p-ISSN: 1306-696x | e-ISSN: 1307-7945
Cilt : 16 Sayı : 1 Yıl : 2024

Hızlı Arama




SCImago Journal & Country Rank
Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi - Ulus Travma Acil Cerrahi Derg: 16 (1)
Cilt: 16  Sayı: 1 - Ocak 2010
EDITÖRE MEKTUP
1.
UNUSUAL SKIN BURN WITH HOT SEALING WAX and REMOVAL of WAX PARTICLES FROM BURNED SKIN WITH SUNFLOWER OIL
Yakup Çil
Sayfa 0
Makale Özeti |Tam Metin PDF

DERLEME
2.
Acil Tıp'ta Aydınlatılmış Onam
Informed Consent in Emergency Medicine
Nermin Ersoy, Müesser Şenses, Rahime Aydın Er
PMID: 20209388  Sayfalar 1 - 8
Acil tıp’ta da acil müdahalelerin etik ve yasal geçerliliği için aydınlatılmış onam ön koşuldur. Çünkü aydınlatılmış onam hasta-hekim arasındaki güven ilişkisinin, ilişkinin temelini oluşturan dürüstlük ilkesinin, bireyin kendi hakkında karar verme hakkını gözeten özerklik ilkesinin ve bireye saygı ilkesinin korunmasında asıl rol oynamaktadır. Acil hastası için öngörülen acil girişimin yapısı, yararları ile olası zararları, tedavisiz kalınması halinde ortaya çıkabilecek olumsuzlukları içermesi gereken aydınlatılmış onam, acil tıbbın hasta yapısına göre başkalaşmaktadır. 1. Hastanın bilinçli olduğu durumda, 2. Hastanın bilincinin yerinde olmadığı durumda ve 3. Hastanın çocuk ya da genç erişkin olması durumunda değişiklik gösteren aydınlatılmış onam; gerçek onam, açık onam, örtülü onam, ima edilen, varsayılan onam, vekil ve ebeveyn onam gibi isimlerle anılmaktadır. Hastanın tıbbi, psikolojik, hatta sosyal durumuna göre de farklılaşabilen aydınlatılmış onam elde edilmeden acil müdahalenin yapılabildiği istisnai durumlar bulunmaktadır. Yaşam kurtarıcı merkezli istisnalardan başka, hastanın kendisi için karar veremediği durumda hekimin hastanın en iyi yararı ile çocuğun üstün yararını gözeterek acil müdahalede bulunması imtiyaz hakkına dayanmaktadır. Etik açıdan savunulabilen bu hak, katı paternalistik yaklaşımlara zemin hazırladığı için hastanın özerkliğine saygının çiğnenmemesi için özen gerektirmektedir.
Informed consent is a prerequisite for the ethical and legal validity of the emergency intervention in emergency medicine, since it protects the fiduciary relationship between the physician and patient; the principle of honesty that grounds this relationship; the principle of autonomy that necessitates right of self-determination; and the principle of respect for persons. Informed consent in emergency medicine, which is supposed to include the nature, benefits and risks of emergency medical intervention, differentiates with respect to definite groups of patients: (1) conscious patients, (2) unconscious patients, and (3) children and mature minors. In addition, informed consent differentiates between medical, psychological and even social circumstances of the patients, referred to as valid consent, expressed-explicit consent, blanket consent, presumed consent, tacit consent, proxy consent, and parental consent. There are a few exceptions in which emergency medical intervention is administered without informed consent. In addition to the exceptions of life-saving interventions, when a patient can not decide for herself/himself, intervention of the physician in the best interest of the patient or children is based on the “therapeutic privilege” of the physician. As an ethically defensible right, since therapeutic privilege may open a door to hard paternalistic approaches, in those situations, emergency physicians should be cautious not to violate a patient’s autonomy.

DENEYSEL ÇALIŞMA
3.
Deneysel sepsiste IgM ile zenginleştirilmiş immünglobulin ve sıvı replasman tedavisininin sinir ileti hızına olan etkileri
Effects of IgM-enriched immunoglobulin and fluid replacement on nerve conduction velocity in experimental sepsis
İlkin Çankayalı, Yusuf Hakan Doğan, İlhami Solak, Oğuz Eriş, Serdar Demirgören, Ali Reşat Moral
PMID: 20209389  Sayfalar 9 - 14
AMAÇ
Sepsiste yoğun bakım polinöropatisi (YBP) olarak adlandırılan nöromusküler ileti bozukluklarının erken dönemde enflamatuvar mekanizmalar ve/veya rölatif hipovolemi ile tetiklendiği ileri sürülmektedir. YBP, klinik bulgulardan önce erken dönemde beliren elektrofizyolojik bulgularla kendini gösterir. Çalışmamızda, IVIG ve volüm replasman tedavisinin deneysel sepsisin erken fazında görülebilen sinir ileti hızındaki (SİH) değişikliklere olan etkisinin araştırılması amaçlandı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Randomize olarak 46 Spraque-Dawley sıçan çalışmaya dahil edildi. Deneysel sepsis çekal ligasyon ve perforasyon ile oluşturuldu. SİH, kuyruk sinirindeki ölçümlerle değerlendirildi.
BULGULAR
Sham grubu, kolloid grubu ve IVIG grubunda hem grup içinde hem de gruplar arasında SİH’nın değişimi açısından anlamlı fark olmadığı görüldü. Herhangi bir tedavinin uygulanmadığı sepsis grubunda ise; SİH’nın başlangıç değerine göre anlamlı azaldığı görüldü.
SONUÇ
YBP’nin erken elektrofizyolojik bir bulgusu olarak kabul edilebilen SİH sepsisin erken döneminde azalmaktadır. Deneysel sepsisin erken döneminde görülen SİH’deki azalmanın IgM ile zenginleştirilmiş IVIG verilmesi ile veya erken yapılan volüm replasmanı ile önlenebileceği görülmektedir. IVIG tedavisi uygulanan grupla kolloidle erken volüm replasmanı uygulanan grup arasındaki sonuçların istatistiksel olarak farklı olmaması dikkat çekici olarak değerlendirilmiş ve konu ile ilgili mekanizmanın açığa çıkması için randomize klinik ve deneysel çalışmalara ihtiyaç olduğu kanısına varılmıştır.
BACKGROUND
Neuromuscular abnormalities in sepsis, termed critical illness polyneuropathy (CIP), have been suggested to be induced by inflammatory mechanisms and/or relative hypovolemia. CIP is characterized by early electrophysiological findings before the clinical symptoms. This study aimed to investigate the effect of intravenous immunoglobulin (IVIG) and volume replacement therapies on the possible nerve conduction velocity (NCV) alterations in the early phase of experimental sepsis.
METHODS
Forty-six Sprague-Dawley rats were randomly assigned to four groups. Cecal ligation/perforation was performed to induce experimental sepsis. NCV was assessed in the tail nerve.
RESULTS
There was no statistically significant difference in NCV levels within and among the Sham-operated, colloid- and IVIG-treated groups. In the sepsis without treatment group, there was a statistically significant decrease in NCV levels.
CONCLUSION
NCV is decreased in the early stage of experimental sepsis and it may be accepted as an early electrophysiological sign in CIP. Treatment with either IgM-enriched IVIG or early volume replacement appears to prevent the decrease in NCV in the early phase of experimental sepsis. Results were statistically indistinguishable between the IVIG- and colloid-treated groups. No statistical difference between these groups is noteworthy. There is a need to clarify the mechanisms of action with further randomized, clinical and experimental trials.

4.
Sıçanlarda deneysel spinal kord hasarlanmasında N-asetilsisteinin biyokimyasal etkinliği
The biochemical effectiveness of N-acetylcysteine in experimental spinal cord injury in rats.
Volkan Hancı, Alaeddin Kerimoğlu, Kenan Koca, Aykut Başkesen, Kemal Kılıç, Didem Taştekin
PMID: 20209390  Sayfalar 15 - 21
AMAÇ
Çalışmamızda, metilprednizolon, N-asetilsistein (NAC) ve metilprednizolonla kombine NAC tedavisininin, sıçanlarda oluşturulan deneysel spinal kord hasarlanmasındaki biyokimyasal etkinliği karşılaştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Spraque-Dawley cinsi, ortalama 250-300 gram ağırlığında 32 erkek sıçan dört gruba ayrıldı. Spinal kord hasarlanması ekstradural olarak T4-T5 seviyesine yerleştirilen anevrizma klibi ile uygulandı. Grup C’ye (Kontrol grubu, n=8) travma uygulanması ardından hiçbir tedavi uygulanmadı. Travma ardından Grup M’ye (Metilprednizolon grubu, n=8) 30 mg.kg-1 ardından idamede saatte 5,4 mg.kg-1 dozunda metilprednizolon, Grup N’ye (NAC grubu, n=8) 150 mg.kg-1 NAC, Grup MN’ye (Metilprednizolon ve NAC grubu, n=8) 30 mg.kg-1 ardından idamede saatte 5,4 mg.kg-1 dozunda metilprednizolon ile 150 mg.kg-1 NAC intraperitoneal olarak verildi. Travmadan 24 saat sonra sıçanlar anestezi uygulanarak dekapite edildi ve spinal kord örnekleri alınarak biyokimyasal inceleme yapıldı.
BULGULAR
Gruplarda ortalama malondialdehid (MDA) değerleri Grup M, Grup N, Grup MN’de, Grup C’ye göre anlamlı olarak düşüktü (p<0,05). Ortalama süperoksit dismutaz (SOD) değerleri ise, Grup M, Grup N, Grup MN’de, Grup C’ye göre anlamlı olarak yüksekti (p<0,05). Grup M ile Grup N arasında ortalama MDA ve SOD değerleri açısından anlamlı farklılık yoktu.
SONUÇ
Metilprednizolon, NAC ve metilprednizolon ile kombine NAC tedavisinin, sıçanlarda deneysel spinal kord hasarında, sekonder hasarın önlenmesinde biyokimyasal olarak faydalı olabileceği düşünüldü.
BACKGROUND
In this study, we investigated the biochemical effectiveness of methylprednisolone, N-acetylcysteine (NAC) and methylprednisolone combined with NAC treatment in experimental spinal cord injury in rats.
METHODS
Thirty-two Sprague-Dawley male rats weighing 250-300 g were divided into four groups. Spinal cord injury was created extradurally with an aneurysm clip at the T4-T5 level. Following the trauma, Group C (Control group, n: 8) was not given any treatment. Group M (methylprednisolone group, n: 8) was treated with 30 mg.kg-1 methylprednisolone followed by a maintenance dose of 5.4 mg.kg-1 per hour. Group N (NAC group, n: 8) was given 150 mg.kg-1 NAC. Group MN (methylprednisolone and NAC group, n: 8) was given 30 mg.kg-1 followed by an hourly maintenance dose of 5.4 mg.kg-1 methylprednisolone and 150 mg.kg-1 NAC intraperitoneally. Twenty-four hours after the trauma, the rats were decapitated under anesthesia, and their spinal cord samples were taken for biochemical examination.
RESULTS
Mean malonyldialdehyde (MDA) values in Groups M, N and MN were significantly reduced compared to Group C. Mean superoxide dismutase (SOD) values in Groups M, N and MN were significantly higher than in Group C (p<0.05). No difference existed between Groups M and N with respect to mean MDA and SOD values.
CONCLUSION
Methylprednisolone, NAC and methylprednisolone plus NAC treatments have potential biochemical benefits in preventing secondary injury in experimental spinal cord injury in rats.

KLINIK ÇALIŞMA
5.
Travma dışı akut karınlı hastaların tanısında D-dimer testinin değeri
The value of D-dimer test in the diagnosis of patients with nontraumatic acute abdomen
Hizir Yakup Akyildiz, Erdogan Sozuer, Alper Akcan, Can Kuçuk, Tarik Artis, İsmail Biri, Namık Yılmaz
PMID: 20209391  Sayfalar 22 - 26
AMAÇ
Akut karınlı bir hasta hızlıca değerlendirilmeyi gerektirir. Bu hastalarda karın ağrısının cerrahi bir nedenden mi yoksa cerrahi olmayan bir nedenden mi olduğunu anlamak çok önemlidir. Bu çalışmada, akut karın tanısında lökosit sayısının ve D-dimer testinin doğruluğu karşılaştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu prospektif çalışmada, Haziran 2006 ile Kasım 2007 tarihleri arasında travmaya bağlı olmayan akut karın nedeniyle acil servise başvuran 225 hasta değerlendirildi. Hastalar iki gruba ayrıldı: grup 1 acil cerrahi girişim gerektirenler ve grup 2 gerektirmeyenler. Yaş, cinsiyet, lökosit sayısı, D-dimer seviyesi, akut karın ağrısının nedeni ve ameliyat bulguları araştırıldı. P değerlerinden 0,05’den küçük olanlar istatistiki olarak anlamlı kabul edildi.

BULGULAR
D-dimer seviyesi ve lökosit sayısı arasında pozitif bir korelasyon bulundu. Acil karın içi durumlarda D-dimer ve lökosit sayısı benzer şekilde davrandı. ROC eğrisi altında kalan alan ise D-dimer testinde anlamlı olarak daha yüksekti (p<0,0001). Ek olarak, acil laparotomi gereken hastalarda bu testin duyarlığı %95,7 iken lökosit sayısınınki ise %74,8 olarak saptandı.
SONUÇ
Akut karınlı bir hastada D-dimer testi lökosit sayısına güçlü bir alternatif veya yardımcı olabilir.
BACKGROUND
A patient with acute abdominal pain requires rapid evaluation. In these patients, it is very important to distinguish between surgical and nonsurgical pathology. Our aim was to compare the accuracy of the leukocyte count and D-dimer test in the diagnosis of acute abdomen.
METHODS
In this prospective study, 225 patients admitted to the emergency unit due to nontraumatic acute abdomen between June 2006 and November 2007 were evaluated. The patients were divided into two groups: Group 1 patients who needed immediate laparotomy and Group 2 patients who did not. Age, gender, leukocyte count, D-dimer level, causes of acute abdominal pain, and operative findings were investigated. P values of <0.05 were considered statistically significant.
RESULTS
There was a positive correlation between the plasma D-dimer level and leukocyte count. D-dimer acted similarly to the leukocyte count in emergency abdominal conditions. The area under the receiver operating characteristic curve was statistically higher with the D-dimer test (p<0.0001). Additionally, in patients needing immediate laparotomy, the sensitivity of the D-dimer test was 95.7% versus 74.8% for leukocyte counts.
CONCLUSION
In a patient with acute abdomen, D-dimer test may be a strong alternative or an adjuvant to the leukocyte count.

6.
Mannheim Peritonit İndeksi ve APACHE II - Peritonitli hastalarda sonucun öngörülmesi
Mannheim Peritonitis Index and APACHE II - Prediction of outcome in patients with peritonitis
Ajaz Ahmad Malik, Khurshid Alam Wani, Latif Ahmad Dar, Mehmood Ahmed Wani, Rauf Ahmad Wani, Fazl Qadir Parray
PMID: 20209392  Sayfalar 27 - 32
AMAÇ
Peritonitli hastaların erken prognostik değerlendirmesi, yoğun bakım açısından yüksek risk taşıyan hastaların seçilmesi ve aynı zamanda güvenilir objektif bir şiddet ve operatif risk sınıflaması için tercih edilir. Bu çalışmada, peritonitli hastalarda Akut fizyolojik ve Kronik Sağlık Değerlendirme skoru (APACHE II) ile Mannheim peritonit indeksi (MPI) gibi skorlama sistemlerinin kullanımı değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
İki yıllık bir periyot boyunca jeneralize peritoniti olan ardışık 101 hasta (69 erkek, 32 kadın) üzerinde prospektif çalışma yürütüldü. Laparotomiden önce hastalara her iki skorlama sistemi de uygulandı. Skorlara esas alınarak, hastalar üç gruba ayrıldı. Hastaların sonuçları kaydedildi ve her iki skorlama sisteminin doğruluğu değerlendirildi.
BULGULAR
MPI sisteminde mortalite; 15’den daha düşük bir skoru olan hastalarda 0 olurken, 16-25 seviyesinde bir skoru olan hastalarda %4 ve 25 seviyesinden daha yüksek bir skoru olan hastalarda da %82,3 oldu. Benzer şekilde, APACHE II sisteminde de 10’dan daha düşük bir skoru olan hastalarda hiçbir mortalite kaydedilmedi. Mortalite; 10-20 seviyesinde bir skoru olan gruplar ile 20 seviyesinden daha yüksek bir skoru olan gruplarda, sırasıyla %35,29 ve %91,7 oldu.
SONUÇ
Her iki skorlama sistemi, mortalitenin öngörülmesinde hassastır. Bununla birlikte, APACHE II, kesin avantajlara sahiptir ve bu nedenle daha kullanışlıdır.
BACKGROUND
Early prognostic evaluation of patients with peritonitis is desirable to select high-risk patients for intensive management and also to provide a reliable objective classification of severity and operative risk. This study attempts to evaluate the use of scoring systems such as Acute Physiological and Chronic Health Evaluation score (APACHE II) and Mannheim Peritonitis Index (MPI) in patients with peritonitis.
METHODS
A prospective study was conducted using 101 consecutive patients (69 male, 32 female) having generalized peritonitis over a two-year period. Both scoring systems were applied to patients before laparotomy. Based upon the scores, patients were arranged into three groups. The outcome of patients was noted and the accuracy of the two systems was evaluated.
RESULTS
In the MPI system, mortality was 0 in the group of patients with a score of less than 15, while it was 4% in the patients scoring 16-25 and 82.3% in those with scores of more than 25. Similarly, in the APACHE II system, no mortality was noted in patients with scores less than 10. Mortality was 35.29% and 91.7% in the groups scoring 10-20 and more than 20, respectively.
CONCLUSION
Both scoring systems are accurate in predicting mortality; however, the APACHE II has definitive advantages and is therefore more useful.

7.
Tibia cisim kırıklarının intramedüller çivilemesinde tek veya çift distal kilitleme: Prospektif randomize bir çalışma
Single or double distal locking in intramedullary nailing of tibial shaft fractures: a prospective randomized study
Onur Hapa, Hasan Hilmi Muratlı, Halil Yalçın Yüksel, Levent Çelebi, Dağhan Doğruyol, Ali Biçimoğlu
PMID: 20209393  Sayfalar 33 - 37
AMAÇ
Distal kilit sayısının kaynamaya, komplikasyon oranına ve ameliyat süresine etkisi olabilir. Bu çalışmada, bir veya iki distal kilit vidasının, kapalı veya tip 1 açık, basit veya kama tipi tibia cisim kırıklarında oymasız yapılan intramedüller çivilemede yanlış, gecikmiş kaynama, kaynamama ve vida yetersizliği görünme sıklığına etkisi incelendi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Elli yedi hasta (39 erkek, 18 kadın; ortalama yaş 38,5±10,7) prospektif olarak tek distal kilit veya iki distal kilit gruplarına ayrıldı. Gruplar yanlış, gecikmiş kaynama, kaynamama ve vida yetersizliği sıklığı açısından değerlendirildi. Yirmi dokuz hasta iki vida grubunda, 28 hasta tek vida grubundaydı. Gruplar daha sonra uç kırıklar (üst uç+alt uç) ve orta cisim kırıklar olarak ayrıldı ve komplikasyon sıklığı açısından incelendi. İstatistiksel değerlendirme, Mann-Whitney U, ki-kare ve T testleriyle yapıldı.
BULGULAR
Ortalama takip süresi 2,4 yıldı (dağılım 1,5-4,7 yıl). İki grupta da yanlış kaynama yoktu. Gecikmiş kaynama, kaynamama veya vida yetersizliği gruplar arasında farklı değildi (p>0,05). Fakat, komplikasyon oranı iki vida grubun da uç kırıkları için tek vida grubuna göre daha fazla idi (p=0,04).
SONUÇ
Kompleks olmayan, kapalı veya tip 1 açık kırıklarda tek distal kilitleme güvenli olup, cerrahi süreyi ve radyasyon maruziyetini azaltmaya yardımcı olabilir.
BACKGROUND
The number of distal locking screws may have an effect on union, complication rates and operation time. The purpose of this study was to determine the effect of one or two distal locking screws in unreamed intramedullary nailing of closed or grade 1 open, simple or wedge tibial shaft fractures on the incidence of malunion, delayed union, non-union, and screw failure.
METHODS
Fifty-seven patients (39 male, 18 female; mean age 38.5±10.7 years) were randomized to two groups as either one or two distal locking screws and were evaluated prospectively for the incidences of malunion, delayed union, non-union, and screw failure. Twenty-nine patients were included in the two distal screws group and 28 patients in the single distal screw group. Groups were then subdivided to end fractures (proximal+distal end fractures) or mid-shaft fractures and reevaluated for the incidences of complications. Mann-Whitney U, chi-square and T tests were used for statistical analysis.
RESULTS
Mean follow-up was 2.4 years (range, 1.5-4.7 years). There was no case of malunion in either group. The incidences of delayed union, non-union or screw failure were not different (p>0.05). However, complication rate for end fractures in the two screw group was higher than that in the one screw group (p: 0.04).
CONCLUSION
For non-complex, closed or grade 1 open tibial shaft fractures, locking of an intramedullary nail with a single distal screw is safe, and may help to decrease operation time and radiation exposure.

8.
Apandisitin epidemiolojik, demografik özellikleri ve oluşumunda çevresel faktörlerin etkisi
Epidemiological and demographic features of appendicitis and influences of several environmental factors
Barlas Sulu, Yusuf Gunerhan, Yilmaz Palanci, Banu Işler, Kasim Caglayan
PMID: 20209394  Sayfalar 38 - 42
AMAÇ
Bu çalışmada, akut apandisit tanısıyla ameliyat edilen hastaların demografik özellikleriyle hastalığın oluşumundaki mevsim, hava sıcaklığı, nem ve rakım gibi faktörlerin etkileri araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
2004 ile 2007 yılları arası, ameliyat edilen 1871 hasta perfore ve non-perfore apandisitli olmak üzere iki gruba ayrıldı. Demografik özellikler ile mevsim, hava sıcaklığı, nem, rakım gibi çevresel faktörlerin etkisi araştırıldı. Bulgularımız, farklı ülkelerin, çevresel koşullarının etkileriyle karşılaştırıldı.

BULGULAR
Apandisit en sık erkeklerde ve 10 ile 19 yaşları arasında görüldü. Perfore apandisit ise en sık 0-9 ve 50 yaş üstü grupları arasında görülmekteydi. Kış mevsiminde apandisit en sık fakat perforasyon en az görülüyordu. Yılın en soğuk üç ayında non-perfore apandisit -8.8°’de en sık görülürken, perfore apandisit en sık -11.2°’de görülmekte idi (p<0,01).
SONUÇ
Bulgularımız, apandisitin ve perforasyonun oluşumunda yaş ve cinsiyetin etkili olduğunu göstermiştir. Mevsim, hava sıcaklığı ve rakım gibi çevresel faktörler apandisitin sıklığında etkili olabilmektedir.
BACKGROUND
In this study, we present the demographic features of appendicitis and investigate the influence of several factors (season, temperature, humidity, altitude) on the development of the condition.
METHODS
A total of 1871 patients operated between 2004 and 2007 were included and divided into two subgroups as perforated and non-perforated appendicitis. The demographic features and environmental factors were investigated. We compared the effects of environmental conditions with those observed in other countries.
RESULTS
Appendicitis was most frequent among males between 10 to 19 years of age. Perforated appendicitis was mostly seen between 0-9 years and after 50 years of age. The frequency of appendicitis was the highest during winter, but the rate of perforation was at its minimum during this season. During the coldest three months of the year, non-perforated appendicitis was mostly seen at temperatures of -8.8°C; however, perforated appendicitis was mostly seen at -11.2°C (p<0.01).
CONCLUSION
Our findings show that the frequency of appendicitis and perforation rate are influenced by sex and age. Environmental factors like season, temperature and altitude may also influence the frequency of appendicitis.

9.
Ochsner-Sherren rejimi halen apendiküler kitle tedavisinin düzenlenmesinde geçerli midir?
Does Ochsner-Sherren regimen still hold true in the management of appendicular mass?
Narayanan Dhanasekharan Cunnigaiper, Praveen Raj, Prasanthi Ganeshram, Vishnukumar Venkatesan
PMID: 20209395  Sayfalar 43 - 46
AMAÇ
Her ne kadar, 1901 yılına kadar uzanan bir geçmişte önerilen yaklaşım olmakla birlikte, apendiküler kitleye yönelik konservatif tedavi halen yaygın şekilde uygulanmaktadır. Apendiküler kitle ile ilgili erken apendektominin avantajları konusunda bilgi veren son zamanlarda yapılmış az sayıda seriyle birlikte, bu retrospektif çalışmada hastalara bu tip yaklaşımın yapılabilirliği araştırıldı.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ocak 2005 ile Aralık 2007 arasında şüpheli apandisit ve apendiküler kitle nedeniyle acil apendektomi uygulanan 506 hasta (240 erkek, 266 kadın) geriye dönük olarak değerlendirildi. Subakut/kronik apandisiti bulunan ve interval apendektomi uygulanan hastalar çalışma dışında tutuldu. Ameliyat sonrası sonuçlar, apendiküler kitlesi bulunan ve bulunmayan hastalardan oluşan iki grup arasında karşılaştırıldı.
BULGULAR
Çalışmaya, 114’ünde apendiküler kitle bulunan toplam 506 hasta alındı. İki grup karşılaştırıldığında, her iki grupta da hiçbir majör komplikasyon saptanmadı. Apendiküler kitlesi bulunan hastalardan oluşan grupta minör komplikasyon insidansı anlamlı şekilde artarken, yara enfeksiyonu insidansı bakımından iki grup arasında anlamlılık saptanmadı. Apendiküler kitlesi olan hastalarda, anlamlı şekilde yüksek dren kullanımı/hastanede kalma süresi olduğu saptandı.
SONUÇ
Düşük morbidite, azalan hastanede kalma süresi, düşük maliyet ve hasta uyumu, Hindistan gibi bir ülkede özellikle yaygın olan ve benzer bulgularla başvuran intestinal/peritoneal tüberküloz gibi olguları atlamaksızın, apendiküler kitleye yönelik erken cerrahi tedaviyi desteklemektedir.
BACKGROUND
Although proposed as far back as 1901, conservative management for appendicular mass is still widely practiced. With a few recent series outlining the advantages of early appendicectomy for appendicular mass, we tried to investigate the feasibility of such an approach in this retrospective study.
METHODS
We analyzed retrospectively 506 patients (240 male, 266 female) who underwent emergency appendicectomy for suspected appendicitis and appendicular mass between January 2005 and December 2007. Patients with sub-acute/chronic appendicitis and interval appendicectomy were excluded. The postoperative outcomes were compared between the two groups of patients classified as with or without the mass.
RESULTS
A total of 506 patients were included in the study, of which 114 had appendicular mass. A comparison of the two groups demonstrated no major complications in either group. There was significantly increased incidence of minor complications in the group of patients with mass, although the incidence of wound infection showed no significance difference between the two groups. There was a significantly increased usage of drain / duration of stay in patients with mass.
CONCLUSION
Low morbidity, reduced hospital stay, low cost, and patient compliance favor early operative management for appendicular mass, and it also avoids the possibility of missing entities like intestinal/peritoneal tuberculosis, which have similar presentations and are especially common in a country like India.

10.
İstanbul’daki av tüfeği intiharlarının analizi, 1998-2007
Analyses of suicidal deaths with shotguns in Istanbul, 1998-2007
Mahmut Aşırdizer, Gürol Cantürk, Nergis Cantürk, Mehmet Sunay Yavuz, Hüseyin Sarı
PMID: 20209396  Sayfalar 47 - 53
AMAÇ
İntihar amaçlı ateşli silah ölümlerinin bazı özellikleri önceki çalışmalarda tanımlanmış ise de, av tüfekleri kullanılarak gerçekleştirilmiş intihar ölümlerine ait seriler, literatürde sınırlı sayıdadır. Bu çalışmanın amacı, intihar amaçlı av tüfeği ölümlerinin çeşitli özelliklerini tanımlamaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM
01 Ocak 1998 ile 31 Aralık 2007 tarihleri arasında Adli Tıp Kurumu, Morg İhtisas Dairesi tarafından düzenlenmiş, 36971 otopsi raporu geriye dönük olarak gözden geçirildi.
BULGULAR
Yetmiş üç intihar amaçlı av tüfeği ölüm olgusu değerlendirildi. Olguların 46’sı (%63) erkek, 27’si (%37) kadındı. Olguların çoğu (n=39, %53,4) 16-20 yaş grubunda yer almaktaydı (p<0,001). İntiharların 62’si (%84,9) kurbanın evinde meydana gelmişti (p<0,001). Yedi olguda intihar notu (%9,6) bulunmuştu. Giriş yaraları olguların büyük çoğunluğunda (n=29, %39,8) kafa bölgesinde iken (p<0,001), kadın kurbanlarda intihar için genellikle (n=12, %44,4) karın bölgesinde idi. Atış, olguların 56’sında (%76,7) tam temas halinde, bitişik atış (gevşek temas) mesafesinden gerçekleştirilmişti (p<0,001). Olguların %17,8’inde (n=13) kanda etil alkol saptanmıştı.
SONUÇ
Av tüfekleri ile intiharların önlenebilmesi için, av tüfeklerinin elde edilmesi ve kullanımı sıkı olarak kontrol edilmeli, eğitim çabaları erken ve geç adölesan dönemindeki gençlere ebeveynlerine yönelmeli, psikolojik destek merkezleri kurulmalıdır.
BACKGROUND
In previous studies, some features of suicidal firearm deaths have been described, but series of suicidal deaths using shotgun are limited in the literature. The aim of the present study was to define several characteristics of suicidal shotgun deaths.
METHODS
In this study, we reviewed retrospectively 36,971 autopsy reports recorded by the Mortuary Section of the Forensic Medicine Council of Istanbul between January 1, 1998 and December 31, 2007.
RESULTS
Seventy-three shotgun-related suicide cases were evaluated. Of the 73 cases, 46 (63%) were male and 27 (37%) were female. Most of the cases (n=36, 53.4%) were aged 16-20 years (p<0.001). Sixty-two of the suicides (84.9%) occurred in victims’ homes (p<0.001). A suicide note was recovered in 7 cases (9.6%). While entry wounds were on the head in the majority of the cases (n=29, 39.8%) (p<0.001), in nearly half of the female victims (n=12; 44.4%), entry wound was in the abdominal region. Fifty-six shots (76.7%) were determined to be from loose-contact range (p<0.001). Ethyl alcohol was detected in 17.8% (n=13) of blood samples of the cases.
CONCLUSION
Handling and usage of shotguns should be under strict control, educational efforts should be directed to early and late adolescents and their parents and psychological support centers should also be founded in an effort to prevent suicidal deaths with shotguns.

11.
Yeni bir merkezde artan penetran kardiyak travma vakaları
Increasing numbers of penetrating cardiac trauma in a new center
İlker Mataracı, Adil Polat, Deniz Çevirme, Fuat Büyükbayrak, Ahmet Şaşmazel, Eylem Tuncer, Murat Songur, Vedat Erentuğ, Kaan Kırali, Cevat Yakut
PMID: 20209397  Sayfalar 54 - 58
AMAÇ
Penetran kardiyak yaralanma nedeniyle cerrahi tedavi gören hastalarda tanı ve acil cerrahi yaklaşımın önemini vurgulamaktır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Koşuyolu Kalp Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Haziran 2005 tarihinde Cevizli Kartal’daki yeni hizmet binasına taşındı. Bu bölgede hizmet binasının şehrin ana arterlerine yakın konumlanması nedeniyle travmalı olguların sayısında artış söz konusudur. Bu çalışmada, Haziran 2005-Eylül 2008 tarihleri arasında penetran kardiyak yaralanma tanısıyla kliniğimize başvuran olgular retrospektif olarak incelendi.

BULGULAR
Penetran kardiyak yaralanma ön tanısıyla 26 hasta kliniğimize başvurdu. Bu hastaların 20’sine cerrahi onarım işlemi uygulandı. Olguların birinde (%5) ateşli silah, geri kalanında (%95) ise kesici delici alet ile yaralanma mevcuttu. Hastaların 4’ü (%20) kadın, 16’sı (%80) erkekti. Yaş ortalaması 24,9±10,1 (12-49) idi. Tanıda klinik bulgulara ek olarak telekardiyografi ve transtorasik ekokardiyografi kullanıldı. Cerrahi onarımda 14 hastada mediyan sternotomi ve 6 olguda sol anterolateral torakotomi uygulandı. Hastaların 12’sinde sağ ventrikül, birinde pulmoner arter ve yedisinde sol ventrikül yaralanması vardı. İlave olarak beş hastada akciğer, bir hastada brakiyosefalik ven ve bir hastada koroner arter yaralanması saptandı. Bir hasta kanama nedeniyle revizyona alındı. Postoperatif dönemde iki hasta (%10) kaybedildi.
SONUÇ
Penetran kardiyak yaralanma olgularında hastaların hızlı transferi, tanının doğru ve çabuk koyulması ve agresif cerrahi onarım uygulanması ile hayatta kalma oranları artacaktır.
BACKGROUND
Our aim was to express the importance of emergency diagnosis and surgical approach in penetrating cardiac trauma patients.
METHODS
Koşuyolu Heart and Research Hospital moved to its new location in Cevizli Kartal in June 2005. Due to its close proximity to the main roads of the city, the number of trauma cases has increased tremendously. We have retrospectively examined our penetrating cardiac trauma cases treated between June 2005 and September 2008.
RESULTS
Twenty-six trauma cases were admitted to our clinic with penetrating cardiac trauma. Twenty of them were operated on an emergency basis. One (5%) had a gunshot wound while the other 19 (95%) had stab wounds. Four were female (20%) and 16 were male (80%). Average age of the patients was 24.9±10.1 (12-49) years. Telecardiography and transthoracic echocardiography were used for diagnosis. Surgical approaches were median sternotomy in 14 and left anterolateral thoracotomy in 6 cases. The right ventricle was damaged in 12, left ventricle in 7 and pulmonary artery in 1. Additionally, 5 patients had lung injury, 1 had brachiocephalic vein injury and 1 had coronary artery injury. One patient was re-explored for bleeding. There were two mortalities (10%) postoperatively.
CONCLUSION
Rapid transfer to the emergency department, accurate and quick diagnosis and aggressive surgical approach will increase survival in penetrating cardiac trauma.

12.
Diyarbakır ve çevresinde tandır yanıkları, Türkiye
Tandir burns in and around Diyarbakır, Turkey
Behçet Al, Sacid Coban, Cahfer Guloglu
PMID: 20209398  Sayfalar 59 - 62
AMAÇ
Tandır, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, içinde ekmek pişirmek için kullanılan bir fırının adıdır. Tandır yanığı, öncelikle kadın ve küçük çocukların içine düşüp acı veren geniş ve derin yanıkların oluştuğu özel bir yanık çeşididir. Bu çalışmadaki amaç, Diyarbakır çevresinde meydana gelen tandır yanıklarını değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Mayıs 2003 ve Şubat 2006 tarihleri arasında yanık ünitesinde tedavi edilen, tandır yanığı olan 21 hastanın kayıtları incelendi. Tandır yanıklı hastalar tüm yanıkların %2,14’ünü oluşturuyordu. Yaş ortalaması 10,7 yıl idi (dağılım, 1-47 yıl). Hastaların %71,43’ü kadın idi ve %61,90’ı altı yaşın altında idi. Ortalama yanık yüzey alanı (TBSA) %22,33 idi (dağılım, 8-75); hastaların %71,43’ünde üçüncü derece yanıklar vardı.
BULGULAR
Üç hastaya ekstremite amputasyonu yapıldı. Hastaların 8’ine fasiyotomi, 16’sına eskar eksizyonu yapıldı; beş hastaya da parsiyel kalınlıkta deri grefti konuldu. Ortalama yatış süresi 16,90 gün idi (dağılım, 5-34 gün). Hastaların beşi (%23,81) hayatını kaybetti.
SONUÇ
Tandır yanığı yüksek morbidite ve mortalitesi olan ciddi bir yanık çeşididir.
BACKGROUND
Tandir is the name given to a special oven used for baking bread in the eastern and southeastern part of Anatolia. Tandir burn is a unique trauma in that it involves primarily women and young children falling into the in-ground ovens and suffering deep extensive burns. In this study, we aimed to evaluate the tandir burns occurring in the Diyarbakır region.
METHODS
The records of 21 patients with tandir burn who were treated in our Burn Center between May 2003 and February 2006 were reviewed. Patients with tandir burns accounted for 2.14% of all burned patients. The mean age was 10.7 years (1–47 years). Of the patients, 71.43% were female, and 61.90% were under six years old. The mean total body surface area (TBSA) burned was 22.33% (8-75), and 71.43% of the patients had third-degree burns.
RESULTS
Three patients required amputation of an extremity. Eight patients had fasciotomies, 16 eschar excision, and 5 partial thickness skin grafts. The mean hospitalization period was 16.90 days (5-34 days). Five patients (23.81%) died.
CONCLUSION
Tandir burn is a severe burn with a higher morbidity and mortality.

13.
Nekroz nedeniyle bağırsak rezeksiyonu uygulanan akut mezenterik iskemili olgularda hastane mortalitesi için prognostik faktörler
Prognostic factors for hospital mortality in patients with acute mesenteric ischemia who undergo intestinal resection due to necrosis
Haluk Recai Ünalp, Kemal Atahan, Erdinç Kamer, Haydar Yaşa, Ercüment Tarcan, Mehmet Ali Önal
PMID: 20209399  Sayfalar 63 - 70
AMAÇ
Nekroz nedeniyle bağırsak rezeksiyonu yapılan akut mezenterik iskemili (AMİ) hastalardaki deneyimlerimiz sunuldu ve hastane mortalitesi ile ilgili prognostik faktörler değerlendirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
AMİ’li hastaların klinik kayıtları gözden geçirildi ve retrospektif olarak analiz edildi.
Bu çalışmada, 67 hasta (34’ü kadın ve ortalama yaş 66) incelendi.
BULGULAR
Hastaların tümünde ince bağırsak nekrozu, 21’inde (%32,3) kolon tutulumu belirlendi. Olguların 59’unda (%88) nekrotik ince bağırsaklar ilk girişim sırasında rezeke edildi. Bu hastalardan 2’sine (%3) embolektomi de uygulandı. Olguların 22’sine (%32,8) anastomoz yapıldı. Olguların 31’ine (%46,3) second look operasyon yapılarak 8’ine (%11,9) primer rezeksiyon, 11’ine (%16,3) re-rezeksiyon uygulandı. Hastane mortalite oranı %56,7 (n=38) bulundu. Lojistik regresyon testinde semptom süresinin >24 saat olmasının (p=0,000), başvuru sırasında sepsis saptanmasının (p=0,022) ve ince bağırsak nekrozuna kolon tutulumunun da eklenmiş olmasının (p=0,002) hastane mortalitesi için bağımsız prognostik faktörler olduğu gösterildi.
SONUÇ
Geç tanı konması ve sepsis nedeniyle AMİ’de hastane mortalitesi oranı yüksektir. Diğer bir risk faktörü kolon tutulumudur. Yüksek riskli hastalara erken ve agresif yaklaşım ve sepsis gelişmeden önce nekrotik bağırsakların olabildiğince erken rezeke edilmesi hastane mortalite oranlarını düşürebilir.
BACKGROUND
The purpose of this study was to review our experience in patients with acute mesenteric ischemia (AMI) and to identify prognostic factors associated with hospital mortality.
METHODS
Clinical data of patients with AMI were reviewed and analyzed retrospectively. A total of 67 patients (34 female, overall mean age 66 years) were evaluated in the study.
RESULTS
Small bowel necrosis was detected in all patients, while colonic involvement was present in 21 (31.3%). Necrosed small bowels were resected in 59 (88%) in the first intervention. Embolectomy was also performed in 2 (3%) of these cases. Anastomosis was established in 22 (32.8%). Second-look operation was performed in 31 (46.3%) and primary resection and re-resection were performed in 8 (11.9%) and 11 (16.4%) patients, respectively. Hospital mortality rate was 56.7% (n=38). Logistic regression analysis showed prolonged symptom duration (>24h) (p=0.000), sepsis (p=0.022) and colonic necrosis accompanied with small bowel necrosis (p=0.002) as the independent prognostic factors in hospital mortality.
CONCLUSION
AMI has a high hospital mortality rate due to late diagnosis and sepsis. Another risk factor is colonic involvement. Early evaluation in high-risk patients and resection for necrosed intestinal segments as soon as possible prior to sepsis may reduce the hospital mortality rate.

14.
Fournier gangreni: 18 olgudaki prognoza etki eden risk faktörlerinin ve tedavi maliyetinin değerlendirilmesi
Fournier’s gangrene: analysis of risk factors affecting the prognosis and cost of therapy in 18 cases
Hakan Canbaz, Mehmet Çağlıkülekçi, Uğur Altun, Musa Dirlik, Özgür Türkmenoğlu, Bahar Taşdelen, Süha Aydın
PMID: 20209400  Sayfalar 71 - 76
AMAÇ
Fournier gangreni (FG) hızlı ilerleyen sinerjistik, polimikrobiyal nekrotizan fasiittir. Hastalığın mortalitesi halen yüksektir. Çalışmamızda hastaların prognozuna etki eden risk faktörlerini ve tedavi maliyetini belirlemeyi amaçladık.
GEREÇ VE YÖNTEM
2003-2007 yılları arasında FG nedeniyle ameliyat edilen 18 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Yaşayan ve ölümcül seyreden hasta grupları demografik özellikler, etyolojik faktörler, laboratuvar bulguları ve tedavi uygulamaları yanı sıra hastanede kalış süresi ve tedavi giderleri yönünden karşılaştırıldı.

BULGULAR
Hastaların yaş ortalaması 54,5 ve kadın/erkek oranı 6/12 idi. Mortalite 6 (%33,3) hastada gözlendi ve kadınlarda (%66,6) anlamlı şekilde fazlaydı (p=0,035). Şikâyet süresi ölümcül seyreden hastalarda (9±3 gün) yaşayanlardan (5±3 gün) fazlaydı (p=0,018). En sık; yandaş hastalık diyabet (%39,2), etyoloji perianal apse (%55,6), enfeksiyonun primer yerleşimi anorektal bölgeydi (%61,1). Hiponatremi yaşayan hastalarda fazlaydı (p=0,039). FG şiddet puanı ortalaması ölümcül seyredenlerde (6,83) yaşayanlardan (3.17) fazlaydı (p=0,011). Hastalarda en sık üreyen bakteri E.coli’ydi (%66,6) ve mortal seyreden hastalarda anlamlı şekilde fazlaydı (p=0,012). Hastaların debridman sayısı ortalaması 4,67 idi. Fekal diversiyon 7 (%38,8) hastaya uygulanmıştı. Hastanede yatış süresi yaşayanlarda (34,17 gün) ölümcül (10,50 gün) olanlardan fazlaydı (p=0,002). Hasta gruplarının tedavi maliyeti farksızdı (p>0,05).
SONUÇ
Kadın cinsiyeti, tedavi öncesi geçen şikâyetin süresi, FG şiddet puanı ve kültürde üreyen mikroorganizmanın (E. coli) mortaliteyi etkileyebileceği düşünülmektedir. FG tedavi süresi uzun ve maliyeti fazla olabilecek bir hastalıktır.
BACKGROUND
Fournier’s gangrene (FG) is a rapidly progressive, polymicrobial, synergistic necrotizing fasciitis, and the mortality rate is still high. We aimed to determine the risk factors affecting prognosis and treatment cost.
METHODS
Eighteen patients operated for FG during 2003-2007 were investigated retrospectively. Surviving and exitus groups were compared regarding demographic data, etiological factors, laboratory findings, treatment modality, length of hospital stay, and treatment cost.
RESULTS
Mean age was 54.5 years, and the female/male ratio was 6/12. Mortality was observed in 6 (33.3%) patients and was significantly high among females (66.6%) (p=0.035). Mean duration of complaint in the exitus group (9±3 days) was higher than in survivors (5±3 days) (p=0.018). The most frequent comorbid disease was diabetes (39.2%), the most frequent etiology was perianal abscess (55.6%) and the primary location of infection was anorectal region (61.1%). Hyponatremia was significantly high in surviving patients (p=0.039). Mean of FG severity point in the exitus group (6.83) was higher than in survivors (3.17) (p=0.011). The most frequently cultivated microorganism, Escherichia coli (66.6%), was significantly high in the exitus group (p=0.012). The mean number of debridements was 4.67. Fecal diversion was performed in 7 (38.8%) patients. Hospital stay in the surviving group (34.17 days) was higher than in the exitus group (10.50 days) (p=0.002). Treatment cost between groups was indifferent (p>0.05).
CONCLUSION
Female gender, duration of complaint, FG severity point, and cultivated microorganism (E. coli) were thought to affect mortality. FG is a disease that might cause extended hospital stay and high treatment cost.

15.
Toraks yaralanmaları
Thoracic injuries
Ufuk Çobanoğlu, İrfan Yalçınkaya
PMID: 20209401  Sayfalar 77 - 83
AMAÇ
Kliniklerimize müracaat eden toraks travmalı hastalar, gelişen toraks duvarı yaralanmaları açısından değerlendirildi, bu yaralanmalar sonucu oluşan komplikasyonlar ve uygulanan tedavi yöntemleri gözden geçirildi.
GEREÇ VE YÖNTEM
Ocak 1995-Aralık 2007 tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Süreyyapaşa Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniklerinde yatırılarak tedavi edilen 668 toraks travmalı hasta retrospektif olarak incelendi. Bu hastaların 399’u (%59,7) künt, 269’u (%40,2) penetran travmalı idi. Künt travmalı hastaların 303’ünde (%75,9) ve penetran travmalı hastaların 58’inde (%21,5) olmak üzere 361 (%54) hastada toraks duvarı yaralanması saptandı.

BULGULAR
Toraks duvarı yaralanmalarında karşılaşılan patolojiler (kontüzyon, hematom, ciltaltı amfizemi, kemik kırıkları, yelken göğüs, penetran göğüs duvarı yaralanması ve travmatik asfiksi) açısından hastalar sınıflandırıldı, komplikasyonlar ve uygulanan tedavi yönünden değerlendirildi.
SONUÇ
Toraks duvarı yaralanmaları, göğüs kafesinin kardiyopulmoner sisteme yakınlığı nedeniyle morbidite ve mortaliteyi önemli ölçüde artırabilmektedir. İlk değerlendirmede beraberinde intratorasik bir patoloji bulunmasa dahi, takip eden günlerde gelişebilecek kardiyopulmoner komplikasyonlar açısından bu hastalar dikkatle izlenmelidir.
BACKGROUND
In this study, it was aimed to assess patients who applied to our clinics with the complaints of thorax trauma, consistent thoracal wall injury, complications due to these traumas, and the therapeutical methodology.
METHODS
Records of 668 patients, hospitalized at Süreyyapaşa Training and Research Hospital and Yüzüncü Yıl University Faculty of Medicine between January 1995 and December 2007, were reviewed retrospectively. Three hundred ninety-nine (59.7%) patients had blunt trauma whereas 269 (40.2%) patients had penetrating trauma. Thoracic wall injury was detected in a total of 361 (54%) patients (303 (75.9%) with blunt trauma; 58 (21.5%) with penetrating trauma).
RESULTS
Patients were assessed according to any developed pathology related with thoracic wall injuries (contusion, hematoma, subcutaneous emphysema, bone fractures, flail chest, penetrating chest wall wounds, and traumatic asphyxia), complications and treatment modality.
CONCLUSION
Thoracal wall injuries increase morbidity and mortality due to the close proximity of the chest wall to the cardiopulmonary system. At the initial evaluation, even without any corresponding intrathoracic pathology, these patients must be monitored attentively for a probable cardiopulmonary complication for consecutive days.

OLGU SUNUMU
16.
Pediyatrik bir hastada travmatik aort rüptürünün başarılı endovasküler tedavisi: Olgu sunumu ve literatür taraması
Successful endovascular management of a traumatic aortic rupture in a pediatric patient: case report and literature review
Carla Martinez Menini stahlschmidt, Luiz Carlos Von Bahten, Joao Eduardo Leal Nicoluzzi, Alexander Corvello, Fabio Lucio Stahlschmidt, Fabiano Guimaraes
PMID: 20209402  Sayfalar 84 - 86
Bu yazıda, motorsiklet çarpması sonucu subdural hematom, aort rüptürü ve travmatik psödoanevrizma gelişen 11 yaşındaki olgu sunuldu. Hasta ilk 24 saat süreyle konservatif olarak tedavi edildi ve daha sonra anevrizma boynunun tıkanıklığını gidermeye yönelik stent yerleştirme işlemi için gönderildi. İşlem sonrası dönemde nüks oluşmadı ve hasta 21 gün sonra sekelsiz olarak taburcu edildi. Bu yazı, aynı zamanda pediyatrik hasta grubunun bu ciddi lezyonlarının tedavisi ve travma mekanizmalarını da irdelemektedir.
We report herein an 11-year-old pedestrian struck by a motorcycle, who suffered subdural hematoma and aortic rupture and developed traumatic pseudoaneurysm. He was treated conservatively for the first 24 hours and submitted to stent placement occluding the aneurysm neck. There were no recurrences in the post-procedure period and the child was discharged after 21 days without sequelae. This report also reviews trauma mechanisms and management of such threatening lesions in the pediatric population.

17.
Künt abdominal travma sonrası izole jejunal perforasyon
Isolated jejunal perforation following blunt abdominal trauma
Christos Kostantinidis, Vassilis Pitsinis, Georgios Fragulidis
PMID: 20209403  Sayfalar 87 - 89
Künt abdominal travmanın neden olduğu izole jejunal perforasyon nadirdir ve çoğu kez motorlu taşıt kazalarından sonra görülür. Darp edildikten sonra şiddetli karın ağrısı ile hastanemize yatırılan genç erkek hastaya ilişkin “patlama” şeklinde bir jejunal perforasyon olgusu sunuyoruz. Yaralanma Şiddet Skoru 0 olarak değerlendirildi. Ayakta çekilen göğüs radyogramında serbest hava saptanmadıysa da karın bilgisayarlı tomografisi taraması büyük miktarda serbest intraperitoneal hava bulunduğunu ortaya koydu. Tanısal laparotomide yalnızca, Treitz ligamanının 20 cm uzağında yer alan 3 cm uzunluğunda bir jejunum perforasyonu belirlendi. Bir travma merkezi olarak, sınırlı deneyimlerimiz olmasına rağmen, klinik kuşku ve zamanında gerçekleştirilen eksplorasyonla, hızlı cerrahi girişim uygulanarak başarılı bir sonuç elde edildi.
Isolated jejunal perforation caused by blunt abdominal trauma is uncommon and most often seen after motor vehicle accidents. We present a case of “blowout” perforation of the jejunum in a young male who was admitted to our hospital with intense abdominal pain following a physical assault. The Injury Severity Score was 0. Although the erect chest radiograph was negative for free air, abdominal computed tomography scan revealed a large amount of free intraperitoneal air. The exploratory laparotomy that followed revealed only a 3 cm-long perforation of the jejunum, 20 cm from the ligament of Treitz. Although our experience as a trauma center is limited, clinical suspicion and timely exploration in this case led to prompt surgical intervention and a successful outcome.

18.
Çocuk hastada popliteal arterde yalancı anevrizma: Travmatik tibial kırık rekonstrüksiyonunda kullanılan Kirshner çivisinin alışılmadık bir komplikasyonu
Pseudoaneurysm of the popliteal artery in a child: an unusual complication of reconstruction of traumatic tibial fracture using Kirschner wire
Mustafa Yılmaz, Omer Faruk Doğan, Murat Güvener, Tanzer Serter
PMID: 20209404  Sayfalar 90 - 91
Ciddi vücut travmalarından sonra gelişen iskelet kırıklarının tedavilerinde genel olarak Kirschner çivileri ortopedik cerrahlar tarafından giderek artan biçimde kullanılmaktadır. Kirschner (K) çivisine bağlı olarak yara yerinde hematom veya dokularda yırtık gibi değişik komplikasyonlar literatürde bildirilmiştir. Ancak, bildiğimiz kadarıyla K-çivisine bağlı olarak popliteal arterde yalancı anevrizma gelişimi İngilizce literatürde daha önce bildirilmemiştir. Bu yazıda, K-çivisi yerleştirildikten sonraki geç dönemde popliteal arterde yalancı anevrizma gelişen bir çocuk hasta sunuldu.
Kirschner pins are being increasingly used by orthopedic surgeons in the treatment of skeletal fractures after severe bodily injuries. As a result, there have been reports in the literature about the various complications caused by the Kirschner pin, such as wound laceration or hematoma. However, to our knowledge, pseudoaneurysm of the popliteal artery due to Kirschner pin in the late postoperative period has not been reported previously in the English literature. Herein, we present a child with pseudoaneurysm of the popliteal artery after reconstruction of a tibia fracture using Kirschner pin insertion.

19.
Yabancı cisim yutma sonucu gelişen akut mekanik bağırsak tıkanıklığı: Olgu sunumu
Acute mechanical intestinal obstruction after ingestion of foreign bodies: a case report
İrfan Başpınar, Savaş Şahin, Gültekin Erdoğan
PMID: 20209405  Sayfalar 92 - 94
Sıklıkla zeka geriliği ve psikiyatrik hastalığı olan kişilerde karşılaşılan yabancı cisim yutma, sık görülen ancak nadiren cerrahi girişim gerektiren bir durumdur. Çoğunlukla yutulan cisimlerin dışkıyla atılması ile sonlanmaktadır. Yutulan cismin sayısı, şekli, boyutu ve yutulma zamanı tedavi şeklini belirlemektedir. Acil polikliniğimize başvurusundan bir gün önce en büyüğü 4,5 cm’lik yaklaşık 60 adet taş yutan 21 yaşındaki erkek hasta konservatif izlem amacıyla kliniğimize yatırıldı. Üç günlük konservatif izlemden sonra, akut mekanik bağırsak tıkanıklığı gelişimi nedeniyle ameliyata alınan hastanın çekum ve sigmoid kolonundaki 35 adet taş transvers kolotomi ile, midesindeki 15 adet taş ise gastrotomi ile çıkartıldı. Bu olgu sebebiyle, yabancı cisim yutulmasında izlenecek tedavi yöntemleri ve literatür bilgiler araştırıldı.
Foreign body ingestion is usually encountered in mentally retarded patients and is a common situation in patients with psychiatric illnesses, but it rarely necessitates surgical intervention. The outcome is usually defecation of the ingested materials. The treatment modality is affected by the number, size and shape of the ingested material(s). One day before presenting to our emergency room, a 21-year-old man ingested nearly 60 stones, the largest of which was 45 mm in diameter. We hospitalized the patient for conservative follow-up in our clinic. The patient was operated because of acute mechanical obstruction of the small intestine after three days of conservative follow-up. Thirty-five stones in the cecum and sigmoid colon were removed by transverse colotomy and 15 stones in the stomach were removed by gastrotomy. Because of this case, treatment modality alternatives in foreign body ingestion and the literature data are reviewed.

20.
Travmaya bağlı osteoporotik vertebra çökme kırıklarının tedavisinde kifoplasti uygulaması: Olgu sunumu
Kyphoplasty method for the treatment of traumatic osteoporotic vertebral compression fractures: case report
Olcay Eser, Adem Aslan, Murat Cosar, Erdal Kalkan, Ramazan Albayrak
PMID: 20209406  Sayfalar 95 - 97
Yaşlılarda travmaya bağlı oluşan osteoporotik vertebra çökme kırıklarının tedavisinde uygulanan kifoplasti yöntemiyle hastaların yaşam kalitesinin arttırılması amaçlanmıştır. Bu yazıda travmatik osteoporotik vertebra çökme kırığı nedeniyle başvuran ve tedavilerinde başarıyla kifoplasti ameliyatı uygulanan iki yaşlı hastanın özellikleri ve sonuçları sunuldu. Osteoporotik vertebra çökme kırıklarının cerrahi tedavisinde perkütan olarak uygulanan kifoplasti, hastaların hastanede kalış sürelerini kısaltmakta, morbidite ve mortalitesini önemli derece azaltmaktadır.
The aim of the kyphoplasty method for the treatment of traumatic osteoporotic vertebral compression fractures in geriatric patients is to improve the patient’s quality of life. In this report we present two elderly patients who were suffering of traumatic osteoporotic vertebral compression fractures and underwent successful kyphoplasties. Percutaneous kyphoplasty method for the surgical treatment of these fractures decreases the hospitalization, morbidity and mortality in these patients.

21.
Kapalı kafa travması sonrası venöz sinüs trombozu: Olgu sunumu
Venous sinus thrombosis after closed head injury: case report
Bülent Bakar, İsmail Hakkı Tekkök
PMID: 20209407  Sayfalar 98 - 102
Kapalı kafa travması sonrası oluşan dural sinüs trombozları nadir görülür, patofizyoloji mekanizmaları henüz tam olarak bilinmemektedir. On sekiz yaşında erkek hasta, araç dışına fırladığı yüksek enerjili trafik kazası sonrası Glasgow Koma Skalası skoru 4 (Tüp ile)/ 15 saptandı. Bilgisayarlı tomografide diffüz serebral ödemle beraber sağ juguler foramene uzanan oksipital lineer kırık saptandı. Tedaviye rağmen İKB değerlerinin yüksek seyretmesi üzerine ameliyata alınarak bilateral fronto-temporo-parietal kraniyektomi yapıldı. Beyin manyetik rezonans venografide sağ juguler venin torkula düzeyinden itibaren oblitere olduğu ve sol juguler ven kalibrasyonunun ince olduğu görüldü. Bir dizi tedavi sonrası hasta Karnofsky performans skalası 30/90 olarak evine taburcu edildi. Erken dönemde tedavi edilmeyen özellikle dominant dural sinüs trombozları, ciddi düzeyde morbid ya da ölümcül seyretmekte ve erken teşhis ve tedaviyi zorunlu kılmaktadır.
Dural sinus thrombosis after closed head injury is seen very rarely and its pathophysiological mechanisms are not yet understood. An 18-year-old man who had been crushed in an automobile had closed head injury with Glasgow Coma Score 4. Computerized tomography showed diffuse cerebral edema and right occipital linear fracture extending to the internal jugular foramen. Because of high- level intracranial pressure, he underwent bilateral frontotemporoparietal craniectomy. After surgery, magnetic resonance scan with venography showed that the right internal jugular vein was obliterated from the torcular Herophili and the left internal jugular vein was very thin in calibration. He was discharged home with Karnofsky performance score of 30/90. Dural sinus thrombosis with dominant side can carry high morbidity and mortality if not treated immediately.