skorlama sistemlerinin dezavantajları dikkate alındığında, özellikle birinci basamak sağlık merkezlerinde, AP şiddetinin erken tahmininde yararlı olabilir.

6. 
Önkol damar onarımlarının değerlendirilmesi: Arter onarımı ile ilişkili fonksiyonel sonuçlar
Evaluation of forearm arterial repairs: Functional outcomes related to arterial repair
Musa Kemal Keleş, Tekin Şimşek, Veysel Polat, Engin Yosma, Ahmet Demir
PMID: 28467577  doi: 10.5505/tjtes.2016.36080  Sayfalar 117 - 121
AMAÇ: Tek damar yaralanması sonrası önkol damar onarımlarında, çalışan ve tıkalı arter onarımlarının geç dönem sonuçlarını karşılaştıran az sayıda çalışma vardır. Bu çalışmadaki amacımız önkol damar onarımlarının geç dönem sonuçlarını QuickDASH skoru ve renkli Doppler ultrason ile karşılaştırmaktı.
GEREÇ VE YÖNTEM: Yüz altmış altı ön kol arter yaralanması olan hastalar tarandı. Aynı yaralanması olan 30 hasta (ulnar arter, ulnar sinir ve fleksör zon beş tendon yaralanması) renkli Doppler ve QuickDASH skorlaması için geri çağrıldılar.
BULGULAR: Hastalar renkli Doppler sonuçlarına göre iki gruba ayrıldılar; çalışan damarı olanlar (grup 1) ve tıkalı damarı olanlar (grup 2). Bu iki grubun QuickDASH skorları arasında istatistiksel analiz yapıldı. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı. Grup 1’de (24.27) grup 2’ye (36.34) göre daha düşük QuickDASH skoru vardı. Bu çalışan damarı olan hastalarda daha iyi sonuç alındığını göstermekteydi.
TARTIŞMA: Sonuç olarak, vasküler onarım yapılan hastalarda daha iyi fonksiyonel sonuç alınabilmektedir.

7. 
Yüksek riskli geriatrik hastalarda inguinal hernilere yaklaşım: Elektif mi, acil mi olmalıdır?
Approach to inguinal hernia in high-risk geriatric patients: Should it be elective or emergent?
Rıza Gürhan Işıl, Pınar Yazıcı, Uygar Demir, Cemal Kaya, Özgür Bostancı, Ufuk Oğuz İdiz, Canan Tülay Işıl, Mahmut Kaan Demircioğlu, Mehmet Mihmanlı
PMID: 28467578  doi: 10.5505/tjtes.2016.36932  Sayfalar 122 - 127
AMAÇ: İlerleyen yaşla birlikte inguinal herni insidansı artmaktadır. Bu hasta grubunda komorbiditelerin de artması inguinal herniye yaklaşımda cerrahiyi arka plana atmakta ve acil girişim oranlarını artırmaktadır. Bu çalışmada, inguinal herni nedeniyle ameliyat edilen yüksek riskli geriatrik hastalarda elektif ve acil yaklaşım sonuçlarını karşılaştırmalı olarak incelemeyi amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2010 ve Aralık 2014 tarihleri arasında kliniğimizde inguinal bölge fıtıkları nedeni ile ameliyat edilen geriatrik (≥65 yaş) hastalar arasından yüksek riskli (ASA III ve üzeri) 384 hastanın dosyası geriye dönük olarak incelendi. Bu hastalar elektif (n=312) ve acil (n=72) operasyon olarak iki grupta incelendi. Tüm hastaların demografik özellikleri, ASA skoru, operasyon prosedürleri (insizyon şekli, ek prosedürler, anestezi tipi), yoğun bakım ve hastanede kalış süreleri, morbidite ve mortalite parametreleri kaydedildi.
BULGULAR: Demografik özellikler Grup 2’de anlamlı yüksek ASA IV oranı hariç benzerdi. Bağırsak rezeksiyonu riski %1 ve karşı %21 olarak Grup 2’de anlamlı yüksek izlendi. Hastanede (1.3 güne 7.9 gün, sırasıyla, p<0.01) ve yoğun bakımda kalış süreleri de Grup 2’de anlamlı uzun bulundu. Ameliyat sonrası morbidite (%1’e karşı %24, p<0.01) ve mortalite (%0.3’e karşı %11, p<0.01) Grup 2’de anlamlı yüksek saptandı. Ameliyat sonrası komplikasyon üzerine etki gösteren bağımsız parametreler arasında böbrek yetersizliği, yoğun bakım ve hastanede kalış süreleri bulunurken; mortalite üzerine etkiyen bağımsız faktörler arasında ASA skoru, böbrek yetersizliği, insizyon şekli (laparotomi) ve anestezi türü (genel anestezi) saptandı.
TARTIŞMA: Elektif inguinal herni ile karşılaştırıldığında, ASA skoru yüksek yaşlı hastalarda acil olarak uygulanan inguinal herni operasyonları daha yüksek morbidite ve mortalite ile seyretmektedir. Daha sık bağırsak rezeksiyon ihtiyacı ve anlamlı uzun hastanede kalış sürelerini de dikkate alarak inguinal herni tanısı alan yüksek riskli yaşlı hastalarda da elektif operasyon uygulanmasını öneriyoruz.

8. 
Acil cerrahi sonrası tanı alan primer ince bağırsak non-Hodgkin lenfomaları
Primary small intestinal non-Hodgkin lymphoma diagnosed after emergency surgery
Tevfik Avcı, Hakan Yabanoğlu, İlker Murat Arer, Nazım Emrah Koçer, Kenan Çalışkan, Pelin Böcek, Yahya Ekici
PMID: 28467579  doi: 10.5505/tjtes.2016.02359  Sayfalar 128 - 133
AMAÇ: Bizim bu çalışmamızda amacımız, hastaneye obstrüksiyon veya perforasyon bulgularıyla başvuran ve ameliyat sonrası primer intestinal non-Hodgkin lenfoma tanısı alan hastaların klinik bulgularını, tanı, tedavi ve prognozlarını incelemektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı’nda, Ocak 2007–Kasım 2014 yılları arasında, radyolojik olarak obstrüksiyon veya perforasyon varlığı kanıtlanmış ve ameliyata alındıktan sonra non-Hodgkin lenfoma tanısı alan hastaların özgeçmişleri, başvuru anındaki semptomları, patoloji raporları ve cerrahi tedavi sonrası takipleri geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: Çalışmamıza dahil edilen primer intestinal non-Hodgkin lenfoma tanısı alan 17 hastanın ortalama yaşı 52±20.2, erkek: kadın oranı 8.9 idi. Hastaların başvuru anındaki semptomları; karın ağrısı, bulantı-kusma, kilo kaybı ve iştahsızlıktı. Tüm hastalar cerrahi olarak tedavi edildi ve 12 hastaya ameliyat sonrası dönemde kemoterapi uygulandı. En sık rastlanan patolojik alt tip diffüz B-hücreli lenfoma idi (%70.5). Hastaların takip süresi 26 (dağılım, 1–69) ay, sağkalım oranı %64.3 idi.
TARTIŞMA: Primer intestinal non-Hodgkin lenfoma hastalığının ilk prezentasyonu, hastalarda gelişen intestinal obstrüksiyon ve/veya perforasyon olabileceği için, özellikle 50. dekatta bağırsak obstrüksiyonu ile gelen hasta değerlendirilirken non-Hodgkin lenfoma akılda bulundurulmalıdır.

9. 
Negatif apendektomilerden kaçınmanın yolu: Ultrasonografi bunu başarabilir mi?
How to avoid negative appendectomies: Can US achieve this?
Kinyas Kartal, Pınar Yazıcı, Taner Mehmet Ünlü, Mehmet Uludağ, Mehmet Mihmanlı
PMID: 28467580  doi: 10.5505/tjtes.2016.79328  Sayfalar 134 - 138
AMAÇ: Akut apandist tanısı, genellikle semptomlar ve fizik muayene bulguları ile konulabilmektedir. Fakat, apandist tanısını kesinleştirmek her zaman kolay olmamaktadır. Bu çalışmada, akut apandist tanısında ultrasonografinin (USG), beyaz kan hücresi (WBC) ve C-reaktif protein (CRP) bulgularıyla birlikte kullanımının apandist tanısındaki yerini göstermeyi amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2014–Ocak 2016 arasında, merkezimizde akut apandist tanısı ile ameliyat olan 470 hastanın bilgileri geriye dönük olarak tarandı. Hastaların patoloji sonuçları, CRP ve WBC düzeyleri ve USG sonuçları istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Hastalar patoloji sonuçlarına göre, lenfoid hiperplazi (LH), komplike olmayan akut apandist (KOAA) ve komplike akut apandist (KAA) olarak üç grubu ayrıldı.
BULGULAR: Üç yüz otuz bir erkek 139 kadın hastanın ortalama yaşı 32.29±11.44 olarak saptandı. Ortalama WBC düzeyi, LH grubunda 12.31 103/uL (±4.47), KOAA grubunda 13.3 103/uL (±3.87) iken KAA grubunda 14.08 103/uL (±4.11) olarak saptandı (p=0.016). Ortalama CRP düzeyi LH grubunda 14.27 mg/L (±19.38) iken, KOAA grubunda 36.93 mg/L (±59.44) ve KAA grubunda 40.84 mg/L (±66.68) olarak saptandı (p=0.008). Sonografik olarak ölçülen ortalama apendiks çapı LH grubunda 4.86 (±3.93) iken, KOAA grubunda 6.98 mm (±4.08) ve KAA grubunda 7.63 mm (±3.92) olarak saptandı (p=0.0001). Tüm değişkenler altgruplar arasında analiz edildiğinde USG bulgularının tüm gruplar arasında da anlamlı farka sahip olduğu gözlemlendi.
TARTIŞMA: Akut apandisit tanısı alan hastaların WBC ve CRP değerlerinin istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksek olduğu fakat bu bulgunun kesin tanı için yeterli olmadığı gözlendi. Ultrasonografi bulgularının hem enflamasyonun şiddetini belirlemede hem de apandist tanısı konulmasında etkin olduğu görüldü. Ultrasonografinin akut apandist şüphesi bulunan hastalarda laboratuvar testleri ile kombine edilerek standart görüntüleme incelemesi olarak uygulanması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu tanı sisteminin negatif apendektomi oranını azaltacağına inanmaktayız.

10. 
Ciddi yanık hastalarında erken “do not resuscitate-resüsite etme” talimatı verilebilir mi?
Can we make an early ‘do not resuscitate’ decision in severe burn patients?
Yücel Yüce, Hakan Ahmet Acar, Kutlu Hakan Erkal, Erhan Tuncay
PMID: 28467581  doi: 10.5505/tjtes.2016.71508  Sayfalar 139 - 143
AMAÇ: Ülkemizdeki ciddi yanık hastalarında erken “resüsite etmeme=DNR” kararı verilip verilemeyeceği sorusuna literatür ve ülkemizin yasal mevzuatını inceleyerek cevap aramaya çalıştık.
GEREÇ VE YÖNTEM: DNR terimi bir hastada solunumsal ya da dolaşım arresti meydana geldiğinde yapılan kardiyopulmoner resüsitasyon uygulamasının durdurulmasını ifade eder. Tıp literatürüne ilk olarak 1976 yılında girmiştir. Sıklıkla son dönem kanser hastalarında ve geri dönüşümsüz nörolojik hastalıkları olan hastalarda uygulanır.
BULGULAR: Ocak 2009 ile Aralık 2014 tarihleri arasında yanık merkezimize 29 çok ciddi yanık hastası kabul edildi (%3.44). Ortalama toplam yanık yüzey alanı (TBSA) %94.24 (dağılım, %85–%100) idi ve 10 hastada TBSA oranı %100 dü. Yirmi altı hastada ilave inhalasyon yanığı mevcuttu (%89.65). Hastaların tümü bütün tıbbi girişimlere rağmen kaybedildi. Ortalama sağ kalım süresi 4.75 gündü (dağılım, 1–24). On yedi hasta ilk 72 saat içinde kaybedildi. Yanık merkezimizin LD50 oranı %62’dir. Prognostik değerlendirme için hastaların Total Baux indeksleri hesaplandı. Ortalama Total Baux İndeksi 154.13’tü (dağılım, 117–183).
TARTIŞMA: Türkiye’de ciddi yanık hastalarının triyajında çeşitli sorunlarla karşılaşabileceğimiz bir bilinen faktördür. Bu hastalar yanık merkezlerine yönlendirilir ve hava ambulansları vasıtasıyla şehirler arasında ve hatta ülkeler arasında nakledilirler. Yanık merkezlerinde entübe edilip mekanik ventilasyon başlanır. Bu hastaları monitörize etmek ve tedavi etmek için birçok girişim uygulanır. Eskarotomiler, fasiyotomiler, tanjansiyel ya da fasiyel eskaratomiler, santral venöz kateterizasyonlar, trakeostomiler ve hemodiyaliz uygulamaları bu hastalarda gerçekleştirilir. Ancak tüm bu girişimlere rağmen 48–96 saatlik takip sırasında bu hastalar kaybedilirler. Bu durum da ekipman kullanımı, yatak işgali ve iş gücü kaybı gibi ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Gerçekte hiçbir fayda sağlamayan çok çeşitli girişimlerle hastaların vücut bütünlüğü daha da bozulmaktadır. Bu nedenle, bu hastalarda alınabilecek bir erken DNR kararı ya da entübe etmeme kararı ile ekipman kullanımı, yatak işgali ve iş gücü kaybı gibi ekonomik kayıplar azalacaktır ve bu kaynaklar daha yüksek yaşam beklentisi olan diğer hastalar için efektif olarak kullanılabilir. Ayrıca yaşamla bağdaşmayacak kadar ciddi yanığı olan hastalar da daha huzurlu ve rahat bir şekilde hayatlarını sonlandırabileceklerdir. Türkiye’de yasal kısıtlamalar nedeniyle ciddi yanık hastalarında bir DNR kararı almak mümkün değildir. Bu konu doktorların, hukukçuların, ekonomistlerin, ilahiyatçıların katılacağı büyük toplantılarda tartışılmalıdır.

11. 
Distal tibia kırıklarının minimal invaziv tespiti rotasyonel deformiteye neden olmaz: Yirmi dört hastanın bilgisayarlı tomografi incelemesi
Minimal invasive fixation of distal tibial fractures does not result in rotational malalignment: A report of 24 cases with CT imaging
Mehmet Mesut Sönmez, Deniz Gülabi, Meriç Uğurlar, Metin Uzun, Sezgin Sarban, Ali Şeker
PMID: 28467582  doi: 10.5505/tjtes.2016.59153  Sayfalar 144 - 149
AMAÇ: Tibial rotasyon prosimal eklemin transvers planda distal ekleme göre rotasyonda olmasıdır. Bu çalışmanın amacı minimal invaziv plaklama yöntemi (MİPO) ile tedavi edilen distal tibia kırıklarında, malrotasyonun bilgisayarlı tomografi (BT) ile tespit edilimesi, rotasyonel farkın klinik sonuçlar ve Vizüel Analog Skala (VAS) skoru üzerine etkisini araştırmaktı.
GEREÇ VE YÖNTEM: 2010–2012 yılları arasında kapalı distal tibia kırığı nedeniyle MİPO yöntemiyle ameliyat edilen 24 hasta çalışmaya dahil edildi. On dereceden fazla rotasyon farkı malrotasyon olarak kabul edildi. Ameliyat edilen bacak 0.5 mm aralıklarla alınan üç boyutlu BT kesitleriyle radyoloji bölümü tarafından değerlendirildi. İki alt ekstremite arasındaki 10 dereceden fazla fark malrotasyon olarak kabul edildi. Tüm hastalar son takiplerinde klinik (VAS ve Amerikan Ortopedi Ayak ve Ayak Bileği Topluluğu [AOFAS]) ve radyolojik olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Ortalama takip süresi 20.00±9.46 aydı (dağılım, 18–51 ay). Ortalama VAS skoru 2.58±0.83 (dağılım, 1–4) ve ortalama AOFAS skoru 87.50±4.05 (dağılım, 78–93) idi. Ortalama tibia rotasyon açısı sağlam tarafta 31.54°±6.00° (dağılım, 18°–45°) ve ameliyatlı tarafta ise 32.00°±6.24° (dağılım, 10°–43°) idi. İstatiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05).
TARTIŞMA: Minimal invaziv plaklama yöntemiyle distal tibia kırıklarının tedavi edilmesinde ameliyat sırasında skopi kullanılması, kablo tekniğinin ve sağlam tarafın referans olarak kullanılma yöntemi rotasyonel dizilim sorununu azaltacağı kanaatindeyiz.

12. 
Patella distal ucu parçalı kırığının onarımı
Repair of comminuted fracture of the lower patellar pole
Elsayed Ibraheem Elsayed Massoud
PMID: 28467583  doi: 10.5505/tjtes.2016.46402  Sayfalar 150 - 155
AMAÇ: Patella distal ucunun parçalı kırığı hem patella kırığı hem de patella tendonu avülsiyonunun karakteristik özelliklerini taşır. Bu nedenle travmanın her iki bileşeni de tedavi sırasında düşünülmelidir. Ancak geleneksel tekniklerin herhangi biri mahzurları olmaksızın ayrı ayrı işe yaramaz. Osteosentez ve patella tendonunun eş zamanlı onarımını göz önüne alan bir teknik varsayımladık.
GEREÇ VE YÖNTEM: Patella distal ucu parçalıkırığı olan 23 hasta cerrahi yöntemle tedavi edilmiş ve ileriye yönelik olarak 24 ay izlenmiştir.
BULGULAR: Hastaların tümü ortalama ameliyat sonrası dördüncü ayda travma öncesi günlük aktivite düzeyine geri döndü. Böstman ve ark. skorlamasına göre hastalar ortalama 28,1 puan aldı. Kırıkların hepsi ortalama 10 haftada kaynadı. Patella yüksekliği muhafaza edilmişti, ancak dört hastada patellofemoral eklemde dejeneratif değişikliklerde artış görüldü.
TARTIŞMA: Bu tekniği kullanarak patella distal uç parçalı kırığında osteosentezin başarısı parsiyel patellektomi olma ihtimalini azaltmakta, böylece ekstensör mekanizmanın fizyolojik uzunlluğu korunmaktadır. Bu teknik hemen tam olarak ağırlık taşımaya ve erken dönemde yoğun rehabilitasyon programının uygulanmasına yol açar.

13. 
Geriatrik politravma: Risk profili ve prognoz faktörleri
The geriatric polytrauma: Risk profile and prognostic factors
Holger Rupprecht, Hans Jürgen Heppner, Kristina Wohlfart, Alp Türkoğlu
PMID: 28467584  doi: 10.5505/tjtes.2016.77177  Sayfalar 156 - 162
AMAÇ: Alman nüfusunda yaşlı hastaların oranı giderek artmaktadır. Bu sonuçla, travma ve özellikle politravma olgularındaki yaşlı hastaların oranı da artmaktadır. Bu çalışmamızın amacı, klinik bulgularımızı sunmak ve bu konuda geriatrik politravma olgularına bir risk profili oluşturmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Hastane öncesi acil girişimde bulunulan 140 geriatrik politravma olgusunu kapsayan bir çalıma yürütüldü. Travmanın şiddeti Hanover Politravma skoruna (HPTS’ye) uyularak geçmişe yönelik olmak üzere değerlendirildi. Yaş, hemoglobin, sistolik kan basıncı, Glasgow Koma Skoru, entübasyona girişim zamanı ve endikasyonu mortalite ve genç hastalarla karşılaştırmalı olarak analiz edildi.
BULGULAR: Geriatrik politravma olgularının (n=140) mortalite yüzdesi %65 olarak bulunurken, genç politravma hastalarındaki (n=1468) mortalite oranı sadece yüzde 15.9 olarak tespit edildi. İki gruptaki travma şiddeti yaklaşık olarak aynı olmasına rağmen (HPTS – yaş puanları), geriatrik hastalarda mortalite dört kat daha fazla idi. Bunun yanı sıra, ağır kan kaybı (hemoglobin <8 g/dL), orta derece ve hafif kan kaybına (hemoglobin ≥8 g/dL) oranla da dört kat daha fazla mortalite bulundu. On ikinin altındaki bir Glasgow Koma Skoru ise bu değerin üzerindeki olgulara kıyasla iki kat daha fazla mortalite göstermekteydi (%39’a %83).
TARTIŞMA: Politravma hastalarında, hasta yaşının, kendi başına anlamlı olan bir risk faktörü olduğu ve mortalite artışını önceden gösterdiği tespit edilmiştir. Buna ek olarak düşük Glasgow Koma Skoru; şiddetli kan kaybında klinik bir bulgu olan 60 mmHg’nin altındaki sistolik kan basıncı ve beyin travması, diğer risk önemli faktörlerindendir. Bu faktörler, hastane öncesi ve hastane acilinde, erken ve en kısa sürede tedaviyi gerektirmektedir.

OLGU SERISI
14. 
Yıldırım düşmesine bağlı oluşan farklı otolaringolojik tablolar: Üç hastaya ait klinik rapor
Variations in otological presentation of lightning strike victims: Clinical report of 3 patients
Erbil Kılıç, Hakan Genç, Ümit Aydın, Burak Aşık, Bülent Satar
PMID: 28467585  doi: 10.5505/tjtes.2016.88580  Sayfalar 163 - 166
Yıldırım düşmesi, ölümcül veya morbit yaralanmalara sebep olabilir. Bu morbit yaralanmaların bir kısmı otolaringolojik semptom ve bulgularla birliktedir. Yıldırım düşmesine bağlı yaralanmalarda en sık görülen odyovestibüler lezyon; timpanik membran rüptürüne bağlı iletim tipi işitme kaybıdır. Ayrıca çeşitli tiplerde sensörinöral işitme kaybı ve dizines da görülebilir. Bu yazıda, yıldırım düşmesine bağlı otolaringolojik lezyonu olan üç hastanın klinik tablosu sunuldu. İlk hastanın sağ kulağında orta-frekans işitme kaybı varken sol kulağında yüksek frekans sensörinöral işitme kaybı vardı. İkinci hastanın sağ kulağında sadece yüksek frekans sensörinöral işitme kaybı vardı. Üçüncü hastada ise, yıldırım çarpması sonrası, periferik fasiyal paralizi ve aynı tarafta perilenf fistülü tespit edildi. Yıldırım çarpması sonrasında bir kulağında orta-frekans işitme kaybı oluşan hastamız, yıldırım çarpması sonrası orta-frekans sensörinöral işitme kaybı meydana gelen literatürde bildirilmiş ilk hastadır.

OLGU SUNUMU
15. 
Kötü başlangıç prognostik faktörlere sahip açık göz yaralanmasında cerrahisi sonrası mükemmel anatomik ve görsel iyileşme
An excellent anatomical and visual recovery after surgical repair of an open eye injury with poor baseline prognostic factors
Serpil Yazgan, Orhan Ayar, Orçun Akdemir, Yaran Koban
PMID: 28467586  doi: 10.5505/tjtes.2016.23790  Sayfalar 167 - 169
Bu yazıda, düğün töreni sırasında ateşlenen mermi ile göz yaralanması oluşan 42 yaşındaki kadın hasta sunuldu. Mermi çekirdeği, sol göz nazal skleranın alt kadranında, limbusun 7–12 milimetre arkasını delmişti. Koroid ve vitreus çekirdeğin etrafına prolabeydi. Ön kamarada kanama, vitreus prolapsusu ve lens subluksasyonu mevcuttu. Başvuru anındaki görme keskinliği el hareketi seviyesindeydi. 14x5 mm büyüklüğündeki mermi çekirdeği gözden dikkatlice çıkarıldı. On beş gün sonra, giriş alanı çevresindeki retinaya argon lazer fotokoagülasyon uygulandı. Hastanın son ziyaretindeki görme keskinliği 20/25 (Snellen) idi. Bu olguda, yabancı cisim büyük, penetrasyon alanı zon 3’de ve başlangıç görme keskinliği kötü olmasına rağmen, erken ve uygun cerrahi onarım göz küresinin bütünlüğü ve iyi görme prognozu sağlamıştır.

16. 
Behçet hastalığı ile ilişkili süperior vena kava sendromu ve kanayan downhill varisler: Nadir bir komplikasyon
Behçet’s disease-related superior vena cava syndrome and bleeding downhill varices: A rare complication
Bülent Yaşar, Gamze Kılıçoğlu
PMID: 28467587  doi: 10.5505/tjtes.2016.92145  Sayfalar 170 - 172
Süperior vena kava’nın herhangi bir nedenle tıkanması, yemek borusunun üst kısmında venöz genişlemeler ile sonuçlanır ve bunlar “downhill-aşağı yönlü” varisler olarak adlandırılır. Nadir olmasına rağmen, kanamaları hayatı tehdit edici olabilir. Bu yazıda, Behçet hastalığı’na bağlı süperior vena kava tıkanıklığı sonucu gelişen ve kanayan üst yemek borusu varisli bir olgu sunuldu.